Ayvalık
Küçükköy
Küçükköy'e
ilk gidişimiz 2017 Ağustosunda olmuştu. Gelinimiz Sibel'in tavsiyesi üzerine bir Perşembe
günü Ayvalık Küçükköy'ü keşfetmeye gitmiştik.
Burhaniye'den her onbeş-yirmi
dakikada bir Ayvalığa minübüs var.
Yol 35 km. Yarım saatte Ayvalığa giriliyor. Eski
garajdan şehir merkezine doğru yürürken HEM nin bir
sergisine rastladık.
Tabi hanımın çok sevdiği şeyler olduğu için hemen girdik.
Sergi restore edilmiş eski bir binada açılmış. Halk
eğitim kurslarına giden yöre hanımlarının el işleriymiş. Güzeldi.
Perşembe
günü Ayvalığın pazarı. Adalardan gelen yunanlılar da
var. Otantik sokaklar dar ve çok
kalabalık. Baka baka çaput
pazarından macaron kahvelerine doğru gidiyoruz. Macaron
kahveleri pazarın en sonunda. Koyu sarmaşık gölgeleri
altında bir fırın, bir kafe ve üç dört kahveden oluşuyor. Burayı
keşfettiğimizden beri her yıl geliriz.
Oturduğumuz
kafenin hemen karşısında sakızlı ve bademli kurabiye yapan bir fırın var.
Kalabalıkta zor yer buluyoruz. Karnımız acıktı. Siparişlerimizi verip
bekliyoruz. Kafe bizim gibi gelenlerle dolup dolup boşalıyor. Buranın
yemekleri hanımlar tarafından yapılıyor. Belki 10 kişi durmadan hizmet ediyor. Çiğ böreğimizi, köftemizi, kabak çiçeği dolmamızı, çığırtmayı ve
koruk suyu-ayranımızı afiyetle yiyoruz. Çok lezzetliler.
Gitmeden
sakızlı-bademli kurabiyelerden de aldık. Bir ikisini hemen çayla hallediyoruz. Köşeden
hemen dönünce kiliseden çevirme Hayrettin paşa camii var. Gecikmeden
öğle namazımızı da orada kılıyoruz.
Yeniden
perşembe pazarını geçip Küçükköy'e gitmek üzere şehir meydanındaki otobüs duraklarına gidiyoruz. Bir saat arayla Küçükköye otobüs var.
Büyükşehir hizmeti olduğu için balkart burada da geçerli.
Küçükköy Ayvalığa 7 km. Sarımsaklının kara tarafı. Körfezin
Zeytinli-Akçay-Altınkumu gibi.
Ama daha girişte eski bir köy olduğu
anlaşılıyor.Boşnak
köyüymüş.
Köy meydanında doğru camiye yöneliyoruz. İnşa tarihi 1886. Geçmişte
Ayiu Athanaiu klisesi olarak kulanılan yapı sonrasında camiye çevrilmiş.
İçi
oldukça aydınlık ve hoş. İkindi namazımızı burada kılıyoruz. Minberi oymalı
ahşap gibi. Emek verilmiş, güzel.
Caminin alt kısmı da
yapının orjinal halinden kalma.
Köy meydanında gölgeli çınar ağaçları, altında tahta masa-sandalyeli
kahveler var.
Köyün sakinleri 1912'de Balkan savaşı sırasında buraya yerleştirilen
Boşnaklar.
Tabi Boşnak köyü olur da Boşnak böreği olmaz mı ?
Kıymalısı,
pateteslisi, peynirlisi ve sebzelisi var. Bir porsiyonu beş lira. Çok lezzetli
ve hafifmiş. Koruk suyu da yanına yakıştı doğrusu. Burada bir
Boşnak böreği hatırası çekilmeden olmaz.
Oturduğumuz
yerin hemen arkası, caminin karşısında bir müze var.
Geçmişte manastır binası imiş. Şu anda bir 'Göç müzesi'
halinde. İlk gidişimizde saat 17
de kapandığı için girememiştik.
Bir yıl sonra ikinci gidişimizde gezip görme imkanımız oldu. İçerde çok ilginç etnografik objeler var.
Ancak genel olarak da hüzünlü bir hava hissediliyor her
köşesinde. Çok fazla araştırma imkanım olmadı ama
'Teferric' kelimesine birkaç yerde
rastladığımı hatırlıyorum.
Kuşkusuz teferric, ya da doğru yazımıyla teferrüc eski dilde bir kelime.
Sözlükte Ferahlanmak, İç açılmak, Gezintiye çıkmak ve
Seyr anlamında kullanıldığı yazıyor.
Açılma, ferahlama, gezinti anlamındaki bir
kelimenin nasıl olup ta 'göç' vurgusuyla kullanıldığı aklıma takıldı. Bu konuyu
öğrenmeliyim.
Ama şu anda kesin olan bir gerçek var ki; o da bir şekilde yerlerinden yurtlarından olan insanların acılı yaşanmışlıkları burada toplanan eşyalara yansımış. Müze adeta göç temalı, buruk hatıralarla dolu.
Meydandan
aşağıya doğru iniyoruz. El ve ev ürünleri satan küçük bir pazarcık var.
Oradaki hanımların
biriyle tezgahı başında biraz sohbet ediyoruz.
Sokak
arnavut kaldırımlı, eski evlerle aşağıya doğru kıvrılıp gidiyor.
Evlerin
bir kısmı restore edilip sanat galerisi, atölyesi, kafe
ya da butik otel şeklinde kullanıma sunulmuş.
Mesela böyle yerlerden birini, bir sanat galerisini geziyoruz. Bir ressam ve sanatsal objeler tasarımcısı eşi
tarafından kullanılıyor. Oldukça özgün eserler var.
Adam yaratıklara benzeyen garip heykeller yapmış. Kadın ise daha çok otantik eşyalar üzerinde çalışmış. Düzenledikleri mekanla çalışmalarını çok güzel bir uyumla sergilemişler. İlginçti.
Köy, tarihi geriye giden oldukça eski bir köy. Restore edildikçe doğal mimari yapı daha da belirginleşiyor. Kuruluşu hakkında şöyle bir rivayet var:
Fatih
İstanbulu fethettikten sonra 1456'da Midilliyi almak üzere
harekete geçtiğinde bu köyün bulunduğu yere yeniçerilerin karargahı kurulmuş.
Bu sebeple köyün adı rumca YENİÇAROHORİ (Yeniçeri köyü) kalmış. Köyün böyle ilginç bir tarihi geçmişi var.
Rumlar
mübadelede gittiğinde köy tamamen boşnak köyü haline gelmiş. Bugünkü
Sarımsaklı arazisi bu köye ait. Merkezî büyücek bir köymüş.
Sonrasında sarımsaklı büyümüş köy böyle metruk kalmış.
Son
beş yıldır Alaçatıdan kaçan bazı sanatçı ve
girişimciler burayı keşfetmişler. Gelenler bina ve arazi satın alıp restore
etmişler. İşletmeler açılmış. Son yıllarda da gelip giden misafir sayısı
giderek artıyormuş.
Bazı
sanatçılar müsait bahçeli evleri restore ettirerek
atölye-galeri ve kaferestoran şekline sokmuşlar.
Böyle bir galeride ressam bir bayana misafir olduk.
Konuşkan biri, sattığı ürünlerin herbiri birer sanat eseri doğrusu.
Biz bir şey alamadık. Yüklü gelmek lazımmış.
Onun
tarifi üzerine geçen yıl daha içerde bir kabak atölye-sergisini
de gezmiştik. Bu yıl daha önde bir mekana taşınmışlar.Çeşit çeşit su kabakları birer sanat eseri olmuş adeta.
Köyde daha önce hiç görmediğimiz sanat icra edenleri de gördük. İçinde bulundukları mekanları çok hoş bir estetikle doldurmuşlardı.
Köyün restore edilen hemen hemen her köşesi tabloluk görüntüler
veriyor. Taş
binalar ve özenle çiçeklendirilmiş, boyanmış cepheler
göz alıcıydı. Neredeyse
her köşesinde durup fotoğraf çektik.
Dileriz
köyün tamamı bu şekilde restore edilip kültürümüze
kazandırılır. Yaşayan
bir kültür sanat müzesi görmek isteyen bence burayı
mutlaka görmeli.
Son gidişimizde köyü dolaşıp yeniden meydana gelirken yolda eski bir sokak çeşmesi dikkatimizi çekti. Kitabesinde 1907 tarihi yazılı.
İster istemez o yılları ve bu çeşme başında yaşanmışlıkları düşündük. Bugüne ulaşan çeşme hala akmakta. Ancak basit, nalburiyelerde satılan ucuz bir muslukla.
Çeşme köydeki sanatsal faaliyete mi direniyor, yoksa bir kenarda garip mi kalmış bilemedik. Düşündürücüydü.
Köy meydanında geçen yıl Mithat ve kızı Büşra'nın 'Bosanska Pita' dükkanına
misafir olmuştuk.
Sıcakkanlı insanlardı. Bizi çok iyi ağırlamışlardı. Boşnak böreği yememiştik ama çok güzel bir triliçe ikram etmiştiler.
Ayrıca 'soka'
diye bizim biberli lor dediğimiz şeyin kaymaktan olanını da tattırmıştılar.
Olsaydı alacaktık, bitmişti. Biraz 'isli et' (pastırmaya benziyordu) alıp yine görüşmek üzere bu güzel insanlara veda etmiştik.
Bu kez yeni açılan bir işletmeye konuk olduk. Yeni evli bir çift tarafından bahçelerinin bir kısmını yeme içme yeri olarak düzenleyerek aile işletmesi olarak açılmış.
Boşnak börekleri iyiydi. Başka ürünlerinden de tatma fırsatımız oldu. Genel olarak güzeldi diyebilirim. Biraz acemi olmalarına rağmen ilgilerinden de memnun kaldık.
Bahçelerinin bir köşesini 'Küçükköy hatırası' için düzenlemişler. Hatıra Fotoğraflarımızı çekmeye de yardımcı oldular.
İlk gidişimizde saat
20'yi gösterirken son otobüsü kaçırmamak için köyden erken ayrılmıştık.
Yolda güneş batıyordu. Zaten burada
günbatımları hep güzel olur.
Ayvalık şehir meydanında trafik oldukça sıkışıktı. Meydan da kalabalıktı.Yatlar körfez turu ve cunda adası yolcularını bekliyordu. Anladık ki, pazar için değilse buraya perşembe günü gelmemek lazım.
Otobüs eski garajın karşısında bırakıyor. Bizi Burhaniyeye götürecek
minübüs de beş dakika sonra hareket etmişti zaten.
Sibel
kızımız sağolsun, o gün onun sayesinde çok özel bir yer
keşfetmiştik.
Bu yılki gidişimizde de köyün sanatsal yönünün gittikçe daha belirgin bir gelişme içinde olduğunu gördük. Keşfimiz iyice pekişti.
Bana göre de Küçükköy 2.Alaçatı olma yolunda. Ancak inşallah burası da Alaçatının yoğunluğu ve yozlaşmasını yaşamaz diye de düşünmeden edemedik doğrusu.
Bugün için biz çok memnun
ayrıldık.
Aracımız
Ayvalığı terk ederken geride kalan günümüzü kafamda kritik ettiğimde: "Evet, Küçük/Kısa ama güzel bir gündü" dediğimi hatırlıyorum.