Bir zamanlar
müfettiş olmaya özenmiştim. Ciddi ciddi sınavlara girip o dalda çalışmayı
düşünüyordum. Aynı ilkokul çocuğunun öğretmen olmak istemesi gibi karşılaştığım
ilk müfettişler bana bu duyguyu yaşatmışlardı. Sonra gelişen olaylar
müfettişliğin başka yüzleriyle de tanıştırdı. Çok canım acıdı, adeta hayal
kırıklığı yaşadım. Değil müfettiş olmayı, birlikte çalışmayı bile düşünemez
oldum. İlerki yıllarda yönetici olduğumda, teftişten gelenlerin sanki genlerine
işlemiş vehimli ve güvenilmez halleri daha bir sırıtır olmuştu gözümde. Yakın arkadaşlarım
sık sık "üniversite hocalarından ve müfettişten yönetici olmaz !"
yakınmamı duymuşlardır.
Memuriyete
1977 yılının 19 Eylülünde kendi memleketimde, ilçemde memur olarak başladım.
Zor yıllardı. İki gün sonra Türk Lirası devalüe edildi. Dolar 19,25 lira, mark 8,27 lira oldu. Bu, I. Milliyetçi Cephe hükümetinin bir yılda
yaptığı üçüncü devalüasyondu. Takip eden ay, 1 Ekimde
maaşım 1700 TL idi. Yani 88 dolar 30 cent. Henüz okulumdan mezun olamamıştım,
arada izin ya da rapor alarak İstanbula sınavlara gidip geliyordum. Buna rağmen
acemi bir memur olarak oldukça yoğun çalışıyordum. Kasım ayının ilk günü
Balıkesir Bölge Müdürü şubeye gelmiş, başarılı performansımızı görüp
"Maşallah !" demişti.
Hızımı
alamamıştım. 1978 yılının ilk haftasında kendi kendime vazife çıkararak şubenin
iki yıllık mukayeseli satış İstatistiklerini derleyip bir kartona çizdim. 12
Ocakta tablo halinde çerçeveleyip şubenin duvarına astık. Benim için önemsizdi ama küçük bir yerde, dünyaları sınırlı
insanlara göre muhteşem bir şeydi. Bu arada her akşam tekrarlanan kasa
işlemlerini yapabiliyordum. Bu işlem aslında oldukça önemli ve stresli bir
işti. Faturalar satışı yapılan mallara göre dökülüyor, satış fiyatlarıyla
çarpılıp olması gereken hasılat hesaplanıyordu. Bu miktar ile faturaların
toplamları üzerinden çıkan satış icmalinin aynı olması lazımdı. Bu sağlama işin
ilk raundu ama sadece bir tarafıydı. Satış hasılatından günün gider ve ödemeleri
çıktığında kasadaki parayı vermesi gerekiyordu. İşte yoğunluk durumuna göre
normalde 1-2 saat süren akşam muamelesi, kasada çıkan noksanlık ya da fazlalık
halinde bütün işlemlerin bir kez daha yeniden yapılmasını
gerektirdiği için bazen 3-4 saate kadar uzayabiliyordu. Çok zaman kuruş
farklarıyla bir iki saat uğraştığımızı hatırlıyorum.
Bereket,
daha önce Şeker fabrikası Pancar muhsebesinde mevsimlik olarak çalışmıştım.
Orada öğrendiğim facit kullanma, yekun çekme ve tutturma tecrübem burada
oldukça işime yarıyordu. 17 Ocak günü işbaşındaki
Hükümetin tayin ettiği Bölge Müdür muavini gelip beni kasa muameleleri hususunda imtihan
etti. Sonuç herkes için şaşırtıcı ve müspetti. Şubedekiler nasıl olup ta bu kadar kısa
zamanda böyle başarılı olduğumu anlayamıyorlardı. Onlara göre ben buralarda çok
kalmayacak kadar yetenekli ve iyiydim.
İşte o kış günlerinde bir müfettiş efsanesi anlattılar bana. Genel Müdürlükte Şu anda Teftiş Kurulu Reisliği yapan bir Baş Müfettiş varmış. Adamın namı o kadar dillerdeymiş ki, şubeden içeri girdiğini gören bir ajans şefi kalp krizi geçirip ölmüş. "Ne olabilir ki ?" diye sordum saf saf. Dediler ki, adam bir şubede kasa muamelesinde çıkan 1 liralık fazlalığı gece saat üçe kadar aratmış. Şube şefinin tepesinde müfettiş saatlerce çıkan bir liralık fazlalığın sebebini aramaktan dermanı tükenmiş ve isyan ederek: "Bu bir lirayı ben koydum kasaya, ver bir liramı gidelim artık" demiş ağlayarak.
İşte o kış günlerinde bir müfettiş efsanesi anlattılar bana. Genel Müdürlükte Şu anda Teftiş Kurulu Reisliği yapan bir Baş Müfettiş varmış. Adamın namı o kadar dillerdeymiş ki, şubeden içeri girdiğini gören bir ajans şefi kalp krizi geçirip ölmüş. "Ne olabilir ki ?" diye sordum saf saf. Dediler ki, adam bir şubede kasa muamelesinde çıkan 1 liralık fazlalığı gece saat üçe kadar aratmış. Şube şefinin tepesinde müfettiş saatlerce çıkan bir liralık fazlalığın sebebini aramaktan dermanı tükenmiş ve isyan ederek: "Bu bir lirayı ben koydum kasaya, ver bir liramı gidelim artık" demiş ağlayarak.
Bu
hikaye zaten ilgimi çeken müfettiş algımı bir efsaneye
dönüştürmüştü zihnimde. Korkmuyordum ama, her akşam
işimi öyle bir müfettiş tarafından kontrol edilecekmiş gibi titizlikle yapıyordum. Yalnız bir liranın, üstelik kasa fazlası
önemsiz bir meblağın neden bu kadar önemli olabileceğini anlayamamıştım. Çok
değil, iki üç sene sonra muhasebe işinde başlangıçta önemsiz gibi görünen bir fazlalığın birden çok başka hata sebebiyle önemli
bir noksanlığa dönüşebileceğini de görmüş oldum. Bu o kadar zihnimde yer etti
ki ilerki yıllarda Muhasebe Müdürü ve Daire Başkanı olarak Muhasebe
elemanlarına sorduğum olmazsa olmaz ilk sorular arasına girmişti.
O
Başmüfettişle tam 18 yıl sonra birlikte çalışma imkanı da buldum. Çalıştığım
bakanlığın muteber müsteşar yardımcısıydı, ben de İdari ve Mali işler Daire
başkanı. Kendisiyle görüşmeye gelenlere ifadesini alır gibi davranıyordu. Çok
kısa zamanda ziyaretçisi, gelenin gidenin arkası kesildi. Onunla yapılan her
toplantı birkaç dakika içinde
soruşturma mizansenine dönüşüyordu. Yine heybetli, saygın ve etkili görünüyordu. Ancak artık
yaşlanmıştı ve maalesef yılların meslek alışkanlıklarını üstünden atması mümkün
görünmüyordu.
1977-78
siyasal açıdan çalkantılı yıllardı. 1977'nin son günlerinde CHP'nin gensorusu ile 31 Aralık 1977'de Süleyman Demirel
başkanlığındaki II. MC Hükümeti devrildi. Ecevit 11
bağımsız milletvekiline, kuracağı hükümete destek
karşılığında bakanlık önermiş,
10'u kabul etmişti. Sadece siyasi açıdan değil ekonomik olarak da problemlerle
boğuşuluyordu. Akaryakıt sıkıntısı had safhadaydı. O kadar ki akaryakıtı biten
hastaneler hasta kabul etmemeye ve yatan hastaları taburcu etmeye
başlamıştılar. Acı günler yaşanıyordu. Mesela 09 Ocak 1978'de yalnızca bir günde İstanbul, Ankara, Trabzon ve Afşin'de 14 yer bombalanmıştı.
O günlerde daha sonra tarihe 11'ler ve Güneş motel olayı olarak geçecek gelişmeler sonucu başını CHP'nin çektiği CGP,
DP ve AP'den kopan bağımsızların oluşturduğu Üçüncü Ecevit hükümeti 17 Ocak
1978'de Meclis'ten güven oyu almış oldu. Ardından
kurumlarda büyük bir tasfiye hareketi başladı. Önceleri ben bunu göremiyor,
rüzgarın neden birdenbire ters yönde estiğini anlayamıyordum. Tabi ki tecrübeli
olanlar hemen pozisyon aldılar. Hükümetin güven oyu almasından hemen iki gün
sonra Bölge müdürümüz veda ziyaretine geldi. Tekrar teftiş kurulu başkanlığına dönüyormuş. Bu halim selim olgun
adam bende Müfettiş olma isteğini daha da arttırmıştı.
Ama ne yazık ki zamanın çarkları işliyor, dalgalar fırtınaya dönmek üzere
büyüyordu.
Bu
arada ben dairede daha fazla işi göğüslemiş götürüyordum. 18 Şubatta şubedeki
diğer memur da askere gitmek üzere izne ayrılmıştı. Artık hem kasada hem de
depo sorumluluğu konusunda yalnızdım. 22 Martta adaylığımın sona ereceğinin
işareti gizli tezkiye varakası geldi şubeye. Ardından 13 Nisanda çok genç iki
müfettiş yardımcısıyla tanıştım. Dünya tatlısı insanlardı. Onlar da beni
müfettişlik sınavına girmem için yüreklendirdiler. Ancak yoğun çalışıyordum ve
şube şefi ile Bölgede bir şeylerin değişmeye başladığını sezinliyordum.
Nitekim 05 Nisan'da Hükümetin yeni bir Bölge müdürü tayin ettiğini öğrendik. Zamanın çarkları işliyordu. Şefle nedensiz
münakaşalar ve yaşanan huzursuzluklarımız artmıştı. Yine de 26-30 Haziran, 3-13
Temmuz ve 2-21 Ağustosta şube vekaleti
bana verilmişti.
Gübre sıkıntısı giderek
artıyordu. İhtiyacı karşılamak üzere Bandırma limanından hemen her gün
kamyonlarla gübre geliyordu. Bu yüzden Mart, Nisan ve Mayıs aylarında hem
teslim tesellüm, hem torbalama, depolama ve ekspertiz işleri yoğunlaşmıştı. Depolarımız ilçenin dört bir
tarafında birbirinden uzak, kırık dökük, izbe, uzak ve tavukhane bozması yerlerdi. Gittikçe
üzerime daha fazla gelindiğinin farkındaydım. Bir yıl evvel övgü nedeni olan
siyasi görüşüm ve inancım her
nedense şimdilerde sorun olur hale gelmişti. 14 Mayıs ta
ajandama şu notu düşmüşüm: "TZDK'ya girerken ne idiysem şimdi de oyum ve öyle olacağım. İnancım ve fikrimin gereğini yapıyorum. Bundan ötürü
bana bir şey gelirse şeref duyarım…"
23
Mayısta şube şefi gizemli bir şekilde Balıkesir'e gitti. Bir hafta sonra 30
Mayısta yeni atanan Bölge Müdür Muavini şubemizdeydi. Yerine atandığı Bölge Müdür
Muavinini severdim, ilişkilerimiz iyiydi. Adam bana şöyle bir aşağıdan yukarıya baktı !?. Konuşmadık ama o anda
değişimin sadece eski Bölge Müdür
Muavini için değil benim için de
artık geri dönülmez bir noktada olduğunu anlamıştım.
25
Haziranda gelişmelere tuz biber ekecek bir haber aldık. Konya'dan kurumda üç dört sene tecrübesi olan bir memur geliyormuş. 07 Temmuz Cuma günü vekalet
bende iken Balıkesir Bölge Müdürü geldi. Fazla kalmadı, bir iki cümleden başka bir kelam etmedi ama sanki beni
kontrol için gelmiş gibiydi.Temmuzda yeni memur geldi. Sakallı ve dindar biriydi.
Anlaşılan onunla çoktan uğraşmaya başlamışlardı. Ağustos maaşını vermediler.
Bir süre onunla uğraştık, sonunda maaşını alabildi. Ardından askerlik tecil
işini öne sürdüler. Onun için de bayağı sıkıntı çekti. Bu sefer bazı
istihkaklarını kestiler. Mecburen onunla ilgileniyorduk. Misafir ettik,
birlikte kiralık ev aradık, dertleriyle dertlendik ama dairede hava gittikçe
sertleşiyordu. Sık sık izin, rapor alıyor şefle tartışıyordu. Rüzgardan ben de
etkilenmiştim. Henüz öğrenci olduğumu biliyorlardı ama tecil konusunda beni de
sıkıştırmaya başlamışlardı. Artık daha fazla depolara gönderiliyordum.
Şefle münakaşalarımız sıklaşmıştı. Bir ara ben de onun mesaiye riayet,
görevde ihmal ve sorunlu ilişkilerini takip etmeye başladım. Bir süre sonra
böyle davranmaktan vazgeçtim. Ne
olacaksa olacaktı. Haklı haksız meselesi değildi ki konu. Onların kafalarında
bir plan vardı ve her halukârda
görevlerini yapacaklardı.
Yaz
dönemi geçti sonbaharla birlikte yeniden bir yoğunluk başladı. Dairede bir
taraftan şef öbür yanda Konya'dan gelen memur, iki sorunlu adam arasında
çalkalanıp duruyorduk. Biz bu haldeyken 18 Ekim Çarşamba
günü şubeye bir Müfettiş daha geldi.
Adam iki gün gibi kısa bir sürede teftişini yaptı ve "İyi bir daire, ufak tefek
hatalar var" diyerek gitti. Hatta bir ara bana dönüp "Seni Genel
Müdürlükte görmek isterim" bile dedi. Ne bileyim, ben de bu sözleri iltifat
sanıp moral bulmuştum. Meğer iyi polis kötü polis oynuyormuş, sonra anladım.