30 Aralık 2014 Salı

207 30 Aralık 2014 Salı 13:02 ESKİMEYEN KELİMELER...................İktisat, Cömertlik, İsraf, Cimrilik

İktisat, Cömertlik, İsraf, Cimrilik

İktisat
Amacım servetin üretim, dağılım ve tüketimini inceleyen bilim dalı [1] iktisat (Ekonomi) değil elbet. Sözlükte "aşırılıktan uzak orta yolda olmak, doğru yolda olmak, bir şeye yönelmek" anlamlarına gelen “iktisat” tan söz ediyorum.

Dilimizde tutumlu olma, tasarruf, biriktirme, aşırılıklardan uzak durma, orta yolda olma, itidal üzere olma, uygun davranış ve hareket, ekonomik davranma mânâlarında kullanılıyor. Hayatımızda hem ahlâkî hem de ekonomik olarak büyük önemi var.  

İktisat, bir fıkıh terimi olarak, harcamalarda israf ve cimrilikten korunup, gereken yerde gerektiği kadar harcama yapmak anlamına geliyor. 

iktisat, dinimizin de önemle üzerinde durduğu ve teşvik ettiği bir güzel davranış biçimi. Yüce Allâh Kur'ân-ı Kerim'de, harcama ve tüketim konusunda iktisatlı davranmaya, İsraftan (sonucu düşünmeden şuursuzca ve bilgisizce harcama yapmaktan) ve Cimrilikten (eli sıkılık, hasislik denilen hırs ve kıskançlık huyundan) kaçınmaya [2] çağırıyor. İktisatlı ve tutumlu olmayı, aşırılıklardan kaçınmayı ve orta yoldan [3] gitmeyi teşvik ediyor. 

Tutumlu olmakla cimri olmayı birbirinden ayırt etmek gerekiyor. İktisat cömertliğe, hayra, ikrama ters olmadığı gibi; cimrilik ve mal düşkünlüğü anlamlarına da gelmiyor elbette. Tutumlu olmak; insanın harcamalarını giderlerine göre ayarlaması demek. Cimri olmak ise, insanın ihtiyacı olandan çok daha az harcama yapma davranışı.

Birey planındaki bu önemine ilaveten Kur'ân'da malların bilgisiz, hesapsız ve tam bir şımarıklık içinde harcanmasının, ülkenin yıkımına dahi sebep olabileceği işaret edilmekte. [4]

Peygamber efendimizin (s.a.v) de, iktisat etme ile zenginlik, israf ile fakirlik arasındaki ilişkiyi hatırlatan uyarıları [5]var. Bu çerçevede zenginlikte de, fakirlikte de [6] iktisattan ayrılmayıp, tüketim ve harcamaların makul bir çizgide yapılması gerekiyor.


[1] İktisadın konusunu, insan faaliyetlerinin, ihtiyaçları karşılamak amacıyla mal ve hizmet elde etme bakımından incelenmesi oluşturur. Malî iktisat, tarımsal, ticârî ve sınâî iktisat, beslenme iktisadı, matematik iktisat, siyasî iktisat, sosyal iktisat gibi dalları ve alanları mevcuttur.
[2] "Elini boynuna bağlayıp cimri kesilme, büsbütün de açarak saçıp savurma! Sonra kınanmış, pişman bir halde oturup kalırsın." (İsrâ, 17/29)
[3] "Onlar ki, harcadıkları vakit israf da, cimrilik de yapmazlar; ikisi arasında orta bir yol tutarlar." buyurulmaktadır (Furkân, 25/67).
[4] İsrâ, 17/15
[5] "İktisat yapanı Allâh zengin eder. Saçıp savuranı da Allâh fakirleştirir." buyurmuştur (Kenzü'l-Ummâl, II/13).
[6] "Zenginlikte iktisat ne iyi şeydir! Fakirlikte iktisat ne iyi şeydir! İbadette iktisat ne iyi şeydir!" buyurmuştur (Kenzü'l-Ummâl, II, 7)

Cömertlik
Bir kavram olarak cömertlik, eldeki imkânları meşru ölçüler içinde, hiçbir karşılık beklemeden gönüllü olarak başkalarının yararına sunma (ihsanda, bağışta bulunma) demek.  

Cömertlik Farsça cevân-merd (Civanmert) sözcüğünden Türkçeleştirilmiş. Muhtaçları gözetmek, istemeden vermek ve verdiğini azımsamak anlamında. Bu sebeple teşekkür edilmeyi, övülmeyi istemek cömertliğe yakışmaz.

Cömertlik İslâm ahlâk literatüründe genellikle sehâ, sehâvet ve cûd kavramlarıyla ifade olunmuş. Buna karşılık Kur'ân'da sehâ, sehâvet ve cûd kelimeleri geçmiyor. Ancak pek çok âyette infak, itâ, îsâr, ikram, ihsan, it'âm, bezl gibi masdarlardan gelen fiillerle cömertlik teşvik edilmiş bulunuyor.

Elbette ki cömertliğin olmazsa olmaz şartı yapılan yardım nedeniyle mükâfat, övgü, teşekkür ve hizmet gibi maddî ve manevî bir karşılık beklenmemesi.[7] Gösterişten uzak ve yardım edilen kimseyi rencide edecek tutumlardan kaçınılacak şekilde yapılmalı. [8]Ayrıca, yardım olarak verilen malın gözden çıkarılan bir şey olmayıp sahibi nezdinde değer [9] taşıması gerekiyor. Bu anlamda cömertlik zenginlere daha çok yakışan [10] bir davranış.

Hadis-i Şeriflerde Allahın cömert olduğu, cömertliği ve güzel aklakı sevdiği [11] belirtilmiş. Sözkonusu hadislerde Kur'an'da sayılan bu kelimelerle birlikte sehâ, sehâvet ve cûd kelimeleri de var. Buna göre Sehavet, cömertliğin en üst derecesi, kendisi muhtaç olduğu halde başkasına tercih edip, ona sarf eden kimsenin derecesi oluyor. Cömertlik, kendine ihtiyacı olmayan şeyleri başkalarına vermekse kendisi muhtaç olduğu halde başkasına sarf etmek bundan daha ileri bir durum. 

Kuşkusuz Hz. Peygamber (s.a.v) de insanların en cömerti. İslâm, cömertliği bir erdem olarak yüceltmekle kalmamış, onu bencil duyguların aracı olmaktan çıkararak Allah rızası ve insan sevgisinden oluşan bir muhtevaya kavuşturmuş.

Kur'ânda, malını gösteriş için harcayan kimselerin bu davranışlarının ahlâkî bir değer taşımadığı, yardımlaşmanın ancak insanlara iyilik etme gayesiyle ve Allah'a karşı sorumluluk bilinci içinde (takvâ) olması gerektiği ısrarla vurgulanıyor.

İlaveten Kur'ân'da mü'minlere her iki aşırılıktan da sakınarak harcamalarında ölçülü olmaları emredilmiş. [12] Bu anlamda Cömertliği, israf ve cimrilik diye adlandırılan iki aşırılığın ortası olarak anlayabiliriz. Fakat, cömert olabilmek için yapılan yardımın illa ki isteyerek ve seve seve yapılması [13]gerekiyor.

İmam-ı Gazali’ye göre Cömertlik, gerçek tevhit ve hakiki tevekküle ermenin sonucudur. Zira Allah’ın va’de ve rızık hususunda verdiği garantiye samimi olarak inanmaktan kaynaklanır. Bunlar ise, aslında tevhit ağacının meyveleridir.[14] Yani, zühdün yani dünyaya kıymet vermemenin meyvesi. Meyveye yapılan övgü ise muhakkak ki aslında meyveyi veren ağaca yapılmış olmaktadır.


[7] İnsan, 76/8-10
[8] Bakara, 2/261-265
[9] Bakara, 2/267; Âl-i İmrân, 3/92
[10] Cömertlik güzeldir, fakat zenginlerde olursa daha güzel olur. (Hadis-i Şerif)
[11] Kendisine gerektiği şeyi, kendi arzu ve ihtiyacını tehir edip başkasına verirse, Allahü teâlâ onun günahlarını affeder. (Hadisi Şerif)
[12] A'râf, 7/31; İsrâ, 17/29; Furkân, 25/67
[13] Haşr, 59/9
[14] İmam-ı Gazali, Kütüb-i Sitte
  
İsraf
Sözlükte "aşırı gitmek, gafil ve cahil olmak, yanılmak" gibi anlamlara geliyor. İsrafın zıddı ise iktisattır.

Dini bir kavram olarak, insanın sahip bulunduğu nimetleri gereksiz ve aşırı tüketmesi hali için kullanılıyor. Bu yüzden de israf eden kimseye müsrif deniyor.

İslâm israfı yasaklamış ve insanoğlunun yeme, içme ve harcama konusunda dengeli davranmasını istemiş.[15] Kur’an hem israftan, hem de cimrilikten kaçınılmasını öğütlemekte. [16] O nedenle israf ve cimrilik, kalbin manevi hastalıklarından sayılmış. 

Cimrilik, kişinin nefsini meşru olan şeylerden mahrum bırakması oluyor. İsraf ise gereğinden fazla harcama ve tüketimde aşırı gitme hali. Fert, aile ve toplum hayatında onulmaz yaralar açabiliyor, nihayetinde bu da toplumsal bozulma ve çürümeye götürüyor.

Bir müslüman dünya üzerindeki maddî ve mânevî imkân ve nimetleri kendisine emanet edildiği bilinciyle tüketmeli, bu nimetler üzerinde kendisinin olduğu kadar toplumun da hakkı bulunduğunu unutmamalıdır.

Bütün nimetler Allahü tealanın insanlara verdiği birer emanettir. İslam dini, bunları, sadece O’nun rızasını elde etmeyi ve insanlara hizmet için kullanmayı emretmiş. 

İsrafın kötü olmasının en önde gelen sebebi, malın Allahü tealanın verdiği bir nimet olması. Bu nedenle onun israfı; o nimete kıymet vermemek, çarçur etmek dolayısıyla da nimete şükretmemek anlamına geliyor.

Bu anlamda en büyük israf zamanın boşa harcanmasıdır. Zira bir Hadis-i şerifte; “Her çeşit israf haramdır” buyrulmuş. 


[15] "Ey Âdemoğulları, her mescide gidişinizde temiz ve güzel elbiselerinizi giyiniz. Yiyiniz, içiniz, fakat israf etmeyiniz. Çünkü Allah israf edenleri sevmez" (A'râf, 7/31)
[16] "Elini bağlı olarak boynuna asma. Onu büsbütün de açıp savurma. Sonra kınanmış pişman bir halde oturup kalırsın" (İsrâ, 17/29) 

Cimrilik
Harcanması gereken malı sarfetmekten kaçınmak, para ve malı çok sevdiğinden dolayı, başkasına bir şey vermekten çekinmek anlamına geliyor.

Arapçası “şuhh” nefsin mal hırsı olarak tercüme ediliyor. Bu anlamda Şuhh nefsin cimrilik, eli sıkılık, hasislik denilen hırs ve kıskançlık huyu demekmiş.

Yani nefiste bulunan hırs ve cimrilik hasletine “şuhh” bu hasletlerin fiile dökülmesine de “buhl” deniyormuş.

Dinimiz, başta zekât olmak üzere bazı malî harcamalarda bulunmamızı emrediyor. Aile bireylerinin bakımı, akrabaların görülüp gözetilmesi de bu emirler arasında. Çevremizdeki yoksullara imkân ölçüsünde malî yardım aslında bir insanlık görevi. Parası ve malı olduğu halde bir insan bu görevlerini yapmaz ve malını sarf etmekten çekinirse, cimrilik yapmış olmaz mı ?

İmam-ı Gazali Cimriliği, dünyaya bağlanmanın meyvesi olarak görmüş. Meyveye yapılan övgü aslında ağaca yapıldığından cimriliğin aslında bir nevi şirkten beslendiği düşünülebilir. Yani bu anlamda cimrilik, sebeplere bağlanıp kalmaktan ve Allah’ın vaadi hususunda şüpheye düşülmesinden doğuyor.[17]

“Sehavet ve cimrilik her ikisi de bir takım derecelere ayrılıyor. Cömertliğin en son haddi, kişinin muhtaç olduğu şeyi başkasına vermesi olduğu gibi, cimriliğin de en son derecesi, kişinin ihtiyacı olan bir şeyden kendini mahrum etmesi, kendi şahsına harcamamasıdır.”[18]

Eli sıkı insanların iç dünyalarında takıntılı bir “para” yı elde tutma isteği görüyoruz. Çünkü onlar ancak bu şekilde kendilerini güvende hissediyorlar. Cimri insanlar, eşlerinin ve çocuklarının bile isteklerini karşılamaz ve bunların ihtiyaç olabileceği düşüncesini de paylaşmazlar.Bu kişiler daima para biriktirme arzusu duyarlar. Çevrelerinden sık sık duydukları ”Bu kadar parayı ve malı mezara mı götüreceksin” lafını da pek umursamaz hatta bunu neden bana söylüyorlar diye dahi düşünmezler.

Hesabını bilmek ve tutumlu olmakla cimrilik asla karıştırılmamalı. Ancak, cimriliğini tutumluluk sanan veya gösteren çok sayıda insan olduğunu da biliriz.

Cimrilik en şerli haslettir [19] ve elbette ki bir mümin hasleti değildir. [20] Kötü bir huydur.[21] Cimrilik Peygamber Efendimiz’in (asm) Allah’a (cc) sığındığı hasletlerden biridir

Peygamberimiz (s.a.v) şöyle dua ederdi: “Allah’ım! Acizlikten, tembellikten, korkaklıktan, cimrilikten ve beni düşkün bırakacak bir ihtiyarlıktan sana sığınırım. Kabir azabından, hayatın ve ölümün fitnelerinden sana sığınırım.” [22]




[17] İmam-ı Gazali, Kütüb-i Sitte
[18] Zübdetü’l-İhya, yh418
[19] “İnsanda bulunan en şerli şey aşırı cimrilik ve şiddetli korkudur.” (Ebu Dâvud)
[20] “Mümin bir kimsede (şu) iki özellik bir arada bulunmaz: 1.Cimrilik 2. Kötü ahlak.” (Tirmizî)
[21] “Kişi de bulunan en kötü huy, hırslı bir cimrilik ile zaaf derecesinde korkaklıktır.” (Ebu Davud / Cem’ul Fevaid)
[22] Hz. Enes b. Malik (ra) dan, Buhari / Cem’ul Fevaid

Kaynak: DİB ve Muhtelif

24 Aralık 2014 Çarşamba

206 24 Aralık 2014 Çarşamba 17:30 ŞİİR VE TÜRKÜ........................Yedi güzel adamın "Zarif"i

Yedi güzel adamın "Zarif"i


Cahit Zarifoğlu [1]Mavera ve Edebiyat dergisi yazarlarından Sezai Karakoç, Alaaddin Özdenören, Rasim Özdenören, Akif İnan, Nuri Pakdil ve Erdem Bayezıt‘ ten oluşan yedi güzel adamdan biri. Edebiyatımızın ve şiirimizin zarif adamı.

Yaşamak adlı günlük-deneme kitabı, İns adlı hikaye, Savaş Ritimleri ve Ana romanları da var. [2] Hatta çocukları anlama ve anlatmadaki ustalığını, Serçekuş, Katıraslan, Motorlu Kuş vb. çocuk eserlerinden görebiliyoruz. Bu kitaplarda fantezi ile olağanüstü gerçekler ve hayaller dünyası iç içe. 

/çocuk / Bir tane. Dayanmış yanağını cama / Karşı evin balkonuna bakıyor / Orada bir çocuk / Tutunmuş demirlere.. (Aralık Günleri)

Ancak, nihai planda o bir şair ve şairlik onda bir giysi gibi değil, kendisi gibidir. Zira hikâye, roman ve günlük türü eserlerinde bile şair duyarlığı hissedilir. Bu yüzden onu elbette ki en iyi şiirlerinden biliyoruz.

Zarifoğlu, kendisine özgü bir şiir biçimiyle tanınıyor. Dıştan çok, içe dönük, yalnız bir anlatımı var. Kalabalıklardan kaçan, bir toplulukta bulunsa bile aslında “yalnız” yaşayan biri o. Bu yüzden belki de "Yaşamak"ta uzun uzun sözünü ettiği “yalnız ardıç[a]” benziyor. Ancak, şiirinin zihnimizde kalıcı  izler bırakmış olması da yalnızlıktan beslenen işte bu zarif, naif, çocuksu ve canlı dil olmalı.

Başını eğmiş dalların yaprağında / Zayıf bir çocuk yüzü, gülümsüyor / Dikkatle bak, korku dolu bakışları / O boğulurken gülücükler / Saçılıyor (Efendim)

Zarifoğlu şiiri bu içe dönük yalnızlık, iç ürpertisi ve hayretle başlayıp metafizik ürpertilerle devam eder. “Uzlet” anlamındaki yalnızlığı nihayet onu halvete ve bilgeliğe ulaştırmaktadır.

Çok geçmeyecek aradan / Şöyle diyeceğim: Bulutlar açmadı / Mavi gök orda mı (Mavi Gök Orda Mı )

Ankara'da doğmuş ama çocukluğu Kahramanmaraş'ta geçmiş bir şair o. Manevi değerleri yaşayan bir aile ikliminde büyümüş. Hem annesi hem babası, tasavvufla ilgiliymiş. Zaten daha sonraları kendisi de mutasavvıf kimliğiyle tanınan bir aileye damat olmuş [3] ve manevi bir rehbere bağlanmış.

İşaret Çocukları adlı şiirinden bir parça, onun nasıl bir ortamda yetiştiğini çok güzel anlatır: 

Yasin okunan tütsü tüten çarşılardan / Geçerdi babam / Başında yağmur halkaları.

Yasin okunan bir ev, başında rahmet yağmuru gezen bir baba. Babasının nasıl bir dünyası olduğunu anlatan anlamlı ve bir o kadar da tanıdık dizeler. 

Yüreği korkuyla kuvvetlendi babamın / Unutup genç gelen günleri / Zamanın sürerken çektiği günleri / Çetin bilmecelerle / Sürdü atını şehirlere (İşaret Çocukları)

Şairin hayatında iç içe geçişli iki dönem var. Birincisi güncele karşı biraz lakayd ve bohem bir dönem. “Şiirin kendisinden başka kaygım yoktu” dediği, İşaret Çocukları kitabıyla somutlaşan dönem. Bunlar daha çok bireysel şiirler. İkincisi de 1970’lerden sonraki, toplumsal meselelere duyarlı, dahası aktif bir dönem.

Zarifoğlu, ilk şiir kitabı İşaret Çocukları’nda (1967) ağırlıklı olarak benlik, varoluş, çocukluk, kadın ve aşk gibi bireysel temalara yer vermiş. Bununla birlikte az da olsa içinde bazı tasavvufi ögeler de görülebiliyor.

Diz çökeyim söyle / Tahtın nerede / Bende kaynayan sende kaynak / Tıpatıp iki kristal küre (Aralık Günleri İçin Bir Aşk Denemesi)

Ancak, Cahit Zarifoğlu, aşkı da çok zarif ve ince bir şekilde anlatmayı başarabilmiş bir şair. 

unutuldum kurudum / Başıma düşmüş sevda ağı / Bir başıma tenhalarda kahroldum / Sen kim bilir / Rüzgarlı eteklerinle / Kimbilir hangi iklimdesin / Ben sensiz bu sessizlikle / deliler gibiyim / sensiz bu sessizlikte / Ayrılıkla başım belada / Gözlerini çevirme gözlerimden / Yoksa sensiz bu sessizlikte / Kahrolacağı(Anılar Defteri)

Şiirlerinde çok iyi bir tasvir ve imge yapısı farkediliyor. Mesela, Sevmek de Yorulur adlı şiiri çok güzel bir gidiş hikayesi aslında. Sevgilinin uzaklaşması sigara metaforu ve nikotin ilişkisiyle ilişkilendirilmiş. Şair gönlünde iz bırakan bir son ayrılık sigarası gibi. Yine de etrafına tümden ilgisiz değil.

Zaman dert getirdi sulara / İçinde eski balıkların yattığı kayalar / Savaşan insanların elinde / İnce yontulup taşındı balta mızrak şekline (İşaret Çocukları)

Şairin kitaplarındaki değişen şiir çizgisi, doğal olarak kendi yaşamındaki farklılaşmalara göre şekillenmiş. Örneğin Yedi Güzel Adam adı altında kitabında şairin yeni bir yola girdiği görülüyor. Bu şiirlerinde şair, sanki İşaret Çocukları’nın sıkıntı dolu atmosferinden toplumsal konulara doğru uzanmaktadır. 

Ayrı kaldım ağlar inlerim / Dağ kavi, iklim sarp, çarıklar delerim. (Zarif Çoban)

Bununla birlikte her iki dönemde de sanatı birbirine aykırı düşmez. Şair duyarlığını, düzeyini ve özünü koruyarak daha çok toplumsal meseleleri açmaya yönelik eserler üretmeye başlamıştır. 

şünün / Tohumlar ekilir / Yağmurlar başlar / O zaman filizler bir karış boyu yükselmiştir / Köylü davarlarını alır götürür sürer üstüne / Başak dediğimiz rahmet ondan sonra fışkırır / Esas ondan sonra gövdelenir / Görmezik/ gördürürler / Davarın yedim doydum sandığı / Bir dalgınlık / çünkü benden bir kahramanlık kalacak / çünkü besmeleyle başlandı / çünkü desturla tuttuk ne tuttuksa / çünkü imanla çok şeylere çağrıldık gözümüz / dağlarda kaldı eşya geride kaldı / dünya arkada bırakıldı / bir diş gibi ayrıldıçenemizden / dil çağı kapandı göz bağı koptu / bir tövbe sancağı açıldı bir zevk süreci değil / çünkü bütün o zamanlar toptan kullanılmış oldu (Zahmet Vakti)

Nitekim Zarifoğlu, 1973’ten vefatına kadarki şiirlerinde, islami sorumluluk duygusuyla artık dünyadaki konumunu kavramış ve ona teslim olmuştur.

Vefatından sonra Yedi İklim dergisinde yayımlanan “Sultan” şiirinde havf u recâ makamını hatırlatan özel bir duygu yoğunluğu görülüyor. Şair, öncelikle bir kul olarak kendisindeki acziyeti görüyor ve onu adının baş harfleriyle çarpıcı bir şekilde vurgulayabiliyor. 

Seçkin bir kimse değilim / ismimin baş harfleri acz tutuyor / Bağışlamanı dilerim (Sultan)

Ona göre Abdurrahman Cahit Zarifoğlu olan isminin baş harfleri (ACZ) bile onun ilahî kudret karşsında ne kadar âciz olduğunu düşündürmeye yetmiştir. Seçkin bir kimse değil, eski günahları dipdiri ve kendisine bahşedilen hayatı boş geçirmiştir. Üstelik yaptığı ibadetler de muhtemelen eksik ve kusurludur.

Hayat bir boş rüyaymış / Geçen ibadetler özürlü / Eski günahlar dipdiri / Seçkin bir kimse değilim / İsmimin baş harflerinde kimliğim / Bağışlanmamı dilerim (Sultan)

Zarifoğlu, bu zayıf karneye rağmen bağışlanmayı dilemekten vazgeçmeyerek başlar yeni hayatına. Zira Allah’ın Rahim olduğunun, bu yüzden müminlere rahmet ve merhamet ettiğinin bilincindedir. 

Sabah trafik / Çınara kim bakar / Kim geçer dallarından / Bahar mı geliyor / Komşunun balkonunda / Çamaşırlar renk rengarenk (Ağaçlar)

“Kabul” şiirine bakıldığında şairin yepyeni bir ruh hâline girdiğini, artık bambaşka bir hâl üzre olduğunu anlayabiliriz. Önceki görüşleri, davranışları, aldığı tavırlar birer birer değişmektedir. Şair, kötülüklerden arınıp saf hâle gelebilmek, temizlenebilmek için artık daha özenli hareket etmektedir. Yaşamak adlı günlüklerinde şiirin, tıpkı insan gibi “Yaradana doğru gayretine” inandığını yazar.

Eski şairliklerim gitti gözümden / Gayridir başka bir hal kuşanıyorum

“Kabul” şiirinin devamında şairin yaşadığı değişimin sebebi de izah edilmektedir. O, artık göğsünde “bir küçücük derya”, kabına sığmaz bir yoldaş keşfetmiştir.

ğsümde bir küçücük derya buldum / Kabına sığmaz bir ceylan yoldaşım / Eteğini toplamış bir sevgili düştü kumsala / Ufacık kuru dudaklarında bir hasret sayhası 

Hani yunusun deyip de dilimizde türkü olmuş sözleri var ya: 

Beni sorma bana ben ben değilem / Bir ben vardır bende benden içeru / Seni ben severim candan içeru / Yolum vardır bu erkandan içeru / Kesildi takatım dizde derman yok / Bu mezheb imiş dinden içeru / şeriat tarikat yoldur varana / Hakikat marifet andan içeru (Erzurum Yöresi Türküsü) 

Zarifoğlunun da, böyle dini duyarlılığı olan, sufice bir havaya sahip Yunus tadında şiirleri var. Onlar da öyle ilahi bir formata sahip. Bu yüzden o, belki de çağdaş bir Yunus olarak değerlendirilebilir. Ama kimin umurunda, zira o, artık rahmanî saydığı bir huzura kavuşmak üzeredir.

De Zarif inle. Ta ki huzra vardın / Nice yıl isyan durdun gurbet kaldın (Kabul)

Ancak, uzun yıllar ondan uzak kaldığı için de derin bir pişmanlık içindedir. 

Öyle sofralar gördüm ki / İnsan kasları vardı tabaklarda (Aşka Dair)

Bir taraftan da hem beden hem de kalp halleri konusunda daha dikkatlidir. Üstelik şiir ve şairlik hakkındaki fikirleri de değişmektedir. 

Yazdıkların şiir değilse kalsın / Cennetse sevdan çık dışarı / Solgun ışıklar / Sessiz ağaçlar parklarla / O cümbüş gecesini de tak peşine / Yazdığışiir değilse bırak bunları kalsın...(Uyarılan Şair)

Zarif ve hassas ruh hali bu değişimi sancılı yaşar. Hem kendi günahlarından hem de ümmetin günahlarından perişandır. Bu yüzden başı eğik, dili kapalı, gözleri kan çanağı gibidir. 

Korkuyorum o nedenle / Başım eğik / Dilim kapalı (Bürde)

Ona göre kâinat içindeki her şey, yeniden asıl mihverine yani Allah’a varmaya çabalamaktadır. Yaradılışın tek amacı budur. Şair, bu sebeple kaleme aldığı şiirlerin hiçbirini kendisine ait görmemektedir. Benliği ise ısrarla şairin kibirlenmesini, büyüklenmesini, sanatçı kaprislerini hatırlatmaktadır. Buna karşı Zarifoğlu, nefsini ıslah etmeyi tek çözüm yolu olarak görür. Zira artık “olmak” heves ve arzusunun onu "yok oluş" a sürükleyeceğinin idraki içindedir.

Aşkın bin gözlü devasa bir baş imiş / Yur her birini uykularından sohbetin / Dinlen ey Zarif bilatedbir çok söz açtın / Bu kırık akılla ne cürettir yaptığın

Aşkın iki gözüne takılıp kalan nefis, nerden bilecektir onun bin gözlü olduğunu ? Yeni menzillere doğru yol olan şair gönlü, nereden bilecektir aslında bilmeden o güzel sözleri ettiğini ? Tedbirsiz konuşan şair aslında bir çok şeyi de anlamış ve anlatmış olmuyor mu ? 

Elim dizlerime Vur Kalk / Müslümanlar uyanın Eller Dizlere Vur Kalk / Yumruklar dizlere vur vur / AMA BEN Ama ben Ama ben Ama ben (Başım Eğik Dilim Kapalı Gözler Kançanağı Anlamında)

Boyuna “Korku gerek, reca gerek” diye haykırmaktadır. Çünkü şair, kuldan korkan ama Yaradan’ı umursamayan Müslümanların artık uyanması gerektiğini düşünmektedir. 

Reca / Bohçam boş / Öteberim eksik / Azığım kuru / Canım aç / Yüzüm sana çevrili / Adımım sana / Irmaklarına / Bir lokma suyla geldim, su denmez / Kabul ola affola (Lokomotif)

Nihayet Bürde şiirinin sonraki dizelerinde, yüreğini mürşidine sunar. Artık aklının ve benliğinin yanılsamalarına kapılmayacağı, manevi hakikatlere açık güvenilir bir kapı bulmuştur. Kalbe dayalı bir sonsuzluk dünyasında göz kapanmış, akıl susmuştur. Orada rahatlık ve ferahlık hissiyle tanışır.

Aha Şeyhefendim Aha yüreğim / Göz kapanır akıl susar susar akıl / İstersen haydi haydi haydi / Yeryüzünün bütün gümbürtülerini çağır (Bürde)

1980’li yıllarda Zarifoğlu’nun hayatına, tasavvufun “zarifâne bir üslupla” gelip yerleştiğini görürüz. O zamana kadar bir “avare böcek” gibi “kayıtsız” yaşamayı seçmiş olan Zarifoğlu’nun, aldığı manevi terbiyeye uyum sağlaması uzun sürmez.

Sevdiğim / Önce kemir bu tel örgüleri gövdemden / Geç derimin altındaki tehlikeleri / Yürek kızgın bir kuma devrilmeden / Yokla beni (Yanma)

Sanatçının ihlaslı davranışları, yakın ilişkilerindeki  sıcaklık da açıkça fark edilmektedir.

Evet hatırladım / Küçük basit şeyler / Yetiyor kederlenmeye / Ya mutluluğ(Evet)

Şair, insanları kırmaktan kaçınmakta, muhtaç olan herkesin yardımına koşmaktadır. O herkesi iyiye ve güzelliğe davet eder. Ancak, mazlum müslümanlara el uzatan organizasyonlarda hep başı çektiği halde özenle kenarda durmayı tercih etmektedir.

Zarif duyarlığı ise hiç de karşıdan seyretmez olup biteni. Afganistanda bir genç kızın gözünden düşen yaş, en az Türkiye’de cereyan eden olumsuz hadiseler kadar perişan etmiştir onu.

Hiç kimseden öğrenemezdin / Daha kesin / Gözünün önünde vurulan kardeşinden / Buhara kelimesini / Hiç kimse öğretemezdi sana / Daha kesin ve böyle emin / Ateş altında / Azık getiren kızkardeşinden / Buhara kelimesini / Bir ok işaretidir Buhara / Varılırken ve varılınca / Gösteren / Daha ikibin kilometre ilerisini / Ve buhara ki / Pirlerin / Asırlar önceki kader sürücülerin / İşte bugünleri anlatıp / Kollarına girip avuttukları şehir (Anlatılmış Günler)

Sanatçının yakın dostu Mehmet Akif İnan, bu değişimle ilişkili olarak şu yorumu yapar: "Sanatçı, Müslüman bir yazar olmanın sorumluluğunu omuzlarında hisseder ve neredeyse her alanda eser vermeye gayret eder. Başta Afganistan olmak üzere bütün bir İslam coğrafyası şiirine girer. Onun toplumsal ve politik meselelere olan ilgisi, şiirini asla zayıflatmamakta, aksine ona daha bir dirilik katmaktadır."

Bir dağ nasıl söylerse öyle söyle / Bir dağ nasıl inlerse başla öyle (Özgürlüğe Doğru)

O artık fildişi kulesinden çıkmış; toplumun sorunlarıyla ilgilenen, genç yazar ve şairlere yol gösteren bir “ağabey” kimliğine bürünmüştür. Arkadaşlarıyla birlikte bütün çalışmalarında âdeta bir enerji kaynağı, yahut bir “lokomotif” rolü üstlenmiştir. 

Öte yandan yineteorik konuşmaların yapıldığı ortamlarda asla bulunmamakta, riyakârlıktan, sanatçı kibri ve gösterişinden uzak bir hayat yaşamaktadır. Her yerde görülmekte, herkese yardım etmekte, fakat hiçbir zaman öne çıkmamaktadır.

Çünkü / Azık yoldaş olmaz haydi geç toklukları / Az`la doymak yap deş insan zamanlarını / At al at bin at kuşan da ciğerin koş / Davran bre çocuk doyma ilk sulardan / Hehey gözüm hehey gözyaş odsuz kaldın / Nice hançer dürdün sabır balyaladın

Arayış içindeki birçok şairin, tasavvufa yönelmesi ve bu ögeleri şiirine taşıması şaşırtıcı değildir. Bu hal türkülerimizde de görülür.

Gel ey gönül mülk edinme bu dehri / Eli göçmüş hüsni insana dönersin / Bal deyi sunarlar akıbet zehri / Tacı tahtı bi-mekana dönersin / Verme yine peyi nefsin eline / Salmaz seni Hakk'ın doğru yoluna / Ecel yeli değer ömrüm bağına / Pençe vurmuş aşiyana dönersin / Bu felek oncasın eyledi berbat / Hiç gelip geçenden almadım irşat / Neyidi cihana gelmekte murat / Esiri der la-mekana dönersin (Gel Ey Gönül Mülk Edinme / İbrahim Emici / Malatya

Böylece bu şairler, dile getirdiklerine kültürel bir arka plan oluşturabilmişlerdir. Ancak pek çoğunun geleneksel kültürümüze olumsuz yaklaştığı halde modern iddialı şiirlerinde ondan bir araç olarak yararlandıkları görülür. İşte Cahit Zarifoğlu bu konuda çağdaşlarından oldukça farklıdır. Zira o, tasavvufu bizatihi yaşamış, özümsemiş ve onu beslenilmesi gereken bir ana damar olarak görmüştür.

Sanatçının kadim dostlarından biri olan Ersin Nazif Gürdoğan, onun “dervişçe” bir hayat yaşadığını şu sözlerle ifade eder: “Zarifoğlu, dervişçe hayatın erişilmez örneklerinden biriydi. O, verene verildiği için vermeyi hayatının vazgeçilmez bir eylemi haline getirmişti. Çünkü o, öğrendiğine inanır, inandığını yapardı. İnandığı hiçbir şey hayatının dışında kalmazdı. Dünyadaki bütün insanların derdiyle ilgilenirdi.”

İşte Cahit Zarifoğlu'nu yedi güzel adamdan birisi yapan budur . Allah rahmet etsin.

[1] Şair ve yazar Abdurrahman Cahit Zarifoğlu, 1940’da Ankara’da doğdu. Babası sebebiyle çocukluğu Siverek, Maraş ve Ankara'da geçti. Edebiyata, Kahramanmaraş Lisesi'nde iken şiir ve kompozisyon yazarak başlamıştı. İstanbul Üniversitesi Alman Dili ve Edebiyatı Bölümü’nü bitirdi. Öğrenciliği sırasında çalışmak zorunda kalınca, ilkokullarda öğretmen vekilliği, çeşitli gazete ve haftalık dergilerde musahhih ve teknik sekreterlik, bazı özel şirketlerde tercümanlık, muhasebe yardımcılığı yaptı. Bu dönemde Diriliş Dergisinde çeşitli şiirleri yayımlandı. Sarıkamış'ta başlayan vatani hizmetini 1974 Kıbrıs Barış Harekatı'na katılarak 1975 yılında tamamladı. Dil kurslarına katılmak üzere iki defa Almanya’ya gitti. Bu sırada belli başlı Avrupa ülkelerini ve kültürlerini tanıdı. 1975’de Makine Kimya Endüstrisi Kurumu’nda mütercim olarak çalışmaya başladı. Bu sırada bir grup arkadaşıyla “Mavera” dergisinin kuruluşunda ve yayınında görev aldı. Bu dergide şiirleri, birkaç hikâyesi, senaryo çalışmaları, günlükleri ve 'Okuyucularla' ismini verdiği sohbetleri yayımlanmıştır. Yazı ve şiirlerinde Zarifoğlu, Abdurrahman Cem, Ahmet Sağlam, Vedat Can ve Adem Yaşar müstear isimlerini kullandı. 1976’da TRT Genel Müdür Mütercim Sekreteri görevine atandı. Aynı kurumun değişik ünitelerinde raportör, araştırma görevlisi, uzman ve şef olarak çalıştı. İstanbul Radyosu’nda denetçi olarak görev yaptığı sırada 7 Haziran 1987’de kanser hastalığından vefat etti. Arvasilerden, Seyyid Kasım Arvasi'nin kızı Berat hanımla evlendi ve bu evlilikten üç kız, bir erkek evladı oldu. Nikah şahitliğini Necip Fazıl Kısakürek yapmıştır
[2] Yayınlanmış eserleri: “İşaret Çocukları” (Şiirler, 1967), “Yedi Güzel Adam” (Şiirler, 1973), “İns” (Hikâyeler, 1974), “Menziller” (Şiirler, 1977), “Yaşamak” (Günlükler, 1980), “Serçekuş” (Uzun Hikâye, 1983), “Ağaçkakanlar” (Masal, 1983), “Katıraslan” (Masal, 1983), “Yürek Dede ile Padişah” (Masal, 1984, Türkiye Yazarlar Birliği Çocuk Edebiyatı Ödülü), “Savaş Ritimleri” (Roman, 1985), “Korku ve Yakarış” (Şiirler, 1986), “Bir Değirmendir Bu Dünya” (Denemeler, 1987), “Motorlu Kuş” (Masal, 1987), “Sütçü İmam” (Tiyatro, 1987), “Gülücük” (Şiir, 1989), “Ağaç Okul” (Şiir, 1990). 
[3] Cahit Zarifoğlu’nun kayınpederi olan Kasım Arvasi, Necip Fazıl Kısakürek’in mürşidi olan Abdülhakim Arvasi’nin yeğenlerindendir. Dolayısıyla Nakşibendî yoluna mensuptur. Van müftüsü olan bu zat, zaman zaman Ankara’da tasavvufî sohbetler düzenlemektedir. Cahit Zarifoğlu, Kısakürek’e olan yakınlığı dolayısıyla bu sohbetlere iştirak eder. Kasım Arvasi, sohbetlerinde gördüğü Zarifoğlu’nu, Kısakürek’in de tavsiye etmesi üzerine beğenir. Çok geçmeden kızı Berat Hanım ile Zarifoğlu, 19 Ağustos 1976 tarihinde Kısakürek’in nikâh şahitliğinde evlenirler.