13 Haziran 2020 Cumartesi

13 Haziran 2020 Cumartesi 23:00 CORONA GÜNLERİ..........................Corona ekonomisi

Ekonomik önlemler

Corona sadece insanlara bulaşmadı. Dünya ekonomileri de bu salgından büyük yara aldı. 2020 yılında dünya genelinde büyük üretim kayıpları, işsizlik oranlarında yükselişler bekleniyor. Hükümetler birbiri ardı sıra destek paketleri açıklıyor. Normalleşme talebi sadece yönetilenlerde yok, devletler de bir an önce normale dönmeyi ve dibindeki delikle bir türlü dolmayan, biteviye kan kaybeden rezervlerini kurtarmaya çalışıyorlar.

Finansı desteklemek amacıyla açıklanan her önlem paketi kan kaybını daha da büyütüyor. Kamu yardımlarının da ekonomilere ağır bedeller ödeteceği aşikar. Üstelik özellikle ABD’de ve Avrupa’da oldukça yüksek miktarları bulan destek harcamalarına rağmen ekonomideki düzelme son derece yavaş. Yani negatifin Mart öncesine dönmesi, sıfır noktasına ulaşması bile kolay görünmüyor. Değil ki pozitife geçilebilsin.

Yıl sonunda daha net görebileceğiz ama ülkemizde bu sürecin daha az zararla atlatılacağı ifade ediliyor. Sağlık alanında olduğu gibi ekonomide de hızlıca aldığı tedbirlerle Türkiye, salgının etkilerini en aza indirmeye çalıştı. Kimilerine göre de bunu başarmış görünüyor. Bir kere tüm vatandaşlarına ücretsiz tedavi imkânı sağlayan sağlam bir ekonomik yapıya sahipmişiz onu anladık. Ki bu imkan dünyada nadir ülkelerde var.

Ülkemizdeki sosyal ve ekonomik önlemler şu ana kadar salgının şiddetini daha az hissetmemizi sağladı. Meselâ son 3 ayda, 5,5 milyon aileye bin lira karşılıksız yardım yapıldı. Esnafımızın ve işletmelerimizin maliyetleri gerek Sosyal Güvenlik Kurumu gerek vergi ödemeleri ertelenerek hafifletilmeye çalışıldı. Nakit ihtiyaçlarının karşılanması sağlandı. Çalışanlar işten çıkarmalar yasaklanarak korundu. Ücretsiz izne ayrılanlara aylık bin 170 lira nakdi destek sağlandı.
Kısa çalışma ödeneği bu konuya destek oldu ve işletmelerin maaş yükü hafifletilmiş oldu. Bu bağlamda Mart ayından bu yana 3 milyondan fazla kişinin kısa çalışma ödeneğinden yararlandığı anlaşılıyor. Bu da toplam 5 milyar lira ödeme demek.

Salgın öncesi piyasalardaki belirsizliklerin yerini güvene bıraktığı, enflasyon ve faizlerin düşüşe geçtiği dengelenme sürecindeki kazanımlar yitirilmemeliydi. Bu amaçla gerçekten çok kapsamlı bir tedbir paketi devreye alındı. Üstelik bu paketler dışarıdan hiçbir yardıma ihtiyaç duymadan, uluslar arası kurumlardan herhangi bir şey talep etmeden gerçekleşti. Gelen her talep değerlendirildi ve ihtiyaca göre gereken destekler verildi. Konutta, Otomativde, turizmde lazım gelen finansman desteği sağlandı. Böylece 'ekonomik İstikrar Kalkanı' ve diğer tedbirler Türkiye’nin ekonomik açıdan ne kadar sağlam olduğunu göstermiş oldu.

Açıklamalara göre geliri 5 bin liranın altında olan 6,7 milyon vatandaşımıza 40 milyar lira finansman desteği verilmiş. Ayrıca Halkbank aracılığıyla 1 milyon 300 bin çiftçimize 27 milyar lira destek verilmiş.  197 bin işletmeye 154 milyarı aşkın finansman tahsisi yapılmış olması küçümsenecek bir olay değil. Elbette böyle bir salgın esnafımıza, sanatkarımıza, çalışanlarımıza zarar verdi. Devletin onların yanında yer alması çok doğal. Bu sürecin devam edeceği anlaşılıyor.

Diğer yandan pandemiye rağmen ülkedeki bütün büyük yatırımların hız kesmeden devam ettiği de biliniyor. Bundan elbette iftihar edeceğiz.  Türkiye'nin neler ürettiğine, neler yapabildiğine bakıp gurur duyuyoruz. Salgınla mücadeleyi  güçlü sağlık ordusuyla başarıyla yürüten Türkiye,  sağlık, gıda ve temizlik ürünleri tedarikinde de geride kalmadı. Bir yandan kamu düzenini başarıyla yöneten Türkiye, diğer yandan büyük hedeflerine doğru olan kutlu yürüyüşünü de aksatmamış oldu.

Herkesi içine alacak kapsamdaki Genel Sağlık Sigortası (GSS) sistemimiz dünyaya örnek olmuş durumda. Türkiye'nin gücü 45 günde 3600 yataklı hastane yapabildiğini de gösterdi. Eskiden olsa bırakın yapmayı, nasıl yapılacağına dair tartışmalar 45 günde bitmezdi. İstanbul'da Başakşehir Çam ve Sakura Hastanesi, Prof. Dr. Murat Dilmener Acil Durum Hastanesi, Prof. Dr. Feriha Öz Acil Durum Hastanesi ve Dr. İsmail Niyazi Kurtulmuş Hastanesi gibi çok önemli sağlık tesislerininin yapılması başlı başına birer başarı hikayesidir.  Hizmete açılan hastanelerin yatak ve yoğun bakım sayısı bile bazı ülkelerin toplamıyla yarışacak sayıda. 

Yeniden yapılan ve modernize edilen hastanelerimiz sayesinde daha güvendeyiz. Öte yandan maskeden solunum cihazına bu mücadeleyi yürütmek için tüm imkanlara sahip olabilmek gurur verici. Zaten bu öz güvenle 102 ülkeye sağlık yardımı yapabildik. Bu az buz bir başarı değil.

Bu kez farklı

Koronavirüs salgını dünya ekonomisinin çok kırılgan olduğu bir dönemde patlak verdi. Devletlerin salgına karşı almaya başladığı önlemler dünya ekonomisinin sorunlarını, kolaylıkla "küresel depresyon" olarak tanımlanabilecek bir düzeyde ağırlaştırdı. Dünyanın önde gelen ekonomistlerinin ve tarihçilerinin yorumları da bu yönde.

Koronavirüs ve neden olduğu Covid-19 hastalığının tetiklediği sert ekonomik sarsıntılar önce akla, 2007-2008 finansal krizini getiriyor ancak bu benzetmenin yeterli olmadığı hemen anlaşılınca, sıra 1929'da başlayan ve etkileri 1930'lu yıllar boyunca devam eden "Büyük Buhrana" geliyor. Gerçekten de Uluslararası Para Fonu'nun (IMF) son Dünya Ekonomik Görünüm raporu, küresel ekonominin merkezlerinde koşulların, 1930'lardaki büyük buhrandan bu yana ilk kez bu kadar kötüleştiğini söylüyor.

IMF'nin eski baş ekonomisti olan Harvard Üniversitesi'nden Prof. Kenneth Rogoff, Project Syndicate sitesindeki yazısında, koronavirüs salgınını, "uzaylı istilası" filmlerindeki felaketlere benzetirken, "son 150 yılın en sert resesyonu" olarak tanımlıyor. Böylece Rogoff, ekonomi teorileri dalına "depresyon" kavramını sokan 1873-88 krizine kadar uzanıyor. Financial Times gazetesinin küresel ekonomi editörü Martin Wolf ise sözünü sakınmayarak, "Dünya ekonomisi çöküyor" diyor.

Gerçekten de koronavirüs salgını dünya ekonomisinde, kapitalizmin tarihinde benzeri olmayan etkiler yarattı. Örneğin, 1873-1888 ve 1929-1933 ve 2007-2008 krizleri esas olarak merkez ülkelerde yoğunlaşıyordu. 2007-2008 krizinde gelişmekte olan ülkeler büyümeye devam ettiler, krizden kaçan sermayeler için nispeten korunaklı sığınaklar sundular.

Bu kez gelişmekte olan ülkeler ne Covid-19'un bulaşıcı etkisinden, ne de özellikle bir önceki krizde yabancı sermaye girişiyle biriktirdikleri borç yükünün katkısıyla ekonomik etkisinden kurtulabildiler. İkincisi, Covid-19 krizi etkisiyle, tedarik zincirleri kırılmaya, sosyal mesafe uygulaması iş yerlerini kapatmaya başlayınca, ekonomilerde salt parasal genişlemeyle aşılamayacak, aynı anda hem arz hem de talep yetersizliğinden oluşan çok zor bir durum oluştu. Şimdi, hükümetlerin maliye politikalarına, ekonomiye doğrudan devlet müdahalesine kısacası, son 40 yılın neo-liberal politikalarını terk ederek Keynesyen politikalara yönelmesi gerektiğini savunan sesler yükseliyor.

Üçüncüsü, ünlü ekonomist Nouriel Roubini'nin dikkat çektiği gibi, gerek 1930'lardaki depresyonun, gerekse de 2007-2008 krizlerinin etkilerinin borsada, üretimde, işsizlikte ortaya çıkması yaklaşık 2-3 yıl sürmüştü. Covid-19'un etkileri ise 1-2 haftada kendilerini gösterdi.
------------

11 Haziran 2020 Perşembe

11 Haziran 2020 Perşembe 19:00 CORONA GÜNLERİ..........................Coronada göremediklerimiz

Çok güzel şeyler de oluyor

Corona ile uğraşımız 92.gününde. Hayatımız onunla birlikte adeta sonu belirsiz bir tünele girdi. 1 Haziranla birlikte yeni bir dönemeci alıyoruz, sanki hava hafiften ağarıyor gibi. Sonun başlangıcına yaklaştığımız geride bıraktığımızı sandığımız gündemlerin yine bir bir ortaya çıkmasından belli. Gerek siyaset olsun, gerek terör, gerekse uluslararası sorunlar bir biri ardınca arzı endam ettiler hayatımıza. Hepsi kendilerinden daha güçlü gördükleri bir düşman karşısında pısıp sinen, sonra da ilk fırsatta ortaya çıkıp caka satan kabadayılara benziyorlar. Yeni normalleşme işte bu kağıttan kaplanlarla yaşamaya devam etmek de demek aynı zamanda. Ama en azından şunu öğrendik; "Beterin beteri varmış, nelerle baş etmedik ki biz?"

Öte yandan farkına varıyoruz ki, çok güzel şeyler de oluyor ülkemizde. Evlerimize çekilmeyi, işyerlerinin kepenk kapatmasını genellemememiz lazımmış. Ülkemizin stratejik üstünlükleri olabilecek pek çok alanda çalışmalar hiç hız kesmemiş. Bugün anlıyoruz ki sağlık yatırımlarından savunma sanayiine, petrol arama çalışmalarından millet bahçelerine, yerli milli tohum bankasından hidroelektrik santrallerine, tarım ve hayvancılıktaki desteklerden diğer tüm sektörlere can suyu vermeye kadar pek çok alanda güzel gelişmeler var. Bunları gördükçe, işittikçe iftihar ediyor, kıvanç duyuyoruz. 

Türkiye Vagon Sanayi ve Aselsan işbirliği ile yapılan, %100 yerli ve milli elektrikli trenimiz 29 Mayıs İstanbul’un fethinin 567’nci yıl dönümünde raylardaydı, mutlu olduk. Olmasa mıydık? Türkiye'nin ilk yerli sondaj gemisi 'Fatih', Karadeniz'de sondaj faaliyetleri gerçekleştirmek üzere aynı anlamlı günde sefere çıktı. Allahın izniyle aradığını bulabilirse bağımlılıklarımızı daha da aza indireceğiz demektir, ha gayret demeyelim mi? Dünya'da 'derin sondaj' yapabilen on ülkeden birisi de Türkiye, iftihar etmeyelim mi? Doğu Akdeniz'de haklarımıza sahip çıkıyoruz. Kıbrıs'ta, Libya'da konumumuza ve andlaşmalara dayanan hakkımızı ama güzellikle ama çeliğin gücüyle elbette alacağız, almayalım mı?

Çanakkale boğazına yakışacak bir gerdanlık takılıyor sevinmeyelim mi? 2023'de ilk yerli milli insansız savaş uçağımız TSK'ne teslim edilecek gururlanmayalım mı? Türkiye'nin yerli uçak gemisi yarı mamül durumda. Ne yapalım yani, memnun olmayalım mı ? Yerli otomobil seri üretim montaj ve parça hazırlama tesisleri yapımı devam ediyor, umutlanmayalım mı?   Corona günlerinde iki ayda devasa salgın ve acil yardım hastaneleri yaptık. Bunlar bir yandan kaçınılmaz İstanbul depremine hazırlık, yerine göre de sağlık turizmine yönelik hastaneler. Evvet, işte bu! demeyelim mi yani?  Aynı corona günlerinde yerli solunum cihazları da ürettik. Çaresiz kalan büyük küçük pek çok ülkeye sağlık malzemesi gönderdik, bu yardımların onurunu duymayalım mı?

'Kamil odur ki; koya dünyaya eser' demişler. Ülkedeki faydalı her iş bizi mutlu eder, yapanlara dua eder, müteşekkir oluruz. Ne yani, hiçbir ayrım yapmadan candan yürekten bir "Allah razı olsun!" demeyelim mi? 

Bak ve gör!

Corona sürecinde alınan son kararlar Cumhurbaşkanımız tarafından açıklandı: "Lokanta, kafe ve kıraathane kapanış saatleri 24.00’de uzatılmıştır. Sinema, tiyatro ve gösteri merkezleri 1 Temmuz’dan itibaren faaliyete geçebilecektir. 65 yaş ve üstü vatandaşlarımız 10:00 ila 20:00 saatleri arasında dışarı çıkabilecektir her gün. 18 yaş altı kısıtlaması kalkmıştır. Milli parklar gibi parklar 18 yaş altı, 65 yaş üstü için ücretsiz olacaktır. Nikah salonları 15 Haziran’da, düğün salonları belirlenen kurallara uygun şekilde 1 Temmuz’dan itibaren hizmete başlayabilecektir."

Böylece 1 Haziran itibariyle başlayan yeni normalleşmede bir dönemeç daha geçildi. Umarım gidişattan biraz rahatsız durumdaki 65+ büyüklerimiz bir nebze de olsa mutlu olmuşlardır. 18 yaş altı çocukların aileleriyle olmak kaydıyla yasak kapsamından çıkarılmış olmaları da olması gerekendi zaten. Bazı yerlerde sosyal mesafeye uymamak sanki bir 'direniş' havasında. Onları birilerinin uyarması lazım. Salgınla ittifak olmaz, azrailin siyaset yaptığı görülmemiştir. Kimilerinin Korona virüsüne bile kendi muhalif düşüncesi üzerinden bakması oldukça garip.

İnsan vardır çok konuşur, insan vardır su kadar sessizdir. Hangisini tercih edersiniz? Sırf sevmiyor diye, söylenen yalanları alkışlayanlar nasıl bir haksızlık içindeler? Ülkesinin yaptığı her iyi şeye dahi dönüp bakmayan yurttaşlar nasıl bir virüsün etkisindeler acaba? Eleştirme hakkı elbette herkes için var ve saygı duyulmalı. Tıpkı benim de eleştirme ve saygı bekleme hakkım olduğu gibi. Bence insan sevdiğini daha mükemmel görmek için de eleştirebilir. Bu bir iyiliktir hatta. Aksine bunu yapmıyorsa kötülük ediyor demektir. Sessizliğin 'hastalığa' dönüştüğü bir haldir. Konuşulması gereken yerde konuşulmalı, susulması gereken yerde sessiz kalınmalıdır.

Dünyada iz bırakmak isteyen yürümelidir. Durduğu yerde eser bırakan görülmemiştir. Bu arada yüzümüze karşı eleştiri yapan dostlara ihtiyacımız olur. Ne kadar acı olursa olsun sevgi işaretidir çünkü uyarılar. Zira insan olana toprak değil, üreteceği mahsul lazımdır. Boş topraktan bir şey çıkmayacağı gibi dost olmayanlardan da iyilik üremez. Karşınızdakinin sözüne ve tavrına bakın. Eleştride bile adaleti gözetiyorsa gözünüzü de kulağınızı da açın söylediklerine. Değilse, uzak durun. Gerçeği kalbiniz, bilginizden önce anlar. Bakmak ama görebilmek lazım.

Corona nasihatı

Tehlike geçti ya da geçmek üzere ya 'çarşı herşeye karşı' muhalefeti yine arz ı endam etti. Korona bir tiyatro değildi ki altında üstünde ne var ne yok vesveselenilsin. Ortaya konulan mücadele iktidarı muhalefetiyle tüm milletçe yapıldı. Hadi diyelim sağlığa yapılan yatırımları benimsemedin, hiç değilse sağlık ordumuzun başarısını niye görmezden geliyorsun?  Alkış tutmanı beklemedik elbette ama iki çift güzel sözle takdir edilebilirdi. İktidarın yaptığı her neyse burun kıvırmak, "sattılar yediler" iftirasını atmak kolay olsa da hiç ahlaki değil. ''Dosyaya bakmadım, ama yapılan anayasaya aykırı!'' yaklaşımı nasıl bir mantık? ''Hepsini kapatacağız!'' deyip ne gerekçesinden, ne de yerine hangi çözümü koyacağından bihaber olmak ne  büyük bir sorumsuzluk. Eleştirmek için de ne yaptığını bilmek, alternatifini de düşünmek gerek öyle değil mi? Peşinen, ezbere, körü körüne karşı olmak nasıl bir ruh halinin dışa vurumu acaba? 

Bir şey kötüyse, ya da kötüye gidiyorsa eleştirmek hepimizin hakkı hatta ödevi. İyiye dönmesi için çaba göstermekse galiba 'erkişi' olmayı gerektiriyor. Ucuzcu çığırtkanlığı ile 'Ülke battı, bitti!' demekle bu ülke batar mı? Hepimizin içinde olduğu gemiye bile bile zarar vermek, hasmını açık düşürme çabasına kurban edilebilir mi? Bu namertliğin hangi kitapta yeri var. Açtığın yaralar için ilaveten uğraşılıyor. Yola mı bakılsın, içerdekilerle mi uğraşılsın? Bu alışkanlıklar yarın bigün "bu iş böyledir" diye senin de başına gelebilir. O zaman ne yapsan yama, tutmayacak. Üstelik olup biteni sessizce izleyip ne olduğunu görüp anlayan, hayırlı işlere dua eden insanları da karşında bulacaksın.

Şöyle desen daha doğru olmaz mıydı? ''Bunların hepsini gözden geçireceğiz! İyi olanları devam ettirmek yanlış olanları daha doğru olanlarla değiştirmek ödevimizdir. Bu yapılanları aşmak hedefindeyiz. Türkiye'nin yapabilecekleri çok daha fazladır. Ülkemizin önünü tıkayan şeyleri temizleyebilir ve Türkiye'yi en geç on yıl içinde şöyle, şöyle, şöyle daha ileri noktalara ulaştırabiliriz. Yakın gelecekte, orta vadede temel hedeflerimiz şunlar, şunlar, şunlardır…" Bunları diyemiyor, sadede konuşuyorsan kusura bakma 'laf ebeliğine' karnımız tok."Sen bu gemiyi yürütemezsin, sana güvenemem. Sana güvenip de elimdekinden de olmak istemiyorum. Yürü git başka kapıya." 

Diyelim ki 2023'de Cumhurbaşkanlığı ve meclis aritmetiği değişti. Yine diyelim ki Kanal İstanbul'u durdurdun. Boğazı nasıl koruyacaksın? Möntrö kemendi hala boynumuzda mı kalacak? Kentsel dönüşümü beğenmediysen muhtemel istanbul depremine hangi dev projelerle hazırlanacaksın? TSK'nin Güneydeki sınır ötesi durumu ne olacak? Terörle mücadelesi nasıl ve hangi silahlarla yapılacak? SİHA üretmeyi sürdürebilecek misin? Aselsan,Tai, Roketsan, Havelsana sahip çıkabilecek misin?  Uzay Araştırma Merkezi için bir vizyonun var mı mesela?  Libya'daki, Afrika'daki askeri varlığımız ne olacak? Doğu Akdeniz'deki haklarımızı ne ile koruyacaksın? Sürmekte olan enerji, ulaşım, sağlık, su, sanayi yatırım ve projeleri için düşüncen nedir?  

Senin Cumhur Başkanın ne yapacak, meclis ne yapacak çıkacak kaosa hazır mısın?  Devirmek, bozmak  kolay, dönen çarkları devam ettirmek, havada ikmal yapıp daha ileriye uçabilmek zor. Garantilerin olmalı, var mı? Bu iş stadda bağırıp çağırmaya benzemeyebilir. Oyumu istiyorsan enerjini demogojilere değil çözüm önerilerine harcamalısın. Beni, millete ve ülkeye hayrın dokunacağına, bunun için çalıştığına ve çalışacağına ikna etmek zorundasın. İstanbul örneğin ortada, işin sonunu düşünmezsen sonra tıkanır kalırsın. Benden söylemesi. Bundan da sade sen zarar görmezsin, hep birlikte alabora oluruz. 


İktidarda olanlara da bir çift sözüm var. Çocukken meyva ağaçlarına taş ve sopa atardık. Erik, badem, armut, elma düşürmek için. Çam ağacına, çınara ya da kavak ağaçlarına bir şey atıldığını hatırlamıyorum. Ziya paşanın meşhur beytinde olduğu gibi: "Asude olam dersen eğer gelme bu cihâna/Meydâna düşen kurtulamaz seng-i kazâdan" denmiş. Eğer mutlu ve sakin olmak istersen bu siyaset sahnesine hiç çıkmayacaktın. Çünkü şu meydana bir defa düşen eleştiri taşlarından  kurtulamaz. Şayet taşlanıyorsan da kızmayacaksın, aksine memnun olman lazım. Başkalarının hedefi olan meyvaların var demek ki. Yapıp ettikleriniz ağır eleştirilere uğramıyorsa hatta kendinden şüphe et! İnsanlardan övgü ve takdir kadar tenkid de bekleyeceksin. Sade biriyle olmaz ikisi de olmalı. Bu sizi doğru yolda tutar.

9 Haziran 2020 Salı

10 Haziran 2020 Çarşamba REİS Gazetesi/sayı165...............................Güçlü ve Zayıf yanlar(V)

Güçlü ve Zayıf yanlar(V)

        Bu hafta "ULAŞIM" ve "LOJİSTİK" alanındaki güçlü ve zayıf yönlerimizi ele alacağız. Daha önce Whatsapp grubumuzda yapılan tarama çalışmasında “ULAŞIM” sektöründe Susurluk için “Güçlü yönler”; “Bandırma limanına demiryolu ve karayolu ulaşımının bulunması” ve “Güçlü ulaşım ağlarına sahip olması” şeklinde belirlenmişti. Bu faktörler bugün de mevcut olmakla birlikte orta vadede de Susurluğun gelişmesine katkı sağlayabilecek artılar.
Susurluk İlçemiz ulaşım ağı bakımından gerçekten de önemli bir konumda. Karayolu olarak Bandırma ya 55 km Balıkesir İl Merkezine 45 km mesafede yer alıyor ve mevcut ulaşım araçları her daim çalışmakta. Tarihi konumu itibariyle hep bir geçiş noktası olmuş. Zaten eski ismi ‘Fırt’ bu özelliğini çok güzel açıklıyor. Denizden Bandırma-Balıkesir yolu ile karadan İstanbul-Bursa yolu ve Bandırma-Manisa demiryolu üzerinden İzmir'e ulaşım hep Susurluk’tan geçerek sağlanmış. Özellikle “Bandırma limanına demiryolu ve karayolu ulaşımının bulunması” Susurluğu çok avantajlı bir konuma oturtuyor. Bandırmaya yakınlık aynı zamanda İstanbul gibi büyük bir pazara da yakın olmak demek. Yeni yapılan İstanbul-İzmir otoban yolu da ilçemizden geçiyor. Bu bağlamda oldukça gelişmiş bir ulaşım ağı içindeyiz ve ticaret ağlarının yoğun olduğu iki büyük kente ulaşma alternatifimiz çok. Meselâ demir yolu konusunda orta vadede daha da güçlü hale geleceğimiz anlaşılıyor. Ülke çapında geliştirilen stratejiler ve belirlenen hedefler doğrultusunda şekillenecek demiryolu sektörü sayesinde demiryolları daha çok tercih edilen bir ulaşım sistemi olacak. İşte ilçemizin İstanbul, Bursa ve İzmir gibi büyük sanayi merkezleri arasında bulunması, güçlü ulaşım ağları içinde bulunmamız, söz konusu alternatif alanlara ve Bandırma limanına yakınlığımız bize orta vadede de pek çok açıdan avantaj sağlayacak. 
Bursa-Bandırma-Balıkesir-Manisa-İzmir kara yolu ilçemizin içinden geçtiği için tarihten beri bölgeye bir canlılık sebebi. Yeni yapılan İstanbul-İzmir otobanı da bu akışkanlığı güçlendirmiş oldu. Ayrıca Bandırma-İzmir tren yolu da İzmir’den Marmara denizine kadar yakın bölgenin liman bağlantısını sağlamakta. Böylesine “Güçlü ulaşım ağlarına sahip olması”  tabi ki ilçemize önemli bir avantaj kazandırıyor. Ulaşım imkânlarının bu çeşitliliği ve gücü ilçe merkezimizi çok elverişli ve stratejik bir konuma yükseltiyor. Bilhassa İstanbul-Bandırma/Bursa-Balıkesir-Manisa-İzmir ve Ankara/İstanbul-Bursa-Balıkesir-Edremit/Manisa-İzmir karayolu üzerinde bulunması yüzünden tarihi boyunca ilçemiz gelen geçen yolculara lezzetli ayranını ikram etmekle ünlenmiş. Günümüze kadar da açılan birçok mola ve dinlenme tesisi ilçeye önemli bir istihdam kapısı olmuşlar. Karayolu imkânı ilçemizin Balıkesir’e uzaklığını sadece 45 km, Bursa iline uzaklığını ise 108 km. yapıyor. Ayrıca Susurluk merkezinden çevre il, ilçe ve köylerin hepsine ulaşım mümkün. 9 mahallenin ulaşımı stabilize yol, 35 mahallenin ulaşımı ise asfalt yol ile sağlanmakta. 

Öte yandan İzmir -Bandırma demiryolu da ilçeden geçmekte olup, en yakın sivil hava alanı ise Bursa’da. Deniz yolu ulaşımı konusunda Bandırma hiç kuşku yok ki çok önemli bir potansiyel. Gelişmiş ve donanımlı limanı ile sadece ilçemiz için değil Bölgenin de denize açılan kapısı. Kaldı ki 1998 yılında başlatılan İstanbul-Bandırma arasındaki hızlı feribot ve deniz otobüsü seferleri ulaşımda büyük kolaylık sağlamaya devam ediyor. Bandırma’dan her gün karşılıklı olarak düzenlenen Bandırma-İstanbul Hızlı Feribot seferleri bilhassa ilçemiz için de ayrı bir avantaj.  Zira Bandırma’dan Hızlı Feribotla İstanbul’a 2 saatte ulaşılabiliyor. Ayrıca Bandırma’dan her gün Tekirdağ ve İstanbul'a Ro-Ro seferleri de var.

 Whatsapp grubumuzda yapılan tarama çalışmasında “LOJİSTİK” sektöründe Susurluk için “Güçlü yön”: “Üretim merkezleri ve büyük pazarlara geçiş noktasında yer alması” olarak belirlenmişti. Halen mevcut olan bu faktörün orta vadede de Susurluğun gelişmesine katkı sağlayacağı öngörülüyor. Bu bağlamda ilçemizin konumu itibariyle Manisa ve Balıkesir illerinin üretim bölgeleri ile İstanbul, İzmir ve Bursa gibi büyük pazar ve tüketim merkezleri arasında bulunması önemli bir artı. Özellikle de ilçemizin tarım ve hayvancılık konusundaki potansiyeli göz önüne alındığında İstanbul’a yakınlık lojistik alanında stratejik bir avantaja dönüşüyor. Meselâ bu kapsamda Bandırma ilçesi bir Anadolu yük birleştirme merkezi. Burada toplanan yükler limandan Tekirdağ’a denizyoluyla ulaşarak Avrupa’ya yol alacak. Bu kapsamda Tekirdağ-Bandırma Trenferi Projesi ile trenlerin feribotla deniz üzerinde bir yerden başka yere taşınması planlanmış durumda. Ayrıca Bakü-Tiflis-Kars Demiryolu Projesi ile bütünleşme hedeflenmiş. Böylece bölgemizden yüklenen ürünler, Avrupa ve Orta Asya’ya kadar kesintisiz ulaştırılabilecek. Bölgenin sanayi mallarının yanı sıra yöremizin tarımsal ürünleri; et, süt, kuru gıda, konserve gibi maddeleri de oluşan lojistik köylerden yüklenip yurtiçi ve yurtdışına taşınabilecek. Bu projelerin hayata geçmesiyle Bandırma ilçesi başta olmak üzere bölgemiz ve Balıkesir ilimizin stratejik anlamda daha fazla önem kazanacağı gün gibi ortada. Bu bağlamda konumu itibariyle İstanbul İzmir Bursa gibi büyük Pazar ve tüketim merkezlerine yakınlığımız ve ulaşım imkânlarımız bizim için çok değerli bir avantaj.
Tarım ve Hayvancılık, Hizmetler ve Sanayi sektörlerinde uzmanlaşmış farklı bölgeleri birbirine bağlayan konumuyla ilçemiz özellikle lojistik sektörü için son derece cazip bir nokta. Buna bağlı olarak, mal ve hizmet akımlarının geçiş yaptığı, yönetildiği ve yönlendirildiği muhtemel bir altyapıya da aday. Susurluk, Bandırma’yı İzmir’e bağlayan demiryolu üzerinde. Bu demiryolu hattı Bandırma limanı ile bütünleşmiş bir şekilde Susurluk üzerinden Balıkesir-Soma-Manisa-İzmir’e kadar uzanıyor. Bu arada 2023 yılına kadar yapımı planlanan yüksek hızlı demiryolu hatlarından biri de Bölgeyi ilgilendiren Bursa-Balıkesir-İzmir hattı. Gerek yolcu taşımacılığı gerekse Bölge ekonomisinin girdileri ile üretilen mamullerin iç ve dış pazarlara ulaştırılması açısından söz konusu proje büyük önem arz ediyor. Zira çift yönlü toplam 245 km uzunluğundaki demiryolu hattının Bandırma-Susurluk-Balıkesir-Soma-Bergama hattı üzerinden Çandarlı Limanı ve Aliağa’ya ulaşması planlanıyor. İlaveten bu hatta Bandırma-Biga-Çanakkale bağlantısının sağlanması da düşünülmüş. İlçemiz Balıkesir’deki Gökköy Lojistik Köyü gibi bir demiryolu projesi ya da özel sektör girişimiyle oluşacak başka lojistik merkezleri için son derece uygun alanlara sahip. Bu tercihler aynı zamanda kurulması öngörülen OSB ile Bandırma limanına da yakın olmuş olacak. Demir yolu ve otoyola sahip, boydan boya karayolu üzerinde yer alan, limana çok yakın, yeni otoyol ve hızlı tren projeleriyle bağlantılandırılmış bir Susurluğun bu fırsatı iyi değerlendireceğini umut ediyorum.
Yapılan tarama çalışması ve katkılar sonucu “ULAŞIM“ sektöründe tespit edilen “Zayıf yanlar”ımız; “İç yolların kalite ve güvenliğinin düşük olması” ve “Havayolu imkânının uzaklığı” olarak belirlenmişti. Bölgede karayolu ulaşımı bugün için yeterli görünmekle birlikte orta vadede bölgenin erişilebilirliğini artırmak üzere ilave düzenleme ve yatırımlara ihtiyaç duyulabilir. Zira özellikle üretim yapılan kırsal alanlardaki “İç yolların kalite ve güvenliğinin düşük olması” gerek ulaşım gerekse lojistik açıdan gelecekte sorun potansiyeli taşıyor. Orta vadede Susurluğun topyekûn gelişmesini engelleyebilecek bir zafiyet olabilir. Bu arada yıldan yıla artan araç trafiği ve üretim faaliyetleri sırasındaki hareketlilik göz önünde bulundurularak mevcut iç yollardaki iyileştirme çalışmalarının da kesintisiz sürdürülmesi ve sorunun büyümesine meydan verilmemesi gerekiyor. Geleceğe yönelik olarak da ilçemizde teknik altyapı eksiklikleri bulunan mevcut yolların kalite ve güvenlik açısından yeterli seviyeye çıkarılması için şimdiden gerekli planlamalarının yapılması gerekiyor. Zaten stratejik plan yaklaşımı; sürekli olarak ‘Güçlü’ yönlerin daha da güçlendirilmesini, ‘Zayıf’ tarafların da en azından bu zafiyetinden kurtarılarak güçlü yöne doğru evrilmesini amaçlar. Kara, deniz ve demiryolu imkânları bakımından ilçemiz çok elverişli bir konumda olmasına rağmen en yakın Bursa sivil hava alanına 108 Km. uzaklıkta. Koca Seyit Havalimanı ise hem daha uzak, hem de daha ziyade turizm amaçlı. “Havayolu imkânının uzaklığı” şu an itibariyle ilçemiz için bir dezavantaj gibi görünüyor. Yılda 1 milyon yolcuya hizmet vermesi planlanan Balıkesir Merkez Havalimanı inşaatı tamamlanmış olmasına rağmen Bursa havaalanı seviyesine ulaşması zaman alabilir. Yine de bize 45 km. uzaklıktaki yeni havalimanının 420 dönümlük bir arazi üzerinde, 6 bin 500 metrekarelik terminal binası ve 28 bin 800 metrekarelik 4 uçak kapasiteli bir aprona sahip olduğunu kaydedelim. Bu kapasite, havaalanının orta vadede bölgenin her türlü ihtiyacına cevap verebilecek şekilde donatıldığı anlamına geliyor.
Son olarak yine yapılan tarama çalışması ve katkılar sonucunda “LOJİSTİK “ sektöründe tespit edilen “Zayıf yan”ımız; “Ulaşım dışında gerekli Lojistik altyapısının bulunmaması” olarak belirlenmişti. TCDD tarafından yapılan lojistik merkezler, iltisak hatları, Marmaray, Kars-Tiflis-Bakü, Kars-Nahcivan-İran, Nusaybin-Musul-Basra Demiryolu Projesi, Van Gölü Feribot Geçişi, Kavkaz-Samsun ve Derince-Tekirdağ, Bandırma-Tekirdağ Feribot Projesi vb. projelerin yapım çalışmaları sürüyor. Lojistik merkezler; farklı işletici ve taşıyıcılarla ulusal ve uluslararası, yük taşımacılığı, dağıtımı, depolama ve diğer tüm hizmetlerin yapıldığı alan olarak tanımlanıyor. Lojistik ve taşımacılık şirketleri ile ilgili resmi kurumların içinde yer aldığı, her türlü ulaştırma moduna (karayolu, demiryolu, havayolu, denizyolu vb.) etkin bağlantıları olan, depolama, bakım-onarım, yükleme-boşaltma, elleçleme, tartı, yükleri bölme, birleştirme, paketleme vb. faaliyetlerini gerçekleştirme imkânları olan ve taşıma modları arasında düşük maliyetli, hızlı, güvenli, aktarma alan ve donanımlarına sahip bölgeler. Karayolu, demiryolu, denizyolu ve yerine göre havayolu erişimi ile kombine taşımacılık imkânlarının olduğu depolama ve ulaştırma hizmetlerinin birlikte sunulduğu merkezler. Yapılması planlanan 16 adet lojistik merkeze bakıldığında ülkemizin her bölgesinde,  öncelikle organize sanayi bölgeleriyle bağlantılı olarak, yük taşıma potansiyelinin yoğun olduğu bölgelerde yapıldığı gözleniyor. İlçemizde şu an için herhangi bir lojistik merkez oluşumunun bulunmaması bir zafiyet. Ancak orta vadede bu alanda güçlü hale gelmemiz şaşırtıcı olmaz.

8 Haziran 2020 Pazartesi

08 Haziran 2020 Pazartesi 20:00 CORONA GÜNLERİ...........................Asabiyiz galiba

Asabi haller

Corona günleri biraz asabımızı bozmuş gibi görünüyor. Son günlerdeki gözlemlerim bende böyle bir intiba bıraktı. Kurallara uyup iki aydır evden çıkmayanlar dışarıya uyum sağlamakta zorlanıyor olmalı. Anlaşılabilir bir durum aslında. Evlerde hep aynı kişlerle kontrollü davranmaktan gerilmiş olabiliriz. Bu yüzden dışarda sesimizi ayarlayamıyor, başka insanlarla aynı ortamda biraz huysuzluk ediyoruz galiba. 

İlk örneğe bir pastanede rastladım. Hanımefendi pasta alacak, siparişini biraz yüksek sesle emrederek veriyor. Esnaf olgun ve sakin. Gülümseyerek siparişi hazırlıyor "Buyurunuz hanımefendi" diyerek paketi uzatıyor. Kadın bu kez esnafın telefon numarasını istiyor ve buzdolabına yapıştırmak için diye üsteliyor. Öyle bir "Verir misin?" diyor ki emirden farksız. Esnaf "Tabi veririm, hem de iki tane!" diye bu talimatı da yerine getiriyor gülerek. Yalnız bu sefer "Yeter ki sen kızma" diye de ilave ediyor. Kadın "Ben mi kızıyorum, yok canım" dese de olayı sosyal mesafe nedeniyle kenardan izleyen ben gülmeyeyim diye kendimi zor tutuyorum. Kadın gayri ihtiyari etrafına bakınıp destek almaya çalışıyor. Bu arada benim gülmemeye çalışan halimi görünce de mahçup oluyor. Şu sözlerle özür dileyip dükkandan kaçarcasına çıkıyor: "Ya kusura bakma kardeşim, iki aydır evden çıkmayınca konuşmayı da unutmuşuz. Özür dilerim. Hayırlı işler."

Yazlığımızın bulunduğu site oldukça büyük, tam 1803 ev var. Dubleks tipi, bahçeli, 22 konutluk bitişik nizam adalar halinde dizayn edilmiş. 1979'dan bu yana 40 yıllık bir oluşum. Başlangıçta Orman Bakanlığı mensupları ile Jandarma Komutanlığı personeli ağırlıklıydı. Daha sonra yıldan yıla satıp gidenler ve yeni gelenlerle çok farklı bir dokuya büründü. Genelde komşuluklarımız iyidir. İstisnalar dışında sorun çıkmaz. Yalnız genel kurullar çok kalabalık olduğu ve gündemler de önemli olduğu için gergin geçer. Üç gün içinde çevremde dört olayın şahidi olunca "Ne oluyoruz?" dedim şaşkınlıkla. Evimiz sitenin girişinden denize kadar uzanan ana bulvar üzerinde. Geçen gün iki araç arka arkaya geçiyor. Arkadaki sürekli korna çalıyor. Biraz ilerde durdular ve sesler yükseldi. Genelde bazen süratli geçenler olur ama münakaşa edildiğini pek duymayız.

Gayri ihtiyari baktım. Arkadaki önde giden araç şoförüne "Sellektör yapıyorum görmüyor musun? Korna çalıyorum duymuyorsun" diye bağırıyor. Öndeki sürücü altta kalmıyor "Burası site içi, kaçla gidiyorsun? Bir de benden yol istiyorsun" diye karşılık veriyor. Diğeri hala hatasını anlamamış: "Ben İstanbul'dan geliyorum. Bana sürücülük mü öğreteceksin?" diye bağırmayı sürdürüyor. Beriki: "Bak! Zaten iki aydır dışarı çıkmamışım, asabım bozuk. Beni delirtme, geç git!" diye "Fesüphanallah!" çekiyor. Araya girenler iki tarafı da yatıştırmaya çalışıyorlar. Kapılar ardı ardına "Çat! Çut!" diye kapanıyor. En son arkadaki sürücünün şöyle dediğini duydum: "E arkadaş sanki biz seyrandaydık, biz de evlerimizden çıktık geldik buraya. Bir nefes alalım, açılalım diye. Bismillah olaya bak!" Gazlara basılıyor ve gidiyorlar. Kendi kendime "Çık çık çık!..bunlar da corona gazileri" dedim içimden. 

Geçen sabah yanı başımızda bir cayırtıdır koptu. Baktık; İstanbuldan gelen komşumuz bitişiğinde yapılan tadilatın ona sorulmadan başlatıldığını, balkon demirlerinin kesilip tuğla duvar işlenmesine yüksek sesle tepki gösteriyor. Ustalar mahçup, kendilerini savunmaya çalışıyor. Biz de şaşkınız, haber verilmiş olduğunu sanıyorduk. Komşumuz haklı, ama iş işten geçmiş, olan olmuş.  Usta bildiğimiz insan, son derece yumuşak huylu, herkesle iyi geçinen çalışkan biri. Hemen hemen herkesin işi düştüğünde aradığımız insan. Ayrıca iki komşumuzu da iyi biliyoruz. Şimdiye kadar hiç bir münasebetsizlik görmedik. Ama gelen komşumuz oldukça tepkili, hatta şaşırtıcı ölçüde yüksek tonda bağırıp çağırıyor. Aradan bir süre geçip karşılıklı "Hoş geldiniz, nasılsınız" muhabbetine geçtiğimizde durumu daha iyi anladım. Kadıncağız sürekli olarak corona günlerinde evde yaşadıklarından, stres ve tedirginlik içinde olduğundan, eşinden, oğlundan hatta herşeyden şikayet ederek yana yakıla dertleniyor. Normalde sakin, hanımefendi biri. Belli ki corona günleri onu da fena etkilemiş.

Çarşı pazar halleri

Bizim buraların pazarları hep güzeldir. Hele de baharda, yazda türlü türlü meyve sebze bulunur. Hem de yörenin en tazesi, lezzetlisi ve ucuzu toplanır gelir pazarlarımıza. Özellikle de köylü kadınların sattıkları. Onların yere seriverip sergiledikleri doğal ürünleri sadece seyretmek bile büyük zevktir. Susurluğun ve Edremit'in pazarı Çarşamba günüdür. Havranın Cuma,  Burhaniye'nin Pazartesi, Ayvalığın da Perşembe günü kurulur. Akçay'da, Zeytinli'de, öğretmen evlerinde hemen her gün çevremizde bir Pazar vardır mutlaka.

Pazarlarımızda sadece meyve sebze olmaz tabi ki, buralar zeytin memleketi. Zeytinin yeşili, çiziği, kırığı ve selesinin en iyisi bu yöreden çıkar. Özellikle de körfez zeytinyağının üstüne yağ tanımam. Biz ailece kızartma yağı hariç hem yemeklerimizde, hem de salatalarımızda sadece zeytinyağı kullanırız. Zeytinyağı aynı zamanda şifadır. İçerseniz sindirim sisteminizi yumuşatır, yüzünüze, saçlarınıza sürebilirsiniz. Yanık ya da yaranız varsa ona da iyi gelir. Nerdeyse her derde devadır yani.

Balıkesir kırmızı ve beyaz et konusunda olsun, süt ve süt ürünleri açısından olsun bir numaradır. Peynirin türlü çeşidini bulabilirsiniz. Kahvaltılık yağlı loru ise bir harikadır. Biz mihalıç peyniri denilen kelle peynirini severiz. Ama sepet peyniri, İzmir tulumu denilen türü, yağlı teneke koyun peyniri de güzeldir. Son yıllarda çörek otlu keçi peyniri de yapıyorlar. O da çok güzel oluyor. Bizim pazarlarımızda işte bütün bu çeşitliliği bir arada bulabilirsiniz. Bir de kadınların pek sevdiği çaput pazarları var tabi ki. Oralarda da giysiden züccaciyeye, oyuncaktan çerez çeşitlerine, takı sergilerinden nalburiye esnafına kadar pek çok şeyi görüp en ucuzundan temin etmek mümkün.

Bugün pazartesiydi, zorunlu ihtiyaçlar için Burhaniye gittim. Minibüsler Corona düzenine tam alışamamışlar. Normalde 20 dakikada yarım saatte bir olan seferler bir saate 2 saate çıkmış. 1 Hazirandan itibaren yeni gelenler kalabalıklaşınca 45 dakikaya kadar düşmüşler ama ne onlar memnun ne de müşteriler. Her iki taraf da şikayetleniyor. Şoför sabahtan beri boş gidip geliyorum diyor, yolcular da çok bekledik niye hiç dolmuş gelmedi diye sızlanıyorlar. Normal zamanlarda da bu atışmalara alışığız. Özellikle İstanbul'da yaşayanlar burada aynı düzeni bulamayınca oturdukları yerden seslerini yükseltiveriyor. Bu münakaşalar siyasi gündeme göre bazen maksadını aşıp iktidarı eleştirmeye kadar varıyor maalesef. Malum buralar onların kendilerini daha iyi hissettikleri yerler. Karşılarında cevap veren de olmayınca tam gaz gidip, hükümet bozup hükümet kuruyorlar kendilerince. Arada canımı sıksa da genellikle ibretle izliyorum hallerini. Onların okudukları gazeteyi, peşinde oldukları siyasi partiyi ve "çarşı her şeye karşı" muhalefet tarzlarını çok iyi tanıyorum çünkü. Bu seferki atışma minibüsler üzerinden oldu ama davranışlarda Corona günleri etkisi de açıkça belliydi.

Pazara girerken etrafımı gözledim. Çok kalabalık sayılmazdı, 3 kişiden ikisi maskeliydi. Ama sosyal mesafe konusunda aynı şeyi söyleyemem. Satıcıların neredeyse hiçbirinde maske görmedim. Elleme ve seçmece konusunda çoktan 'normalleşmeye' geçilmiş. Bağırmalar çağırmalar aynen devam. Neyse, dikkat ederek hızlıca alacaklarımı alıp pazardan çıktım. Fırından ekmek, mandıradan lor peynir alacağım. Önce peynir ürünü satan dükkana uğradım. Şerit çekmişler, uzaktan siparişimizi veriyoruz. Arkadan bir kadın, adeta sırtıma çıkarak yüksek sesle tezgahtara bir şeyler soruyor. Zaten maskelerden ne benim konuştuğumu tezgahtar anlayabiliyor, ne de onun söylediğini ben duyabiliyorum. Bir de kadının öyle bir cırtlak sesi var ki, ortamda tam bir parazit oluşturuyor. Durdum durdum dayanamadım; "Kardeşim lütfen biraz bekle, alışverişim bitsin sen de girersin!" Kadın tepkime şaşırdı ve sustu. Çıkarken o özür dilemeye çalışıyor, ben de neden bu kadar ileri gittiğimi düşünüyordum. Normalde böyle durumlarda daha sabırlı davranırdım. En azından sesimi yükseltmezdim. Corona günleri benim de asabımı biraz bozmuş olmalıydı.