
Corona
sadece insanlara bulaşmadı. Dünya ekonomileri de bu salgından büyük yara aldı.
2020 yılında dünya genelinde büyük üretim kayıpları,
işsizlik oranlarında yükselişler bekleniyor. Hükümetler birbiri
ardı sıra destek paketleri açıklıyor. Normalleşme talebi sadece yönetilenlerde
yok, devletler de bir an önce normale dönmeyi ve dibindeki delikle bir türlü dolmayan, biteviye kan kaybeden
rezervlerini kurtarmaya çalışıyorlar.
Finansı desteklemek amacıyla açıklanan her önlem paketi kan kaybını daha da büyütüyor. Kamu yardımlarının da ekonomilere ağır bedeller ödeteceği aşikar. Üstelik özellikle
ABD’de ve Avrupa’da oldukça yüksek miktarları bulan destek harcamalarına rağmen ekonomideki düzelme
son derece yavaş. Yani negatifin
Mart öncesine dönmesi, sıfır noktasına ulaşması bile kolay görünmüyor. Değil ki
pozitife geçilebilsin.
Yıl sonunda daha net görebileceğiz ama ülkemizde bu
sürecin daha az zararla atlatılacağı ifade ediliyor. Sağlık alanında olduğu
gibi ekonomide de hızlıca aldığı tedbirlerle Türkiye, salgının etkilerini en
aza indirmeye çalıştı. Kimilerine göre de bunu başarmış görünüyor. Bir kere tüm
vatandaşlarına ücretsiz tedavi imkânı sağlayan sağlam bir ekonomik yapıya
sahipmişiz onu anladık. Ki bu imkan dünyada nadir ülkelerde var.
Ülkemizdeki
sosyal ve ekonomik önlemler şu ana kadar salgının şiddetini daha az
hissetmemizi sağladı. Meselâ son 3 ayda, 5,5 milyon aileye bin lira karşılıksız
yardım yapıldı. Esnafımızın ve işletmelerimizin maliyetleri gerek Sosyal Güvenlik Kurumu gerek vergi ödemeleri ertelenerek hafifletilmeye çalışıldı. Nakit ihtiyaçlarının karşılanması sağlandı. Çalışanlar işten
çıkarmalar yasaklanarak korundu. Ücretsiz izne ayrılanlara aylık bin 170 lira
nakdi destek sağlandı.
Kısa
çalışma ödeneği bu konuya destek oldu ve işletmelerin maaş yükü hafifletilmiş oldu. Bu
bağlamda Mart ayından bu yana 3 milyondan fazla kişinin kısa çalışma ödeneğinden yararlandığı anlaşılıyor. Bu da toplam 5 milyar
lira ödeme demek.
Salgın
öncesi piyasalardaki belirsizliklerin yerini güvene
bıraktığı, enflasyon ve faizlerin düşüşe geçtiği dengelenme sürecindeki
kazanımlar yitirilmemeliydi. Bu amaçla gerçekten çok kapsamlı bir tedbir paketi
devreye alındı. Üstelik bu paketler dışarıdan hiçbir yardıma ihtiyaç duymadan, uluslar arası kurumlardan herhangi
bir şey talep etmeden gerçekleşti. Gelen her talep değerlendirildi ve ihtiyaca
göre gereken destekler verildi. Konutta, Otomativde, turizmde lazım gelen finansman desteği sağlandı.
Böylece 'ekonomik İstikrar Kalkanı' ve diğer tedbirler Türkiye’nin ekonomik
açıdan ne kadar sağlam olduğunu göstermiş oldu.
Açıklamalara
göre geliri 5 bin liranın altında olan 6,7 milyon vatandaşımıza 40 milyar lira
finansman desteği verilmiş. Ayrıca Halkbank aracılığıyla 1 milyon 300 bin çiftçimize 27 milyar lira destek verilmiş. 197 bin işletmeye 154 milyarı
aşkın finansman tahsisi yapılmış olması küçümsenecek bir olay değil. Elbette böyle bir salgın esnafımıza, sanatkarımıza, çalışanlarımıza zarar verdi. Devletin onların yanında yer alması çok
doğal. Bu sürecin devam edeceği anlaşılıyor.
Diğer
yandan pandemiye rağmen ülkedeki bütün büyük
yatırımların hız kesmeden devam ettiği de biliniyor. Bundan elbette iftihar
edeceğiz. Türkiye'nin neler ürettiğine, neler yapabildiğine bakıp gurur
duyuyoruz. Salgınla mücadeleyi güçlü sağlık
ordusuyla başarıyla yürüten Türkiye, sağlık, gıda ve temizlik ürünleri tedarikinde de geride kalmadı. Bir yandan kamu düzenini başarıyla yöneten Türkiye, diğer yandan büyük hedeflerine doğru olan kutlu
yürüyüşünü de aksatmamış oldu.
Herkesi
içine alacak kapsamdaki Genel Sağlık Sigortası (GSS) sistemimiz dünyaya örnek
olmuş durumda. Türkiye'nin gücü 45 günde 3600 yataklı hastane
yapabildiğini de gösterdi. Eskiden olsa bırakın yapmayı, nasıl yapılacağına
dair tartışmalar 45 günde bitmezdi. İstanbul'da Başakşehir Çam ve Sakura Hastanesi,
Prof. Dr. Murat Dilmener Acil Durum Hastanesi, Prof. Dr. Feriha Öz Acil Durum
Hastanesi ve Dr. İsmail Niyazi
Kurtulmuş Hastanesi gibi çok önemli sağlık tesislerininin yapılması başlı
başına birer başarı hikayesidir. Hizmete
açılan hastanelerin yatak ve yoğun
bakım sayısı bile bazı ülkelerin toplamıyla yarışacak sayıda.
Yeniden yapılan ve modernize edilen hastanelerimiz sayesinde daha güvendeyiz. Öte yandan maskeden
solunum cihazına bu mücadeleyi yürütmek için tüm
imkanlara sahip olabilmek gurur verici. Zaten bu öz güvenle
102 ülkeye sağlık yardımı yapabildik. Bu az buz bir başarı
değil.
Koronavirüs salgını dünya ekonomisinin çok
kırılgan olduğu bir dönemde patlak
verdi. Devletlerin salgına karşı almaya başladığı önlemler dünya ekonomisinin
sorunlarını, kolaylıkla "küresel
depresyon" olarak tanımlanabilecek bir düzeyde ağırlaştırdı. Dünyanın
önde gelen ekonomistlerinin ve
tarihçilerinin yorumları da bu yönde.
Koronavirüs
ve neden olduğu Covid-19 hastalığının tetiklediği sert
ekonomik sarsıntılar önce akla, 2007-2008 finansal krizini getiriyor ancak bu
benzetmenin yeterli olmadığı hemen anlaşılınca, sıra 1929'da başlayan ve
etkileri 1930'lu yıllar boyunca devam eden "Büyük Buhrana" geliyor.
Gerçekten de Uluslararası Para Fonu'nun (IMF) son Dünya Ekonomik Görünüm
raporu, küresel ekonominin merkezlerinde koşulların, 1930'lardaki büyük
buhrandan bu yana ilk kez bu kadar kötüleştiğini söylüyor.
IMF'nin
eski baş ekonomisti olan Harvard Üniversitesi'nden
Prof. Kenneth Rogoff, Project Syndicate sitesindeki yazısında, koronavirüs
salgınını, "uzaylı istilası" filmlerindeki felaketlere benzetirken,
"son 150 yılın en sert resesyonu" olarak tanımlıyor. Böylece Rogoff, ekonomi teorileri dalına
"depresyon" kavramını sokan 1873-88 krizine kadar uzanıyor. Financial Times gazetesinin küresel ekonomi
editörü Martin Wolf ise sözünü
sakınmayarak, "Dünya ekonomisi çöküyor" diyor.
Gerçekten de koronavirüs salgını dünya ekonomisinde, kapitalizmin
tarihinde benzeri olmayan etkiler yarattı. Örneğin, 1873-1888 ve 1929-1933 ve
2007-2008 krizleri esas olarak merkez ülkelerde yoğunlaşıyordu. 2007-2008 krizinde gelişmekte olan ülkeler
büyümeye devam ettiler, krizden kaçan sermayeler için nispeten korunaklı
sığınaklar sundular.
Bu kez
gelişmekte olan ülkeler ne Covid-19'un bulaşıcı
etkisinden, ne de özellikle bir önceki krizde yabancı sermaye girişiyle
biriktirdikleri borç yükünün katkısıyla ekonomik etkisinden kurtulabildiler. İkincisi, Covid-19 krizi etkisiyle, tedarik zincirleri kırılmaya,
sosyal mesafe uygulaması iş yerlerini kapatmaya başlayınca, ekonomilerde salt
parasal genişlemeyle aşılamayacak, aynı anda hem arz hem de talep
yetersizliğinden oluşan çok zor bir durum oluştu. Şimdi, hükümetlerin maliye politikalarına,
ekonomiye doğrudan devlet müdahalesine kısacası, son 40 yılın neo-liberal
politikalarını terk ederek Keynesyen politikalara yönelmesi gerektiğini savunan
sesler yükseliyor.
Üçüncüsü,
ünlü ekonomist Nouriel Roubini'nin dikkat çektiği gibi, gerek 1930'lardaki
depresyonun, gerekse de 2007-2008 krizlerinin etkilerinin borsada, üretimde,
işsizlikte ortaya çıkması yaklaşık 2-3 yıl sürmüştü. Covid-19'un etkileri ise
1-2 haftada kendilerini gösterdi.
------------