EMEKLİLİKTE 13 YIL
Emekli olduğum gün daha dün gibi. Ama aradan koskoca bir 13 yıl geçmiş. Geçmiş günleri hatırlamak daha kolay. 19 Eylül 1977'de memuriyete başlamıştım.
Önce şimdi tarih olan Zirai Donatım Kurumunda rahmetli Cevat Ayhan'ın Genel Müdürlüğü zamanında memurluk, ilk sürgünüm, sürüldüğüm yerde Muhasebe Şef yardımcısı olmam. Kırklareli fabrikasına Muhasebeci olarak terfien atanmam. 1986'da Ankara'ya Müdür Yardımcısı olarak geliş. Yoğun çalışma yılları ve iyi bir muhasebeci olduğum dönem. Bunlar 11 yıllık donatım günlerim.
1988'de rahmetli Hasan Celal Güzel'in Milli Eğitim Bakanı olduğu dönem Kredi yurtlar Kurumuna Genel Muhasebe Müdürü olarak atanmam. Bir yıl sonra da Muhasebe ve Mali İşler Daire Başkanı olmam. Daha 32 yaşındayım. Hasan Celal beyden sonra yeniden türbülans. Önce Ankara Bölge Müdür Yardımcılığı sonra APK uzmanlığı ve TODAİE sınavını kazanarak yüksek lisansa başladığım 1990 yılı.
1992 Türkiye'nin en büyük öğrenci yurdu 5000 kişilik Bursa Uludağ Öğrenci yurduna Müdür olarak gönderilmem. Orada hayatımın en "kelle koltukta" günleri. O kadar koyu ve zordu ki "Kayıp defter" diye bir roman oldu o bir buçuk yılım. Sanki 15 yıl gibi yaşamıştım. Ardından acı bir otobüs kazası ve hayatımda yeni bir sayfa; Sakarya günlerim.
Henüz bir yıllık yeni kurulmuş bir üniversitede İdari ve Mali işler Başkanlığı. Yine yoğun bir kurucu emeği. İki yıl sonra rektör değişimiyle başlayan yeni bir türbülans daha. 1996'da rahmetli Cevat Ayhan'ın çağırmasıyla yine Ankara'ya dönüş. Bu kez önce Afet İşleri Genel Müdürlüğünde hemen akabinde de Bayındırlık Bakanlığında İdari ve mali İşler Daire Başkanlığı. Ne yazık ki bu dönem hem benim için hem ülke için 28 şubatla başlayan post modern darbe ile çok kısa sürdü. Sadece 11 ay. Yıl 1997.
1998'de yeniden bir alaca karanlık. Ne alaka MTA günleri. Girdaptan kurtuluş umuduyla 1999 seçimlerinde Susurluk'ta adaylık. Sonra yeniden Ankara'ya dönüş. Kapanan kapılara inat açılan daha büyük kapılar. TBMM'de milletvekili danışmanlığı. 2003 seçimlerine kadar ayakta kalabilme çabası. Sonra da Toplu Konut'ta kısa süren bir Müsteşar yardımcılığı. Müsteşarlık kanunla kapatılınca 22 Ekim 2003'te yeniden meclise ama bu defa Bülent Arınç'ın Başkanlığında İç Hizmetler Müdürü olarak atanmam. Ve 9 yıl sürecek altın yıllar.
Önce 2006'ya kadar süren İç Hizmetler sonra da emekli olduğum 12 Nisan 2012'ye kadar Mali Hizmetler Müdürü olarak toplam 9 yıl şerefle, her dakikasını emekle, ülkeme hizmetle geçirdiğim dolu dolu günler.
Zamana dur denilmez/Geçmişe
dön denilmez/Ömrün devranı belli/ Keşkeden söz edilmez (12 Nisan 2017)
Neler oldu, nasıl geçti ayrıntıları çok iyi hatırlamıyorum. İlk yıllar Hazirandan Ekim ayına yaklaşık beş ay yazlığa gitme fırsatımız oldu. Emekli olmadan önce en çok istediğim şeylerden birisiydi uzun süreli gidebilmek. Güzel günlerdi. Ramazanlar bayramlar da orada geçti. Cem KARACA'nın "sakallara özgürlük" lafına uyup bir yıl sakal bile bırakmıştım. Bir kaç yıl da top sakal.
Emekli olmadan bir yıl önce 11 Şubat 2011'de "Yağız" doğmuştu. 21 kasım 2015 Kasımda Cüneyt'i, hemen akabinde 2016'nın 21 Mayısında da Hilal'i evlendirdik. Birkaç ay sonra 15 Temmuz oldu. Yazlıktaydık. Uzun bir geceydi. Ertesi yıl nasip oldu emekli ikramiyesi farkıyla 2017 Aralığında Umreye gittik. Dönüşümüzde 16 Nisan 2018'de ailemize "Ece Mercan" eklenmişti. 2019'un 23 Ekiminde de "Tuna" geldi. Hemen ardından da zaten kendimizi CORONA GÜNLERİNİN içinde bulduk. Tuna ve annesi 10 aylık oluncaya kadar bizim evde kaldılar.
Pandemi herkes gibi bizi de derinden etkiledi tabi. 2020'den 2023'e kadar ucu görünmeyen bir tünelden geçtik. Annem rahmetli 2020'nin 24 Nisanda tam da bu acı günlerin başında hakka kavuştu. Kimsenin evden çıkmadığı, konuşamadığı günlerden birinde onu 10 kişiyle toprağa verdik. Hemen o akşam izin alarak geldiğimiz şehirlere yine izin alarak döndük.
Annemin vefatından bir yıl sonra 23 Haziran 2021'de ikizler doğdu dünyamıza. "Selim Erdem ve İnci Deniz". İki ay sonra 4 yaşında olacaklar. Tuna, Ece, Selim ve İnci pandemi çocukları olarak doğup büyüdüler. Nazlı genç kız, Yağız'sa ergen delikanlı oldular. Tuna çok uzaklara Tayland'a gitti. İyi ki WhatsApp var. Pandemiden beri onun sayesinde görüntülü konuşabiliyoruz. Son yıllarda Ankara'da gündemimiz Ece, Selim ve İnci. Anladık ki dedeler, neneler bunun için varmış. Onlarla üzülüp onlarla seviniyoruz.
Günler, aylar yılllar akıp gidiyor. Dile kolay 13 yıl olmuş emekli olalı. Nasıl da geçivermiş. İyi ki yeniden yazmaya başlamışım. Gün gün yazdıklarımı okuyunca ancak hissedebiliyorum yaşadıklarımızı, yeniden hatırlayabiliyorum olup bitenleri.
“Gelen
geçti, kalan yok” dedi meczup, “devran daim, inen yok!” (Gökhan Özcan / Yeni Şafak)
Sözde emekli olunca vaktimi, günlerimi doya doya yaşayacaktım. Hiç
bir anını ıskalamadan, farkında olarak değerlendirecektim. Devlet için, ülke
için nefes nefese çalışmayla geçen, mücadeleyle geçen tam 35 seneden sonra
kalan ömrümü kendim için, ailem için yaşayacaktım. Oldu mu, olabildi mi
bilmiyorum. Hayat defterinin silgisi, bir dahası olmuyor. Ne yaşandıysa, ne
yaptın ne ettiysen o. Göremiyorsun bile. Ama bir gün gelip önüne konacağını
biliyorsun.
Allaha şükür ziyanda değilim. Kârımdan da o kadar emin olamıyorum.
Hala umutlarım, hayallerim var. Ama ruhumu daraltan rüyalarım da eksik değil.
Secdelerim daha yalvar yakar, tövbelerim avuç avuç uzanmakta.
Ağlasa
derd-i derûnum çeşm-i giryânım sana / Âşikâr olurdu gâlib râz-ı pinhânım sana Avnî
(Fatih Sultan Mehmet)
(Sevgili!)
İçimdeki dertler ile, yaş dolu gözlerim senin için ağlayacak olsa, (gönlümdeki)
gizli sırlarım (gözyaşlarıma) gâlip gelir ve (sırlar) sana aşikâr olurdu.
Şimdiki yaşamımda iki şey oldukça baskın durumda. Biri küçük torunlarım diğeri de yazılarım. Allah sağlık verdikçe yazmaya devam edeceğim. Şu anda yazdıklarımın büyük kısmı “TORUNLARIMA MEKTUPLAR” başlığı altında kitap olacak. Onları da Allah nasip ederse torunlarıma vermeyi düşünüyorum. Onlar bizim hayatımıza renk, gönlümüze neşe oldular.
Benim yazdıklarım elbet Rahmetli Özay Gönlüm'ün okuduğu 'Ninenin mektubu' gibi olmayabilir ama nihayetinde bu da benim lisanımda olacak. Onun gibi aşıkların dile getirdikleri de birer mektup aslında. Anadolu’nun yanık bağrından çıkar ve sevdiklerine olan özlemini kendince terennüm ederler. Meselâ hepimizin bildiği aşkın şairi Karac’oğlan öyledir:
Mektup dedim de bundan 5 yıl önce 12 Nisan 2020 Pazar günü
ülkemizde yeni yeni başlayan CORONA GÜNLERİNDEN birini yazmışım, “Yasaklar
arasında”. Hatırlamak düşündürücü olabilir.
“Türkiye'de 30 büyükşehir ve
Zonguldak'ta hafta sonu için ilan edilen 2 günlük sokağa çıkma yasağını
yaşıyor. Ülkemiz en son 17 yıl evvel sayım nedeniyle böyle genel bir sokağa
çıkma yasağı görmüştü.
İstanbul Beşiktaş'ta oğlumun
evindeyiz. Burası çok soğuk değil. Corona nedeniyle en az 10 gün dışarı çıkmam.
Oğlum da evden çalışıyor zaten. Lazım olursa ihtiyacımızı o çıkıp alabilir. İki
kişinin yiyeceğinden ne olacak, yapar baba oğul yeriz. İzmir'le telefonla
görüştüm, annem iyiymiş. Safiye de Nafiyeye yardım eder, birlikte güzel vakit
geçirirler. Saat 16:14'de Kızım Hilal'den bir fotoğraf geldi. Tuna kucağında
altına: "Huysuzum ben huysuz" yazmış. Herhalde bu günlerde biraz
huysuzluk yapıyor. Sibel: "yok yaaa, şeker yavruş o" demiş, Cüneyt de
her zamanki muzip uslübu ile yumurtadan yeni çıkmış bir civciv resmi göndermiş.
Ben de herhal özlemiş olmalıyım ki: "Kuzucum. Ben görene kadar delikanlı
olacak" diye yazmışım.
Bugün Pazar. Hava biraz kapalı. Normal zamanda olsa
biraz çıkıp dolaşırdım Beşiktaş'ta ama şimdi bu mümkün değil. Yasak değil ama
ben kendi kendimi izole ettim. Sibel daha geceden: "Marketten
aldıklarınızı nasıl sterilize etmelisiniz?" diye ABD'li doktorun pratik yöntemlerini göndermiş.
Eh biz de tam öyle olmasa bile aldıklarımızı silip temizliyoruz.
30 Martta kız kardeşim İzmir'den saat 12:"22'de
bir fotoğraf göndermiş. Altında Kahvaltı keyfi yapıyoruz" yazılı. Hatice: "Afiyet olsun yarasın hep
böyle keyfi olsun" diye katılmış.Ben de: "Maşallah anneme. Ellerinden
öperim. Çok selam" diye mukabele ettim. Bugün Pazartesi ya evlatlarıma şöyle seslendim:
"Bugün yeni bir hafta. Corona
günlerinde 20.gün. Aile olarak da parça parçayız. Evde kalmaya devam edeceğiz,
tedbirli olacağız ve inşallah bu musibeti atlatacağız. İyi ki oğuzhanın
yanındayım. Ama eşimi, çocuklarımı, torunlarımı ve kuzucuklarımı özledim. Çok selam
ve dua ile." [15:13] Bu mesaj içinde olduğum hissiyatımı
gösteriyor. Sibel de Elif de: "Bizden de çok selam" demişler. Elıf ilave etmiş: Herkes kendine
dikkat etsin."
Biraz hoşluk olsun diye face'de rastladığım
"Karantina bitince ben" adlı bir videoyu gönderdim onlara. Videoda
orta yaşlı bir kadın sultanahmet meydanında hoplaya zıplaya geziyor"Ah ne
güzel simitçi!", "Ah ne güzel çöpçü!", "Ah ne güzel
yerler!" deyip deyip zıplıyor. Gerçekten de çok hoş. Evlere kapanan insanların
çıktıklarında nasıl davranabileceklerini karikatürize etmiş. Çok güldüm. Hala
da zaman zaman gösteririm.
Herkes kendi dünyasında tabi. 15:31'de Cüneyt: "Bugün Bakanlıkta nöbetçiyim.
Normal ama sevdiğim gibi sessiz mesai. Selamlar" demiş el sallayarak.
Hilal:
"Korona sonrası bizim bahçede bi mangal yapalım
inşallah" demiş cevap olarak. "Ama sebze mangalı" diyerek de ilave etmiş.
Anlaşıldı corona günlerinden sonra da diyet günleri başlayacak. İnşallah dedik
tabi ki. Akşam üstü Hilalden abisinin kitabı 'Serüvengiller' ile Tuna'nın resmini
göndermiş. Kınalı kuzum benim. Elif: 19:26'da: "Kitabınız gelmiş"
diye yazmış. Hilal: "Evet dezenfekte ettik" diye cevap vermiş. Cüneyt
mesajı biraz geç görmüş yine de "Uuu ben bile
göremedim daha" demekten kendini alamamış.[23:14]
30 Mart itibariyle güncel veriler paylaşıldı: Türkiye'de vaka sayısı maalesef 10 bini geçmiş. Can kaybı 168'e çıkmış durumda.
Annem bu günlerde karpuz istiyor. İçim yanıyor diyormuş sürekli. Sibel 20:33'de ingilizce bir metin paylaşmış. Elıf: "Bizde o kadar ingilizce yok" demiş. Ben de Oğuzhana tercüme ettirerek okudum: "Benim tercümanım yanımda. Tarzanca konuyu anladım da..Oğuzhan okuyunca iyice anlamış oldum. Doğruya doğru. Bugün ben de böyle birşeyler yazmıştım" diye cevap verdim.
31 Mart itibariyle ABD'de Corona virüsüne bağlı can
kaybı sayısı Çin'in açıkladığı rakamları geçmiş. Ülkede 3 bin 415 kişi
hayatını kaybetmiş durumda. Çin'in açıkladığı can kaybı ise 3 bin 309'du. Öte
yandan İngiltere’de vaka sayısı 25 bini geçmiş. 1800'e yakın can kaybının
olduğu ülkede 13 yaşında bir çocuğu bile Corona virüsü nedeniyle hayatını
kaybetmiş.”