Yilmaz Yalcın, KÜÇÜK/BÜYÜK ŞEYLER... albümüne yeni bir fotoğraf ekledi.
4 Mayıs 2013
KÜÇÜK/BÜYÜK ŞEYLER…Hayatın iki yüzü; iyilik ve kötülük (4)
İyilik maddi midir manevi mi? İyilik doğuştan içimizde midir, yoksa onu öğrenir miyiz ? Kim ne kadar iyidir, çok iyi olana ne deriz ? İyilik nasıl ölçülür ve iyilik bulmak için iyilik yapıyorsak, yaptığımız şey iyilik midir? Dilenciye verdiğimiz para iyilik yapmak mıdır? Ya da hadi ihtiyaç sahibi birine o şeyi sağlamak diyelim, iyilik olur mu ? Birine yol tarif etmek, yerini vermek gibi hayatın içinden küçük şeylere ne demeli ? Daha da ilginci mesela gülümsemek nasıl iyilik olabiliyor ?
Soruları çoğaltabiliriz. Ancak iyilik ve kötülüğün ne olduğunu en sade ve özlü biçimde yine Peygamber efendimizin (sav) "İyilik insanın kalbini rahatlatan ve insana huzur veren şeydir. Kötülük ise insanı rahatsız eder ve huzurunu kaçırır." (1) sözünden öğreniyoruz. Ne güzel tarif ! İnsanın adeta nutku tutuluyor; doğrusu hayran olmamak elde değil.
Kur’ân-ı Kerim de en büyük iyiliğin kişinin kendi nefsine yaptığı iyilik olduğunu belirtiyor. Bu ise doğal olarak öncelikle Allah’a, ahiret gününe, meleklere, kitaplara, peygamberlere inanmakla başlıyor. Zira iman ruhun rahatı, aklın/kalbin tatmin olması, huzura ve kurtuluşa erme vesilesidir. Yani iki cihan saadetinin anahtarıdır. Bundan daha değerli bir şey de düşünülemez zaten. Sonra; Allah için yakınlara, yetimlere, yoksullara, yolda kalmışlara, kölelere, dilencilere ve isteyenlere sevdiği mallarından harcamak sayılıyor. Ardından namaz kılmak, zekât vermek ve anlaşmalarda sözlerini yerine getirmek, sıkıntıda, hastalıkta ve savaş zamanlarında sabretmek geliyor. (2) Bütün bu sayılan maddi ve manevi yardımlar, sadakalar, hayırlar, kişinin kendisi, ailesi, çocukları ve başkaları için yaptığı fedakârlıklar, masraflar hepsi kurtuluşunun anahtarı güzel ahlakın eseri iyi ve güzel davranışlar.
Nitekim Peygamberimiz (sav) bir gün sahabelerine “Her sadaka bir iyiliktir, her iyilik de bir sadakadır” (3) buyurmuşlardır.
İnsanın yaptığı iyilikler elbette ki kendi kazanımıdır. Kendi kazanımları ise insana daima güzel gelmiştir. Bu nedenle iyiliklerinden de lezzet alır. O kadar ki iyilik insan için adeta bitmeyen bir mutluluk ve huzur kaynağıdır. Buna karşılık, iyiliğin tadını alamayanların da ruhu bir türlü sıkıntıdan kurtulamaz.
İyiliğin temelinde doğruluk vardır. Kur’ân-ı Kerimde yüce Allah imandan sonra “Salih Amel” istemektedir ki, salih amellerin başı ise “doğruluk”tur. Bunun için "Doğruluk insanı iyiliğe, yalan ise kötülüğe götürür” (4) denilmiş. İyilik huzur ve güvenin, kötülük ise huzursuzluk ve güvensizliğin sebebidir.
Hayat iyilikle güzelleşir, ruh ve kalpler iyiliklerle doyar ve huzura erer. Bu nedenle La Rochefaucauld "Güzellik hoşa gider, zeka eğlendirir, duygusallık coşku verir, oysa kişileri birbirine bağlayan iyiliktir'' diyor. Hatta vahşi hayvanları dahi insanlara dost yapan iyilik değil midir ?
Nitekim "Bir mümini sevindiren", "Müslümana sözle yardım eden veya onun için bir adım yürüyen", "Bir mümini ferahlatan", "Allah’ın kullarını üzmeyen. Onları ayıplamayan, gizli kusurlarını araştırmayan", "Kendisi ile alakasını kesenle ilgilenen, kendisini mahrum edene veren ve kendisine zulmedeni affeden" kimseler iyi insan/müslüman/mü'min olarak vasıflandırılmışlardır.
Konuyla ilgili hadis-i şeriflerde iyilik "Müslüman, müslümanın kardeşidir, onu üzmez, onu sıkıntıda bırakmaz, Kardeşine yardım eder, Kardeşinin sıkıntısını giderir, onu sevindirir" denilmektedir. Yine bu konu ile ilgili olarak Peygamber efendimiz (s.a.v) "Allaha iman ve iyilik etmek/şefkatli olmak" hakkında ondan daha iyisi yoktur demişken, "şirk ve insanlara kötülük etmek" için de ondan daha kötü iki şey yoktur buyurmuştur. (5) iyilik/kötülük zıtlığında bu vurgu ne kadar etkileyici değil mi ?.
Bir hadis-i şerifte "Bir Müslümanın, bir dikeni yoldan kaldırmasının" Allah indinde makbul görülerek Cennete gitmesine sebep olduğu (6) buyuruluyor. Bir başka hadis-i şerifde de "Hiçbir milletin diğerine üstünlüğü yoktur" (7) denilmiş, ardından da “Layık olsun olmasın sen iyilik yapmaya devam et” (
buyurmuşlardır.

Atalarımız da zaten, "İyilikten kötülük gelmez", "İyilik eden iyilik bulur", "İyilik et, denize at, balık bilmezse Hâlık bilir" demişlerdir. Demek ki, iyilik balık için değil, Hâlık için, yani Allah rızası için yapılacaktır. Genel olarak bir kimse, hiçbir menfaat beklemeden Allah rızası için, kötü birine de iyilik ederse, ondan zarar gelmez. Eğer, bir menfaat karşılığı iyilik ediyorsa, iyilik ettiği kimseden zarar gelebilir.
Bir kimse, Hazret-i Ali’ye kötülük ediyor, o da, "Ben ona hiç iyilik etmemiştim, o niye bana kötülük etti?" buyuruyor. Buradan, kötülere iyilik edilirse, dikkat etmek gerektiği, onlardan bir zarar gelebileceği anlaşılmaktadır.
İnsanın kötülük yaparak iyilik beklentisi içinde olması, vermediği yerden almayı umut etmesi, emek vermeden yemeyi beklemesi ahmaklık ve aptallıktır. Herkes aynı güneşten istifade etse aynı sudan içse de karakterine ve kabiliyetine göre onu yansıtır. Atalarımız “Arı su içer bal akıtır, yılan su içer zehir akıtır” demişlerdir. Suda zehir yoktur, zehiri yapan yılanın bünyesidir. Bu nedenle bazı insanlar iyilik yapmayı ve iyi olmayı bir türlü beceremezler.
İyiliğe karşı iyilik ödünç sayılır, asıl iyilik de kötülüğe karşılık yapılan iyiliktir. Peygamberimiz (sav) “Ya Resulallah! İyilik Allah’ın emridir, kötülük ise nefis ve şeytanın isteğidir. Ben elbette Allah’ın emrine uymakla mükellefim!” diye cevap verdiği için “Ali gibi genç/fetâ yoktur!” (9) buyurdular. Bundan dolayı müslümanlar iyilik ve hayır kurumu olarak “Fütüvvet Müessesesi”ni oluşturdular.
İnsan iyilik yapmaya gücü yetmezse bile iyiliği emretmelidir. Çünkü, yüce Allah Kur’ân-ı Kerimde “İçinizde insanları hayra çağıran, iyiliği emreden ve kötülükten sakındıran bir topluluk bulunsun" (10) buyuruyor. Ahir zaman peygamberinin ümmetinin açıkça iyiliği emretmelerinden dolayı “hayırlı ümmet” olduğunu da (11) haber vermektedir.
Peygamberimiz (s.a.s.), “Ameller niyete göredir" (12) buyurmuştur. Demek ki niyet, insanın iyiliklerine ve kötülüklerine eşlik eden oldukça önemli bir husustur. Ama, Kaba ve haşin bir duruşla yapılan iyiliğin de hiçbir değeri yoktur. Dinimiz daima nezâket ve nezafeti emretmektedir.
Bir hadis-i şerifde Peygamberimiz (s.a.v) "insanlara kolaylık, yumuşaklık gösteren mümin" (13) için Cehennemin de onu yakması haramdır diyor. Demek ki, niyet kadar tatlı söz ve iyi davranış temel olmalıdır. Atalarımız boşuna “Tatlı dil yılanı deliğinden çıkarır” dememişler. Kaldı ki, Cenab-ı Hak Musa’yı (as) Firavun’a gönderirken bile “Ona yumuşak söz söyle!" (14)buyurmamış mıydı ?
Yüce Allah Kur’ân-ı Kerimde “İyilik ve takvada yardımlaşın” (15) buyuruyor. Peygamberimiz (sav) “İyiliğe sebep olan onu yapan gibidir” (Müslim) buyurarak sebep olanın da işleyen gibi sevap alacağı müjdesini vermiştir. Yine peygamberimiz (sav) de “Öyle bir zaman gelecek ki o zamanda iyilik yapmakta acele etmelisiniz”(16) diye bize asırlar öncesinden haber veriyor.
Ancak, iyilik karşılıksız yapılırsa iyilik sayılır. Nitekim Yüce Allah iyileri iyi yapan iyiliklerini anlatırken “Biz sadece Allah rızası için sizi yediriyoruz, sizden ne bir teşekkür ve ne de bir karşılık beklemiyoruz" dediklerini naklediyor bize. (17)
İnsan “İyilikleri Allah’tan, kötülükleri nefsinden"(18) bilecektir. Bu nedenle insan daima iyi işli olmalı, kendisini kusurlu bilmeli ve eksiklerini görmelidir ki iyi olmaya çalışsın ve iyilerden olsun. Yüce Allah Kur’ân-ı Kerimde ayrıca “Salihlerle beraber olmamızı” (19) emretmektedir. Hz. Ali (ra) “İyilerle ve Salihlerle beraber olun ki kötülerin şerrinden korunasınız” der. Değerli insanlarla beraber bulunana değer verilir. Saygılı insanlarla gezen saygı ve hürmet görür. Kuşkusuz Allah iyilik yapanları "şükrederseniz" (20) ayeti gereği Salih kulları arasına katar, sevabını ve mükafatını artırır onu cennete layık hale getirir.
İnsanın Allah’ın sonsuz nimetlerinden ve kendisine olan iyiliklerinden dolayı Allah’a verebileceği hiçbir şeyi yoktur. Allah bütün bunlara karşılık olarak insandan “Hamd ve Şükür” istemektedir. İnsanın namazı onun Allah’a karşı şükran ifadesidir ve her rekâtında “Âlemlerin Rabbi olan Allah’a hamdolsun” (21) ayeti okunarak bu teşekkür yapılır. İyiliği bilmek ve iyiliğe mukabil teşekkür etmek bu anlamda insanlık gereğidir. Peygamberimiz (sav) “İnsanlara teşekkür etmeyen Allah’a hamd etmiş olmaz” buyurmuştur. Lokman Hekimin de oğluna nasihat ederken “Yaptığın iyilikleri ve başkasının sana yaptığı kötülükleri unut. Ancak başkalarının size yaptığı iyilikleri unutma” dediği rivayet edilmektedir.
Yüce Allah Kur’ân-ı Kerimde teşekkürün nimeti artıracağını (22) garanti etmektedir. Nimete karşı yapılacak şükür ise sadece dil ile olmaz. Nimetin değerini bilmek, israf etmemek, kanaat etmek, razı olmak ve memnuniyetini dile ve bedenle ifade etmek, sonra teşekkür etmektir. İşte insanın ibadeti zaten bu teşekkürün bir ifadesi olmaktadır.
Duygularını bir bahçe, akıl ve iradesini de bahçıvan yapanlar ve bu bahçeyi de iyilik suyu ile sulayanlar ahirette mutlaka cennet çiçekleri toplayacaklardır. İyilik tohumu ekenlerdir ki insanlık meyvesini toplarlar. Hz. İsa (as) “Ateşin ve toprağın yemediği iyiliklerinizi çoğaltın” buyurmuşlardır. Yüce Allah Kur’ân-ı Kerimde bize iyilik için nasıl dua etmemiz gerektiğini de öğretiyor. (23) Zira dünya iyilikle ayakta durduğu gibi, ahiret de iyilikle kazanılacaktır.
Demek ki sonuç olarak, Allah rızasını kazanmanın ve mutlu olmanın yolu iyilerden olmak ve iyilik yapmaktan geçiyor, başka yolu da yok !
----------------------
(1) “İyilik güzel huydur (güzel ahlaktır), kalbin rahat ettiği (insanın kalbini rahatlatan, gönlüne huzur veren) şeydir. Kötülük ise kalbin rahatsız olduğu ve halkın bilmesini istemediğin (insanların muttali olmalarından rahatsız olduğun) şeydir” (Müslim)
2) “Allah’a, ahiret gününe, meleklere, kitaplara, peygamberlere inanmaktır. Sonra Allah için yakınlara, yetimlere, yoksullara, yolda kalmışlara, kölelere, dilencilere ve isteyenlere sevdiği mallarından harcamaktır. Sonra namaz kılmak, zekât vermek ve anlaşmalarda sözlerini yerine getirmek, sıkıntıda, hastalıkta ve savaş zamanlarında sabretmektir.” (Bakara, 2:177)
(3) Peygamberimiz (sav) bir gün sahabelerine “Her sadaka bir iyiliktir, her iyilik de bir sadakadır” buyurdular. Sahabeler “Ya adamın sadaka verecek malı yoksa ne yapmalıdır?” diye sordular. Peygamberimiz (sav) “Eliyle çalışıp kazanır, hem kendi kazanır, hem de sadaka verir” buyurdular. Sahabeler “Buna gücü yoksa ne yapacak?” dediler. Peygamberimiz (sav) “Sıkıntıya düşene yardımcı olur. Bu da sadaka sayılır” buyurdular. Sahabeler “Bu da eline geçmezse?” dediler. Peygamberimiz (sav) “O zaman iyiliği emreder” buyurdular. Sahabeler “Bunu yapacak bilgiye sahip değilse” dediler. Peygamberimiz (sav) “O zaman kötülük yapmaktan sakınır ve kalbi ile de kötülüğe buğz eder, bu da onun için sadaka sayılır” (Müslim) buyurdular.
(4) “Doğruluk insanı iyiliğe, iyilik ise insanı cennete götürür. Yalan insanı kötülüğe, kötülük ise insanı cehenneme götürür” (Buhari)
(5) "İki şey var ki, ondan daha iyisi yoktur: Allahü teâlâya iman ve Onun kullarına iyilik etmek, şefkatli olmak. İki şey var ki, ondan daha kötü iki şey yoktur: Şirk ve insanlara kötülük etmek" (hadis-i şerif)
(6) "Ömründe hiç hayır yapmayan bir Müslümanın, [başka Müslümanlara zarar vermesin diye] bir dikeni yoldan kaldırması, Allah indinde makbul görülerek Cennete gitmesine sebep oldu."[Ebu Davud]
(7) "Rabbiniz bir, babalarınız, dininiz ve Peygamberiniz de birdir. Arabın Aceme, Acemin Araba üstünlüğü olmadığı gibi, kırmızının karaya, karanın kırmızıya üstünlüğü yoktur. Hiçbir milletin diğerine üstünlüğü yoktur. Ancak takva bakımından biri diğerinden üstün olabilir." [İbni Neccar] [Acem, Arap olmayan milletler demektir.]
(
"Layık olana da, olmayana da iyilik et! İyilik ettiğin kimse, buna layıksa ne iyi. Layık değilse, sen iyilik edicilerden olursun." [İbni Neccar]

(9) Peygamberimiz (sav) Hz. Ali’yi çok sevdiğini birkaç defa ifade etmişti. Sahabeler bunun sebebini öğrenmek istediler. “Ya Resulallah! Neden Hz. Ali’den bu derece sitayişle bahsediyorsunuz?” dediler. Peygamberimiz (sav) sahabelere sordu. “Sizler birisine iyilik yaptığınız halde o size kötülük yapacak olsa ne yaparsınız?” Sahabeler “Yine iyilik yapmaya devam ederiz” dediler. Peygamberimiz (sav) “Ya o kötülüğüne devam ederse?” deyince sahabeler “Biz de kaşlarımızı çatarız” diye cevap verdiler. Peygamberimiz (sav) “Ali’yi bana çağırın!” ferman etti. Çağırdılar. Peygamberimiz (sav) Ali’ye sordu: “Ya Ali! Biri sana kötülük yapacak olursa ne yaparsın?” “İyilik yaparım ya Resulallah!” diye cevap verdi. Peygamberimiz (sav) “Ya o kötülüğüne devam ederse” buyurdu. Hz. Ali (ra) “Ben iyiliğime devam ederim” diye cevap verdi. Peygamberimiz (sav) “Size daima kötülük yapan birine neden iyilik yapacaksın, en azından kaşınızı çatmaz mısınız?” buyurdu. Hz. Ali (ra) “Hayır, ya Resulallah!” diye cevap verdi. “Peki, neden bunu yapıyorsun?” deyince Hz. Ali (ra) “Ya Resulallah! İyilik Allah’ın emridir, kötülük ise nefis ve şeytanın isteğidir. Ben elbette Allah’ın emrine uymakla mükellefim!” diye cevap verdi. Bunun üzerine peygamberimiz (sav) “Ali gibi genç/fetâ yoktur!” buyurdular.
(10) “İçinizde insanları hayra çağıran, iyiliği emreden ve kötülükten sakındıran bir topluluk bulunsun. İşte kurtulacak olanlar onlardır” (Ali-i İmran, 3:104)
(11) “Siz, insanlar için ortaya çıkarılan, doğruluğu emreden, fenalıktan alıkoyan, Allah'a inanan hayırlı bir ümmetsiniz. Kitap ehli inanmış olsalardı, kendileri için daha hayırlı olurdu” (Al-i İmran, 3:110)
(12) “Ameller niyete göredir. Herkesin niyeti ne ise eline geçecek de ancak odur.” (Buhari)
(13) "Cehenneme girmesi haram olan ve Cehennemin de onu yakması haram olan kimseyi bildiriyorum. Dikkat ediniz! Bu kimse, insanlara kolaylık, yumuşaklık gösteren mümindir."[Tirmizi]
(14) “Ona yumuşak söz söyle! Belki kalbine tesir eder” (Taha, 20:44)
(15) “İyilik ve takvada yardımlaşın” (Maide, 5:2)
(16) “Bir zaman gelecek fitneler çoğalacak, insanlar dünya menfaati karşılığında dinlerini satacaklar. Bu zamanda iyilik yapmakta acele etmelisiniz” (Mecmau’z-Zevâid, 3:110)
(17) “İyiler cennette kâfur katkısı bulunan kadehlerden içerler. Bu Allah’ın has kullarının içeceği bir pınardan doldurulmuştur. Allah’ın has kulları ise adaklarını ifa ederler. Kötülüğü her yönden kuşatmış olan ahiret gününden korkarlar. Onlar seve seve yoksula, yetime, fakire ve esire yemek yedirirler. Bunu yaparken de ‘Biz sadece Allah rızası için sizi yediriyoruz, sizden ne bir teşekkür ve ne de bir karşılık beklemiyoruz’ derler.” (Dehr/İnsan, 76:5-8)
(18) “İyilikleri Allah’tan, kötülükleri nefsinden bil” (Nisa, 4:79)
(19) Tövbe, 9:119
(20) “şükrederseniz artırırım” (İbrahim, 14:7)
(21) “Âlemlerin Rabbi olan Allah’a hamdolsun!” (Fatiha, 1:1)
(22) “Şükrederseniz artırırım” (İbrahim, 14:7)
(23) “Rabbimiz bize dünyada iyilik ver, âhirette iyilik ver ve bizi cehennem azabından koru!” (Bakara, 2:201)
Yilmaz Yalcın, Işık durakları albümüne yeni bir fotoğraf ekledi.
4 Mayıs 2014
Bursa ’nın Ayasofyası 20 kubbeli Ulu cami
Türk İslam dünyasının en eski camilerinden birisi olan Ulu Camiyi Evliya Çelebi Bursa’nın Ayasofya’sı olarak nitelendirmiş. Bursa’nın en önemli tarihi yapısı olan bu görkemli cami şehir merkezinde, Atatürk Caddesi üzerinde bulunuyor. 20 kubbesiyle çok ayaklı cami şemasının en klasik ve anıtsal örneği.
Rivayete göre Osmanlı Devleti ’nin dördüncü hükümdarı Yıldırım Bayezid, Niğbolu Zaferi öncesinde savaşı kazanmak için Allah’a yalvarmış ve 20 cami yaptırmayı adamıştı. Cami, zaferden elde edilen ganimet ile yapılacaktı. Ancak, zaferden sonra damadı Emir Sultan’ın önerisi ile 20 cami yerine 20 kubbeli tek bir zaviye yaptırmaya karar verdi. Böylece bu ulu yapı, mimar Ali Neccar tarafından 1396-1399 yılları arasında yapıldı. Minberin giriş kapısının üzerindeki kitabede altın yaldızla Osmanlıca olarak, “Yıldırım Beyazıt Han tarafından hicri 804 (miladı 1399) yılında yaptırılmıştır” ibaresi yer alıyor.
Ulu Cami, her biri dörder kubbeli 5 bölümden oluşuyor. Sekizgen kasnaklara oturan kubbeler mihrap duvarına dik beş sıra halinde dizilmiş. Hemen hemen eşit büyüklükteki 20 kubbesinin ortasındaki kubbe ise önceleri açık olarak yapılmış. Telle örtülü bu orta kubbeden giren yağmur damlaları 18 köşeli bir şadırvan havuzda toplanır, ışık ise camiyi aydınlatırmış. Günümüzde havuzlu şadırvan yine bu ulu mabede özellik katıyor. Kubbe de camekanla kaplı ve aydınlatma işlevi devam ediyor.
Bursa Ulu camii denilince halk arasında Somuncu Baba diye bilinen Şeyh Hamid-i Veliyi ve Emir Sultan Hazretlerini anmamak olmaz. Somuncu Baba devrinin en önemli velilerinden biri. Çeşitli medreselerde ilim tahsil etmiş, Kayseri, Darende, Aksaray ve Bursa'da irşat vazifelerinde bulunmuş bir hak dostu. Müderrislik vazifesinden ayrılarak 14. yüzyılda Bursa'da yaşadığı mahalledeki fırınında ekmek pişirir “Somun ! müminler somun !” diye seslenerek halka dağıtırmış.
Türkistan’daki Buhara şehrinden yola çıkarak Mekke – Medine’yi dolaştıktan sonra 1389 yılında Bursa’ya yerleşen Muhammed Şemseddin de gösterdiği kerametlerle halkın sevgisini ve saygısını toplamış büyük bir veli. Yıldırım Bayezid’in kızı Hundi Hatun‘la evlenen Muhammed Şemseddin zamanla halk arasında Emir Sultan diye anılır olmuş. O, halkı din yoluna çağırırken Padişah’ı da bazı konularda uyarıyor, o’na yardımcı oluyormuş.
Bursa Ulucami'nin açılışında ilk hutbeyi okuma görevi Emir Sultan Hazretlerine teklif edilince, Emir Sultan “Zamanımızın kutbu aramızdayken bu vazifeyi kabul etmemiz münasip olmaz” demiş. Bursa halkının ve idarecilerin şaşkın bakışları arasında o zamana kadar küçük fırınında yaptığı lezzetli ekmekleriyle tanınan Somuncu Baba yerinden kalkmış, Ulucami'nin ceviz minberine yönelmiş. Emir Sultan Hazretlerinin önünden geçerken de kendi ifadesiyle “Hay Emir, bizi fâş (ifşa) ettin” demiş.
Hutbede Fatiha Sûresini yedi kez tefsir eden Somuncu Baba namaz çıkışında insanların yoğun ilgisine uğramış. Hatta aynı anda camiin üç kapısından da çıktığı, cemaatin hepsinin bizler de elini öptük diyerek bu yüce velînin kerametini dile getirdikleri söylenir. Ancak, manevi mertebesini ve ilmî derinliğini halkın o ana kadar bilmediği Somuncu Baba sırrı açığa çıkınca şöhret tehlikesi sebebiyle müridlerinden Hacı Bayram'ı ve Ak Bedrettin'i alarak şehirden ayrılmış.
İşte ilmi yetkinlikleri, hâl ve hareketleriyle dönemlerinde halkın sevgi ve saygısını kazanan Emir Sultan Hazretleri ve Somuncu Baba'nın Ulu camide parlayan ışığı asırlar sonra bile gönüllerimizi aydınlatıyor.
Yilmaz Yalcın, Çocuk albümüne yeni bir fotoğraf ekledi.
04 Mayıs 2020 Pazartesi 16:30 CORONA GÜNLERİ.............................Neler olacak?

Bugün 'coronadan sonra' ya odaklanmak istedim. Bundan elli yıl önce, dünyanın en önde gelen fütüristlerinden Alvin ve Heidi Toffler, hayatın giderek artan hızını ele aldıkları "Future Shock" (Gelecek Şoku) adlı bir kitap yayımlamışlar. Tofflerlar bu kitapta; "giderek artan bu hızla birçok insanın başa çıkamayacağını ve bu yüzden toplumsal ve bireysel bir şok yaşayacaklarını" savunmuş. Toffler Associates CEO'su Bothwell ise; "söz konusu şoku nasıl atlatacağımızın, adaptasyon yeteneğimize bağlı olduğunu ve yaşananları hafif karşılamaya çalışmanın yeterli olmayacağını" söylemiş. Daha da ilginci; "corona öncesi ve sonrası toplumun asla aynı olmayacağı ve o toplumu oluşturan birey, aile, kavim, hükümet ve şirketlerin birbirlerinden çok farklı olacağı" nı ileri sürmüş olması.
Bothwell, "Tüm bu oluşumlar yeniliklere farklı hızlarda adapte olabilir ve senkronizasyon eksikliği uyuşmazlıklara yol açmaya devam eder" diyor. Bu da toplumları gelecekte 'şok' hissine kadar götürür demek. Bothwell ayrıca; "bugün yaşanan değişimlerin ne kadarının kalıcı olduğunu ve ne kadarının geçmişteki haline geri döneceğini bilmenin imkansıza yakın olduğunu" söylerken bir yandan da "yalnızca üç haftadır karantinada olmamıza rağmen değişikliklere uyum sağlamayı başardığımızı" da hatırlatıyor.
Anlaşılan bu kriz sonrasında kendimizi 'yeni bir normal' içinde bulacağız. Ancak belki bu bazılarının öngördüğü üzere devasa bir boyutta olmayabilir. Ancak görünen şey şu: "insanlar ortaya çıkacak farklılıklara hazırlıklı olmalı!"
Meselâ, Corona virüs krizinde öğrendiğimiz şeylerden birisi de evden çalışmak oldu. İşe gitmeyip evden çalışmak ingilizce tabiriyle "home office" yapmak oluyor. Gelişen iletişim araçları, internet ve bilgisayar üzerinden artık bulunduğumuz noktadan mesai verilebiliyor. Diğerleriyle birlikte çalışılabiliyor. Bilim-kurgunun sosyokültürel ve teknolojik etkisi üzerine çalışan Isabella Hermann; bazı kuruluşların çalışanlarını evden çalışmak zorunda olmaktan "korumaya" çalışabileceğini söylüyor. Bunun altında yatan kafa yapısı ise çok ilginç. "İşiniz hayatınızın bir parçası veya yapmaktan hoşlandığınız bir şey değildir. Aksine her gün sekiz saat yapmak zorunda olduğunuz bir şeydir!" Bu görüşe göre hayat ancak bu noktadan sonra başlıyormuş. Ancak Hermann, bu kuruluşların bile yeni teknolojilere uyum sağlamak zorunda kalacağını öngörüyor.
Diyelim ki kucakta bilgisayarlar, elde akıllı telefonlar ve internetle evde çalışma işi halledildi. Peki ya şimdi boş kalan ofis alanı temizlenmeyecek mi? Yaşamını o alanı temizleyerek kazanan düşük ücretli işçileri ne yapacağız? İşten mi çıkarılmalılar? Bu işten kim daha fazla yararlanacak? Her gün işle ev arasında saatler harcayan memur ve işçiler mi yoksa omuzlarındaki aşırı yükten kurtulan işverenlerimiz mi? Meselâ eğer WiFi bozulmuşsa çalışılamayacak mı? Ya da tam da eş ve çocuklarımızla yemek yemeyi umarken, o saatte çalışmak zorunda mı kalınacak?
Bu sorulara karşılık Connecticut Üniversitesi'nde Yapay Zeka, Zihin ve Toplum Grubu'nun direktörü olan Susan Schneider, "Pandeminin, online çalışabilmemizin mümkün olması için gerekli olan altyapının geliştirilme sürecini hızlandıracağını düşünüyorum" demiş. Yani salgın dijitalleşmeyi hızlandıracak. Hızlı ağlar bugün, 5G teknolojisi sayesinde mümkün. Peki ama teknoloji her şeyin çözümü mü?
Bu salgın vesilesiyle toplantıların, zirvelerin video konferans yöntemiyle yapıldığına şahit olduk. Şu anda kullanımı rahat ve kolay iletişim sağlıyor. İş ve siyaset insanlarının bir araya gelmeden de konuşmalarını sağlıyor. Ancak, insanlar arası iletişim sadece görüntülü konuşmaktan ibaret değil ki. İnsanlar aynı atmosferi hissetmeden, vücut dillerini kullanamadan nasıl tam olarak "konuşmuş" olacaklar? Tüm seslerin normal geldiği, gerektiğinde mikrofonların açılıp kapatılıdığı, endişeli ve kızgın el jestleri göremediğiniz bir toplantı; dokunduğunuz, hissettiğiniz ve gördüğünüz bir ortamın yerini alabilir mi?
Bu yüzden Susan Schneider, iletişimin insani boyutunu kaybedebileceğimiz endişesine sahip. "Pandemi sonrası dünyada şirketlerin insan emeğini daha az kullanması ve insan işçilerin yerini otomasyon ve yapay zekanın almasından korkuyorum" diyor. Yaygın teknolojik işsizlik bu salgından sonra çok daha erken mi gerçekleşecek acaba? Önde gelen kriptograflardan David Chaum; "koronavirüs ivme kazandıkça, enfeksiyon korkusunun "insani" etkileşimleri sınırlandırdığına ve bu şekilde bizleri elektronik iletişim sistemlerini daha sık kullanmaya ittiğine" vurgu yapmış. Bothwell ise; "Hiçbir toplum değişimden kaçamaz" diye ısrar ediyor. Bothwell, nasıl değişeceğimiz birey ve gruplar olarak kendimizi nasıl gördüğümüze bağlıymış. Ama "Eski usuller" dediği bildiğimiz şeylere dönmemiz de elbette mümkünmüş.
Foresight Canada'nın Genel Müdürü Ruben Nelson, insanların "daha az hürmetkar, benmerkezci ve nefsine düşkün" hale geldiği görüşünde. Ona göre bu özellikler kısa vadeli kâr odaklı kurumsal dünya tarafından pekiştiriliyormuş. Daha da ileri giderek şunları söylüyor: "Bu şirketler bunu trilyon dolarlık reklam endüstrisi ve ekonomik büyümeyi fetişleştirmiş suç ortağı hükümetlerin desteğiyle yapıyorlar!" Değişim meselesine ilgi duyan Nelson, yaşadığımız dönemin "insanlık tarihine kazınacağı" görüşünde. Bu süreçten "beklenmedik" bir fayda görmemizin de mümkün olabileceğini belirtiyor. Nelson, "Bazılarımız, bilgi ve örgütlenmenin bazı dominant yollarının yaşamla ve karmaşık insani ve gayri insani sistemlerle başa çıkamadığının farkına varabilir" diyor. Bu durum bizleri, kültürlerimizin kavramsal temellerini güncellemeye götürebilirmiş.
Peki ya sıfırdan başlamak mümkün mü? Şu anda dünkü alışveriş alışkanlıklarımızı bile özlerken, kültürlerin tamamını değiştirmek nasıl mümkün olacak? Isabella Hermann bu konuda; "İklim aktivistlerinin umduğu üzere tüketim alışkanlıklarımızda köklü bir değişim olacağını düşünmüyorum" diyor. Bu ancak mevcut 'sistem' değiştiği takdirde mümkün olabilir kanısında. Oysa corona günlerinde şu an herkesin yaptığı şey; o sistemi bedeli her ne olursa olsun ayakta tutmaya çalışmak. Hermann'a göre; "Hiçbir şey, geleceği öngörmekten daha zor değil. Her türlü trend ve veriyi analiz edip türlü türlü senaryolar inşa edebilirsiniz ancak gelecek çizgisel değil" diye konuşuyor.
Yani tehdit, belirsizlik ve karmaşa devam etmekte.
---------------------
Bugün de biraz ortada dönen corona teorilerinden bahsetmek istiyorum. 2019 Aralık ayına kadar hiçbirimiz corona virüs nedir ya da COVID-19 nedir bilmiyorduk. Bir yanda tüm dünyaya yayılmış bir salgın, 3 milyondan 4 milyona giden vaka sayısı ve neredeyse 500 bin olacak bir ölüm listesi. Diğer yanda corona virüs ile ilgili bir sürü akla ziyan komplo teorisi. Bunların arasında corona virüsün Çin, ABD ve Kanada tarafından üretildiğinden tutun da, bir laboratuvarda oluşturulduğundan, uzaylıların bu salgını yaydığından hatta işin içinde Bill Gates'in parmağı olduğuna kadar pek çok şey var. Tabi ki hepsi birden gerçek olamaz, ama peki ya birisi gerçekse? Dikkat ediniz, sadece virüsten korkmuyoruz, böyle paranoyak vehimlerle de kuşatılmış durumdayız.
Meselâ, 'Corona virüs Wuhan'daki laboratuvardan mı çıktı?' Bu soru ABD tarafından sık sık çıkışlarla gündemde tutuluyor. ABD Başkanı Trump, en başından beri virüs ile ilgili "Çin virüsü" gibi tanımlamalarla virüsün Çin yapımı olduğu algısı yaratmaya çalıştı. Başkan Trump da Dışişleri bakanı Pompeo da "sorumlu olanlardan hesap soracağız" ifadesini kullanıyorlar. Geçtiğimiz günlerde ABD İç Güvenlik Bakanlığı Çin yönetiminin, Wuhan'da ortaya çıkan yeni tip corona virüs (covid-19) salgınını ve bulaşıcılık derecesini tıbbi stok yapabilmek için kasten sakladığını ileri sürdü. ABD Dışişleri Bakanı Mike Pompeo da dün yeni tip corona virüs (covid-19) virüsünün Çin'in Wuhan kentinde bulunan laboratuvardan çıktığını yineledi. Pompeo: "İstihbarat kuruluşları bu konuda çalışmalarına devam etmelidir ancak size bunun (Kovid-19) Wuhan'daki laboratuvardan çıktığına dair çok sayıda delil olduğunu söyleyebilirim" dedi. İddiaya göre Çin yönetimi uluslararası ajanslarda çalışan gazetecileri ülkeden atıp, uyarılarda bulunan Çinli doktorları susturmak suretiyle Wuhan'da ortaya çıkan virüsün gizli kalması için uğraşıyormuş. Öyle görünüyor ki corona günleri dünyada yeni bir iddialaşmanın fitilini de ateşlemiş durumda.
Çünkü mukabil bir iddia korona virüsün ilk kaynağının ABD hükümeti olduğu ve bilerek dünyaya yayıldığı şeklinde. Japon ve Tayvanlı epidemiyoloji ve farmakoloji uzmanları yeni korona virüsün de orijin olarak ABD'de üretildiğini iddia ediyorlarmış. Komplolara göre, virüs başka bir ülkede üretilmiş ve Çin'e getirilmiş. Bu virüsün orijinali ABD Maryland'daki Fort Detrick askeri biyo-savaş laboratuvarında imiş. Bu iddiayı ilk olarak, Rus haber ağı Channel One canlı bir haber yayını sırasında ortaya atmış. Yayındaki spiker, ABD hükümetinin Çin ekonomisini yok etmek için virüsü bilerek yaydığını söylemiş. Spiker, bu iddiasını 'korona' kelimesinin bazı dillerde taç anlamına geldiğine dayandırmış. Meğerse ABD Başkanı Donald Trump 1996 yılında üç güzellik yarışma organizasyonu satın almış ve kazananlara taçlarını kendi elleriyle takmış mış. Rus spikere göre bu yüzden virüse korona adı verilmiş miş.
Corona virüsü Çin mi yoksa Amerika mı yaptı? Komplo teorileri akıl alır gibi değil! Bir başka iddia Dünya Ekonomik Forumu ile "Bill ve Melinda Gates Vakfı" ile ilgili. Bunlar Çin'in Wuhan şehrinde korona virüs çıkmadan iki ay önce, Johns Hopkins Üniversitesi'nde "Event 201" adlı ortak bir tatbikat yapmışlar. Bu bilgisayar simülasyonunda kurulan senaryo, alınacak tedbirler üzerineymiş ama virüsün adı oldukça ilginç; 'CAPS yani Corona virus Akciğer Sendromu'. Buna göre, Brezilya'da bir domuz çiftliğinden yola çıkan koronavirüs önce havayolu ile Portekiz'e, sonra ABD ve Çin'e ulaşıyor. Gene senaryoya göre "18 hafta içinde 65 milyon insan ölecek sonra belli bir hızda devam edecek ve küresel nüfusun yüzde 80-90'ı öldüğünde etkili bir ilaç bulunabilecek". Son derece ürkünç bir senaryoymuş değil mi?
Özellikle de Baltimore'da yapılan bu bilgisayar simülasyonundan iki hafta sonra Wuhan'da ilk COVID-19'un görüldüğü hatırlanırsa.
Bu komploya en önemli malzeme de bizzat Bill Gates'in kendi konuşmaları olmuş. Zira Bill Gates, 18 Ekim 2015'te Vancouver'da yaptığı konuşmada, Batı Afrika'da ortaya çıkan Ebola'nın 10 binden fazla kişinin canını aldığını, bir sonrakinin daha kötü olacağını hatta 10 milyon kişiyi öldürebileceğini söylemiş. 2019'un Ekim ayında Bill & Melinda Gates Vakfı, Dünya Ekonomik Forumu ve John Hopkins Sağlık Güvenliği Merkezi ile iş birliği yaparak bir salgınla nasıl mücadele edilebileceğine dair çalışmalar yürütmüşler. Ancak söz konusu çalışmadan yalnızca 2 ay sonra koronavirüs salgınının ortaya çıkması, komplo teorisyenlerinin Bill Gates'i hedef göstermesine neden olmuş durumda.
Bazı insanlar da, yukarıda "bahsettiğimiz 3 farklı kuruluşun koronavirüsü başından beri planladığını söylüyorlar" iyi mi? Tepkilerin büyümesinden sonra bir açıklama yapman zorunda kalan John Hopkins Sağlık Güvenliği Merkezi, koronavirüsle bir bağlantılarının olmadığını açıklamış. Komplo teorisyenleri, ayrıca Bill & Melinda Gates Vakfı'nın daha önce bir koronavirüs aşısı patenti alan İngiltere merkezli Pirbright Institute şirketine de fon sağladığını söylüyorlar. Bunlara göre Gates vakfı, geliştirdikleri aşıyı satabilmek için virüsü bilerek yaymış! Konuyla ilgili açıklama yapmak zorunda kalan Pirbright Institute, yalnızca kuşları etkileyen koronavirüsler hakkında aşı geliştirdiklerini ve Çin'de ortaya çıkan koronavirüsle ilgili daha önce bir çalışmalarının olmadığını belirtmiş.
Birçok ünlü ismin desteklediği bir komplo teorisi 5G hatlarının corona virüsüne sebep olduğu ile ilgili: "Virüs 5G internet bağlantısından yayılıyor?" Vuhan kenti aynı zamanda 5G'nin kullanılmaya başlandığı ilk Çin şehirlerinden bir tanesiydi. Bu yüzden bazı komplo teorisyenleri, korona virüsün 5G internet tarafından salınan radyasyon dalgalarından kaynaklandığına inanıyor. Aralarında Hollywood yıldızı Woody Harrelson da dahil olmak üzere birçok insanın “mantıklı” bulduğu iddiaya göre 5G hatları corona virüsünün sebebi ve bu hastalığı yayan en önemli unsur.
Komplo teorileri bununla da kalmıyor ve bazıları akıl alır gibi değil! Galiba Rockefeller ve Rothschılds ailesi de bu koronavirüs işinin içinde. Bir komploya göre Dünya Sağlık Örgütü'nün de (WHO) içinde bulunduğu küresel karar vericiler Bill Gates, Aşı Geliştiren Eczacılar Birliği (GAVI), Rockefellers, Rothschilds ve diğerleri, yıllardır on yılda on milyon insanı öldürecek bir virüsün duyurusunu sözde insanlığı uyarmak adına yıllardır yapıyormuş. Tüm amaç insan nüfusunu azaltmakmış! WHO'nun kararından sonra diğer adıma geçilecek, polis ve/veya asker gözetiminde aşı üretimi için baskı yapılacak, bunu reddedenler cezalandırılacakmış. Bu zorlama aşı, büyük bir ilaç oyunun aracı imiş. Kaldı ki bu aşı belki gelecek nesilleri de vuracak, beyinlere zarar verecek, kadınların doğurganlığını önleyecek ve dünya nüfusunu azaltacakmış. Bir yandan da gelsin paralar.
Komploculara göre belki birkaç yılda daha bu virüsün nerden geldiğini bilemeyeceğiz ama bu virüsü üretebilecek seviyede teknolojiye sahip biyo-savaş laboratuvarları sadece ABD, İngiltere, İsrail, Kanada ve Avustralya'da var.Bu komploda karşımızda farklı ülkelerdeki laboratuvarlar var. Kanada-Winnipeg'deki Mikrobiyoloji Laboratuvarı. Bu laboratuvarda çalışan Çinli ajanların geçen yıl koronavirüs örneğini gizli bir şekilde kaçırdığı basına yansımış. Virüsün adresi yaygın hastalığın faili Wuhan'daki BSL-4 laboratuvarı. Virüs önce 4 Mayıs 2013'te ve hayvan türleri üzerinde etkisi üzerinde çalışmak için Hollanda'daki laboratuvardan Kanada'ya getirilmiş. Winnipeg'deki laboratuvar, koronavirüsün çeşitli tiplerini tanımlamış. İddiaya göre Mart 2019'da Kanada'dan Çin'e biyo-terör vasıtası olabilecek virüsün gittiğinin anlaşılması üzerine başlarında bayan Xiangguo Qiu'nun olduğu Çin ekibi laboratuvardan uzaklaştırılmış.
Başka bir laboratuvar da Wuhan Enstitüsü. Daha önce de koronavirüs, SARS, HN51 grip virüsü, Rusların geliştirdiği antharax gibi biyolojik taşıyıcılar üzerinde çalışmış. Çin'in böyle bir biyolojik saldırı geçmişi yok. Genetik çalışmalar Çin'de çıkan COVID-19'un korona virüsün C Grubu'na ait olduğunu gösterdi. C Grubu ise aile olarak sadece ABD'de bulunuyor. Ancak ABD'de meydana gelen son casusluk olayları Çin'in uzun süredir bu işlerle alakalı olduğuna delil sayılıyor. Nitekim Ocak ayında Harvard Üniversitesi Kimya ve Kimyasal Biyoloji Başkanı Charles Lieber, Savunma Bakanlığı'na Çin hükümeti ile bağları ve yabancı bilim insanı ve araştırmacılar ile ilgili yalan söylemekten tutuklanmış. Bu arada Lieber'in Wuhan'daki araştırma laboratuvarı ile bol paralı bir sözleşme yaptığı da ortaya çıkmış. Lieber, 2012-2017 yılları arasında Çinlilerden ayda 50 bin dolar ayrıca yaşam ve şahsi giderleri için de yıllık 150 bin dolar almış. Belgelere göre Wuhan'daki laboratuvarın kurulmasına katkılarından dolayı kendisine 1,5 milyon dolar ödül verilmiş. İşin daha ilginç yanı Lieber'in aynı zamanda ABD Savunma Bakanlığı'nın altı araştırma hibe yardımını teftiş eden kişi olması. Yaklaşık 10 milyon dolarlık bir hibeden sorumlu kişi yani.
Bu arada bir başka ilginç bağlantı, Wuhan'daki biyo-güvenlik laboratuvarını (BSL-4) ABD'den Pitbright Enstitüsü destekliyormuş. Bu enstitüye yardım yapan adresler ise Gates Vakfı, WHO ve Avrupa Komisyonu. BSL-4 en yüksek biyo-tehlike seviyesinde yani en tehlikeli patojenler ile çalışma standardına sahip. Ve koronavirüsün çıktığı yere uzaklığı yaklaşık sadece 32 km. Gerçekten ilginç bağlantılar. Bazı komplo teorisyenleri ciddi ciddi Çin'in biyolojik silah programının bir parçası olarak koronavirüsü ürettiğine ve daha sonra bu virüsün laboratuvardan sızarak salgına neden olduğuna inanıyor. Sızma gerçekleşen bu laboratuvar aynı Ulusal Biyogüvenlik Laboratuvarı imiş. Çin'in gizli biyolojik silah programının bir parçası olduğu ve Vuhan Viroloji Enstitüsü'nden dışarı sızarak yayıldığı iddiasını destekleyenler Washington Times'ın sıkça paylaşılan iki makalesine atıfta bulunuyorlar. Her ne hikmetse bu iki makalede de eski bir İsrailli istihbaratçının ifadeleri yer alıyormuş.
Çin Halk Cumhuriyeti başkanı Xi Jinping; salgının başlamasından hemen sonra yaptığı açıklamada, Ulusal Biyogüvenlik Laboratuvarı'nın güvenliğinin ulusal bir sorun olduğunu açıklamıştı. Ayrıca bir gün sonra Çin Bilim ve Teknoloji Bakanlığı, laboratuvarların virüs sızmasına karşı nasıl güvenli hale getirilebileceğine dair çeşitli talimatlar yayınlamıştı.
Corona virüsü Çin mi yoksa Amerika mı yaptı? Komplo teorileri akıl alır gibi değil! Bazı teorisyenler korona virüsün bir göktaşı patlaması nedeniyle uzaydan dünyaya indiğini bile savunuyorlar. Ancak bilim insanları, Ekim ayında dünyaya doğru gelen gök taşının yere inmeden yanıp parçalandığı için bunun mümkün olamayacağını söylemiş durumda. Kaldı ki gök taşının inişi sırasında oluşan dev sıcaklıklar nedeniyle virüsün canlı kalamayacağı, kalsa bile yere şiddetli çarpma esnasında hepsinin öleceği açıkça ortada.
Çin'in Wuhan kentinde bir canlı hayvan pazarında ortaya çıkan ve çok kısa bir süre içerisinde dünya haritasında hızla yayılan korona virüs ile ilgili şimdilerde dünyanın dört bir yanından son dakika haberleri geliyor. Dünyada vaka sayısı 3 milyonu aştı. Ölenlerin sayısı yarım milyona doğru gidiyor. Kovid-19 ne yazık ki Mart 2020'da Türkiye'ye de sıçradı. Bizde de vaka sayısı 125 bin, vefat sayısı da 3 bin beşyüz civarında. 3-4 ay öncesine kadar ne olduğunu bilmediğimiz bir korona virüs hem Türkiye'de hem dünyada can almaya devam ediyor. Hastaların tedavisi ve aşı bulma konusunda bilim insanları olağanüstüı bir gayret içinde. Ama işte görüyorsunuz, tam da "kasap et derdinde, koyun can derdinde" misali bir kazan var ortada: adı da 'koronavirüs teorileri'.