Gönül bağımızın medcezirleri
İçinde bulunduğumuz Samanyolu galaksisinde, dört yüz milyar, belki de daha fazla Güneş bulunduğunu biliyor muydunuz ? Bizim Güneşimiz ve etrafındakiler bunlardan sadece bir tanesi.
Küçük arkadaşı ay ise dünyanın yalnızca sekizde biri. Bize yaklaşık 384.000 km. uzaklıkta. Onun çevremizde döndüğünü sanıyoruz. Ancak aslında o da dünya ile birlikte, güneş sisteminin çekim merkezinde dönüyor.
Bu arada Med-Cezir veya gelgit adıyla bilinen tabiat olayları meydana geliyor. Yaklaşması veya uzaklaşmasına bağlı olarak, konumunda meydana gelen değişiklere göre. İngiliz bilgini Isaac Newton bu işe daha farklı bir açıklama getirmiş. Demiş ki “gelgitin aslı, güneş, ay ve diğer tüm gökcisimlerinin çekim gücünden kaynaklanır. Bir gökcismi ne kadar büyük ve Dünyaya ne kadar yakınsa, çekim gücü de o kadar güçlü olur.”
Dünya gibi biz insanlar da o çekim gücüne tabiyiz. Acaba yaşadığımız fiziksel ve duygusal gel-gitlerin sebebi dünya için küçük ama bizler için büyük şu olağanüstü çekim olabilir mi ? Denizleri, okyanusları kabartıp indiren medcezirler acaba bizim duygularımızı, sevinçlerimizi ve korkularımızı da tetikliyor olamaz mı ?
Evliliğimiz, çocuklarımız, mal mülk edinimlerimiz, makamlar, mevkiler bizim için hayatımızın dönüm noktaları. Sevgiyle, neşeyle ve umutla geçen zamanlar bırakıyoruz ardımızda. Heyecanla beklediğimiz, sonunda kavuştuğumuz, tadına doyamadığımız şeyler geçiyor başımızdan.
Eh bazen aile içi huzursuzluklar, maddi sorunlarla çalkalandığımız günler de yaşıyoruz tabi. Sevmediğimiz iş ya da yaşam değişiklikleri oluyor çizgimizde. Hiç hoşumuza gitmeyen ihanetler, tatsızlıklar görüyoruz bu süreçte. Hesapsız plansız aniden çıkıveren uzun yolculuklar, dönüşü meçhul ayrılıklar dengemizi bozuyor. Hiç beklemediğimiz bir anda bir sevdiğimizin öldüğünü öğreniveriyoruz mesela. Ya da başımıza gelen bir trafik kazası…
Birdenbire gözümüzün önünde herşey adeta lime lime, paramparça oluyor. Hayatımızın önceki dönemi kapanıyor, sonrasının perdesi açılıyor, hem de bambaşka bir şekilde. Elbette bunlar düşündürücü şeyler ki, ucu kaza ve kadere kadar uzanıyor.
Ama insanlarda gerçekten bazen nedensiz, ani ve sık duygu değişiklikleri de oluyor. Bir sabah kalkıyoruz; bedenimiz sanki daha bir güçlü, zekamız sanki daha bir canlı. Günümüz, saatlerimiz keyifli. Sanki gönül dünyamız, işimiz, talihimiz dönüvermiş. Dersimiz, sınavımız hatta sağlığımız yoluna girmiş. Yaşasın diye havaya fırlamak geçiyor içimizden.
Sezgilerimiz artmış, içimizde hükmedilmesi zor bilinçaltı dünyası bile kabarmış. Hatta durduk yere uyuyan kin ve nefretlerimiz bile harekete geçmiş.
Sonra nasıl oluyor bilmem ikindi vakti kendimizi birdenbire karanlık kuyularda buluveriyoruz. İyi zannettiğimiz bütün o haller tepetaklak olmuş, bir bardak suda kopan fırtınalarla boğulmak üzereyiz. Vücudumuza bir gevşeme, tembellik ve miskinlik çökmüş. Kurtulamıyoruz ağırlığından. Verimliliğimiz düşmüş, damarlarımızda kan bile azalmış sanki. İki kere iki kaç eder deseler bakakalacak haldeyiz.
Kendimizi çok mutlu hissederken birdenbire tüm duygularımız, davranışlarımız nasıl oluyor da birlikte dibe vuruveriyor ? Zekamız işlemiyor, aklımız tutuklu kalıyor ?
Elbette bu yaşadıklarımız kendimizi ve çevremizi algılamamızı da etkiliyor. Halimiz davranışlarımıza yansıyor, elimiz ayağımız dolaşıyor. Evimizi, işimizi karıştırıyor. Sürüp giden düzgün hayatlarımızda silinmeyen izler, çatlaklar oluşuyor.
Zaten bir barometre gibi biteviye alçalıp yükselen bir gönlümüz var. Onca hassaslığına rağmen de bozulmuyor maşallah. O hem tatlı esintilere kapılmış, hülyalara dalmışken fırtınalarla alobora olan gönül hallerimizi saklıyor. Hem de birbirinden merdane, sevgilerimizi, hayal kırıklıklarımızı taşıyor içinde.
Nedir bu duygularımızdaki iniş çıkışlar ? Bunların medcezirle alakası var mı ? Ya gel-git oluşumlarındaki “Med” kelimesinin kuvvetli, “Cezir” kelimesinin ise zayıf anlamındaki düşündürücü hal ?
Acılarımız mı bizi olgunlaştırıyor, yaşadığımız güzellikler mi ? Biri olmadan diğerinin tadı tuzu olur muydu, anlayabilir miydik hayatı acaba ? Peki o hayat hep sevgi dolu ve güzel geçseydi –belki de öyledir- acaba mutlu olur muyduk ?
Ay tutulmasının, daha ziyade duygular üzerinde ve işlerin yavaşlaması yönünde etkili olduğu iddia edilmiş.Hatta yüzyıllar boyu bu işi burçlara bağlayanlar, olanları o burçtan kimseler üzerindeki etkilere bağlayanlar olmuş.
Dolunayda enerji potansiyelinin en yüksek seviyeye ulaştığı düşünülmüş. Ayın bu güçlü çekim kuvvetinin insan vücudunda sıvısal, duygusal, fiziksel artışlara ve dolayısıyla farklı değişikliklere sebep olduğu ileri sürülmüş. Bu görüşe göre kavgalar, cinayetler, dargınlıklar ve intihar vakalarındaki artış bundan dolayı imiş.
Ayın değişik devrelerinin, sadece insanların değil; dünya üzerinde bulunan hayvan, bitki, maden ve sıvılar üzerinde de etkili olduğuna inanılmış. Bu yüzden pekçok denizci, balıkcı, avcı, çiftçi ve üretici işlerinde ay’ın devrelerine göre hareket etmeye dikkat etmişler.
Güneş, ay ve diğer gök cisimlerinin kütlesel çekim kuvvetlerinin tabiatta değişikliklere neden olduğu bir hakikat. Bu nedenle insan üzerinde de geçici bazı etkiler yapmasında şaşılacak bir şey yok. Neticede, insan da bu tabiatın bir parçası...Ama pusulayı şaşırmamak, doğru okumak gerek.
Bu düzeni kuran öyle yaratmış. İşte size gören göz, anlayan akıl, hisseden kalp için hikmet dolu muhteşem bir örnek daha.
Asıl soru şu: “Acaba bedenimiz mi belirliyor kişiliğimizi, yoksa göremediğimiz ruhumuz mu etkiliyor tüm bu inişli çıkışlı medcezir hallerini. Gönül bağımız var mı gerçeğe ? Öyleyse, bir sınavsa ömrümüz; tüm gelgitlere rağmen başarabilecek miyiz acaba kazanmayı ?"
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder