22 Kasım 2013 Cuma

087 29 Ekim 2013 Salı 23:30 ANKARA HASTALIKLARI.......................Karanlığa küfredeceğine bir mum da sen yak

Karanlığa küfredeceğine bir mum da sen yak 


Torpil, iltimas ya da kayırmacılık geçmişten gelen kötü bir alışkanlığımız. Kabul edelim ki en tepeden en aşağıya kadar da bütün toplum katmanlarında görülebiliyor. 

Kişi çevresinden, halk devletten, kurumlar birbirinden, politikacı hükümetten, hükümet vatandaştan...Herkes adımı karşısındakinden beklediği için de bir kısır döngü halinde sürüp gidiyor. Bu kadar önemli ve yaygın bir sorun olması, kırılması ve yok edilmesini de o ölçüde zorlaştırıyor tabi. 

Haksızlık yapmayalım, torpil arayışlarını tetikleyen bir çok faktör var. Mesela halk arasında “adamı olan dağlar aşar, olmayan düz yolda şaşar” gibi özdeyişler aslında toplumsal bir çaresizlik ifadesi. Bir anlamda sosyal yapımızın içten içe çürüdüğünü de gösteriyor. Deprem, yangın, sel gibi felaketler toplumda ağır fiziki tahribatlar yapıyor, doğru. Ama, psikolojik ve sosyal bazı travmalar da aslında toplumsal yapımızda öyle hasar bırakıyorlar. Fark şurada ki, maddi tahribatlar belki orta vadede onarılabiliyor, ancak, toplumsal çaresizlik gibi sorunların tedavisi o kadar kolay değil.

Örneğin, adam kayırma veya adamına göre mevzuat yorumları kanun önünde eşitlik ilkesinin göz ardı edilmesi demek. Yanlış yanlıştır. Fakat, aynısının talep edilmesi de “su-i misal emsal olmaz !" (yanlış örnek emsal teşkil etmez) denilerek geçiştirilemez. Yanlışsa niye yapıyorsun ? Kamu kurumlarının vatandaşına karşı hiç yanlış uygulama örneği olur mu ? Yaptığın yorum vatandaşın ya lehinde olur, ya da aleyhinde. Yok, hukuki bir metin; yerine, kişisine göre istendiği şekilde yorumlanabiliyorsa o zaman da eyvahlar olsun. Çünkü demek ki bir çıkar peşindesin, kastın var ve taammüden suçlusun !

Bir üst mevzuata aykırı olmakla birlikte, belli bir mevzuat hükmü vatandaşlardan herhangi biri lehinde farklı uygulandı ise diğerlerine de aynı şekilde uygulanması beklenir. Bu kanun önünde eşitlik ilkesinin tabii bir sonucudur. Aksini düşünmek kayırmacılığa ve yolsuzluğa zemin hazırlamak demektir. Çünkü, bu şekilde hukuk tutarlılığı olmayan, yuvarlak mevzuat metinleri, takdire dayalı hükümler, farklı uygulamalara yol açarlar. Bu da insanların adalete ve kanunlar önünde eşitliğe olan inancını örseler. Böylece toplumda doğal olarak torpil arayışları çoğalır. Sonuç; uzun vadede toplum yapısında zaafiyet ve çürümedir. 

Torpil hastalığı için en uygun mekânlar, kurumsallaşmanın olmadığı yapılardır. Zira, kurumsallaşmış yapılarda görev tanımları, süreçler, risk alanları, kontrol işlevleri, liyakat, kariyer ve terfi sistemleri uygulanabilir şekilde düzenlenmiştir. Kişiler değişir, ancak uygulamalar değişmez. Değişiklik, kurumsal vizyon veya misyonun yenilenmesi halinde söz konusu olur. Kurumsallaşmış bir yapıda “Ben ne dersem o olur” olmaz. "Biz" anlayışı hakimdir ve ortak doğrulara yönelik diyalog kültürü gelişmiştir.

Torpil sadece bir "Ankara hastalığı" değildir. Görmezden gelinecek, küçümsenecek, ötelenebilecek bir şey hiç değildir. Gerçekten önemli bir sosyal problemimizdir. Çöpleri halının altına süpürmeyelim. Ortadan kaldırılabilmesi için herkesin çaba göstermesi şarttır. 

Bunun için öncelikle mevzuatın takdire bağlı olmaktan çıkarılması, istisnasız bütün mütalaa, mukteza, karar ve görüşlerin bütünsellik ve hukuk tutarlılığı içinde olması gerekir. Ayrıca, varsa farklı uygulamaların; temel insan hakları, anayasal değerler ve genel kabul görmüş ahlak ilkeleri bakımından her defasında yeni baştan sorgulanması beklenir. 

İlaveten, kurumsallaşma ve açıklığın torpilin teknik zeminlerinin ortadan kaldırılmasında faydalı olacağı tavsiye edilmektedir. Çünkü, kurumsallaşmış bir yapıda kamu görevlileri her türlü korku, endişe, üstleri tarafından beğenilme, kolay terfi etme gibi saplantılardan arınmış olurlar. 

Uygulamaların kamuoyuna açık bir şekilde yapılması da kamusal denetimi mümkün kılar. Böylece standart uygulamalar, şeffaflık ve kamusal denetim toplumda yavaş yavaş adalete olan inancın pekişmesini sağlar. 

Ancak bütün bunlara rağmen, insan faktörü bu mücadelede en belirleyici unsurdur. Çünkü o, kayırmanın hem öznesi hem de zarar görenidir. O yüzden her kademedeki yöneticilerin samimi olarak bu uygulama ile mücadele etmesi, halkın da topyekün bananecilikten kurtulup bu kitlesel duyarlığa destek vermesi gerekir. 


Emin olunuz, ancak böyle sonuç alınabilir. Sadece şikayet etmekle olmaz, "Karanlığa Küfredeceğine Bir Mum da Sen Yak" diyorum.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder