İyileşmeyi, iyi olmayı istemek
Keşke bu hastalıkların da doktoru olabilse. İnsan hayatının büyük bir bölümü çalışmakla geçiyor ve işimiz nedeniyle birçok meslek hastalığıyla karşı karşıyayız. Ortamdaki kimyasallar, ürün yapısındaki zehirli metaller, iş stresi, omuz kireçlenmesi, bel fıtığı ya da hastanelerde üreyen bakteriler vs. çalışanları olumsuz etkiliyor. Doğru.
Ancak, bu hastalıklar doğrudan insana yönelik tıbbi rahatsızlıklar. Öte yandan çalışırken iç içe olduğumuz sorun yalnızca meslek hastalıkları değil. Onlar da önemli ama "iş hastalıkları" nın tıbbı, ilaç ya da ameliyat tedavisi yok.
Hatta bu hastalıklardan etkilenmek için bizzat o ortamda çalışıyor olmak da gerekmiyor. Bir şey satın alırken, tatil yaparken ya da vergi öderken de onlarla karşılaşıyoruz. Birimizin işi diğerinin yediği içtiği şey, ya da aldığı hizmet olabiliyor. Şayet bir iş ortamında hastalık varsa, üretilen ürün veya hizmetle birlikte dolaylı olarak bize de yansıyor olumsuzluk.
Mesela bürokrasi ya da kırtasiyecilik en çok bilinen bir iş hastalığı olarak; masa başında çalışanların uzun, dolambaçlı yolları tercih etmesi olarak tanımlanabilir. Ama bu hastalık daima bir nevi çalışanların/memurların devlet adına toplum üzerinde egemenlik kurma çabası olarak algılanmıştır. Bürokrasi hastalığının olumsuz semptomları; “verimsizlik, işlerin ağır yürümesi, kuralcılık, kırtasiyecilik, sorumluluktan kaçma, yönetimde gizlilik, yetki devretmekte isteksizlik ve otoriteye aşırı bağlılık” gibi olumsuz davranış ve işlemlerde ortaya çıkar.
Ömrümün hiç değilse otuz senesini yediğini düşündüğüm "Etkinlik, verimlilik" söylemleri de bu tür hastalıklardan biridir. Kanunlara girmiş, yönetmeliklere, genelgelere tekrar tekrar yazılmış , hakkında bol bol nutuk atılmıştır. İşte yıllardır onca yazılı emir ve eğitimlere rağmen bu ülkede, devlet işlerinin yerini getirilmesinden sorumlu bürokratların hiç de o kadar etkin ve verimli çalışmadığı hususunda adeta genel bir ittifak vardır.
İnsan bazen hasta olduğuna inanmaz, bu yüzden tedavi olmayı da düşünmez ya. İşte bu hastalıklar da böyle galiba. Tek fark, hastalığın tek tek insanlarda değil de tümüyle çalışılan kurum, kuruluş ve organizasyona sinmiş olmasıdır.
Kuşkusuz, etkili bir yönetim mekanizması kurabilmek için bu tür yönetim sorunlarını tanımlayabilmek ve çözüm stratejileri üretmek gerekir. Ancak, öncelikle bunu yapacak yöneticilerin hastalıklarını kabul etmeleri ve kurumsal çapta tedavi olmak istemeleri lazımdır.
İş ortamlarında; plansızlık, yönetsel yetersizlik, açıkça tanımlanmış görev paylaşımlarının yapılmaması, birimler ve bireyler arasında iletişim sorunu yaşanması, insan kaynaklarına gerekli önemin verilmemesi, ani ve acele karar alma, yüksek eleman kaybı, prosedür, yönetmelik, iş ve belge akışı gibi sistematik altyapının yetersizliği, eğitim ve geliştirmeden yoksunluk gibi pek çok hastalık kol gezmektedir.
Sorun sadece yönetsel bazlı problemlerden mi kaynaklanmaktadır ? Hayır. Dedikodu, çıkar ilişkileri, ayak oyunları, meslek taassubu, torpil, kayırma, gruplaşma, görünürde başka gerçekte başka olma/davranma, ahlaksızlık, geçimsizlik vb. gibi bir çok manevi hastalık ta insanlardan türeyerek iş ortamlarına musallat olan rahatsızlıklardır.
Elbette her çalışanın ne iş yaptığını bilmesi ve bilinmesi, görev tanımları ve organizasyon şemaları vazgeçilmezdir. Hiç şüphe yok ki yöneticilerin vizyonsuz, iş planı olmadan çalışması, esen rüzgara göre -kemiksiz- hareket etmesi kurumsal yapıda da kişiliksizleşmeye ve işin içinde kaybolmaya yol açar. Tabi ki, yetkin olmayan kişilerin öne çıkması etkin/etkili çözümler geliştirilebilmesine olumsuz yansır. İletişim sorunları kurum içi enformasyon kanallarının tıkanmasına ve işlerin sahipsiz kalmasına yol açar. Üst yönetimde geçimsizlik varsa, doğal olarak çalışanlar kimin sözünü dinleyeceklerine karar veremedikleri bir çıkmaz içine düşerler.
Ancak, dedik ya kurumlar da bazen insanlar gibi hasta olduklarını bilmezler. Yaşadıkları sorunların farkında olsalar bile, itiraf etmekten çekinirler. Kabul ettiklerini varsayalım, bu defa da kendinden menkul fikirleriyle sözde mücadele ederler. Oysa ki çözüm aslında basittir; bir bilene danışmak.Sonra da en üst yöneticisinden hizmetlisine kadar birlikte ve inanarak çözüme yürümek.
Çünkü, bütün bunlar hastalıksa, tedavisi de var. Ancak, bu hastalıklarla mücadele etmenin yolu tıp değil yönetim biliminden geçiyor. Doktorları da tabi ki yönetim bilimi uzmanları. Fakat, en önce iyileşmeyi ve iyi olmayı istemek gerekir !
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder