5 Mayıs 2018 Cumartesi

05 Mayıs 2018 Cumartesi 15:00 NE DÜŞÜNÜYORUM............................Su

Su

══════۩¥¥۩═════
Suya yazıyorum artık yüreğimdekileri.

Ne taşıyor, 

Nede haddini aşıyor…

                               İbrahim Tenekeci 
══════۩¥¥۩═════


Su; akıp giden zaman gibi, hayat gibi…

Biteviye akıp giden zamana benziyor. Hatta hayatın bizzat kendisine.

İçimi sağlık, seyretmesi zevk, sesi huzur kaynağı. Tabloları fotoğrafları bile hep güzel, zarif, çekici. 

Sanki bildiğimiz, özlediğimiz biryerleri andırıyor lakin, bilemiyoruz.

Cennet gibi... 

Çağlayan, coşan, durulan, nazlı nazlı süzülen, sonra yine köpürüp bentler yıkan, kayaları delen ele avuca gelmez bir tabiatı var.

İnsan gibi...

Hep hareket halinde, akan geri gelmiyor. Öyle sanıyorsunuz ama gördüğünüz şey biraz önce baktığınızın aynı değil. Biraz sonra avucunuza nasıl geleceği de meçhul.

Aynı ömür gibi...

Anasından buhar olarak yükseliyor gökyüzüne. Bulutlardan çözülüp rahmet olarak iniyor yer yüzüne. Süzülüp iniyor toprağın derinliklerine. Sonra da kaynaklardan, göz göz pınarlardan tekrar çıkıyor günyüzüne.

Doğum gibi...

Sonrasında kendi gibi daha onlarca kardeşini, eşini, çocuğunu da ekleyip yolculuğuna, denize doğru akıp gidiyor coşkuyla. 

Hasreti var sanki sevgiliye, ana kucağına, yaratıcısına. Kavuşuyor böylece deryasına. Sakinleşiyor, kaynaşıyor, kayboluyor okyanuslarda.


Ölüm gibi...


Ey damla damla yağarken bulutun yaşı olan su !

Göz göz olup kaynarken toprağın yaşı olan su. Çağıl çağıl akıp ta ırmağın yaşı olan su. Ard arda dalgalanıp sahilin yaşı olan su. Buhar olup denizin, gölün yaşı olan su.

Söyle…Nedir bu gürül gürül akışın, bir yakarış mı ? Taştan taşa sekip gelişin bir kaçış mı? Köpüren, bulanan, dönen girdapların hangi günahların için ? 

Kurtulmak mı dileğin bu dünyadan, nedir bu acele ? Yoksa dua mı ediyorsun anlat…Neye durmaksızın mırıldanıyorsun ?  Acep senin dilinde şırıl şırıl akmanın manası nedir ?

Su ! Sen insanın kader arkadaşı. Hayat kaynağı. İnan bana bu dünyada yalnız değilsin. O kadar benzer yanımız var ki. 

Şairin dediği gibi:

İnsan bu, su misali, kıvrım kıvrım akar ya; / Bir yanda akan benim, öbür yanda Sakarya.
Su iner yokuşlardan, hep basamak basamak; / Benimse alın yazım, yokuşlarda susamak.

İnsan da su misali, kıvrım kıvrım akar ömür yatağında. Dua etmekse yokuşlarda susadığında istemektir, yalvarmaktır. 

İnsan olduğu için ister yaratıcısından, verildiğinde de teşekkür etmek yine insanlığından gelir. 


Böylece bir kuru beden içine kilitlenmiş ruhlara, gönüllere bir damla su gibi hayat olur, can olur dua.

4 Mayıs 2018 Cuma

04 Mayıs 2018 Cuma 21:28 ÇOCUKÇA.......................................Fazla oyuncağımız yoktu

Fazla oyuncağımız yoktu

ddddddddddddddddddddddddddddddd ffffff
═════════۩¥   ¥۩═════════
Fazla oyuncağımız yoktu, / Olanı da kendimiz yapardık, / Ceviz dalından düdük, / Artık kumaşlardan bebek, Tahta parçasından araba yapardık, / Ne güzeldi çocuk olmak … 
Ne güzeldi çocuk olmak bir zamanlar …/Nurten Kederoğlu
═════════۩¥   ¥۩═════════

dddddddddddddddddddddddddddddddddd ffffff ffffffffffffffffffffffffffffffffffffffffffffdddddddddddddd ddddd ddddddddddddddd jjjjjjjjjjjjjjjjjjjjjjjjjjjjjjjj dddddddddddddddddddddddddddddddddd
dddddddddddddddddddddddddddddddddd

dddddddddddddddddddddddddddddddddd jjjjjjjjjjjjjjjjj
════════════۩¥   ¥۩═════════
Ah keşke yeniden çocuk olsam
Attığım şut huysuz Ahmet Efendinin camını kırsa
Sapanımdan fırlayan taş Fatma Teyze’nin bacağını acıtsa
Sınıftaki haftalık kontrollerde
O zamanlar utandığım yamalı çoraplarım
Ayaklarımı yeniden, yeniden ısıtsa
════════════۩¥   ¥۩═════════

jjjjjjjjjjjjjjjjjjjjjjjjjjjjjjjj dddddddddddddddddddddddddddddddddd tttttttttttttttttttttttt
jjjjjjjjjjjjjjjjjjjjjjjjjjjjjjjj dddddddddddddddddddddddddddddddddd gggggggggggggggggg
jjjjjjjjjjjjjjjjjjjjjjjjjjjjjjjj 

ddddddddddddddddddddddddd jjjjjjjjjjjjjjjjj
jjjjjjjjjjjjjjjjj jjjjjjjjjjjjjjjjj jjjjjjjjjjjjjjjjj ddd
════════════۩¥   ¥۩═════════
Ah keşke yeniden çocuk olsam / Öte mahalleden erik çaldım diye
Çekil lan karşımdan eşek herif!’ diye bağıran
Babamın o gür sesiyle yerin dibine batsam da
On beş gün harçlıksızlığımdan hicap duymasam
Parasızlıktan oflanmasam.
════════════۩¥   ¥۩═════════
dddddddddddddddddddddddddddddddddd ffffff ffffffffffffffffffffffffffffffffffffffffffffdddddddddddddd ddddd ddddddddddddddd jjjjjjjjjjjjjjjjjjjjjjjjjjjjjjjj

jjjjjjjjjjjjjjjjjjjjjjjjjjjjjjjj dddddddddddddddddddddddddddddddddd tttttttttttttttttttttttt
jjjjjjjjjjjjjjjjjjjjjjjjjjjjjjjj dddddddddddddddddddddddddddddddddd gggggggggggggggggg
jjjjjjjjjjjjjjjjjjjjjjjjjjjjjjjj 

dddddddddddddddddddddddddddddddddd jjjjjjjjjjjjjjjjj

jjjjjjjjjjjjjjjjj jjjjjjjjjjjjjjjjj jjjjjjjjjjjjjjjjj ddd
════════════۩¥   ¥۩═════════
Ah keşke yeniden çocuk olsam / Elim yüzüm kir içinde
Zeytin sıkıştırılmış ekmeğime yumulup / Salsam kendimi dere boylarına / Islık çalsam / Çayırlara uzansam…/ Hastalanmaktan korkmasam.
════════════۩¥   ¥۩═════════
dddddddddddddddddddddddddddddddddd ffffff ffffffffffffffffffffffffffffffffffffffffffffdddddddddddddd ddddd ddddddddddddddd jjjjjjjjjjjjjjjjjjjjjjjjjjjjjjjj

jjjjjjjjjjjjjjjjjjjjjjjjjjjjjjjj dddddddddddddddddddddddddddddddddd tttttttttttttttttttttttt
jjjjjjjjjjjjjjjjjjjjjjjjjjjjjjjj dddddddddddddddddddddddddddddddddd gggggggggggggggggg
jjjjjjjjjjjjjjjjjjjjjjjjjjjjjjjj 

dddddddddddddddddddddddddddddddddd jjjjjjjjjjjjjjjjj
jjjjjjjjjjjjjjjjj jjjjjjjjjjjjjjjjj jjjjjjjjjjjjjjjjj ddd
════════════۩¥   ¥۩═════════
Dışarıda kar... İçeride kanaat... İçeride huzur... Televizyon yoktu. Gazete de her zaman olmazdı. Öyle güzel cahildik ki, keyfimiz bozulmazdı hiç!
════════════۩¥   ¥۩═════════
dddddddddddddddddddddddddddddddddd ffffff ffffffffffffffffffffffffffffffffffffffffffffdddddddddddddd ddddd ddddddddddddddd jjjjjjjjjjjjjjjjjjjjjjjjjjjjjjjj

jjjjjjjjjjjjjjjjjjjjjjjjjjjjjjjj dddddddddddddddddddddddddddddddddd tttttttttttttttttttttttt
jjjjjjjjjjjjjjjjjjjjjjjjjjjjjjjj dddddddddddddddddddddddddddddddddd gggggggggggggggggg
jjjjjjjjjjjjjjjjjjjjjjjjjjjjjjjj 

dddddddddddddddddddddddddddddddddd jjjjjjjjjjjjjjjjj
jjjjjjjjjjjjjjjjj jjjjjjjjjjjjjjjjj jjjjjjjjjjjjjjjjj ddd
ddddddddddddddddddddddddddddddd ffffff ddd
ddddddddddddddddddddddddddddddd ffffff

dddddddddddddddddddddddddddddddddd jjjjjjjjjjjjjjjjj
jjjjjjjjjjjjjjjjj jjjjjjjjjjjjjjjjj jjjjjjjjjjjjjjjjj ddd
ddddddddddddddddddddddddddddddd ffffff ddd
ddddddddddddddddddddddddddddddd ffffff

══════════════════۩¥   ¥۩════════════════════════════
Ey tahta arabalı çocuk’luğum, / Mutluluklarını sat bana ey çocuk. 
Ne kadar şeker istersen veririm sana. / Yeter ki uzaklığımı unut. / Zamanlığımı reddet. 
Uzattığım ellerimi geri çevirme ey çocuk. / Hile ile üttüğün bilyelerin ardından beni de koştur. 
Rüzgarı diz çöktür saçlarıma. / Seni / beni doğuran Ağustos sıcağına inat 
Nefesinden bir nefesi bana yar et. / Ve ben sussam da sen susma.. / Avazın çıktığı kadar, 
Dilin döndüğü kadar anlat beni bana.. / Çünkü kimse bana masal anlatmadı senden başka. 
İsmail Sarıgene
═══════════════════۩¥   ¥۩════════════════════════════
dddddddddddddddddddddddddddddddddd ffffff ffffffffffffffffffffffffffffffffffffffffffffdddddddddddddd ddddd ddddddddddddddd jjjjjjjjjjjjjjjjjjjjjjjjjjjjjjjj

jjjjjjjjjjjjjjjjjjjjjjjjjjjjjjjj dddddddddddddddddddddddddddddddddd tttttttttttttttttttttttt
jjjjjjjjjjjjjjjjjjjjjjjjjjjjjjjj dddddddddddddddddddddddddddddddddd gggggggggggggggggg
jjjjjjjjjjjjjjjjjjjjjjjjjjjjjjjj 

3 Mayıs 2018 Perşembe

3 Mayıs 2018 Perşembe 21:30 İŞ DOKTORU ..............................Perde arkası kahramanları

Perde arkası kahramanları

Yöneticiliğim sırasında pek çok uluslararası toplantının perde arkasında bulundum. Gerek idari konularda gerek finansal boyutunda katkım oldu. Yurt dışında ve yurt içinde böyle toplantılarda bizzat yer aldım. Bu tür toplantı ve kongreler en başta ev sahibi ülke açısından bir prestij konusudur. 

Elbette görkemli açılışlar, medyatik konuklar, olağanüstü bir sahne düzenlemesi vardır. Dışardan bakan renkli ve ışıltılı bir organizasyon görür. Sadece açılış töreni değil bazen birkaç gün süren yoğun program da ilgi odağı olur. Ancak, bu organizasyonların bir de perde arkası vardır. Görünmeyen, kendilerinden mükemmel bir akış beklenen, ama bir aksama olduğunda hatırlanıp sorumlusu aranan kişilerdir onlar.

Şüphesiz uluslararası kurum ve kuruluşların bir araya geldiği bu tür etkinlikler bilgi alışveri ve çeşitli konularda geniş kitlelere ulaşmayı sağlar. Hızla gelişen bilimsel, teknolojik, ekonomik, idari ve siyasi gelişmeler bu tür ilişkileri zorunlu kılmaktadır. Ulusal veya uluslar arası düzeyde, en az 300 kişinin katıldığı, karşılıklı bilgi alışverişi ortamının yaratıldığı böyle büyük çaplı ve düzenli toplantılara kongre deyimi kullanılmaktadır. 

Öncelikle bu tür bir bir araya gelişin taraflarca teyid edilmesi gerekir. Bunun için yazılı ve sözel iletişim kanalları yoğun olarak kullanılır. Tarih, yer ve katılımcılarda mutabakat sağlanır. İşin yürütücüsü idari mekanizma harekete geçer. Çerçeve ve içerikle ilgili gerekli onay ve talimatlar alınır. Finansal hazırlıklar başlar. Ekip organizasyonları teşkil olunur. Hizmet ve malzeme satınalmaları yapılır, gerekli sözleşmeler düzenlenip imzalanır. 

Bir taraftan toplantıya katılacak kişiler davet edilirken, diğer taraftan toplantı programı son şeklini alır. Öbür yandan toplantı ya da kongrenin yapılacağı mekan sağlanıp düzenlenir. Sahne, kürsü, afişler, ses ve görüntü tertibatı, oturma düzeni ayarlanır. Mekanın havalandırma, ısıtma, aydınlatma işlemlerinin yeterli düzeyde olması gerekir. Kullanılacak araç-gereçler hazır hale getirilir. İkram edilecek yiyecek ve içecekler gözden geçirilir. Katılımcıların kalacağı otel, odalar ve ulaşım hizmetleri ayarlanır. Gerekli rezervasyonlar yapılır. 

Toplantı organizasyonu açısından toplantının yapılacağı ve konaklanacak mekân önemlidir. Bu tip organizasyonlar için en uygun tesisin seçilmesi gerekir. Mekan, ihtiyaç ve isteklere, toplantının amacına uygun fiziksel şartları taşımalıdır. 

Mesela; toplantı yeri, katılımcıların sayısıyla orantılı genişliğe sahip olması gerekir. Toplantı yerinin çok büyük veya gerekenden dar olması katılımcıları olumsuz etkiler. Büyük yerlerde etraftaki boşluklar ürkütür, konuşmalar net işitilmez. Küçük yerlerde ise kalabalık ve izdiham duygusu, kapalı yerde bulunma korkusu ve dışarı çıkışın zorluğu kişileri olumsuz etkiler. Toplantı yapılacak yerde ısıtma ve havalandırma sistemlerinin bulunması ve sıcaklığın 20 ºC de tutulması gerekir. 

Toplantı salonlarında temizlik elbette çok önemli bir unsurdur. Salonun sık sık havalandırılması ve temizliğinin periyodik olarak yapılması gerekir.

Resepsiyonda gerekli tedbir alınmalı, toplantı öncesi katılımcılar en uygun şekilde karşılanmalıdır. Bu konuda protokol
kurallarına özen gösterip toplantı mekanı ve oturma düzeni hakkında bilgi vermek önemlidir. Gelebilecek ziyaretçiler, telefonlar ve çıkabilecek ekstra istekler için de önlem alınmalı, çalışanlara gerekli direktifler verilmelidir. Toplantı süresince de gerekli hatırlatma ve uyarılar zamanında yapılmalıdır.

Ayrıca uluslararası toplantı ve kongrelerde eş zamanlı (Simultane) tercüme şarttır. Bu nedenle söz konusu hizmetin aksamayacak biçimde yapılabilmesi stratejik bir konudur. Zira aksaklık ve sorunlar rahatsızlık yaratır. Profesyonel Simultane çeviri, tercümanın teknik donanımlı (mikrofon, kulaklık) bir tercüme kabininde, konuşmacının söylediklerini kulaklık vasıtasıyla duyup aynı anda hedef dilde tercüme ederek, mikrofon ile dinleyicilere aktarması şeklinde gerçekleşir.

Yiyecekler toplantı süresine, iklime ve katılacak kişi sayısına göre katılımcıların damak zevki esas alınarak önceden sipariş edilecektir. Toplantı süresince katılımcılar, yeme-içme düzeni, lavabo, telefon vb ihtiyaçları konusunda yönlendirilirler. Yiyecek ve içecek servislerinin süresinde ve aksamadan yapılmasına bilhassa özen gösterilmelidir.

Toplantının başarılı olabilmesi ve olumlu sonuçlar doğurabilmesi için tüm bu kiriterlerin gerçekleşmesi önemlidir. Hatta iyi bir toplantı için en ufak bir ayrıntı bile atlanmamalıdır.

İşte bütün bu işlerin aksamadan yürümesini sağlayan bir personel gücü vardır toplantıların perde arkasında. Yazışmaları yapan, görüşmeleri sağlayan, bütçeyi hesaplayıp kullanıma sunan, katılımcılara yardımcı olan rehber ve refakatçiler ile toplantılara bizzat katılan uzmanlar vardır.  Güvenlik personeli, polis, tercüman, satınalmacı, mutemed, temizlikçi, aşçı, garson, şoför, teknisyen ve daha bir çok isimsiz kahraman toplantının yükünü taşırlar.


Sahnede değildirler ama toplantının her yerinde, her anında olmazsa olmazlardır onlar. Ben onları gördüm, tanıdım, biliyor ve hatırlıyorum. Saygıyla...

3 Mayıs 2018 Perşembe 20:15 İŞ DOKTORU ...............................Sörf yapmayı öğrenmek

Yükselirken düşmek !

Yükselmek aynı zamanda düşmeyi de akla getirir. Düşmekten korkanın hiç yukarıya çıkmaması gerekir. 

Zira, 'Aşağıda olan kimse düşmekten korkmaz.' (Aristoteles) Garantici olanlar 'Hiç düşmemek için, hiç yükselmemiş olmalısın'(Goethe) görüşüne itibar ederler.

Şöyle de denebilir: 'O kadar yükseklerin hasretini çekmeyelim ki, düşüşümüz çok derin olmasın.'(Schiller) En doğrusu 'İnsan düşeceği yere çıkmamalıdır.'(Emile Alain)

Yerçekimi kuralı kütlesi olan herşeyi olduğu gibi insanı da aşağıya çeker. Bu yönetim biliminde de böyledir. Beydeba şöyle diyor; 'İyi bir konuma tırmanmak zor, oradan düşmek kolaydır. Ağır taşı düşünün; yerden kaldırıp omuza koymak ne denli güç değil mi? Ama o taşı yere bırakmak öyle kolay ki.'

Peter İlkesi denilen görüşe göre; 'herhangi bir örgütü oluşturan kişilerden yeteneklerine uygun bir bürokratik davranış ancak onların sahip oldukları yeteneklere uygun mevkilere atanmış olmaları halinde beklenebilir.' Yani bu teori basit anlamda; "her çalışanın terfi sürecinde zamanla yetersizlik durumuna yükselebileceği" varsayımına dayanır.

Bürokratik örgüt yapılarında yükselen herkes, "kişisel yetmezlik düzeyi" ne ulaşmak eğilimindedir. Yetmezlik herkes için geçerli evrensel bir durumdur. Kişisel yetmezlik memurun kişisel olarak kendisinden beklenileni verememesi durumunu ifade eder ve kendisini işten tatmin olmama yeni veya daha iyi iş ve üst mevkilere geçme duygusunun yitirilmesi ile gösterir. 

Peter'a göre, hiyerarşiler değişik nitelikler arayan değişik basamaklardan oluşur ve her basamak yeni ek fonksiyonların getirilmesini talep eder. İşte yetmezlik düzeyi bir üst basamağın talep ettiği ek fonksiyonları yerine getirememe sınırını ifade etmektedir ve herkesin böyle bir sınırı vardır.

İşte o yetmezlik düzeyine ulaşan herkes kaçınılmaz düşüşü yaşar. İş hayatında sürekli sıçramaya çalışan insanlar bir bakıma 'Herkes ölmek için yaşar, düşmek için yükselir.'(Marlowe) sözünü doğrularlar.

Fakat dikkat etmeli: 'Hiç bir yaprak, gözden düşen insan kadar hızlı düşmemiştir yere.'(Anonim) Üstelik 'Attan düşen ölmez, eşekten düşen ölür' şeklinde bir atasözümüz bile var. Torpille, dayıyla yükselmeye alışanlar gün gelip bu güç arkalarında kalmayınca motoru stop etmiş uçak gibi yere çakılırlar. Eşekten düşmek böyle bir şeydir.


Peki bu konuda hiç mi iyi bir fikir yok. Tabi ki var. Bürokratik örgütlerde ancak henüz yetmezlik düzeyine ulaşmamış olanlar iyi iş çıkarabilirler. Zira enerjik, esnek ve istim üzerindedirler. Kondisyonları yerindedir. Örgütün verimliliği de büyük ölçüde bu kişilere bağlıdır. Üst yöneticiyseniz ve başarılı olmak istiyorsanız bu elemanlarınıza iyi davranın.


Değişim kaçınılmazdır, ama ona direnç de en az onun kadar kadim bir davranıştır.

İster memur olsun ister sıradan bir insan; herhangi bir değişim söz konusu olduğunda üç tip standart tavır geliştirmiştir.

İlkinde, değişime karşı ilgisiz ve duyarsızdır. Değişim onun dışındadır ve ilgilendirmemektedir. 

Ancak, değişim er geç ona da gelip çatacaktır. Bu sefer en ateşli muhaliftir bizimki. Mevcut statüsünü ve durumunu tehdit etmektedir çünkü. Belirsiz ve karanlık bir geleceğe götürecektir kendisini. Elinden gelen tüm çabasını karşı çıkmaya, hatta işin özünü şaşırtmaya harcar.

Ne var ki, değişim durmaz. Artık bütün duvarlarını yutmuş, onu da içine çekmiştir. Bu kez değişim içinde kendine bir yer açmaya çalışır tüm gücüyle. Bulduğu mevziyi siper haline getirir. O değişimin getirdiği yeni halin en önde gelen müdafii olmuştur.

Değişimin asıl olduğunu, değişim içinde değişmenin kaçınılmazlığını anlamak istemez. Halbuki uyum göstermekten başka şansı yoktur. Aslında bu davranışın daha akıllıca olacağını bir türlü kabullenmez. 

Çünkü habire yeni gelecek değişim dalgalarına direnmenin, durumunu müstahdem mevki haline getirmenin hazırlığı içindedir. 

Bu döngü böylece sürüp gider işte.

Ey İnsan ! Değişim kaçınılmazdır. Ama bu süreçte senin ne yapacağın daha önemlidir. 


İstikametini kaybetmeden dev değişim dalgalarında bile sörf yapmayı öğrenmen gerekiyor.

3 Mayıs 2018 Salı 19:20 KÜÇÜK/BÜYÜK ŞEYLER.....................Kendinizi nasıl tarif edersiniz ?

Kendinizi nasıl tarif edersiniz ?

Ankaralı, Elazığlı, Balıkesirli...., Alaşehirli, Sındırgılı, Aybastılı...olarak mı ? Ya da Gakkoş, Dadaş, Can, Efe, Yiğit, Delikanlı,Cveneburi,...misiniz ?

Baba, anne misiniz ? Oğul, kız, torun, yeğen, abi, abla, kardeş mi ?

Kendinizi işçi, emekçi, memur, esnaf, iş adamı...olarak mı tanıtırsınız, yoksa siz bir polis, çiftçi, öğretmen, mühendis, serbest meslek, doktor, vali, emekli, müdür, sanatçı mısınız ?

Dindar biri misiniz ? Ateist ya da nihilist olabilir misiniz ? Fazla dindar sayılmam ama benim kalbim temiz, zaten dedem de müftüymüş diyenlerden misiniz yoksa ? 

Dindarsanız; her zaman her yerde kendinizi müslüman, hristiyan, yahudi,....olarak tanımlar mısınız ? Mensubu olduğunuz mezhep, meşrep, loca, kulüp ya da tarikatınızı bir kartvizit olarak kullanır mısınız ?

Mesela kartvizitinizde açık açık Türk, kürt, arap, roman, gürcü, laz, yörük, manav, çerkes, macır,....yazar mı ?

Karadenizli olabilirsiniz, doğulu, egeli, trakyalı,....da. Peki bu vasfınızı her ortamda kimliğinizin önüne koyar mısınız ?

Bir solcu musunuz ? Ya da sağcı ? Belki de liberal. Muhafazakar, devrimci, demokrat, laik, şeriatçı, milliyetçi,.... olma ihtimali de var. Ne sağcıyım ne solcu diyenlerden de olabilirsiniz islamcıyım diyenlerden de.

Diyelim ki milliyetçi bir arnavutsunuz. Yurt dışına gittiğinizde, size ısrarla türk diyen pasaport polisine hayır ben arnavutum mu dersiniz inatla.

Amerika'da, Fransa'da, Avusturya'da siz gerçekte ateist bir yörük bile olsanız niye türk değil de 'Hey müslüman !' diye hitap ederler acaba ?

Fantazi bu ya; uzaya giden bir laza bir ufo rasgelse 'Nasilsun, iyi misun ? beni taniyr misun ? Amicemi bilir misun ?' derler mi ? Yoksa 'Hey dünyalı ! Niye geldin buralara ? diye mi sorarlar.

Hepimiz öleceğiz. Adlarımızın Ayşe, Mehmet, Georg, David, Çhen Çhan,... olması fark edecek mi ? Türkleri ayrı cennete koyacak, arapları ayrı cehenneme mi atacaklar ? Gencin yaşlıdan, güzelin çirkinden, sarışının siyahtan, zenginin fakirden farkı olacak mı ki ? 

Allah, Allah ! ne kadar da farklı kimliğimiz varmış değil mi ? Yerine, zamanına, adamına göre farklı kartvizit gösteriyoruz anlaşılan. 

Kafamız karışıyor. Bazen de her yerde geçmeyen kartvizitleri birbirine karıştırıyoruz. Hatta kavga ediyor, anlamsız didişmelere giriyoruz.


Ahh dünya ! Senin hallerin ne kadar da göreceli. Anlayana sivrisinek saz, anlamayana davul zurna az.

3 Mayıs 2018 Perşembe REİS Gazetesi/sayı57...........................Hizmet eden hizmet görür

Hizmet eden hizmet görür

İnsan kendisine, ailesine, komşusuna ve içinde yaşadığı topluma karşı sorumlu davranmak durumundadır.

Böylece insan, tüm yaşamında kişisel çıkar yerine toplum menfaatini gözeterek faydalı işler yapabilir, üretken olabilir ve iyilikte yarışabilir.


Ancak yarış, elbette iyilik ve yardımlaşmada olacaktır. Kötülükte yarış ve yardımlaşma asla olmaz.


3 Mayıs 2018 Perşembe REİS Gazetesi/sayı56...........................Yine sandık göründü


Yine sandık göründü

24 haziranda tercih mührünü bir kez daha sandığa vuracağız. Elbette seçenek olacak ama seçimin tabiatı icabı bir tek tercih şansımız var.

Madem tek bir şansımız var, o halde bu fırsatı değerlendirmeli, çok güçlü bir şekilde de bunu dünya alem dosta düşmana göstermeliyiz. 

2 Mayıs 2018 Çarşamba

2 Mayıs 2018 Çarşamba 20:40 KÜÇÜK/BÜYÜK ŞEYLER..............Küçük ama büyük pişmanlıklar

Kırk yıl sonra gelen pişmanlık

Henüz çok gençtim. İnançlıydım, çok okuyordum ve iddialıydım. Etrafıma bakar, nedense hep eğrilik görür, onları sözle ya da eylemle düzeltmeye çalışırdım. Yatılı okumuştum. Sonra da Üniversite için İstanbul. İdealisttim. Tatillerde geldiğim evde pek çok şey beni rahatsız ederdi. Anlamazdım.

Sürekli evden dışarda olduğum için ev hallerini, gelenekleri ve insan davranışlarına yabancıydım. Hatta bu yüzden nişanlımın çeyiz hazırlığını bile küçümsedim. Ne gerek var havasındaydım. 

Anlamadığım ve düşünemediğim şey; çeyizin sadece erkeklerin çalıştığı zamanlardan kalan evlenecek kızın evliliğe katkısı bir gelenek olmasıydı. Çeyiz, benim gördüğüm manada kap kaçak, bez çaput değil ev hanımı olacak genç kızların dokunulmaz, kutsal dünyalarıydı adeta. 

Kız çocuğu olan ailelerin, daha onlar küçükken bu hazırlığa başlayarak evlenecek yaşa ve evleneceği zamana kadar çeyiziyle meşgul olduklarını bilmiyordum. Çeyizin ne demek olduğunu, dantel örtü, işlemeli havlu ve yastıkları, dikiş ve nakış gibi el emeği ile üretilen şeyleri görmemiştim. Kız daha beşikteyken çeyiz faaliyetinin başladığını romanlarda, filmlerde, köylerde olur zannediyordum. Kız nişanlandığında alınan malzemelerin bütün konu komşuya, eşe dosta, akrabaya dağıtılarak el birliği ile çeyiz hazırlandığından hiç haberim yoktu. 

İğne boncuk oyaları, çorap ve kanaviçe takımları, tığ oyaları, yaprak oya, horoz gözü, tel oya, kabak çiçeği, biber, gül oya, minik oya, domates oya, çeper oya, zengin oyası, mercimek oya, filkete (dezgaf) vb.hakkında hiçbir fikrim yoktu.

Nişanlımın bana anlatmak ve göstermek istediklerini önemsemedim. Yaşadığı hayal kırıklığını anlayamadım. Gözyaşlarını nişanlılık heyecanına vehmettim. Farkında olmadan ona adeta hoyratça bir 'çuvaldız' batırmışım.

Şimdi düşünüyorum da evlendiğimde benim için çok kıymetli olan kütüphaneme ve kitaplarıma gösterdiği alakasızlığı da doğru anlayamamışım. Her temizlik sonrası raflara, vitrinlere yerleştirdiği dantel örtülerin kıymetini hala düşünemeyen ben onun kitaplarıma karşı gösterdiği bu duyarsızlıktan fena halde inciniyordum.

Aradan yıllar geçti. İkimiz de nene dede olduk. Eşim hala çeyiz heyecanı içinde. Çocuklarımızı evlendirirken onlardan çok oya, örgü, işlemeli yatak örtüleri ve kap kacakla ilgiliydi. Hatta torunlarımız için alışveriş yaparken bile, onlar için şimdiden böyle şeylerin tatlı telaşı içinde olduğunu görebiliyorum. Kitaplarımsa hala evin içinde bir türlü yer bulamıyor.


Bu iğne çuvaldızdan daha acı verdi inanın. Keşke çuvaldızı batırmadan önce bu küçük uyarıyı yüreğimde hissedebilseydim.

2 Mayıs 2018 Çarşamba 14:50 KÜÇÜK/BÜYÜK ŞEYLER..............İğne ve Çuvaldız

'İğneyi kendine, çuvaldızı başkasına batır' sözü TDK'nun Güncel Türkçe Sözlüğüne göre başkasına zararı dokunacak bir davranışı yapmadan önce iyi düşün, kendi kendini eleştir anlamında.

Davranışlarımızın da dili vardır. Sözümüz ya da davranışımız başkaları üzerinde rahatsız edici hatta acı verici bir etki yapabilir. Bunu anlamak için o sözün ya da davranışın bir an için kendimize yapıldığını düşünmek yeter. Buna şimdilerde empati kurmak deniliyor. Atalarımız işte bu durumu 'İğneyi kendine, çuvaldızı başkasına batır' şeklinde anlatmaya çalışmışlar. Yani başkasına çuvaldız batırmadan önce küçücük bir iğneyi azıcık kendine batırmak her zaman işe yaramış olmalı. 

Başkalarına olan davranışlarımızla kalp kırabilir, istemeyerek de olsa onlara zarar verebiliriz. Söyleyeceğimiz sözler can yakabilir. Bu sebeple düşünmeden söz söylememeli, davranışlarımızı gözden geçirmeliyiz. İnsanların söz, hal ve hareketlerine çeki düzen vermesi hiç şüphesiz sonradan acı pişmanlıkları ve dostlukların yok yere zarar görmesini de engelleyecektir.

Kendimizin üzüldüğü ve zorumuza giden şeyler karşımızdaki kişiye de aynı etkiyi yapar. Çünkü iyi niyetle, hatta şaka bile olsa karşımızdakinin bizi nasıl anlayacağını asla bilemeyiz. 

Yine hoşa gitmeyen durumlar sebebiyle diğer insanlardan özveri istemeden önce, bu durumun getirdiği fedakarlığın bir kısmını biz üstlenmeliyiz. Ya da bir iş yada bir konu hakkında başkasına öğüt vermeden önce bunu kendimize yapabilmeliyiz. Böylece, başkalarından belki özveri istemeye yüzümüz olur. Kendisi küçük bir kötülüğe katlanamayan kişi, başkasına büyük kötülükleri yapmadan evvel iki kere düşünmelidir. 


Bilmeliyiz ki, kendi kendisine söz geçiremeyen insanın yapacağı hiç bir öğüt diğer insanları etkilemez. "Söylediği iyi olsa, bunu kendisi yapardı" diye düşünülür. Kaş yapayım derken saygınlığı korunması gereken 'iyiliği' de yere düşürmüş, göz çıkarmış oluruz.

Adamın biri çalışma arkadaşlarının eskisi kadar anlayışlı olmadığını, bencil olduklarını ve çıkarlarına göre hareket ettiklerini düşünüyormuş. Bu durumu sürekli kafasında kuruyor, uzun uzun onları gözlüyor ve kendine hak verecek sonuçlar çıkarıyormuş. 

Bu arada onların da sık sık aralarında fısıldaşıp, kendisine doğru baktıklarını yakalıyormuş. Bakışları karşılaşınca kısa bir gülümsemeyle bakışlarını kaçırıyorlarmış. Bu arada birisinden yöneticiden topluca randevu aldıklarını duymuş. İyice emin olmuş: demek ki demiş bunlar benim aleyhimde bir şeyler çeviriyorlar. Mutlaka benim yerimde gözleri var. Bana iftira atıp ayağımı kaydıracaklar. Artık onlara bir ders verilmesi gerek. İş işten geçmeden bu durumu yöneticiye şikayet etmeliyim. Onlardan evvel davranıp pozisyonumu güçlendirmeliyim. Yöneticimiz iş ortamında huzursuzluk çıkaranları affetmeyecektir.

O da yöneticiden randevu istemiş. Randevunun doğum gününe denk gelmesini istiyormuş. Çünkü bu görüşme doğum gününde kendisine şans getirecekmiş. İstediği gibi de olmuş randevuyu Pazartesi günü sabahına almış. Diğerleri davranamadan ben çoktan görüşmüş olurum diyormuş sevinerek. 

Telefonu kapatmadan önce sekretere kendisinin randevu istediğini kimseye söylememesini de sıkı sıkıya tembih etmiş. 

Hafta sonunda arkadaşlarının her biri için bir kabahatler listesi hazırlamış. Kim geç kalıyormuş, kim işi yetiştirememiş, kim sık sık izin alıyormuş, kim mesai sırasında arkadaşlarıyla şakalaşıp zaman israfı yapıyormuş hepsini bir bir yazmış. Kendisine komplo kuranları yöneticiye nasıl perişan ettireceğini hayal etmiş uzun uzun. 

Pazartesi sabahı en güzel takımını giyerek, şikayet listesi çantasında yöneticinin odasına yönelmiş. Yolda işe sık sık geç kalan arkadaşıyla karşılaşmış, selam vermeden "Ne o ?" demiş, "Bu sabah erkencisin ?" Arkadaşı "Sana da günaydın" demiş, "Evet bu sabah çocuğu kreşe hanım götürdü. Benim çok önemli bir işim var da." "Hımmm" demiş bizimki, bir taraftan da içinden "görürsün biraz sonra o önemli işi sen" diyormuş. 

Asansörde bu defa sık sık izin alan arkadaşıyla karşılaşmış. Yine aklına selam vermek gelmemiş ama, "Ooo ! Beyim yine izin mi alacaksın?" demiş iğneli bir ses tonuyla. Arkadaşı içinde bir tövbe estağfurullah" çekmiş, "Yok, annemi hastaneden çıkardık, iyi çok şükür. İzin değil de teşekkür için yöneticiyle görüşeceğim."

Koridorda şakacı arkadaşlarıyla karşılaşmışlar. Elinde bir buket çiçek bekliyormuş. İyice pirelenmiş bizimki: "Ne o arkadaşlar ? Nedense hepinizin bugün yöneticiyle görüşeceğiniz tutmuş. Bi de çiçekle gelmiş, şuna bak !…cık, cık, cık…" Şakacı "Günaydın arkadaşlar, malum bugün arkadaşımızın doğum günü. Elimiz boş mu gelecektik." Diğerleri gülerek karşılamışlar bu sözleri. Adam iyice dellenmiş : "Şakanın sırası mı ? Kimbilir yöneticiye ne cıvık cıvık yağ yakacaksın. Böyle çiçekle, miçekle…Hey Allahım !…cık, cık, cık…" 

Sekreterin yanına üç kişi birden girmişler. "Hoşgeldiniz" demiş sekreter. "Tam saatinde geldiniz, buyrun içeri". Hepsi birden kapıya yönelince adam hiddetle "Siz nereye ? demiş, "Randevu benim, öyle değil mi sekreter hanım ?" "Tabi, tabi buyrun yönetcimiz sizi bekliyor, bu arada doğum gününüz kutlu olsun !" 

Adam diğerlerine "Gördünüz mü ?" gibisinden kibirle bakarak asabi bir hareketle kapının koluna hamle yapmış. İçinden "Ben size gösteririm, siz şimdi biraz bekleyin bakalım" diyormuş hiddetle.

Kapının açılmasıyla birlikte önce içerdeki kalabalığı görüp donakalmış. Sonra da arkasından giren diğer iki arkadaşının göğüs temasıyla öne doğru itilmiş. İçerde başta yönetici ve tüm çalışma arkadaşları ayakta onu alkışlıyorlarmış. Çalışma masasının üzerinde de kocaman bir pasta varmış. 

"Doğum günün kutlu olsun !" sesleri arasında uzun süre kendisine gelememiş. Kekelemekten konuşamıyormuş da. Yönetici ve arkadaşları onun bu durumunu telafi edercesine yaklaşıp elini sıkmışlar ve kucaklamışlar tek tek. 

Pastanın başına gelip oturduğunda şaşkınlıktan ne diyeceğini bilemiyormuş. Neşe içinde pastalarını yiyip çaylarını içmişler. Şakacı ortamın en renkli kişisiymiş, şakalarıyla herkesi kırıp geçiriyormuş. Bu arada asansördeki arkadaşının annesinin sağlığı da konuşulmuş masada. İlgisi ve anlayışı için teşekkür edilmiş yöneticiye. O da "Ne demek, hepimizin annesi babası var. Elbette bu konularda birbirimize anlayışlı olacağız. Biz bir ekip değil miyiz ?" 

"Ben de şakacı arkadaşımıza bilhassa bu özel günü düşünüp organize etmesinden dolayı teşekkür etmek istiyorum. Böylece hep birlikte hoş bir birliktelik yaşamış olduk."

Adam şok üstüne şok yaşıyormuş. Bu defa da gözleri dolmuş yaşadıklarından. Şakacıya bakıyormuş hayretle. O ise hala etrafındakilere şakalarına devam ediyor, kendisine de gülümseyerek mukabele ediyormuş. 

Bir ara yönetici adama dönüp sormuş: "Siz ne için benimle görüşmek istemiştiniz ?" Odada bir sessizlik olmuş. Herkes adamın ne diyeceğini merak ediyormuş. 

Adam arkadaşlarına uzun uzun sevgiyle bakmış, sonra gözlerindeki yaşları salıvererek yöneticiye şu karşılığı vermiş: "Doğrusu size ne söyleyeceklerimi şu anda tamamen unuttum. Ama size arkadaşlarımın ne kadar iyi insanlar olduğunu, sizin ne kadar anlayışlı ve hakbilir bir yönetici olduğunuzu, birlikte ne kadar iyi bir ekip olduğumuzu anlatmak istiyordum herhalde. Çünkü söyleyeceklerim her neyse şu anda tamamen önemini yitirmiş durumda. Size ve arkadaşlarıma her şey için çok teşekkür ediyorum. Benim için unutulmayacak bir sürpriz oldu bu."

Her hikayede ibret alınacak bir yan vardır mutlaka. Bakmalı ve fakat görebilmeliyiz de. 

Bu ders işte bu hikayede olduğu gibi hep haklı olduğumuzu düşündüğümüz, karşımızdakilerden yakındığımız zamanlar için. Eleştirip , söylendiğimiz hatta bazen de hırçınlaşıp insanlara zarar verdiğimiz anlar olabilir. Zaman zaman diğerleri hakkında yanlış algılara kapılabiliriz. Ama hiç aklımıza gelmez ki hakikat bambaşkadır.

Düşündüğümüz problem daima karşımızdakilerde olmayabilir. Belki de problem bizdedir, ne dersiniz ?

Çuvaldızı başkasına batırmadan önce az birazcık iğneyi kendimize batırırsak belki uyanacağız.