Dünyanın en öğrenci babaannesi
O bir öğretmen. Anadolu’da,
İstanbul’da yüzlerce öğrenci yetiştirmiş bir ilkokul öğretmeni. Adı Fatma
Mihriban Aktarı, 84 yaşında, Üsküdar'da yaşıyor.
62 yıllık evliliği olan bir eş, iki evladı olan
bir anne, torunlarının babaannesi. Yetiştirdiği öğrencileri, onların
aileleriyle adeta ulu bir çınar gibi. Ama torununun deyişiyle hala ‘dünyanın
en öğrenci babaannesi’.
Dünyanın en
öğrenci babaannesi Fatma Mihriban Aktarı, geçtiğimiz haziran ayında 61 yıl
sonra afla döndüğü Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Resim Bölümü'nden
mezun oldu. 80 yaşının üstünde olmasına bakmadan bir ömür gibi 61 yıl aradan
sonra üniversiteye dönüp, müthiş bir azim ve çalışkanlıkla resim bölümünü
bitirdi. Diplomasını alırken hala “Önüm açık, yaşım uygun olsa üç üniversite
daha bitiririm” diyordu.
Mihriban öğretmen 1931
yılında Edremit'te doğdu. İlkokulu burada, ortaokulu ise ailesinin işlerinin
bozulması nedeniyle İstanbul’da bitirdi. Daha sonra,
Cumhuriyet Kız Lisesi'nden, Çapa Öğretmen Okulu'na geçtiğinde takvimler
1945'i gösteriyordu Okulun enstitüye dönüşmesiyle oradan öğretmen diplomasıyla mezun oldu. Kendi ifadesiyle o zamanlar ‘kara
kuru’ ama gözleri ışık saçan bir genç kızdı.
Öğretmen okulundan
mezun olduktan sonra Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Resim Bölümü'ne
girmek istemişti. Ancak mezun fazlalığı gerekçesiyle Fransızca Bölümü'ne kayıt
yaptırmak zorunda kaldı. Kader işte, okula başlayacağı gün babasını kaybedince
okulu bıraktı ve çalışmak için 17 yaşında gencecik bir öğretmen olarak
Erzincan'ın Refahiye İlçesi'ne atandı.
Burada bir yıl
öğretmenlik yaptıktan sonra İstanbul'a döndü ve babasının çalıştığı şirketin
matbaasında işe başladı. 1951 yılında matbaadaki müdürlerden birinin
tavsiyesiyle hayali olan Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi'ne başvurdu. Resim
bölümüne kabul edilmişti. Hem çalışıp hem de okumaya devam edecekti.
Kendisi o
günleri şöyle anlatıyor: “Maddi durumumuz çok bozuktu. Öğretmen okulundan
mezun olduktan sonra Fransızca bölümüne girdim. Okulun açıldığı gün evden babamın
cenazesi çıktı. Ben de öğretmenliğe başladım. Bir yıl Doğu’da görev yaptım. Sonra anneciğimle İstanbul’a döndük. Babamın çalıştığı matbaanın müdürü beni matbaaya
yerleştirdi. Orada çalışırken imtihanlara
girdim. Resim bölümünü kazandım. Üç-dört ay hem okudum hem çalıştım. Ama sonra
okul ve iş arasında tercih yapmak zorunda kaldım. Çünkü okulda devam
zorunluluğu vardı.”
Mihriban öğretmen,
okula devam mecburiyeti şartı, iş yoğunluğu ve maddi sorunlar nedeniyle okulu
tekrar bırakmak zorunda kalınca, eşinin şeker fabrikasında işe girmesiyle birlikte
yeniden öğretmenliğe döndü. Anadolu'nun bir çok ilinde çalıştı. Ardından yine İstanbul'a
gelip orada da 20 yıl öğretmenlik yaptı.
Okulu bırakmanın
onu nasıl etkilediği şeklinde bir soruya şöyle cevap veriyor: “Üzüntüden verem oldum. Sonra öğretmenliğe
devam ettim, kendime başka meşgaleler buldum ama okul defterini hiç kapatmadım.”
Bu arada iki erkek
çocuk dünyaya getiren dünyanın en öğrenci babaannesi, aynı dönemde de boş durmadı
ve Eskişehir Anadolu Üniversitesi Eğitim Fakültesi'ni de bitirdi.
Ama 1988 yılında emekli
olduktan 23 yıl sonra, öğrenci affıyla ilgili bir haber üzerine tekrar okula
dönmeyi düşünmeye başladı. Bu arada oğlunun Mimar Sinan Güzel Sanatlar
Fakültesi'nde doçent olan bir arkadaşı onun arşiv dosyasını bulmuştu. Böylece
Mihriban öğretmen 61 yıl sonra 2011 yılında aftan yararlanarak okuluna bıraktığı
yerden yeniden başlamış oldu.
Bakın bu olayı nasıl anlatıyor: “Televizyon açık, hem haberleri dinliyorum hem ortalığı topluyorum. ‘Hükümet hiç koşulsuz af çıkardı’ diye bir haber
duydum. Ne yapabilirim diye düşünmeye başladım. Yemek
yiyemiyorum, uyuyamıyorum... 15 gün kimseye bahsetmeden
bir çözüm aradım. Sonra eşime ‘Sen bu af konusunu duydun mu ?’
dedim. Duymuş. ‘peki, sen hiç düşünmez misin devam
etmeyi ?’ diye sordum. Çünkü o da hukuk fakültesini yarıda bırakmıştı. ‘Ben
hayatımdan memnunum’ dedi. ‘Ama ben isterim’ dedim. ‘Sen bilirsin ama ben olsam
yapmam bu yaştan sonra. Rahat mı batıyor?’ dedi. Oğlumun bu okulda doçent bir arkadaşı var. Ona durumu anlattım. Bir hafta
sonra aradı ‘Senin işin oldu’ deyince ben yere oturuvermişim. Okulun açılmasını beklerken çılgın gibiydim. Hep ‘Tanrı
bana bir dört sene daha verir de
okur, mezun olur muyum ?’ diye düşündüm.”
Duyanların “Başlasın, yarın
bırakır”, “Bu yaşta bu olur mu ?”
dedikleri Fatma Mihriban Aktarı, okula başladığı ilk günlerde uyum sorunu
yaşamış. Ancak yılmamış.
Öğrenimi süresince de boş durmamış Mihriban öğretmen. Zaten yeteneği olan resim sanatında hayli ilerlemiş. Sergiler açmış, muhtelif tarzda gayet güzel eserler vermiş.
Yine de her konuda olduğu gibi bu konuda da mütevazi davranıyor. Okulun ilk gününü şöyle anlatıyor mesela: “Sınıfa girdim,
oturdum. Çocuklar gelmeye
başladı. Sonra hocamız geldi, çizmemiz için bize bir konu verdi. Başımın içinde çanlar çalmaya başladı. Tansiyonum kim bilir kaça çıktı ? Kâğıdın neresinden başlayıp o nesneyi kâğıda nasıl yerleştireceğimi katiyen bilemedim. Hocamız
baktı, ‘Olmamış’ dedi. Eve gittim. Attım çantayı. Eşime ‘Bugün bu iş bitti. Artık okula gitmeyeceğim' dedim. Eşim
kızdı. Ben 'Gitmeyeceğim, o çocuklarla okuyamam' dedim. O ise ‘Ben sana demiştim’ yerine ‘Hayır. Yok öyle vazgeçmek’ dedi. 1 ay daha
devam etmemi istedi. Başta karşı çıkmıştı ama sonra çok destekledi. İlk zamanlar başarabilecek miyim
endişesinden zona oldum. Yine de okulu bırakmadım. Her gün evden çıkıp üç vesaitle okuluma gittim.”
Okula dönmüş ama
çocuklarla uyum sağlayamıyormuş. Geçen 61 senede yeteneğinin sıfıra indiğini
düşünmüş. Hatta bir hocasının yanına gidip 6. günde okula devam edemeyeceğimi
söylemiş. O da “Sen bu okula gelmek için
kaç sene bekledin' diye sormuş '61 sene bekledin, 6 günde bırakacaksan bu
olamaz, aklından çıkar" demiş.
Daha sonra sınıf
arkadaşlarıyla ilişkisinin düzeldiğini belirten Aktarı, "Daha ilerlemeye başladım. Çok çalışıyordum. Başucumda kültür
dersleri kitabı, elimde kağıt kalem vardı. Evde yemek dışında başka bir iş
yapmıyordum. Bunun dışında bütün günüm resimle geçiyordu. Okula gelmek için 3
vasıta değiştiriyordum. 2. sınıfta tekrar okulu bırakmak istedim, ön lisans
diplomasıyla mezun olayım diye. Yine bırakmadılar. 'Siz bu okulda o kadar katkı
yaptınız, sizi bırakmayız' dediler. Böylece 4 yıl geçiverdi. Nasıl geçti
bilmiyorum" diye anlatmış öğrenciliğini.
Bir gün olsun okulu asmadınız mı, ya kopya ? sorusuna : “Çok ciddi bir öğrenciydim. Devamlılığa düşkündüm. Öğrenci dediğin
devamlılığından belli olur. Kopya çekmek de aklımın
ucundan geçmedi. 40 sene öğrencilerime kopyanın zararını anlattım çünkü. En önemli özelliğim çalışkan olmam. Bir-iki çizim dersi dışında bütün notlarım fevkalade güzeldi. Ama resimde çok sıkıntı çektim. Bir dört sene daha okursam
bu sene mezun olacakların seviyesine gelebilirim belki. Öyle görüyorum kendimi.”
Dünyanın en öğrenci babaannesi Mihriban
öğretmen 4 yıllık öğrenim sürecinden sonra sınıf arkadaşlarıyla ilişkilerini
şöyle anlatıyor: “Beni görünce deli divane
olurlar. Ben de onları çok severim. Evime çaya geliyorlar, gülüşüyoruz, oynaşıyoruz.
Mezun olmanın sevinci var ama onlardan ayrıldığıma çok üzülüyorum. Bu dört yıl ömrümün en güzel yıllarıydı. Okulun kapısından girince cennete
girmiş gibi oluyordum.”
O yıllarda her gün
okula gidiş gelişlerini kendisinden şöyle dinlemiştim: “Her sabah vapurla Üsküdardan Kabataş’a gidip geliyorum. Okulu bir gün dahi
aksatmadım. Beni sürekli vapurda gören bir bey yanıma yaklaştı ve ‘Hanımefendi,
dikkat ediyorum her gün aynı saatlerde karşıya gidip geliyorsunuz, merak ettim
?..’ Gülümseyerek ‘Üniversiteye gidiyorum’ dedim kısaca. Yaşıma başıma bakıp bu
defa da ‘Hocasınız herhalde’ dedi. ‘Hayır’ dedim ‘Öğrenciyim !..’ Adamın hayretle
açılan gözlerini unutamam.”
İşte azmetti, çalıştı
ve 23 Haziranda Üniversitenin Fındıklı'daki yerleşkesinde yapılan mezuniyet
töreninde sahneye çağrılan ilk öğrenci oldu Mihriban öğretmen. Mezuniyet
belgesini fakültenin dekanı Mahmut Bozkurt'tan aldı ve arkadaşlarıyla beraber kep
de fırlattı.
Mihriban Aktarı'nın
oğlu, gelini ve akrabalarının yanı sıra benim gibi bazı eski öğrencilerinin de
katıldığı törende, Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Rektörü Prof. Dr.
Yalçın Karayağız tarafından “Dünyanın en öğrenci babaannesi" ne bir de plaket
verildi. Çok heyecanlıydı.
Tören yaklaştıkça artan duygularını şöyle anlatıyordu:
"Elbisemi daha geçen seneden almıştım. Bakıp bakıp yerine asıyordum
bazen. Hele hele son 4 gündür hiç uyuyamadım. Oturma odasında sabaha karşı
biraz uykuya dalıyordum hepsi o kadar. Mutluluktan uyuyamıyordum. Çocuklardan,
hocalarımdan ayrılacağım için uyuyamıyordum. Onların hepsiyle abla kardeş gibi
olduk. Eksiklerimizi birlikte tamamladık, sevinçlerimizi beraber kutladık,
üzüntülerimizi birlikte paylaştık. Bu durumda insan ayrılırken strese giriyor.
Bir de bitirmiş olmanın verdiği bir sevinç var. Bir de çok atak biri olduğum
için ne yapsam ne etsem diye düşünüyorum."
Belli ki dünyanın en
öğrenci babaannesi yine durmayacak. Galiba Fotoğrafçılık ve Geleneksel Türk
Sanatları Bölümü'nde misafir öğrenci olarak ders almayı planlıyor. Gelecek
hakkında oldukça atak, bir yandan da
oldukça gerçekçi: “Bundan sonra ne yapabilirim bilmiyorum. Sanıyorum ki boş
oturmam. Çünkü hayatta bir saatim bile boş geçmedi. Önüm açık, yaşım uygun olsa
daha üç üniversite bitiririm. Bu okulda öğretim görevlisi olayım isterdim ama
gücüm yetmez” diye konuşuyor.
Dünyanın en öğrenci babaannesi 80’li yaşlarda öğrenci olmakla daha
erken yaşlarda olmak arasındaki farkı şöyle özetlemiş: “İnsan sanıyor ki 20-25
yaşındaki aklı hep onunla kalacak. Oysa öyle değil, o kadar çok azalıyor ki...
Kemik erimesi gibi, nasıl yaşlandıkça kemikleriniz eriyorsa zekânızda da
kayıplar oluyor. Öğretmenken öğrencilerimin isimlerini hemen ezberlerdim,
burada sınıf arkadaşlarımın isimlerini öğrenmem zaman aldı.”
İşte böyle, Mihriban öğretmen
kendi yaşamında azmi, çalışmayı ve öğrenmeyi bir kere daha öğrencilerine göstermiş
oldu. Yine de hala “O kadar üzülüyorum ki hanımların bir evde toplanıp oyunlar
oynamasına... Çay içsinler, eğlensinler, bu olur. Ama o güzelim vakitlerini
boşa harcamasınlar“ diye didinip duruyor.
Gazetelere geçen
mülakatlarından birinde gençlere ve kadınlara şu tavsiyelerde bulunmuş:
"Çalışacaklar, çok çalışacaklar. Gezsinler, eğlensinler ama her şeyi de
zamanında yapsınlar. Metotlu ve disiplinli olsunlar, başladıkları işi
bitirsinler. İnsanlara saygı duysunlar ve değer versinler. Kadınların en büyük
kusuru, çalışma olayını rayına oturtamamaları. Günde iki kap yemek pişirmekle,
evi temizlemekle kadın olunmaz. Okuma imkanları yoksa yardım için o kadar yer
var ki, bir çok bakım evi, çocuk yuvası var. Evde oturacaklarına, buralara
gidip bir bebeğin yüzünü okşasınlar, bir yaşlıyı yedirsinler."
O benim öğretmenim. Köyden gelen fakir bir çocuğu kazanan, koruyan, değerlendiren ve yönlendiren bir öğretmen. Bana çalışmayı, azmi, mücadeleyi, başarmayı öğreten insan. Ona çok şey borçluyum, ama o hala öğretmeyi sürdürüyor.
Mihriban öğretmeni tanımış olmaktan, onun öğrencisi olmaktan dolayı onur duyuyorum. Dünyanın en öğrenci babaannesi yüzlerce öğrencisi gibi bir zamanlar benim de öğretmenimdi, bana göre hala öğretmenim...Onunla iftihar ediyorum.
Allah ona istediği dört seneyi verdi. İnşallah kalan ömrünü de sağlıkla,
huzurla eşi, çocukları ve torunlarıyla geçirmeyi nasip eder.