22 Ağustos 2020 Cumartesi

22 Ağustos 2020 Cumartesi 23:00 CORONA GÜNLERİ........................Müjde yüklü gemiler

Müjde, corona günlerinin yeniden ağırlaşmaya başlayan havasına bir bahar esintisi getirdi. Hiçbir şey olmasa bu yıl için Ayasofyanın açılması ve bu müjde kalacak aklımda. Tamamen yerli ve milli imkanlarla Karadeniz'de keşfedilen 320 milyar metreküp doğalgaz müjdesi Türkiye'nin bu gününden ziyade geleceği için umut oldu hepimize. Gençliğimizde hayalini kurduğumuz şeylerdi bunlar. Yeniden fethi yaşamak isteyen gönlümüz, kendi kaynaklarımıza sahip olacağımız bağımsızlık günlerini özlerdi. Allah hamd olsun ki şu kalan ömrümde bu iki kutlu adımın da atılmış olduğunu gördüm.     Ayasofya bizim için fethin sembolü bir cami ve Fatihin emanetiydi. Müze yapılmış olmasını onun zincirlere vurulması olarak gördük hep. Şiirler yazdık okuduk esaretten kurtuluşu ile ilgili. Yürüyüşler yaptık, mitingler tertip ettik onun için. Her 29 Mayıs bizim bu ülkümüzü yeniden kanatır, acıtırdı. Bizim ve bizden önceki birkaç neslin onun hakkındaki hüznünü yaşamayan, Ayasofyanın yeniden cami oluşunu anlayamaz, hissedemez. Yine bir 29 Mayısta yola çıkan "Fatih" adlı sondaj gemimizin tarihi bir başarıya imza atarak büyük bir doğal gaz rezervi keşfetmesi de benzer duyguları yaşattı.
Arayan bulurmuş

Müjde,corona günlerinin yeniden ağırlaşmaya başlayan ilaç kokulu havasına bir bahar esintisi gibi geldi. Hiçbir şey olmasa bu yıl için Ayasofyanın açılması ve bu müjde kalacak aklımda. Tamamen yerli ve milli imkanlarla Karadeniz'de keşfedilen 320 milyar metreküp doğalgaz müjdesi Türkiye'nin bu gününden ziyade geleceği için umut oldu hepimize. 


Gençliğimizde hayalini kurduğumuz şeylerdi bunlar. Yeniden fethi yaşamak isteyen gönlümüz, kendi kaynaklarımıza sahip olacağımız bağımsızlık günlerini özlerdi. Allah hamd olsun ki şu kalan ömrümde bu iki kutlu adımın da atılmış olduğunu gördüm. 


Ayasofya bizim için fethin sembolü bir cami ve Fatihin emanetiydi. Müze yapılmış olmasını onun zincirlere vurulması olarak gördük hep. Şiirler yazdık okuduk esaretten kurtuluşu ile ilgili. Yürüyüşler yaptık, mitingler tertip ettik onun için. Her 29 Mayıs bizim bu ülkümüzü yeniden kanatır, acıtırdı. Bizim ve bizden önceki birkaç neslin onun hakkındaki hüznünü yaşamayan, Ayasofyanın yeniden cami oluşunu anlayamaz, hissedemez. Yine bir 29 Mayısta yola çıkan "Fatih" adlı sondaj gemimizin tarihi bir başarıya imza atarak büyük bir doğal gaz rezervi keşfetmesi de benzer duyguları yaşattı.

 

Bugün küçük torunum Tuna 9'u bitirdi, 10 aylık oldu. Maşallah günden güne de büyüyüp serpiliyor. Karadenizin Sakarya havzasındaki Tuna-1 kuyusu da işte 9.ncu sondajda meyvesini verdi. Cumhuhurbaşkanı Erdoğan müjdeyi: "Türkiye tarihinin en büyük doğalgaz keşfini Karadeniz’de gerçekleştirdi. Fatih Sondaj Gemimiz 20 Temmuz 2020 tarihinde Tuna 1 sondajında 320 milyar metreküp doğalgaz rezervi keşfetmiş durumda. Kendisini boğazdan uğurladığım günü hatırlıyorum" diye verdi. Cumhurbaşkanımız bu rezervin ülkemizin 7 yıllık doğalgaz ihtiyacını karşılayabilecek miktarda olduğunu açıkladı. Hedef de verdi: "İnşallah Cumhuriyetimzizn 100.ncü yılında yani 2023'te Karadeniz gazı milletin hizmetinde olacak!"

 

Cumhurbaşkanımız ilaveten bu keşfin inşallah enerjide dışa bağımlılığımızı önemli ölçüde azaltacağını, cari açığımızı kapatacağını, hatta fazla veren bir ülke durumuna yükselteceğini anlattı. Devam edecek sondaj faaliyetleriyle başka keşiflerin de olabileceğini müjdeledi. "Her arayan bulamaz, ama bulanlar arayanlardır" meselini de vererek. Demek bu çocuk da büyüyecek, gelişecek. 

 

Hazine ve Maliye Bakanı Berat Albayrak ise: "Bugün ülkemizin milli enerji politikası için tarihi bir gün. Bugün gururluyuz. Türkiye olarak ülkemizin geleceği açısından önemli bir sürece şahit ediyoruz. Bugün enerji alanında ülkemizin makus talihini tarihe gömdüğümüz bir süreçteyiz. Bizim için bu çok önemli bir övünç kaynağı" dedi. Ayrıca Bakan Albayrak bu tarihi günde, "Ne doğu ne batı, yeni eksen Türkiye" vurgusu da yaptı. Bakan Albayrak: "Türkiye artık yeni bir döneme giriyor. Artık ne doğu ne batı, yeni eksen Türkiye söyleminde yeni bir sürece inşallah gidiyoruz" dedi.

 

Verilen bilgiye göre dünyada yüksek teknolojiye sahip ilk 5 gemi arasına giren Fatih sondaj gemisinin uzunluğu neredeyse Eyfel Kulesi kadar. 12 bin 200 metre derinlikte ve yüksek basınç altında dahi deniz sondajı yapabilme kabiliyetine sahip Fatih sondaj gemisinin sondaj kulesi uzunluğu 64 metre. İki kulesi toplamda 1750 ton yük kaldırma kapasitesine sahip gemi, 6 metre yükseklikteki dalga boyunda bile sabit kalabiliyor.


Son yıllarda sondaj çalışmalarını yoğunlaştıran Türkiye Akdeniz ve Karadeniz'de tam donanımlı ve çok amaçlı araştırma gemilerini görevlendirdi. Doğu Akdeniz'de Barbaros Hayrettin Paşa, Fatih ve Yavuz gemileriyle hidrokarbon arayan Türkiye, Karadeniz ve Marmara'da arama yapan Oruç Reis sismik araştırma gemisini de Doğu Akdeniz'e indirmişti.     Türkiye'nin Karadeniz'deki ilk milli derin deniz sondajını gerçekleştiren Fatih sondaj gemisi, Sakarya Gaz Sahası'nda 320 milyar metreküp doğal gaz rezervi keşfetti. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın "müjde" olarak açıkladığı Fatih sondaj gemisinin Türkiye tarihindeki en büyük doğal gaz keşfi, ülkenin son dönemde denizlerde yoğun bir şekilde yürüttüğü sismik arama ve sondaj faaliyetlerinin ilk somut meyvesi oldu.
Barbaros, Oruç Reis, Fatih, Yavuz, Kanuni

Son yıllarda sondaj çalışmalarını yoğunlaştıran Türkiye Akdeniz ve Karadeniz'de tam donanımlı ve çok amaçlı araştırma gemilerini görevlendirdi. Doğu Akdeniz'de Barbaros Hayrettin Paşa, Fatih ve Yavuz gemileriyle hidrokarbon arayan Türkiye, Karadeniz ve Marmara'da arama yapan Oruç Reis sismik araştırma gemisini de Doğu Akdeniz'e indirmişti. 


Türkiye'nin Karadeniz'deki ilk milli derin deniz sondajını gerçekleştiren Fatih sondaj gemisi, Sakarya Gaz Sahası'nda 320 milyar metreküp doğal gaz rezervi keşfetti. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın "müjde" olarak açıkladığı Fatih sondaj gemisinin Türkiye tarihindeki en büyük doğal gaz keşfi, ülkenin son dönemde denizlerde yoğun bir şekilde yürüttüğü sismik arama ve sondaj faaliyetlerinin ilk somut meyvesi oldu.

 

Türkiye'nin Karadeniz'deki münhasır ekonomik bölgesinde, yaklaşık 170 kilometre açıkta gerçekleştirdiği ve ülkenin doğal gaz ithalatının önemli bir kısmını karşılayabilecek bu keşif, bundan sonra denizlerde yürütülecek arama ve üretim faaliyetleri açısından yeni bir dönemin kapısını aralıyor. Türkiye'nin, enerji piyasasındaki gücünü artırmak ve enerji bağımsızlığı için 3 sondaj gemisi ve 2 sismik araştırma olmak üzere toplam 5 gemisi var. Türkiye, bu gemileriyle Doğu Akdeniz başta olmak üzere tüm uluslararası sularda bayrağımızı dalgalandırmaya devam ediyor.


Türkiye'nin deniz araştırma, arama ve işletme ruhsat alanlarında sismik veri toplama projeleri daha önce hizmet alımı şeklinde yürütülüyordu. Ancak bu faaliyet, 2012'nin sonunda TPAO envanterine katılan Barbaros Hayreddin Paşa sismik araştırma gemisi sayesinde artık ülke imkanlarıyla yürütülüyor. Türkiye’nin ilk sismik araştırma gemisi olan Barbaros Hayrettin Paşa Gemisi 2013'te doğal gaz ve petrol arama çalışmalarında kullanılmak üzere envantere girmiş. Bir sismografik araştırma gemisi olan Barbaros Hayreddin Paşa, önce Karadeniz'de sismik arama çalışmaları yaptı. Ardından 2017 yılında Akdeniz'e indi ve şu anda Doğu Akdeniz'de arama çalışmaları yapıyor.

 

31 Aralık 2012'de 130 milyon dolara satın alınan, iki ve üç boyutlu sismik araştırma yapabilme özelliğine sahip Barbaros Hayreddin Paşa gemisi denizin 8 kilometre altındaki jeolojik yapıları inceleyebiliyor, iki ve üç boyutlu sismik veri toplayabiliyor. Brüt 4 bin 711 ton ağırlığındaki gemi, yön ve pozisyon tayinini uydu haberleşmesiyle otomatik olarak yapabiliyor. Uzunluğu 84, genişliği 21,6 metre olan gemide bir helikopter pisti bulunuyor. ICE-1A sınıfı notasyonu ve çevre dostu yüksek teknoloji ile donatılan gemi, yakıt tüketimini azaltan ve asgari emisyon az gelişmiş geçiş hızları sağlayan Norveç Ulstein SX133 X-bow yenilikçi gemi tasarımı kullanılarak inşa edildi. Geminin hızı, 17 knot/31 km/sa.


Faaliyete 15 Ağustos 2017'de başlayan ve yüzde 90 yerli tasarım, işçilik ve entegrasyonu olan Oruç Reis Sismik Araştırma Gemisi, kıta sahanlığı ve doğal kaynak aramaları başta olmak üzere her türlü jeolojik, jeofizik, hidrografik ve oşinografik araştırmaları gerçekleştirebiliyor. MTA Oruç Reis sismik araştırma gemisinin inşasına ise 2012'de tamamen yerli imkanlarla başlandı. 23 Haziran 2017'de geçici kabulü yapılan gemi, 2017 yılı Ağustos ayı içinde operasyon test, eğitim ve tecrübe faaliyetlerine başladı.

 

Tam donanımlı ve çok amaçlı dünyadaki 5-6 araştırma gemisinden biri olan gemide, 2 ve 3 boyutlu sismik, gravite, manyetik olarak jeofizik araştırması yapılabiliyor. Gemi, 8 bin metre derinliğe kadar 3 boyutlu, 15 bin metre derinliğe kadar iki boyutlu sismik operasyonları gerçekleştirebiliyor. Açık denizlerde iki ve üç boyutlu derin sismik araştırmalar yapabilecek kapasitede modern sevk ve manevra sistemleriyle donatılan Oruç Reis gemisi ile petrol ve doğal gaz araştırmalarının yanı sıra kara alanlarının deniz altındaki devamlılıklarının izlenmesi bağlamında kıta sahanlığı gibi stratejik öneme sahip bilimsel araştırmalar da etkin bir şekilde icra edilebiliyor.

 

Türkiye’nin ilk yerli ve milli sismik araştırma gemisi 86 metre uzunluğunda genişliği 22 metre. Gemi modern sevk ve manevra sistemleriyle birlikte, jeofizik, 2 ve 3 boyutlu haritalama, derin sismik, gravite (petrol yoğunluğu), manyetik sistemler ve deniz tabanı ayrıntılı görüntüleme ve haritalama sistemleri, uzaktan kumandalı su altı aracının yanı sıra, su kolonu ve deniz tabanından jeolojik örnekleme yapabilecek ekipman ile donatılmış durumda. Oruç Reis ile deniz tabanından itibaren 15 bin metre derinlikteki jeolojik yapılar görüntülenebiliyor. Modern uzaktan kumandalı su altı aracı (ROV) ile 1500 metre su derinliğindeki deniz tabanı ayrıntılı olarak izlenebiliyor, deniz suyundan ve tabanından numune alınarak ölçüm ve analizler anında yapılabiliyor. Gemide alınan verilerin işlenmesi, analizi ve değerlendirmesine yönelik jeoloji, jeofizik, hidrografi, oşinografi ve biyoloji araştırma laboratuvarları yer alıyor. Gemide ayrıca uluslararası standartlarda bir helikopter pisti de bulunuyor.

 

Türkiye'nin petrol ve doğalgaz arayacak ilk milli sondaj gemisi 'Fatih' 2017'de Türkiye Petrolleri Anonim Ortaklığı (TPAO) envanterine katıldı. Çeşitli bakım çalışmalarının ardından Basınç Kontrollü Sondaj sistemi ile donatılan Fatih, 29 Ekim 2018'de Alanya-1 derin deniz kuyusu sondajına başladı. Ardından ikinci sondaj için Finike- 1 alanına geçti, Buradaki hazırlık sürecinin ardından İstanbul'un fethinin 567. yıl dönümü 29 Mayıs'ta Karadeniz'deki ilk milli sondajı gerçekleştirmek üzere Haydarpaşa Limanı'ndan uğurlandı. Fatih sondaj gemisinin kuleleri İstanbul Boğazı'ndan geçebilmesi için söküldü. Gemi, kuleleri yeniden monte edilmek üzere 6 Haziran'da Trabzon Limanı'na demir attı. 20 Temmuz'da Zonguldak açıklarındaki ilk olarak Tuna-1 olarak isimlendirilen lokasyonda 3 bin 500 - 4 bin metre derinlik hedefiyle Karadeniz'deki ilk milli derin deniz sondajına başladı.

 

Fatih 229 metre boyunda ve 12 bin 200 metre derinlikte çok yüksek basınç altında deniz sondajı yapabilme becerisine sahip. Çift kuleli tasarımı sayesinde es zamanlı 2 sondaj operasyonunu daha hızlı ekonomik sürdürebilmekte, deniz tabanını gözetleyebilen ve gerektiğinde hidrotermik operasyonlar yapabilen uzaktan kumanda edilebilir iki su altı robotik denizaltı aracı bünyesinde bulunduruyor. 4 lojistik vinç ve 6 operasyon vinciyle daha hızlı sondaj operasyonu yürütebiliyor Gemide 2 helikopter ve 3 destek gemisi bulunuyor. Fatih sondaj gemisinin 20 Temmuz'da başladığı Sakarya Gaz Sahasındaki sondajında 320 milyar metreküp doğal gaz rezervi keşfettiğinin duyurulmasının ardından atılacak yeni adımlar bekleniyor


Türkiye'nin "Milli Enerji ve Maden Politikası" kapsamında, denizlerdeki arama ve sondaj faaliyetlerinin artırılması amacıyla TPAO tarafından satın alınan Yavuz sondaj gemisi de 2018'de envantere katıldı.Yapımı 2011'de tamamlanan Yavuz, daha önce Tanzanya, Kenya, Malezya ve Filipinler başta olmak üzere farklı ülkelerde görev almış. 'Milli Enerji ve Maden Politikası' kapsamında, denizlerdeki arama ve sondaj faaliyetlerinin artırılması amacıyla TPAO'nın satın aldığı sondaj gemisi Yavuz, 20 Haziran'da Kocaeli Dilovası'ndan yola çıktı, Antalya ve Taşucu limanına uğrayarak son yüklemeleri yaptı. Daha sonra da Doğu Akdeniz'e ulaştı. Gemi, KKTC'den alınan ruhsat bölgesinde sondaj yapacak.

 

Fatih gibi 6. nesil ultra derin deniz sondaj gemisi. Yaklaşık 230 metre uzunluğa ve 36 metre genişliğe sahip, Sondaj kulesinin yüksekliği deniz seviyesinden yaklaşık 103 metre. Yani Galata Kulesi’nden yaklaşık 36 metre daha uzun. 12 bin 200 metre derinliğe kadar çok yüksek basınç altında dahi sondaj yapabiliyor. Dinamik Pozisyonlama sistemiyle 6 metreye ulaşan dalgalarda dahi sondaja devam edebiliyor. Yavuz çift kuleli tasarımla hem asıl hem yardımcı işlerin yapılabildiği eş zamanlı operasyona imkan sağlıyor. Her iki kule de sondaj ekipmanları ile donatıldı, böylece operasyon gücü ikiye katladı.Dünya genelinde bu konseptteki 16 gemiden biri olma özelliğini taşıyan Yavuz'da spor ve sinema salonu, dinlenme odaları bulunuyor. Gemide tam zamanlı bir doktorun görev aldığı 4 yataklı mini bir hastane de var.


Türkiye'nin hidrokarbon potansiyelini açığa çıkarmak için mavi vatanda çalışmalara devam edecek üçüncü sondaj gemisi olan Kanuni, 2020 başında filoya katıldı. 2012 yılında Güney Kore’de üretimi tamamlanan ve daha sonra Türkiye’ye getirilen gemi 31 Ocak’ta teslim alınarak TPAO envanterine kaydedildi ve “Kanuni” ismi verildi. Bakım, tedarik ve test işlemleri İngilterede tamamlandıktan sonra Türkiye’ye doğru yola çıkan gemimiz 13 Mart 2020 günü Doğu Akdeniz’deki kara sularımıza giriş yapmış oldu.

 

Gemi 227 metre uzunluğa ve 42 metre genişliğe sahip. Toplam 11 bin 400 metre derinliğe ve 3 bin metre sondaj açabilme kapasitesi var. 2015’e kadar Brezilya’da enerji firması Petrobras tarafından kullanılmış. Kanuni, altıncı nesil ultra deniz sondaj gemisi olarak da biliniyor. Mersin Taşucu Limanı'nda geliştirme çalışmaları bittiğinde Karadenizdeki ultra derin deniz sondajlarına başlayacak.

20 Ağustos 2020 Perşembe

20 Ağustos 2020 Perşembe 23:00 CORONA GÜNLERİ...........................Süreç devam ediyor

Vaka sayıları bir süredir yükselişte. Şu anda son 1,5 ayın en yüksek hasta sayısına ulaşıldı. 19 Ağustos itibariyle vaka sayısı 1.300’ün üzerine çıktı. Düne kıyasla, pozitif tanı 40 daha fazla. Dün 1.263 olan vaka sayısı bugün 1.303 olarak gerçekleşti. Evvelsi gün bu rakam 1.233 idi. Hatırlayalım ki; yeni normale geçildiği dönemde, meselâ 12 Haziran’da tespit edilen yeni hasta sayısı 1.592 idi ve bir ay içinde Temmuz ayında binin altına çekilebilmişti.     Aslında her günkü vaka sayıları aşağı yukarı 10 gün öncenin bulaşlarını gösteriyor. Sonuçlara göre tedbirlere uyulmayan ortamlar bu artışın baş nedeni.  Bu nedenle tanı konulmuş kişi sayısı ve temaslı kişi sayısı artıyor. Hükümet zaman içinde salgınla bölgesel mücadele yöntemini seçmiş gibi görünüyor. İl hıfzıssıhha kurullarının adını daha sık duyuyoruz. İl Valileri bazı kararlar alıyorlar. Sağlık Bakanlığının verdiği bilgiye göre 10 ilde vaka sayıları düşmüş, 12 şehirde stabil halde, 7 ilde de mücadele sürüyor.
Artış var ama yenilmedik

Vaka sayıları bir süredir yükselişte. Şu anda son 1,5 ayın en yüksek hasta sayısına ulaşıldı. 19 Ağustos itibariyle vaka sayısı 1.300’ün üzerine çıktı. Düne kıyasla, pozitif tanı 40 daha fazla. Dün 1.263 olan vaka sayısı bugün 1.303 olarak gerçekleşti. Evvelsi gün bu rakam 1.233 idi. Hatırlayalım ki; yeni normale geçildiği dönemde, meselâ 12 Haziran’da tespit edilen yeni hasta sayısı 1.592 idi ve bir ay içinde Temmuz ayında binin altına çekilebilmişti.

 

Aslında her günkü vaka sayıları aşağı yukarı 10 gün öncenin bulaşlarını gösteriyor. Sonuçlara göre tedbirlere uyulmayan ortamlar bu artışın baş nedeni. Bu yüzden tanı konulmuş kişi sayısı ve temaslı kişi sayısı artıyor. Hükümet zaman içinde salgınla bölgesel mücadele yöntemini seçmiş gibi görünüyor. İl hıfzıssıhha kurullarının adını daha sık duyuyoruz. İl Valileri bazı kararlar alıyorlar. Sağlık Bakanlığının verdiği bilgiye göre 10 ilde vaka sayıları düşmüş, 12 şehirde stabil halde, 7 ilde de mücadele sürüyor.

 

Bugün vefat edenlerin sayısı 23. Dün 20, evvelsi gün de 22 idi. Toplam ölüm vakası da 6 bini geçmiş (6.039) durumda. Bugün iyileşen hasta sayımız 1.002 olmuş. Dün 942, evvelsi gün de 1.002 olmuştu. Yani bu günlerde yine hasta sayısı iyileşenlerden fazla görünüyor. Ancak toplam iyileşenler de 233.915'i bulmuş. Bunun anlamı şu; toplam vaka sayısı 253.108 olduğuna göre iyileşme oranı hala %92'nin üzerinde. Yani her yüz kişiden 92 si iyileşiyor, 2 kişi ölüyor geriye kalan 6 kişi de tedavi görmekte.

 

Yeni hasta sayılarının tekrar binin üzerine çıkmasının ardından 40 binler civarında olan  test sayısı 80 binlerin üzerinde gerçekleşmiş görünüyor. 19 Ağustos itibariyle yapılan test 87 bin 223 olmuş. Bu rakam dün 82.318, evvelsi gün de 74.846 idi. Muhtemelen önümüzdeki günlerde 100 binleri de görebileceğiz.

 

Bakan Koca'nın verdiği bilgiye göre; 11 Marttan bu yana, tanı konmuş toplam hasta sayısı 250 bini geçmiş bulunuyor. Ancak hastalığı yayma potansiyeline sahip, izole edilmiş aktif hasta sayısı ise sadece 12.575. Anlaşılan yeni hastaların büyük kısmı kolay iyileşebiliyor. Zatürre oranı yüzde 7,4 ve giderek azalmakta. Bunun en önemli sebebi son dönemde  Türkiye’de üretilen bir antiviral ilaç. Diğer taraftan yayılımın artışına paralel olarak maalesef ağır hasta sayısı artıyor. 

 

Bakan Koca  şöyle diyor: "Artışın kontrol altına alınması, hep birlikte bize bağlı. Her artış uyarıcı olmalıdır, fakat yenilgi duygusuna yol açmamalıdır.  Salgın bir süreçtir ve bu tür değişkenlikler tüm dünyada görülmektedir. Çeşitli sebeplerle zaman zaman artışlar bizi yıldırırsa zafer uzar ve alacağımız yara büyür. Bunun için sizleri dirayetli ve inançlı olmaya davet ediyorum, yarınlara bakmaya davet ediyorum. Maske, mesafe ve temizlik konusunda ödünsüz olun. Bu tabloyu, ihmallerin ve tedbirlerin belirlediğini unutmayın.Zayıflama işaretleri veren birlik ve beraberliğimizi, mücadele dostluğumuzu bozmayalım. Pandemi döneminde ne olursunuz, 83 milyon bir olalım. Siyaseti pandemiye bulaştırmayalım. Salgınla mücadelemiz başarıyla sürüyor, Türkiye’nin salgınla mücadelesine başarısızlık etiketi yapıştırmaya çalışanlar varsa ya bilmiyor ya da siyaseten unutmayı tercih ediyor. Tarihte düz çizgide seyreden salgın olmamıştır. Önemli olan mücadelede istikrardır.Virüsün etkisi devam ediyor. Yaz olması sebebiyle virülans değişikliği olmadı. Yazın bunun etkisini kaybedeceğini düşünmeyin. Kapalı ortamlarda kışın daha fazla olunduğu için kolay bulaşır, yazın açık havadan dolayı bulaşıcılık az olabilir. Ancak virüs yaz da kış da bulaşıcılığını devam ettirir."


Ocak ayının sonunda daha dünya çapında 10 bin koronavirüs vakası belirlenmişti ve henüz 200 dolayında insan ölmüştü. Bu açıklanan vakaların tümü de Çin'de idi. O günden bu yana 7 ay geçti. Corona tüm dünyada hayatlarımızı çok değiştirdi. Bugün 20 Ağustos itibarıyla Dünya genelinde Covid 19 tespit edilen toplam vaka sayısı  23 milyona doğru gidiyor. Corona Virüs Haritasına göre şu ana kadar toplam vaka sayısı 22.734.816. Koronavirüs nedeniyle ölenlerin sayısı ise 800 bine (793.950) yaklaşıyor. Bu fotoğraf hiç de iç açıcı değil.     2019 sonunda Çin'in Vuhan kentinde ortaya çıkan koronavirüs, kısa bir sürede küresel salgına dönüştü. 2020'nin ilk 6 ayında 10 milyondan fazla insan koronavirüse yakalanmıştı. Şimdi 23 milyona ulaşmak üzere. Çin'den sonra salgın Nisan ayında ilk önce Avrupa ve Kuzey Amerika'ya sıçradı. Sokağa çıkma yasaklarıyla süren üç ayda Avrupa'da virüsün yayılımı yavaşlarken Latin Amerika'daki vaka sayıları ise hızla artmaya başladı. Haziran sonlarına doğru tedbirlerin gevşetilmesiyle birlikte ABD'nin güney ve doğu eyaletlerinde de rekor sayıda koronavirüs vakası tespit edildi.     Avrupa'da vaka sayıları artıyor, yeni önlemler gündemde. İspanya, son 14 günde her 100 bin kişi başına Kovid-19'da en fazla pozitif vakanın görüldüğü Avrupa ülkesi oldu.
Bizde var da dünyada yok mu?

Ocak ayının sonunda daha dünya çapında 10 bin koronavirüs vakası belirlenmişti ve henüz 200 dolayında insan ölmüştü. Bu açıklanan vakaların tümü de Çin'de idi. O günden bu yana 7 ay geçti. Corona tüm dünyada hayatlarımızı çok değiştirdi. Bugün 20 Ağustos itibarıyla Dünya genelinde Covid 19 tespit edilen toplam vaka sayısı  23 milyona doğru gidiyor. Corona Virüs Haritasına göre şu ana kadar toplam vaka sayısı 22.734.816. Koronavirüs nedeniyle ölenlerin sayısı ise 800 bine (793.950) yaklaşıyor. Bu fotoğraf hiç de iç açıcı değil.

 

2019 sonunda Çin'in Vuhan kentinde ortaya çıkan koronavirüs, kısa bir sürede küresel salgına dönüştü. 2020'nin ilk 6 ayında 10 milyondan fazla insan koronavirüse yakalanmıştı. Şimdi 23 milyona ulaşmak üzere. Çin'den sonra salgın Nisan ayında ilk önce Avrupa ve Kuzey Amerika'ya sıçradı. Sokağa çıkma yasaklarıyla süren üç ayda Avrupa'da virüsün yayılımı yavaşlarken Latin Amerika'daki vaka sayıları ise hızla artmaya başladı. Haziran sonlarına doğru tedbirlerin gevşetilmesiyle birlikte ABD'nin güney ve doğu eyaletlerinde de rekor sayıda koronavirüs vakası tespit edildi.

 

Avrupa'da vaka sayıları artıyor, yeni önlemler gündemde. İspanya, son 14 günde her 100 bin kişi başına Kovid-19'da en fazla pozitif vakanın görüldüğü Avrupa ülkesi oldu. Almanya'nın Bavyera eyaletinin Schwandorf bölgesinde, Kovid-19 testi pozitif çıkan bir kişinin doğum günü eğlencesine katılması sonucu 120 kişinin karantinaya alınmış. Dünya Sağlık Örgütü Direktörü Tedros Adhanom Ghebreyesus, salgınla mücadelenin bitmediği uyarısı yapıp, "Bazı ülkeler ilerleme kaydetmiş olsa da salgın hızlanıyor" diyor.

 

Peki, Koronavirüs vakaları en çok nerelerde? Salgından en çok etkilenen ülke konumundaki ABD'de virüs bulaşan kişi sayısı 43 bin 837 artışla 5 milyon 721 bin 127'ye ulaşırken, hayatını kaybedenlerin sayısı da 176 bin 801'e çıkmış. Ülkede iyileşenlerin sayısı ise şu anda 3 milyonun (3.068.577) biraz üstünde. Latin Amerika'da salgının merkez üssü olarak nitelendirilen Brezilya'da can kaybı 111 bin 443’e, vaka sayısı 3,5 milyona (3.470.517) dayanmış durumda. İyileşen sayısı ise 2.615.254. Hindistan'da vaka sayısı 55 bin 79 artarak 2.904.329'a, can kaybı 54.975'e çıkmış. Ülkede virüse yakalanan 2.157.941 kişi ise iyileşmiş bulunuyor.

 

Afrika'nın koronavirüs salgınının neresinde olduğu belirsiz. Toplam vaka sayısı 1 milyonu geçerken, başarılı bir başlangıç yapan Güney Afrika'da durumun kötüleştiği ve şu an kıtada salgının en çok yayıldığı ülke olduğu anlaşılıyor. Fakat Afrika ülkelerinde koronavirüs testinin çok sınırlı yapılması gerçek tabloyu görmeyi zorlaştırıyor.

 

Şu anda altı adet aşının klinik denemelerinde üçüncü aşamaya geçildi. Bu aşama, aşıların gerçekten de işe yarayıp yaramayacağını belirleyecek en kritik dönem. Son sorun ise zamanlama. Sağlık uzmanları vurgunun aşının bulunup bulunmayacağı değil ne zaman erişime sunulabileceği olduğuna dikkat çekiyorlar.

19 Ağustos 2020 Çarşamba

19 Ağustos 2020 Çarşamba REİS Gazetesi/sayı175..............................Susurluk ilkeleri

2020 yılı başından bu yana “Susurluk için ne yapılabilir?” sorusu üzerinde düşünerek ve yazarak birlikte çıktığımız bir "Stratejik Plan” yapma yolculuğunu sürdürüyoruz. Amacımız 2023-2028 döneminden başlayarak 'en az beş yıllık orta vadeli, bölgesel mahiyette Stratejik bir alt plân” önerisi yapabilmek. Bu çalışmanın ilk aşaması “Neredeyiz?” sorusuydu. 25 hafta sürdü ve 25 yazı çıktı ortaya. Beş haftadır da “Nereye varmak istiyoruz?” aşaması ile ilgili olarak çalışıyoruz. Bu bölümde inşallah Susurluğun gelecek Misyonu ve Vizyon öngörüsü ile amaç ve hedeflerimiz ortaya çıkmış olacak. Ancak bunun için öncelikle yolumuza ışık ve rehber olacak “değer ve ilkeler" üzerinde bazı değerlendirmeler yapmamız gerekiyordu. İyi-kötü Susurluğun üzerinde bulunduğu bir kültür var ve bu zemin karakterini de oluşturan bazı değerlerle bezeli. Kuşkusuz bu değerler gelecekte de etkili ve geçerli olacaklar. Esasen yürütülecek faaliyetlerde de yol gösterici ana kurallar, yani temel ilkeler de bu değerlerle çok yakından ilişkili. Bu yazımızda işte o temel ilkeleri açıklamaya çalışacağız.  Yaptığımız değerlendirmeler, aldığımız katkı ve öneriler sonucu üzerinde çalıştığımız "Susurluk ilkeleri" konusunda 5 ana başlık ortaya çıktı: 1) Önce insan, önce Susurluğun geleceği, Önce Vatan, 2) İstikamet üzere olma, 3) Amaç Birliğine riayet, 4) Planlı değişim dönüşüm ve 5) Birlikte başarmak. Grubumuzdan bunların aleyhinde bir görüş çıkmadığı gibi, ilave edilecek bir öneri de gelmedi. Bazı detay önerilere ise zaten bu ana başlıklar altında yer verilmişti. Şimdi bu ana başlıkları birer birer açıklamaya çalışalım.

Susurluk ilkeleri

2020 yılı başından bu yana “Susurluk için ne yapılabilir?” sorusu üzerinde düşünerek ve yazarak birlikte çıktığımız bir "Stratejik Plan” yapma yolculuğunu sürdürüyoruz. Amacımız 2023-2028 döneminden başlayarak 'en az beş yıllık orta vadeli, bölgesel mahiyette Stratejik bir alt plân” önerisi yapabilmek. Bu çalışmanın ilk aşaması “Neredeyiz?” sorusuydu. 25 hafta sürdü ve 25 yazı çıktı ortaya. Beş haftadır da “Nereye varmak istiyoruz?” aşaması ile ilgili olarak çalışıyoruz. Bu bölümde inşallah Susurluğun gelecek Misyonu ve Vizyon öngörüsü ile amaç ve hedeflerimiz ortaya çıkmış olacak. 

Ancak bunun için öncelikle yolumuza ışık ve rehber olacak “değer ve ilkeler" üzerinde bazı değerlendirmeler yapmamız gerekiyordu. İyi-kötü Susurluğun üzerinde bulunduğu bir kültür var ve bu zemin karakterini de oluşturan bazı değerlerle bezeli. Kuşkusuz bu değerler gelecekte de etkili ve geçerli olacaklar. Esasen yürütülecek faaliyetlerde de yol gösterici ana kurallar, yani temel ilkeler de bu değerlerle çok yakından ilişkili. Bu yazımızda işte o temel ilkeleri açıklamaya çalışacağız.  Yaptığımız değerlendirmeler, aldığımız katkı ve öneriler sonucu üzerinde çalıştığımız "Susurluk ilkeleri" konusunda 5 ana başlık ortaya çıktı: 1) Önce insan, önce Susurluğun geleceği, Önce Vatan, 2) İstikamet üzere olma, 3) Amaç Birliğine riayet, 4) Planlı değişim dönüşüm ve 5) Birlikte başarmak. Grubumuzdan bunların aleyhinde bir görüş çıkmadığı gibi, ilave edilecek bir öneri de gelmedi. Bazı detay önerilere ise zaten bu ana başlıklar altında yer verilmişti. Şimdi bu ana başlıkları birer birer açıklamaya çalışalım.

Önce insan, önce Susurluğun geleceği, Önce Vatan!” birinci ilkemizdir. İnsan merkezli düşünmek, her konuda insanı öncelemek her şeyden önce insan olmamızın gereğidir. Dünyada her şey insan için, onun mutluluğu, refahı, güvenliği ve huzuru içindir. İnsana rağmen, insan olmaya aykırı düşen her eylem yanlıştır ve topluma da zarar verir. Zira her toplumun çimentosu kültür, yapıtaşları da değerleridir. Değerler insansız düşünülebilir mi? Ayrıca her gelişmenin temelinde de insan ve onun  girişim/teşebbüs ruhu vardır. Biz biliriz ki düşünmek ve düşündüğünü hayata geçirmek sadece insana lutfedilmiş bir özelliktir. Yine geleceği planlayabilme kabiliyeti de plana sadakat da ancak insandan beklenebilecek değerlerdir. Misâl; geleceğe odaklanmak; genel geçer günübirlik çıkarlardan uzak durmayı, bencilliği, kişisel beklentilerimizi aşabilmeyi ve kısa vadeli düşünmemeyi gerektiriyor. Bu insanla ilgili bir durum. Nihayetinde Susurluğun geleceği için çalıştığımızı ve vatanımızın her karışını sahiplenmek gibi bir sorumluluğumuz olduğunu unutmamalıyız. İyi biliriz ki vatan ve millet sevgisi diğer her şeyin üzerindedir. Geçmişte “Önce Vatan!” Susurluğun adeta bir simgesiydi. Yazı silinse de o değer artık Susurluklunun genlerine işlemiştir, oradan silinmez.  İnanıyoruz ki, bütün bu değerler gelecekte de Susurluğun beka meselesi olan yeni iş sahaları açılması ve gelişmesi konusunda ihtiyacımız olan bir tür dinamo işlevi görecektir. Bu nedenle “Önce insan, önce Susurluğun geleceği, Önce Vatan!” diyoruz ve Susurluğu her kesimiyle geleceği için topyekûn bir seferberliğe çağırıyoruz. 

İkinci ilkemiz “İstikamet üzere olmak” işte böyle bir seferberliğin, gelecek yolculuğunun ana yön levhası olacak inşallah. “Susurluk için ne yapılabilir?” sorusuyla başlayan, orta vadeli bir stratejik planla yola koyulan geleceğin inşasına özüne sözüne güvenilir, eylemlerinde dosdoğru insanlarla yürümekten daha doğal ne olabilir ki?  Şayet “insan”ı düşünce ve eylemlerimizin merkezi haline getirmişsek, ona kıymet kazandıran böylesi değerleri ihmal edemeyiz. Özellikle de bugünün dünyasında iyi örneklere her zamankinden daha çok ihtiyacımız olduğu bir gerçek. “Hak, hakikat, ahlâk, doğruluk, dürüstlük ve emniyet” böyle değerler. Doğal olarak bu değerlerin yaşandığı bir toplumun herkese güven vermesi beklenir. Nitekim yönetim bilimi açısından da kurumsal düzenlemelerde dört temel ilkeye odaklanılıyor: “Adillik, Şeffaflık, Hesap verebilirlik ve Sorumluluk.” Adalet kavramı sözlükte; insaflı ve doğru olmak, doğru davranmak, eşit olmak, eşit tutmak, her şeye hakkını vermek, düzeltmek, mutedil olmak, her şeyi yerli yerinde yapmak, istikamet ve hakkaniyet anlamlarına geliyor. Dini bir terim olarak da; hak yol üzere dosdoğru olmak, davranışlarda ölçülü olmak, insanlarla ilişkilerde hakkaniyete riayet etmek, insafı davranmak, haksızlık etmemek, haklıya hakkını vermek, düzeltmek, her şeyi yerli yerinde yapmak anlamlarına geliyor. Adaletin zıddı ise zulümdür. Şeffaflık; çalışmaların kamuoyu ile doğru, açık ve karşılaştırılabilir bilgi paylaşımı ile yürütülmesi demek. Hesap verebilirlik; yönetim performansının izlenebilmesi ve yöneticilerin her şekilde hesap verebilirliğinin temin edilmesi anlamına geliyor. Sorumluluk ise; gelecek için değer üretilirken topluma, onun kanun ve düzenlemelerine uyum gösterecek şekilde faaliyet gösterilmesini ifade etmekte.  “Amaç Birliğine riayet” önemli bir baş ilkemiz. Belli bir amaç için yola çıkan yolcuların ana yol üzerinde ihtilafa düşmeleri kadar yanlış bir şey olabilir mi?  Şayet ihtilaf, kafa karışıklığına sebep olan belirsizliklerden ortaya çıkıyorsa baştan tedbir almak en iyisidir. Sırf bu nedenle bile olsa hareketimizin amaçları açık seçik yazılmalı, bilinmeli, stratejik amaçlarla belli bir hiyerarşi içinde ve birbirleri ile uyum içinde olmalıdır. Misâl; Susurluğun kurumları var. Bunlardan bazıları resmi, bazıları özel bir kısmı da sivil toplum kuruluşları. Her birinin ayrı amaçlar peşine düşmesini anlayabilir misiniz? Hayır! Bu yüzden Susurluğun odaklandığı ana amaç ve vizyon diğerlerince de paylaşılmalı ki sonuç alınabilsin. “Hanya’ya Konya’ya” durumu sonuçta hiç kimseye yarar sağlamaz, aksine Susurluğa sadece patinaj yaptırıp zarar verir. İyilik amaç birliğindedir, ayrışıp enerjiyi dağıtmak kötülük olur. İşte bu sebeple Susurluk topyekûn iyilik ve hayırda yarışmak, kötülükten sakınmak hususunda özenli olmalıdır. Bu ilke, toplumda iyilik ve güzelliklerin yayılması, kötülük ve çirkinliklerin azalması için halâ en etkili yol.

İkinci ilkemiz “İstikamet üzere olmak” işte böyle bir seferberliğin, gelecek yolculuğunun ana yön levhası olacak inşallah. “Susurluk için ne yapılabilir?” sorusuyla başlayan, orta vadeli bir stratejik planla yola koyulan geleceğin inşasına özüne sözüne güvenilir, eylemlerinde dosdoğru insanlarla yürümekten daha doğal ne olabilir ki? Şayet “insan”ı düşünce ve eylemlerimizin merkezi haline getirmişsek, ona kıymet kazandıran böylesi değerleri ihmal edemeyiz. Özellikle de bugünün dünyasında iyi örneklere her zamankinden daha çok ihtiyacımız olduğu bir gerçek. “Hak, hakikat, ahlâk, doğruluk, dürüstlük ve emniyet” böyle değerler. Doğal olarak bu değerlerin yaşandığı bir toplumun herkese güven vermesi beklenir. Nitekim yönetim bilimi açısından da kurumsal düzenlemelerde dört temel ilkeye odaklanılıyor: “Adillik, Şeffaflık, Hesap verebilirlik ve Sorumluluk.” Adalet kavramı sözlükte; insaflı ve doğru olmak, doğru davranmak, eşit olmak, eşit tutmak, her şeye hakkını vermek, düzeltmek, mutedil olmak, her şeyi yerli yerinde yapmak, istikamet ve hakkaniyet anlamlarına geliyor. Dini bir terim olarak da; hak yol üzere dosdoğru olmak, davranışlarda ölçülü olmak, insanlarla ilişkilerde hakkaniyete riayet etmek, insafı davranmak, haksızlık etmemek, haklıya hakkını vermek, düzeltmek, her şeyi yerli yerinde yapmak anlamlarına geliyor. Adaletin zıddı ise zulümdür. Şeffaflık; çalışmaların kamuoyu ile doğru, açık ve karşılaştırılabilir bilgi paylaşımı ile yürütülmesi demek. Hesap verebilirlik; yönetim performansının izlenebilmesi ve yöneticilerin her şekilde hesap verebilirliğinin temin edilmesi anlamına geliyor. Sorumluluk ise; gelecek için değer üretilirken topluma, onun kanun ve düzenlemelerine uyum gösterecek şekilde faaliyet gösterilmesini ifade etmekte.

“Amaç Birliğine riayet” önemli bir baş ilkemiz. Belli bir amaç için yola çıkan yolcuların ana yol üzerinde ihtilafa düşmeleri kadar yanlış bir şey olabilir mi?  Şayet ihtilaf, kafa karışıklığına sebep olan belirsizliklerden ortaya çıkıyorsa baştan tedbir almak en iyisidir. Sırf bu nedenle bile olsa hareketimizin amaçları açık seçik yazılmalı, bilinmeli, stratejik amaçlarla belli bir hiyerarşi içinde ve birbirleri ile uyum içinde olmalıdır. Misâl; Susurluğun kurumları var. Bunlardan bazıları resmi, bazıları özel bir kısmı da sivil toplum kuruluşları. Her birinin ayrı amaçlar peşine düşmesini anlayabilir misiniz? 

Hayır! Bu yüzden Susurluğun odaklandığı ana amaç ve vizyon diğerlerince de paylaşılmalı ki sonuç alınabilsin. “Hanya’ya Konya’ya” durumu sonuçta hiç kimseye yarar sağlamaz, aksine Susurluğa sadece patinaj yaptırıp zarar verir. İyilik amaç birliğindedir, ayrışıp enerjiyi dağıtmak kötülük olur. İşte bu sebeple Susurluk topyekûn iyilik ve hayırda yarışmak, kötülükten sakınmak hususunda özenli olmalıdır. Bu ilke, toplumda iyilik ve güzelliklerin yayılması, kötülük ve çirkinliklerin azalması için halâ en etkili yol.

 “Planlı değişim dönüşüm” dördüncü temel ilkemizdir. Mademki en önemli sorunumuz; Susurluğun geleceği ve istikrarlı bir gelişme ile daha üst seviyelere ulaşabilmesidir. O halde bunu sadece şikâyet ederek ve konuşarak yapamayız. Ayaklarımızı güçlü yönlerimize ve fırsatlara basarak, değerlerimizi azık yaparak kendimize ilkeli bir Misyon biçebilmeli, görüş ve düşüncelerimizi gelecek vizyonumuza odaklayabilmeli, amaç ve hedeflerimizi belirleyerek orta vadeli bir stratejik planla harekete geçebilmeliyiz. Sonuçta gelişmek için değişmek, başka bir hale dönüşmek gerekebilir. Değişimin tehlikelerinden, dönüşümün sancılarından kurtulabilmek için en iyi çare bu süreci kendi kontrolümüzde yapabilmektir. Stratejik plan bize hangi noktalarda, nasıl ve nereye doğru evrileceğimizi baştan gösterir. Değerlerimiz ayaklarımızın sağlam basmasını temin edecek, temel ilkelerimiz de yoldaki trafik levhaları gibi bizi kural dışı hareket etmekten ve yoldan çıkmaktan koruyacaktır. Böylece, Susurluğun hayalimiz olan geleceğine yürüyebileceğiz. Bunu inşallah zaaf ve eksiklerimizi tamamlayarak, güçlü yönlerimizi daha da güçlü hale getirerek, çevreye duyarlılık içinde gelişerek yapacağız. Yürüyüşümüzde devamlılık, düzenlilik, denge ve uyuma dikkat edeceğiz. Plan kavramı zaten başlı başına belli bir düzen ve disiplin demektir. Herkes olması gereken çizgide, devamlı, dengeli ve uyum içinde olmalı ki o değişim ve dönüşüm yönetilebilsin.  

"Birlikte başarmak" son ve beşinci ilkemizdir. Şurası bir gerçek ki bu yolculuk ancak birlik ve beraberlik içinde İş bölümü yapılarak başarılabilir. Başarı için bireysel oyun bir işe yaramaz, takım ve birlik ruhu gerekir. Takım olmaksa iş disiplini ve birlikte çalışma becerisine bağlıdır. Bunun için önce bir iş ahlakı olmalı insanın. Enerjimiz ve kalplerimiz asla bölünüp parçalanmamalı. Herkesin geçmiş nesilleri suçlayıp artık “Bir şeyler yapılmalı!” dediği bir ortamda iyi kötü kendi takımını engelleyip bölmek izah edilemez. Herhangi bir tartışmaya mahal vermemek, takımın verimliliği ve etkinliğini artırmak üzere görevlerin, varılması öngörülen hedeflerin açık seçik belirlenmesi iyidir ve gereklidir; doğru. Yolculuk sürecinde yetki ve sorumluluklar arasında da belli bir denge bulunmalı, liyakate saygı duyulmalıdır, bu da tamam. Ancak kalıcı çözüm; çocuklarımızın ve gençlerimizin geleceğini düşünmekten, halkımızı bütünüyle dikkate alarak, farklılıklarına rağmen bir ve beraberce aynı hedefe yöneltebilmekten geçiyor. Hangi fikirde olursak olalım, hangi partiyi tutuyor olursak olalım, bölünmeden parçalanmadan, ortak gücümüzün sinerjisinden yararlanarak Susurluğu 2023-2028 Vizyonuna odaklayabilmeliyiz. Elbette bu süreçte makul ölçülerde liderlik ve yönetimde bütünlük koordinasyon için faydalıdır. Fakat bütünlüğü bozmayacak şekilde farklı fikir ve katkılar da sağlıklı gelişme için bir o kadar ihtiyaçtır. "Düşünce ve inançlarımız engellenemez, saygıyı hak eder”, o halde başkalarının düşünce ve inançlarına da aynı saygıyı göstermemiz gerekir. “Geriye kalan her şey birlikte yapılabilir”. Zira karşı görüşlü kişilere saygı duyma ve her görüşe açık olmak kısır döngülere meydan vermez. Kaldı ki işleri danışarak yapmak İslâm'ın da temel ilkelerinden biri değil midir? Dini literatürde "Şûra" ve "müşavere”, günlük yaşamımızda ise "İstişare”olarak bilinen uygulamayı kastediyorum.  Bu yönteme ister demokratik deyin, ister danışma-görüşme olarak niteleyin istişareye riayet etmek yönetsel faaliyetlerin de baş ilkesidir.  Ancak, insanların güven içinde birlikte hareket edebilmesi ve katkı verebilmesi için her şeyden önce kendilerine iyi ve adil davranılması gerekir. Devamında o toplulukta kişilerin birbirine saygı, sevgi ve nezaket kuralları çerçevesinde davranması gelecektir. İşte herkesin arzu ettiği eşitlik ve hakkaniyet de budur zaten. Biz Allah’ın izniyle yürüyüşümüze devam ediyoruz. Ama bu yol ilkesiz yürünmez, ilkesizlik ise hiç olmaz. Okuyucularım arasında çok değerli yol arkadaşlarım olduğunu biliyorum. Diktiğimiz fidan eninde sonunda meyve verecektir, buna inanın. Biz göremesek de gelecekte gölgesinden yararlanacakları şimdiden hayal edebiliyorum.

yyalcin3@gmail.com


17 Ağustos 2020 Pazartesi

18 Ağustos 2020 Salı 23:30 CORONA GÜNLERİ..............................."Our boys"lar hareketlendi

Şu anda Corona virüsün ülkemizde yeniden kıpırdadığı günler yaşıyoruz. Bayramlar geçti, yaz tatili de artık bitti sayılır. Eylül ayı sonbahar. Şurda ne kaldı ki okul dönemi yaklaşıyor. Salgın olmasaydı normalde bir ay sonra açılırdı. Şimdi 21'ine ertelendi. Bir haftalık gecikme çok önemli sayılmaz. Ama okulların açılmasını küçüklerin okula başlaması, ana sınıfları ve kreşlerle birlikte düşündüğümüzde her yıl yeterince sancılı olur zaten. Bu sene üstümüzde salgın heyulasının gölgesi de olacak.  Öğretmenler için durum daha da belirsiz. Adeta "kırk katır mı kırk satır mı" ayırımındalar. Sağlık çalışanları için bu sonbahar kışta yeniden zorlu bir maraton görünüyor. Çalışan insanlarsa şu ara küçük çocuklarını ne yapacaklarını kara kara düşünüyorlar. Geçtiğimiz süreç onlar için epey meşakkatli geçti zaten.
Dikkat: 'Virüs' var!

Şu anda Corona virüsün ülkemizde yeniden kıpırdadığı günler yaşıyoruz. Bayramlar geçti, yaz tatili de artık bitti sayılır. Eylül ayı sonbahar. Şurda ne kaldı ki okul dönemi yaklaşıyor. Salgın olmasaydı normalde bir ay sonra açılırdı. Şimdi 21'ine ertelendi. Bir haftalık gecikme çok önemli sayılmaz. Ama okulların açılmasını küçüklerin okula başlaması, ana sınıfları ve kreşlerle birlikte düşündüğümüzde her yıl yeterince sancılı olur zaten. Bu sene üstümüzde salgın heyulasının gölgesi de olacak.

Öğretmenler için durum daha da belirsiz. Adeta "kırk katır mı kırk satır mı" ayırımındalar. Sağlık çalışanları için bu sonbahar kışta yeniden zorlu bir maraton görünüyor. Çalışan insanlarsa şu ara küçük çocuklarını ne yapacaklarını kara kara düşünüyorlar. Geçtiğimiz süreç onlar için epey meşakkatli geçti zaten. 


Düşünecek o kadar çok şey var ki: Hasta olur muyum? Sonbahar demek grip demek, ne yapmalı? Yeni dönemde her şey nasıl yerine oturacak, işler nasıl eski düzenine girecek? Salgın ne zaman biter? Çocuklara ne olacak? vs. vs.. Bütün bunlar yetmiyormuş gibi etrafta "dedikoducu virüsler" de cirit atıyor. "Ya öyleymiş….Duydun mu….böyleymiş..., Ambulanslar vızır vızırmış….,Hastaneler coronayla dolmuş…,Açıklamıyorlarmış…Bütün o sayılar yalanmış…,Ben bu corona güncel tablosu verilerine inanmıyorum zaten…,Kurgulanmış olarak önceden belirlenmiş…,Testlerin güvenilirliği de zaten ayrı bir konuymuş…Yani öyle diyorlar...,Zannediyorum...,Gözlemlerime dayanarak çıkarımda bulundum..., mış mış ta mış mış..."

 

İnsanlar dedikoduyu severler bilirim. Ordan burdan cak cak konuşmayı, bol bol geyik muhabbetini anlayabilirim. Anlayamadığım, hatta kaldıramadığım şey; sağlık gibi ciddi ve herkesi ilgilendiren bir konuda bu kadar zanla, bilgisizlikle ve sorumsuzca uluorta konuşulabilmesi. Sosyal medya da bu dedikoducular için bir başka "mış mış…" alanı. Aslını faslını bilmeden, doğru olup olmadığı konusunda en ufak bir delili olmadan yapılan paylaşımlar adeta virüs saçıyorlar etrafa. En az Corona virüsü taşıyıp da sağa sola fütursuzca bulaştıranlar kadar düşüncesiz ve sorumsuz insanlar. Ne yaptıklarını azıcık düşünebilseler; zerre kadar faydalı olmadıkları gibi şerre alet olduklarını anlayabilirlerdi.

 

Düşünmüyorlar ki olağanüstü bir olay karşısında yapılacak en doğru şey "salim akılla" hareket edebilmektir. Sadece devlete, yetkili sorumlu kurum ve kişilere kulak vermektir. Biri bir haber getirdiğinde onu tahkik etmeden, doğrulatmadan sazana gelmemektir. Çünkü bu zamanda "fasık" da çok, "fitne fücur" da. Allah korusun ya bir savaş çıksa ne beklenir ki bunlardan. İçimizdeki beşinci kol "our boys"lar gibi çalışıyorlar. Bilerek yapıyorlarsa ülkesine, milletine hainlik ediyorlar, yok bilmeden yapıyorlarsa salgın gibi bir konuda şaibeli şeylere bulaşmış olmak kadar ahmaklık olur mu?


Kendini bilmezin biri çıkmış:"Bunlar yalancı!" diyor. Hem de bunu bir delile dayanmadan, doğrusunu bilmeden sadece zanna dayanarak yapıyor. "Etrafından gördüklerine ve bizzat korona acil servisinde yaşadıklarına bakarak böyle bir çıkarımda bulunmuş." Sen neyi gördün, neyi yaşadın ki ülke geneline dair pervasızca bir "çıkarımda" bulunabiliyorsun? 


Birisine "yalancı" demenin son derece ciddi bir kul hakkı olduğunu çıkarımlayamıyor musun? " "Ramazan bayramında herkes evdeyken bile hasta sayısı hiç değişmemiş, ölenler de geçen sene normal grip sayılarıyla aynı" imiş. Kurduğu alakayı, mantığı görebiliyor musunuz? Sanırsın bütün veriler elinde, onları karşılaştırabiliyor ve doğruyu da şıppadanak çıkarımlayabiliyor(!). Bizim "Our boys" devletinin yalan söylediğine emin. O kadar emin ki "Neden yalan söyledikleri konusunda mutlaka devletin bir çıkarı vardır" diyor. 


Ardından da ilave ediyor: "Ben devletçiyim. Maalesef bu adamlara güvenim kalmadı." Merak ediyorum sen ne zaman bu taraftaydın da, şimdi karşıya geçtin ki? Evvel de böyleydin, şimdi de. Fark şu; önceden gazetelerinle, televizyonlarınla, bilumum "our boys" larınla meydandaydın, şimdi deliğinden tıslayarak akıtıyorsun kalbindeki zehiri. Seni tanıyorum, ne yapsan nafile başarılı olamayacaksınız! Yolunuz bir defa yol değil. Hala da doğruyu anlamaya niyetiniz yok. Haydi git başımdan. İnançsızlık, haset ve odun taşıdığın fitne kazanlarının içinde kaynamaya devam et.


Ben bu devlette 35 yıl görev yaptım. Yalan söyleyen, hakikati farklı gösteren çok yetkili sorumlu gördüm. Ama devleti toptan yalancı hiç görmedim. Yalanı dolanı insanlar yapar, sorumluluğu da onlara aittir. Böyle toptancı komplo teorilerine de ben inanmıyorum. Arkasında ya bilmemezlik ya da kasıt var. Farz edelim ki Sağlık Bakanlığı sayılarla oynuyor, amaçlarına göre yayınlıyor. Olmaz ya oldu diyelim. Devlet dediğin yüzlerce binlerce insandan oluşuyor. İlla ki bir yerinden sızar, mızrak çuvala sığmaz ki. Ondan sonra onun doğru bile olsa hangi söylemine itibar edilecek. Böyle bir riski dünyanın hiç bir ülkesinde hiç bir siyaset adamı göze alamaz. 


Devletin bazı konularda suskun kaldığı, farklı şeyleri gündemde tuttuğu ve işlediği doğrudur. Bu bile pek çok bakanlık ve kurullarda üzerinde konuşulmuş taktik ve politikalardır. Sağlık konusunda, hele de böyle bir salgın üzerinde yalan üzerine taktik, politika imkansız üzere imkansızdır. Böyleyken bu tezviratlar neden çıkıyor? Siyasi fikirlerimiz farklı olabilir, bunlar eleştirilir de ama devlet hepimizin devleti. Salgın gibi hayati konularda inançsızlık, uluorta ileri geri konuşmak, dedikodu etmek rakiplerimize değil hepimize zarar verir. Zaman fitne ateşine odun atmanın zamanı değil. Şayet inanıyorsak zannın çoğunun da günah olduğunu bilmemiz lazım. Bu "Our boys"lar bir an evvel kendilerini gözden geçirseler iyi olur. Sonra güvendikleri dağlara da kar yağabilir, üşürler.


80 ihtilalinde o dönem ABD konsolosu olan Paul Henze darbeyi Başkan jimmy carter'a "our boys did it" (bizim çocuklar işi becerdi) diye bildirmiş. Bu itiraf bir vakitler CNN Türk televizyonu'ndaki manşet programında kendi sesinden yayınlanmıştı. 3 Kasım’da seçimlere gidecek olan ABD’de Donald Trump’a rakip olan Demokrat Parti adayı Joe Biden de, muhalefet partilerinin Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın yenilmesi için muhalif liderlerin desteklenmesi gerektiğini zırvaladı.     Dünyanın her yerinde keyfine göre parmak oynatan bu süper güç, başka ülkelerin yangın yerine dönmesine hep sesli sessiz güldü. Kendi ülkelerindeki siyahileri insan yerine koymayan, bir varil petrol için ülkeleri işgal etmekten geri durmayan ve seçilmiş iktidarları darbe yoluyla devirmekten çekinmeyen sözde demokrasi ülkesi ABD'nin "Bizimkiler" dediği adamların neler karıştırdığını çok yakından bilenlerdeniz.Salgınla 'şaka' olmaz!


80 ihtilalinde o dönem ABD konsolosu olan Paul Henze darbeyi Başkan jimmy carter'a "our boys did it" (bizim çocuklar işi becerdi) diye bildirmiş. Bu itiraf bir vakitler CNN Türk televizyonu'ndaki manşet programında kendi sesinden yayınlanmıştı. 3 Kasım’da seçimlere gidecek olan ABD’de Donald Trump’a rakip olan Demokrat Parti adayı Joe Biden de, muhalefet partilerinin Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın yenilmesi için muhalif liderlerin desteklenmesi gerektiğini zırvaladı.

 

Dünyanın her yerinde keyfine göre parmak oynatan bu süper güç, başka ülkelerin yangın yerine dönmesine hep sesli sessiz güldü. Kendi ülkelerindeki siyahileri insan yerine koymayan, bir varil petrol için ülkeleri işgal etmekten geri durmayan ve seçilmiş iktidarları darbe yoluyla devirmekten çekinmeyen sözde demokrasi ülkesi ABD'nin "Bizimkiler" dediği adamların neler karıştırdığını çok yakından bilenlerdeniz. 15 Temmuz darbe girişimi ve arkasından yaşadıklarımız daha çok sıcak. Malumu ilana lüzum yok o "Bizimkilerden (our boys) biri" hala Pensilvanya'da bir malikanede yaşıyor.

 

Dikkat ediniz "Büyük şeytan"ın bütün ülkelerde tohumları var. Parayla elde edilmiş, güçle cezbedilmiş, localarla kafeslenmiş, algı operasyonlarıyla beyni ve kalbi mankurtlanmış pek çok insan onların emellerine hizmet ediyor. Sade siyaset alanında değil, ekonomide, sosyal hayatta hatta dini konularda bile cirit atıyorlar. Hangi konular gündemdeyse, ya da  gündeme alınmışsa o alanda kuklacının iplerini oynatmasıyla birlikte harekete geçiyorlar.

 

En büyük silahları yalan ve fitne. Sürekli yalan haber yayarak insanların kafasını bulandırmak için uğraşıyorlar. Mesela şu aralar salgınla ilgili yalan rüzgarları üfürmekle meşguller. Aslında devletimiz elinden geleni yapıyor. Güncel verileri de her gün aksatmadan paylaşıyor. İyiyse iyi başarıyoruz diyor, kötüyse kötü durum vahim diyor. Sağlık sistemimiz pek çok ülkeden daha ilerde. Her şey ortada, hepimiz takip ediyoruz. Ama birileri sürekli felaket haberleri yaymakla meşgul. Bakıyorsunuz, aklı başında insanlar bile bunları paylaşarak yalana, tezgaha alet oluyorlar.

 

Salgın gibi ciddi bir konuda bile ortalığı velveleye verenler, bunu siyaset malzemesi yapmaktan da çekinmiyorlar. Oyunu görüyorsunuz tabi ki canınız sıkılıyor. Bir görmüyorsunuz, iki susuyorsunuz, üç duymuyorsunuz ama nereye kadar? Böyle zamanlarda apaçık asparagas olan bu tezviratlara cevap vermek bile fitneye alet olmak gibi geliyor insana. Ancak terslemedikçe de bu yüzsüzlük daha da azıyor. Ortalığı boş bulanlar meydanda at koşturuyorlar.

 

Bunların hangi yalanına inanalım ki? Hani "Coronayı getiren" umrecilerdi? Bu yalanı pervasızca dile dolayanlar akıllarınca dini hassasiyetleri de toplum nezdinde yaralamak istiyorlardı. Tuhaf olan şu ki, o söylemi kullananlar şimdi yazlıklarının balkonlarında başka masallar anlatmakla, "öcü geliyor"  uydurmalarıyla meşguller. Hiç birinin vicdanına günümüzün "Korona sabıkalıları"nın şehirlerarası seyahat yasağı kalkınca büyük şehirlerinden memleketlerine virüs taşıyanlar, sahillerde bana bir şey olmaz diyerek vur patlasın çal oynasın diyenler dokunmuyor.

 

Halkı cahil bulan, maske takmıyor diye suçlayanlar acaba kendileri maske takıyorlar mı? Plajlarda, otellerde, barlarda sosyal mesafeye uyuyorlar mı?  Hayır herkese akıl vermek onların hakkı ve yetkisidir. Zaten korona da alt tabaka içindir. Kendilerine yasak uygulanamaz. Koronanın ilk haftalarında "Nerede bu devlet... Maske bulamıyoruz" diye kıyamet koparanlar da bunlar değil miydi? 

 

Suçüstü yakalanınca da "amma da ciddiye alıyorsun arkadaş!" öyle mi? Evet ben, ülkemin birlik beraberliği söz konusu ise ciddiyim. Hem de çok ciddiyim. 17-25 Aralıkta "hırsız" senaryosu yazanları, "ayakkabı kutusu" çığırtkanlığı yapanları şimdi de "Ay ben bu verilere katiyyen inanmıyorum, yalan söylüyorlar!" tezviratıyla izliyorum. 15 Temmuzda göz göre göre darbe teşebbüsünde bulunup ta yakalananların "valla billa benim bir şeyden haberim yok, geçiyordum uğradım" dediklerinin şahidiyim. Bunca olup bitene, bütün melanetleri ortaya dökülmesine rağmen hala "nedamet belirtisi" görmediğim "our boys"ları artık çok iyi tanıyorum. Bu yüzden ciddiyim, hem de çok ciddiyim.

 

Salgın can alıyor, günlerimize aylarımıza mal oluyor. Bu işin şakası olur mu? Sağlıkla ilgili konularda böyle çirkef bir siyaset yapılır mı? Kazanmayı bu yollarla mı düşünüyorsunuz? Aklınızı başınıza alın.  Bu millet, ilelebet bir oldu, beraber oldu. Gelecekte de bir olarak, beraber olarak, bütün ihanetlere, fitnelere, fitnecilere, hainlere karşı sapa sağlam duracaktır. Bay Biden'in Our boyslarına tavsiyem: ekmeğini yediğiniz, suyunu içtiğiniz bu ülkeyi hiçbir zaman alt etmeyi "beceremeyeceksiniz!" Sözde demokratlara, aklını fikrini zikrini Başkan Erdoğan'ın indirilmesine takmış çenesi düşüklere rağmen yine de sandığa inanan ve başaran inşallah biz olacağız.


16 Ağustos 2020 Pazar

16 Ağustos 2020 Pazar 23:30 CORONA GÜNLERİ...............................Aynalar

Bugün benim doğum günüm. Senesi de karışık, günü de. Aslında 1956 yılının harman zamanı doğmuşum. Günü bir tevatüre göre Ağustosun 2'si, bir başkasına göre 15'i. Dedem de beni altı ay sonra nüfusa yazdırmış. Köyde adetmiş, hem işler güçler hem de ne olur ne olmaz belki ölür boşuna yazdırmayalım diye. Kimse harman zamanı koştur koştur ilçeye gidip nüfus memurunun karşısına hemen çıkmazmış.     Bir tevatür askere geç gitsin düşünceleri de varmış o zamanlar köylüde. Bütün işler insan emeğiyle yapılıyor. Aileler için çocuk-genç ne kadar tarlada, ormanda, hayvan peşinde çalışırsa o kadar iyi yani. Uzun lafın kısası dedem nüfusa yazdırmaya gittiğinde şubat ayının sonuymuş. Nüfus kağıdına göre de olmuş doğum günüm 26 Şubat 1957.
Zaman aynaları

Bugün benim doğum günüm. Senesi de karışık, günü de. Aslında 1956 yılının harman zamanı doğmuşum. Günü bir tevatüre göre Ağustosun 2'si, bir başkasına göre 15'i. Dedem de beni altı ay sonra nüfusa yazdırmış. Köyde adetmiş, hem işler güçler hem de ne olur ne olmaz belki ölür boşuna yazdırmayalım diye. Kimse harman zamanı koştur koştur ilçeye gidip nüfus memurunun karşısına hemen çıkmazmış.

Bir tevatür askere geç gitsin düşünceleri de varmış o zamanlar köylüde. Bütün işler insan emeğiyle yapılıyor. Aileler için çocuk-genç ne kadar tarlada, ormanda, hayvan peşinde çalışırsa o kadar iyi yani. Uzun lafın kısası dedem nüfusa yazdırmaya gittiğinde şubat ayının sonuymuş. Nüfus kağıdına göre de olmuş doğum günüm 26 Şubat 1957.

 

Uzun süre rahmetli annem "yazın harman zamanıydı. Herhal 2 Ağustostu" dedi. Nedense son yirmi yıldır "15 Ağustostu" diye değiştirdi. Bu tarih çocuklarımın da işine geldi. Malum memur bir aileyiz: "15 Ağustos" olsun dediler. Böylece bizim ailede benim doğum günüm oy çokluğuyla 15 Ağustos olarak hatırlanır oldu. Ama yılı resmen 1957, gerçeği 1956. Eskiden doğum günü kutlama adeti bu kadar yoktu. Bankalar, telefon şirketleri mesaj atardı her 26 Şubatta. Bir de evrak üzerinde bu tarihi gören memurlarım kutlarlardı: "Müdürüm/Başkanım/Müsteşarım doğum günün kutlu olsun" diye.

 

Şimdi ailemde çocuklar torunlar, gelinler, damatlar kalabalığız. Onların doğum günü kutlamaları arasına bizimki de karıştı işte. İnsanın 60'ından sonra doğum gününün kutlanması biraz garip ve karışık bir durum. Üzüleyim mi sevineyim mi bilemiyorum. Zaten yaş almak, "amca, dayı, dede" olmak yeterince çarpıcı bir durum. Bir de doğum günlerimde telefon, mesaj bekliyor olmak çok garip. Yaşımı kabullenmiş, gidişe ayak uydurmuş biriyim. Bu noktada zaten pek çok şey anlamını kaybetmiş, ya da çok şey daha farklı anlamlar kazanmış oldu. Dünya işte, "yalan" denmiş ya, boşuna değil.


Doğum günleri özellikle çocuklar için ilgi odağı olduğu, pastalı harçlıklı hediyeli yıl dönümleri. Gençlerde bir noktadan sonra itici geliyor. Evlenildiğinde bir de çocuk sahibi olunca durum çok daha farklılaşıyor tabi. Ama kızların, kadınların her zaman önemsediği bir şey bu kutlamalar. Onlar için doğum günü, sevgililer günü, evlilik yıl dönümü, anneler günü, tanıştığımız gün vs. kutlanacak çok şey var hayatta. Bense kendi hesabıma böylesi yıl dönümlerini birer zaman aynası gibi görüyorum artık. Her seferinde gülerek baktığım, ama yüzümdeki çizgiler gibi kırılıp darılıverdiğim aynalardan. 


Corona güncel
Corona güncel

Her gün yüzüne umutla bakıp, sonra da hep yüzümüzü buruşturduğumuz bir başka ayna da "corona güncel verileri tablosu." Ne biz her gün onu beklemekten bakmaktan usandık, ne de o bize bir türlü "bitti" müjdesini verememekten bıktı. İşte öyle böyle ilk vakanın üzerinden tam 160 gün geçti. Ay sonunda neredeyse altı ay olacak bu corona musibetiyle tanışalı.

 

Mayısın sonunda tamam galiba derken yeni normalle birlikte süreç bir ay daha uzadı. Şimdi de bayram sonrası artçılarını yaşıyoruz. Maalesef dün yani 15 Ağustos itibariyle "Son 45 günün en yüksek pozitif sayısına, 1.256'ya ulaştık!" Vatana millete hayırlı olsun. Gerçi Ağustos ayının başından bu yana vaka sayısı 1000'in altına düşmedi. Ama böyle yukarı doğru da zıplamamıştı. 


Corona virüsü salgınıyla ilgili Sağlık Bakanımızın açıkladığı güncel verilere göre 15 Ağustosta son 24 saatte 21 kişi hayatını kaybederken bin 256 yeni vaka tespit edilmiş. Bu hem vefat hem de vaka sayısında artış anlamına geliyor. Güncel verilere göre 67 bin 214 test ile toplam test sayısı 5 milyon 659 bin 286’ya ulaşmış. Vaka sayısı/Test sayısı oranı ise %1,9. Yani test yapılan her bin kişinin 19'u pozitif çıkıyor. Her ne kadar bu sayı 29 Mayısta31, 30 Mayısta 25, Haziranda 25-38 arası ve 19 Temmuzda da 22 idi ise de bugün 19'a düşmüş olması bizi yanıltmamalı. Çünkü artış eğilimi herkesi endişelendiriyor. Zira dün 1.226 vaka tespit edilmişti. 


Muhtelif illerden çarpıcı bilgiler geliyor. Artışlar Anadoluya kaydı. Sanki yanımızda yöremizde daha fazla corona pozitif vaka haberleri duyar olduk. Herkes birbirine yeniden dikkatli olalım demeye başladı. Duyduğumuza göre bazı iller radikal tedbirler almaya başlamışlar. Kapalı salon düğünlerinin, toplu eğlencelerin, asker uğurlamalarının yasaklanması bunlardan bazıları. Karantina haberleri yeniden çoğaldı. Haberlere göre; corona virüs tedbirleri kapsamında çok sayıda kentte İl Hıfzıssıhha Kurulu'nda yeni kararlar alınmış. Kayseri, Siirt, Gaziantep, Şanlıurfa, Van, Yalova ve Bitlis'te alınan yeni kararları Valilik'ler duyurmuşlar. 


Meselâ Siirt Valiliği, yeni tip koronavirüs (Kovid-19) tedbirleri kapsamında 65 yaş ve üstü vatandaşlar ile 15 yaş ve altı çocukların nişan, kına ve düğün gibi etkinliklere katılımlarının yasaklandığını bildirmiş. Bu arada düğünlerde müzik yayınlarının en geç saat 23.00'te son bulması ve düğün sürelerinin kısıtlanmasına karar verilmiş. Ayrıca "Sokak ve köy düğünlerinde toplu yemek verilmesinin sınırlandırılmasına ve mahalle aralarında yapılan sokak düğünlerinin daha geniş alanlarda yapılabilmesi ve mesafe kurallarına uyumun daha kolay sağlanabilmesi için uygun ve mümkün olması halinde okul bahçelerinin tahsis edilmesine, Kovid-19 ile mücadele kapsamında vatandaşlarımızı korumak ve salgının yayılmasını engellemek amacıyla 65 yaş ve üzeri vatandaşlar ile 15 yaş altı çocukların nişan, kına ve düğün gibi etkinliklere katılmalarının ikinci bir karara kadar yasaklanması" da alınan kararlar arasında.

 

Yine bir başka il Kayseri'de yeni tip koronavirüs (Kovid-19) tedbirleri kapsamında 65 yaş üstündekilerin toplu taşıma araçlarını kullanma saatleri, düğün, kına, mevlit gibi toplu etkinliklere katılmaları, pikniğe gitmeleri ve alışveriş merkezi, pazar gibi alışveriş mekanlarına girişleri kısıtlanmış. 65 yaş ve üzeri vatandaşlar, toplu taşıma araçlarını sadece 10.00-17.00 saatlerinde kullanabileceklermiş. Yine İl genelindeki düğün, kına, nişan, nikah, mevlit, sünnet merasimi gibi toplu etkinliklere, anne, baba, dede, nine, amca, dayı, teyze ve hala haricinde 65 yaş ve üzerindeki misafirler kabul edilmeyecekler. Ayrıca karar göre piknik ve mesire alanlarından sadece aynı hanede yaşayan aile mensupları yararlanabilecek. 65 yaş ve üzeri vatandaşlar ise, sadece eşleri, çocukları ve torunları ile bir arada bulunmak kaydıyla bu tip alanları kullanabilecekmiş.

 

Bu arada hayat devam ediyor tabi. Okulların açılması zamanı yaklaştı. Geçenlerde 18 milyon öğrenci için Bilim Kurulu toplantısı sonrası 2020- 2021 Eğitim- Öğretim yılının 31 Ağustos tarihinde uzaktan eğitimle açılmasına, 21 Eylül'de ise yüz yüze eğitimin başlamasına karar verildi. Özel okullar ise 17 Ağustos itibarıyla uzaktan eğitim araçlarıyla eğitim faaliyetlerine başlayabilecekler. Yüz yüze eğitimin başlaması durumunda öğrencilere, Milli Eğitim Bakanlığı'nca maske temin edilecek. Üniversiteler için ise eğitim- öğretim takvimlerinin 1 Ekim sonrasında başlayacak şekilde planlaması istendi.

 

Bir Bilim Kurulu Üyesi "Her şey vaka artış hızımıza bağlı. Okulla ilgili karar, vaka artış hızı olduğunda değişebilir. O zaman sadece okullar için değil birçok alanda da kısıtlamalara gitme söz konusu olabilir. Ek önlem olarak daha az çocuğun okullarda olması, sosyal mesafenin korunmasının yanı sıra aynı zamanda daha iyi yönetilebilir olmaları açısından önemli. Çünkü böyle de bir zorunluluk var. Çalışma hayatı devam ediyor. Özellikle büyükşehirlerde çalışan ailelerin çocuklarını kreşlere vermesi gerekiyor. Dolayısıyla daha az sayıda, kontrol edilebilir düzeyde alınması gerektiğini söyleyebilirim"demiş. Yani bu sözler şu cümlede özetlenebilir: "Baktığımız ayna bizi üzmeye devam edecek. Her şey vaka artış hızına bağlı."