İstanbul benim canım; Vatanım da vatanım...
"Tarihin gözleri var, surlarda delik delik;/ Servi, endamlı servi, ahirete perdelik...
Bulutta şaha kalkmış Fatih'ten kalma kır at;/ Pırlantadan kubbeler, belki bir milyar kırat..."(Necip Fazıl Kısakürek)
Konuya aşina olanlar bilir. 25 Mayıs Necip Fazıl
Kısakürek'in ölüm yıldönümüydü. 29 Mayısta da
İstanbul'un Fethi kutlanacak. Ama ne üstadı İstanbul'suz ne de
İstanbul'u Necip Fazıl'sız düşünmek mümkün değil.
Bu yüzden önce
üstad'ın 29 Mayıs 1968'de, Milli Türk Talebe Birliği (MTTB)'nin tertiplediği
Fetih Mitingi'nde binlerce öğrenciye hitaben yaptığı 'Fatih ve onun yeni
nesline selam' hitabıyla başlayan konuşmasından bir bölüm paylaşıyorum.
".. Fakat bir Hadîs vardır ki, Saadet
Devrinden sonraki bütün çığırların zaman ve mekân ölçüsünü getirmek, İslâm'ın
yeryüzüne hâk ve nakşındaki mâna ve madde plânını vermek, İslâm'ın topyekûn aksiyon ve sosyal zeminini
hedeflendirmek bakımından, kendi
sonsuzluğunu bir yana bırakalım, fakat bizim sınırlı idrakimize göre, büyüklerin büyüğü, üstünlerin
üstünüdür.
İstanbul'un, Konstantinopolis'in fethini
vazifelendiren, müjdeleyen ve bu fethi gerçekleştirecek başbuğ ve askeri
"ne güzel başbuğ!" ve "ne güzel asker!" diye anlatan
muazzam Hadîs...
Allah Resûlünün, hangi dil ve soydan olursa olsun,
bütün İslâm birlik ve topluluklarına ana cadde işareti veren bu emirlerini
yerine getirmek şerefi, başlıca İslâm aksiyonu halinde, bundan beşyüz şu kadar
yıl evvel, Türk topluluğuna; ve onun başbuğu Fatih Sultan Mehmed Han'a nasip
oldu.
Öyle bir emirdir ki, bu, Fatih'e gelinceye kadar,
Resuller Serverinin, Hicaz ve Suriye'den kalkıp İstanbul'a kadar gelen ve
gerçek şehitler sıfatiyle kanlı elbiseleri içinde İstanbul surlarının dibine
gömülen muazzez Sahabilerinden başlayarak, kaç defa tecrübe edilmiş, fakat
başarılamamıştı. Bedir gazası tohumunun, Batıyı canevinden toslama yolunda,
ağacını vermek ve yemişini dermek gibi bir hârikayı, bundan beşyüz şu kadar yıl
evvelki Türk topluluğu ve onun genç başbuğu yerine getirdi."
Evet. O üstad ki
şiirlerinden en güzellerini İstanbul için yazmıştı. İşte onlardan biri;
Canım İstanbul
Ruhumu eritip de kalıpta dondurmuşlar;/ Onu İstanbul diye toprağa kondurmuşlar.
İçimde tüten birşey; hava, renk, eda, iklim;/ O benim, zaman, mekan aşıp geçmiş sevgilim.
Çiçeği altın yaldız, suyu telli pulludur;/ Ay ve güneş ezelden iki İstanbulludur.
Denizle toprak, yalnız onda ermiş visale,/ Ve kavuşmuş rüzgar onda, onda misale.
İstanbul benim canım;/ Vatanım da vatanım.../ İstanbul, / İstanbul...
Tarihin gözleri var, surlarda delik delik;/ Servi, endamlı servi, ahirete perdelik...
Bulutta şaha kalkmış Fatih'ten kalma kır at;/ Pırlantadan kubbeler, belki bir milyar kırat...
Şahadet parmağıdır göğe doğru minare;/ Her nakışta o mana: Öleceğiz ne çare?..
Hayattan canlı ölüm, günahtan baskın rahmet;/ Beyoğlu tepinirken ağlar Karacaahmet...
O manayı bul da bul! / İlle Istanbul'da bul! /İstanbul,/İstanbul...
Boğaz gümüş bir mangal, kaynatır serinliği;/ Çamlıca'da, yerdedir göklerin derinliği.
Oynak sular yalının alt katına misafir;/ Yeni dünyadan mahzun, resimde eski sefir.
Her akşam camlarında yangın çıkan Üsküdar,/ Perili ahşap konak, koca bir şehir kadar...
Bir ses, bilemem tanbur gibi mi, ud gibi mi ? / Cumbalı odalarda inletir "Katibim" i...
Kadını keskin bıçak,/ Taze kan gibi sıcak./ İstanbul, / İstanbul...
Yedi tepe üstünde zaman bir gergef işler!/ Yedi renk, yedi sesten sayısız belirişler...
Eyüp öksüz, Kadıköy süslü, Moda kurumlu,/ Adada rüzgar, uçan eteklerden sorumlu.
Her şafak Hisarlarda oklar çıkar yayından / Hala çığlıklar gelir Topkapı sarayından.
Ana gibi yar olmaz, İstanbul gibi diyar;/ Güleni şöyle dursun, ağlayanı bahtiyar...
Gecesi sünbül kokan / Türkçesi bülbül kokan,/ İstanbul,/ İstanbul...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder