3 Aralık 2014 Çarşamba

203 27 Kasım 2014 Perşembe 22:50 KAYIP DEFTER'den..................Onlarla birlikte

Onlarla birlikte


Bursa'da Türkî öğrenci rüzgarı
1992-1993 öğretim yılında Türk Cumhuriyetleri ile Türk ve akraba topluluklardan ülkemize burslu olarak büyük çoğunluğu yüksek öğrenim amaçlı öğrenci getirilmeye başlanmıştı. 

Türkiye Cumhuriyeti, yurt dışına lisans ve lisansüstü öğrenim için öğrenci gönderen; ikili anlaşmalar ve kültürel değişim programları ile bölge ülkelerinden az sayıda yabancı öğrenci kabul eden bir ülke iken, 1992 yılından itibaren değişen dünya şartları gereği Türk Cumhuriyetleri, Türk ve Akraba Topluluklardan sayıları binlerle ifade edilen büyük miktarlarda burslu öğrenci getirme projesi uygulamaya sokulmuştu.

Bu proje kapsamında sadece Bursa'ya 1992 yılı sonunda 100 kadarı orta öğretim, 600'ü yüksek öğretim ve 50 kadarı da Yüksek lisans ve doktora öğrencisi gelmişti. Bu dalga o kadar yoğun ve sorunlu olmuştu ki 1993 yılı mayısında yabancı öğrenciler uğraştığımız en önemli konu haline gelmişti. Sadece ben ve Tömer Müdürü A.Şerif İzgören değil Bursa'da  pek çok kişi ve kuruluş da onlarla ilgileniyordu. Valilik koridorlarında, Üniversitedeki toplantılarda,  Belediyelerin çabalarında, onlarla yakından ilgilenen dernek ve vakıf  organizasyonlarında  hep bu odaklanmayı görebiliyorduk.

Onların da geçtiğimiz 7-8 ay içinde Türkçe eğitimleri ilerlemiş, sosyal ilişkileri genişlemişti. Bunda şaşıracak bir şey yoktu. Zira bu öğrenciler ülkelerinden seçilmiş gelmiş, akıllı, zeki ve yetenekli gençlerdi. Kendi başlarına ve grup bütünlüğü içinde sorunlarına çözümler arıyor, buluyor ve geliştiriyorlardı. Bu sırada da doğal olarak resmi-özel pek çok kurum ve kuruluşla ilişki kuruyor, her geçen gün Bursa sosyal hayatına biraz daha karışıyorlardı.

Biz zaten önceden gelen devasa sorunlarımızı aşmaya çalışıyorduk. Bu yüzden yurdun onlara sağladığı barınma, yeme içme ve güvenlik hizmeti dışına çıkamıyorduk. Gayet tabi ki bu alan bizim işimizdi ve onları en iyi şekilde verebilmek temel çabamızı oluşturuyordu.

İlk aylarda bazen ulaşım, giyim kuşam ve parasal sorunlarının giderilmesi konularıyla da uğraşmak zorunda kalmıştık. Ancak, bu katkının sürekli olabilmesine imkan yoktu. Kendi sorunlarımızın süregelen ağırlık ve yoğunluğu buna imkan vermiyordu. Yine de kendi çabamla ilgili kurum ve kuruluşlar nezdindeki ihtiyaçlarına yardımcı olmaya çalışıyordum. Ayrıca, sosyal faaliyet anlamında onlar için bir iki küçük etkinlik denemesi bile yapmıştım.

Tömer etkinlikleri
Ancak, Tömer şubesi öyle değildi. Türkçe eğitimi dışında bir çok sosyal ve kültürel etkinlik organizasyonu yapabiliyordu. Hatta bu alanda oldukça üretken oldular. 

Örneğin haftalık bir dergi çıkardılar. Alt katta küçük bir sahnesi olan 50 kişilik bir salon yaptılar. Çeşitli müzik aletleri çalan  yabancı öğrenciler burada minik konserler verdi. 

Bursa'da bulunan ünlü sanatkar İnci Çayırlı'dan Türk Sanat Müziği eğitimi aldılar. Resim çalışmaları ve tiyatro yaptılar. Kendi kültürlerini, el sanatlarını, tablolarını sergilediler. Bu etkinlikler onların uyumunu kolaylaştırdı. Zaten her biri birbirinden yetenekli gençlerdi. Türkçe eğitimleri ve diğer kurslar hem Türkçeye, hem üniversiteye, hem de ülkeye hızlıca hazırladı o gençleri.

Türk Cumhuriyetleri, Türk ve Akraba Topluluklardan gelen öğrencilerden, öğretim faaliyetlerine iştirak edecek kadar Türkiye Türkçe'sini bilmeyenler üniversiteden önce hazırlık mahiyetinde bu Tömer'lere gitmekteydiler. Lisan öğretiminden sonra ancak ön lisans, lisans, yüksek lisans veya doktora öğrenimine başlayabiliyorlardı. Bu bakımdan Tömer'ler, Türkiye Türkçe'sini öğrencilere ilk defa tanıtıp öğreten ve ortak kültürümüzü aktaran merkezler oldular.

Biz bursa örneğini yaşadığımız için bütün bu süreçte A.Şerif İzgören'i anmamak mümkün değil. Yaşadığımız bu zorunlu yolculuk ve ortak uğraş bizi birbirimize daha da yakınlaştırmıştı. Ben yurtta, o Tömer'de canla başla uğraşıyorduk yabancı öğrencilerle. Sık sık birbirimize gittik geldik. Çalışmaları bana heyecanla anlatırdı. Her yapılan etkinlikte mutlaka beni davet ederdi. Benim orada bulunmam öğrenciler üzerinde olumlu etki yapıyordu. Şerif onlar için bir abi ise ben de bir baba konumundaydım.

Biliyorduk ki bu gençler sadece öğrenci değildi. Ülkelerimiz arasında her ne kadar derinlere uzanan tarihsel ve kültürel bağlar varsa da neticede onlar bize emanet edilmiş yabancı misafirlerdi.  Bu sorumluluğun farkındaydık ve işin stratejik önemi nedeniyle de bazen kendi öğrencilerimizden daha fazla onlarla ilgilenmek durumunda kalıyorduk. Hem de daha özel biçimiyle. Aksi takdirde sadece yurdun ya da Tömer'in baş ağrısı olmayacaklar, Bursa için hatta ülkeler arası ilişkiler için bile sorun olabileceklerdi.

Anlıyorduk ki, yarın bir gün ülkelerine dönecek binlerce öğrencinin oradaki yaşamlarında Türkiye'ye yakın münevver kitleler olarak etkin olma beklentisi vardı. Aslında Türk Cumhuriyetleri ile Türk ve akraba topluluklardan gelen öğrenciler için uygulanan bu proje, Türkiye Cumhuriyeti’nin bir prestij ve gelecek projesiydi.

Çabalarımızın itici gücü buradan kaynaklanıyor, hatta bilinç altındaki korkumuzun temelinde de bu endişeler yatıyordu. Arkası gelecek bir akın söz konusuydu. Türkiye her yıl böyle binlerce öğrenci alıp okutacaktı. Bu yüzden ilk dalganın uyum ve verim durumu süreci olumlu ya da olumsuz etkileyebilirdi. Tüm gücümüzle işimizin üstünde bir çizgide savaşıyorduk. Farkındaydık ki, alacağımız sonuç aynı zamanda bu sürecin de gelecek başarısını etkileyecekti.

Türk sanat Müziği Konseri
Bursa Tömer Müdürü A.Şerif İzgören aslında asker kökenli biriydi. Önce Kuleli Askeri Lisesi'ni, ardından da 1987'de Hacettepe Üniversitesi İngiliz Dilbilimi'ni bitirmiş orduda teğmen olarak göreve başlamıştı. Ancak, 1991 yılında ordudan istifa ederek Ankara Üniversitesi TÖMER Bursa Şubesi'nin kurucu müdürü olmuştu.

Bir kurumu sıfırdan kurup oturtmak zaten başlı başına zor bir olaydır. Kaldı ki, daha ilk yılında o da bu yabancı öğrenci dalgasıyla göreve başlamış oldu. Ancak, onu bir kez bile işinin zorluklarından şikayet ederken görmedim. Aksine büyük bir heyecanla ve şevkle çalışıyordu. Farklı olduğunu, uzun soluklu bir ışıltısı olduğunu görebiliyordum.

Bir gün kendisini ziyaret ettim. Her zamanki gibi yaptıklarını, kafasındakileri büyük bir heyecanla anlattı. Tadil edip konser salonu haline getirdikleri mekanı gösterdi. Türk sanat müziği korosu kurmuşlar. Çalışmalarında İnci Çayırlı'dan da destek alıyorlarmış. Ben de o zaman öğrendim hanımefendinin Bursa'da yaşadığını. 1990 yılında Kültür Bakanlığı Bursa Devlet Klasik Türk Müziği Korosunun kurucu şefliğine getirilmiş. Önümüzdeki günlerde bir etkinlik düzenlemişler, ben de davetliymişim.

O günlerde işim hayli yoğun, başım yurttaki sorunlarla hayli dertli olmasına rağmen atladım gittim. Biraz da geç kalmışım. Sahnede öğrencilerin kendi milli kıyafetleri ve kendi müzik aletlerini çalarak yaptıkları gösteri vardı. Kimseye sezdirmeden bir yer bulup oturdum. A.Şerif, İnçi Çayırlı ve Rektör yardımcısı Prof. Dr. Ali Yaşar Sarıbay önde oturuyorlardı. Sahnede erkek öğrenci Böribay dombıra çalıyor, Amankeldi ismindeki kız öğrenci ise eski bir kazak halk şarkısı söylüyordu. Başlığı, giysisi ve sesi çok güzeldi. Şarkının sözlerini anlayamıyordum ama o kadar da yabancı gelmiyordu işte:

Közümdü cumsamda körem seni / Esedi açmannın konur celi / Kuvva bol alatav bakı tıma / Kuvva bol kök terek kör enkeli / Kuvva bol jıldızım kuvva bol ayım / Kuvva bol ala tavım / Köp izdep men bu gün olnı taptım / Bastadım bir annin mahabbattın / Akkayın ayalap armanıma / Kuvva bol kök özen külüp cattın

Onların peşi sıra diğer öğrenciler de kendi kıyafetleriyle kendi şarkılarını söylediler. Doğrusu üstümden bütün yorgunluğum uçup gitmişti. Dakikalar nasıl geçti anlayamadım. Son olarak koro sahneye çıktı. Hocaları İnci Çayırlının karşısında üç şarkı söylediler. Biri onun güzel yorumuyla çok sevilen kıskanıyorum adlı şarkısıydı. Kendi şiveleriyle, gülümseten bir güzellikte söylediler. Zevkle dinledik.

Sen gideli derdimle yapa yalnız yaşıyorum / Nerdesin kimlesin diye kıskanıyorum / Kara kara gözler ona buna bakıyormu / O incecik beli şimdi başka biri sarıyormu / Pırıl pırıl pırıl saçlar yine dalgalanıyormu / Yumuk yumuk güzel eller başka bir el tanıyormu / Kıskanıyorum,kıskanıyorum / Derdime dalıp ben yanıyorum

Bir kültür turu yapabilmek
Yurt olarak etkinlik sayılabilecek ilk faaliyetimiz birkaç küçük Bursa gezisi yapabilmek olmuştu. Zira Bursa Osmanlı devletinin başkentliğini yapmış tarih ve kültür derinliği olan bir şehirdi. O yüzden Bursa'da böyle bir kültür gezisi yapmak bizim için oldukça önemli ve gerekli diye düşünüyordum.

Aslında Bursa gibi tarihi, kültürü ve doğal güzellikleri ile ünlü büyük bir şehirde göstermek istediğim o kadar çok yer vardı ki. Mesela tarihi camilerini; Ulucamiyi, Yeşil Camii, Emirsultan Camii, I. Murat Camii ve külliyelerini mutlaka gezmeliydik. Bir yabancı için muhteşem Ulu caminin manevi havasını teneffüs etmemek, hemen yanındaki tarihi kapalı çarşıda alışveriş yapmadan gitmek düşünülemezdi. Bu arada tarihi Koza Hanını, Pirinç Hanı ve İpek Hanını hikayeleriyle birlikte görüp öğrenmek mümkün olabilirdi.

Yeşil ve Emirsultan’a gitmemek, Tophanede Osmanlı devletinin kurucusu Osman ve Orhan gazilerin türbelerini ziyaret etmemek olabilir miydi ? Böylelikle oralardaki çay bahçelerinde oturup harika Bursa manzarasını da seyredebilirdik. Ayrıca Bursa merkezde bulunan tarihi Osmanlı evini, Atatürk Köşkü’nü ve müzesini, Bursa Arkeoloji Müzesi’ni, Türk İslam Eserleri Müzesi’ni, Karagöz ve Hacivat anıtını da mutlaka görmeliydik.

Elbette bir insanın Bursa'ya gelipte teleferikle Uludağ’a çıkmaması ne büyük eksiklik olurdu. Bursa'ya gelen herkes bu muhteşem şehre bir de Uludağ’dan bakmalıydı. Hele hele Uludağ Yolu’ndaki İnkaya'da yaklaşık 600 yıllık Tarihi Çınarı görmeden, altında bir çay içmeden olur muydu ? 

Yine Uludağ’ın eteklerinde kurulmuş en eski köylerden biri olan Cumalıkızık’a gitmeden, köyün taş döşeli dar sokaklarında gezmeden Bursa'yı gördüm denebilir miydi ? Kaplıcalarına girmeden, Kültürpark’ını gezmeden Bursa anlaşılabilir miydi ? Dahası, Mudanya Mütareke Binası’nı ve İznik Müzesi’ni gezmeden,  Uluabat Gölü’ne, Gölyazı’ya gitmeden böyle bir gezi eksik kalmaz mıydı ?
 
Küçük küçük Bursa gezileri
Bunlar benim düşüncelerimdi. Olmasını gerçekten çok istemiştim. Ancak, imkanlarımız oldukça sınırlıydı, zamanımız da öyle. İki hafta sonu 20-30 kişilik küçük gruplarla bunlardan sadece az bir kısmını yapabildik. Rehberliğini de ben üstlendim. 

Sembolik olarak Ulucamiyi, kapalıçarşıyı, Emirsultanı, Tophaneyi, Murat hüdavendigar ve orada yatan Osmanlı şehzade türbelerini, inkayadaki tarihi çınarı gezdik. Yiyip içip alışveriş yapmaya paramız ve bindiğimiz otobüse dolduracak mazotumuz yoktu. Zaten bir günlük gezi de ancak bu kadarına izin verebilmişti.

Daha sonra bir grup yüksek lisans ve doktora öğrencisi türkî ile yılbaşında Uludağ'a çıktık. Kar yağıyordu ve biz sadece oteller bölgesini, kayak yapanları seyredip bir yerde sıcak çay kahve içerek geri döndük. Diğer öğrencilere gösteremediğim Uludağ beni sıkmış, kahvem boğazımdan düğüm olup geçmemişti.

Yine de onların gözlerinde gördüğüm o memnuniyet ve minnet ışıkları yaşadığımız bütün yorgunluğu alıp götürmüştü. Kısa bir gezide bile onları da hayran bırakan kültürümle, tarihim, inancım ve ülkemin doğal güzellikleri ile gurur duymuştum. Keşke herşeye rağmen gerekli finansmanı sağlayıp, bu kültür turlarını sonuna kadar devam ettirebilseydim.

Mudanya kaçamağı
Fikir Mudanyalı bir servis şoförümüzden çıktı. "Hadi sizi Mudanya'ya götüreyim müdürüm." O sırada Gagavuz öğrencilerle birlikteydik. Onlar da heyecanlandı, nasıl, ne zaman, kim gidecek derken iş kendi kendine organize oluverdi. Benim de ilgimi çekmişti, büyük kızıma söyledim o da gelecekti.

Yeşil Bursa'nın şirin ilçelerinden biri Mudanya. Tarihi değerler ve doğal güzellikler adeta iç içe geçmiş. Zeytin diyarı, sakin ve telaşsız bir yer. Yeşil maviyle, mavi yeşille kucak kucağa ve uyum içinde. Bursa’ya da sadece 28 kilometre uzaklıkta. Cumartesi günü araca doluşup hareket ettik. Yaklaşık 30 kişi kadardık. Deniz ve deniz ürünlerinin bolluğu ilk dikkatimizi çeken şey oldu.

Tahir Paşa Konağı'nı ve Mudanya Mütareke Evi'ni gezdik. Tarihi Mudanya evlerini dolaştık, özellikle Mudanya Rum Mahallesi'nde bulunan tarihi konaklar ilginçti. Öğrenci de olsalar, genç kız da olsalar kadınlar alışverişe bayılır. Mudanya çarşısını gezmeden yapamadık tabi.

Gezerken hesapta olmayan bir defileyle karşılaştık. Halk eğitim kurslarında kurs görenler kendi diktikleri giysileriyle bir gösteri düzenlemişler. Nasıl olduysa bizim kafile anında içeri girip seyirciler arasına katılmıştı bile. Ben de ister istemez bir kenarda defileyi baştan sona izlemek zorunda kaldım. Doğrusu ilginç bir gösteriydi. Kadınlar, genç kızlar hatta çocuklar birer birer podyuma çıkıp müzik eşliğinde salınıyorlardı. Tabi profesyonel manken değillerdi. Bu nedenle de alkış, kahkaha, karşılıklı laf atmalar hepsi bir aradaydı. Manzara komik ama renkliydi. Defilenin sonuna doğru azıcık  sıkılmıştım, bizimkilerin hepsinin ağzı kulaklarındaydı. 

Mudanya'ya gelip balık yemeden olur mu ? Tabi ki sahilde gözümüze kestirdiğimiz bir balık lokantasında hesaplı ama bir o kadar da lezzetli bir yemek yedik. Servis şoförünün ev sahipliği ve rehberliğinde küçük de bir tur yaptık Mudanya çevresinde. Bedava gezi ancak bu kadar olurdu. Akşam karanlığı çökmeden yine yola koyulduk. Tilkinin dönüp dolaşıp geleceği yer yine kürkçü dükkanı değil miydi ?