Adamı olan dağlar aşar, olmayan düz yolda şaşar
Hak etmek, hakkını almak, hakkını vermek…
Hakkı kalmak, hakkı olmak…
Hakkını helal etmek…
Bütün bunları gündelik konuşma dilinde bolca kullanıyoruz değil mi ? Ortalık hak ve hukuk söylemlerinden geçilmiyor. Peki ne oldu bize, ne oldu bu "hak" kavramına ? Neden "başaran (torpilli) haklı; başaramayan (dayısı olmayan) ise haksız" sayıldı ? Acaba önce bu kavramların bir güzel içini boşalttık ta, sonunda ne anlama geldiklerini bile mi unuttuk ? Hem de yeni baştan öğrenmeye de pek yanaşmayarak ! Bunda "Hak" kavramının içinde yeşerdiği manevi iklimden kopartılmamızın payı da var mı ?.
Dostlar, herkes kendi çağını yaşıyor ve tabi ki kendi yaşamını biliyor. Ne öncesi, ne de sonrası hakkında bir fikir yürütecek değilim. Başka insanları, başka mekanları bilemem. Gördüğümü, yaşadığımı söylerim. Kıral çıplak ! demiş olsam bile, umurumda değil. Torpil denilen hastalık bugün sosyal ve ekonomik hayatımızda, karşı olanların bile "yaptırmazsam geride kalırım, hakkım yenir" korkusuyla kendilerini başvurmak zorunda hissettikleri tam bir baş belası haline geldi. Ne onsuz oluyor ne de onunla.
Ne kadar yanar döner olduk ki, kendimize olduğunda "bir işimiz vardı, hallettik" oluyor da, başkasına yaradığında "bu memlekette arkanda dayın olacak kardeşim !" sızlanmalarıyla vır vır ediyoruz. Şimdi hak, adalet, doğruluk mu dediniz, güldürmeyin beni. Bu kavramın olduğu yerde ne dürüstlük, çalışkanlık para ediyor, ne de bilgi birikimi ve yetenek. Proje üretme, başarabilme potansiyeli gibi şeylerin hepsi geride kalıyor. Çünkü "hamili kart" hazretleri en önde ve ayrıcalıklı.
Kuşkusuz, sigara, alkol gibi torpil de zararlı bir alışkanlık. Başta keyif veriyor olabilir. Ancak, nihayetinde ilgili taraflara farklı zararla fatura oluyor işte. Neden görmüyoruz ?
Torpil yapan taraf; artık o olayın sorumlusu, kefili haline geliyor. Şaibe ve gölge akıllardan eksilmiyor. Yapan, sonuçta hem kendisini hem de kurumunu yıpratıyor. Bir de işin vefasızlık tarafı var ki sorma gitsin. Aslında bu hayal kırıklığı boşuna, daha başta sen o iş için üstüne basıp atlanacak bir taş idin. Adamını bulmak lazımdı ve sen o arayışının sonucuydun. Yaptığın iş saygın değildi ki saygı bekliyorsun. Bu arada elbette konuyla ilgili olumsuz etkilenen diğer tarafların da moral, motivasyon ve inançları zedeleniyor. Öfke ve beddualarından söz etmiyorum bile. Torpil yapan şahsın giderek bu tür işlemlerin bağımlısı, profesyoneli olması da ayrı bir hikaye.
Torpil yapan böyle de, torpil konusu şahıs daha mı iyi ? Hayır, önce bir defa kendini o ortamda kabul ettirmesi ve ekibe üye olması artık çok zor. Kaldı ki ‘falancanın adamı’ olarak anılması da kaçınılmaz. Bu etiketi bir ömür boyu döğme gibi sırtında taşıyacak. Bir taraftan da torpil yapana borçlu. Bu mihnetin altında sürekli ezilecek. Ayrıca, çevresinden destek bulamadığı gibi açık veya gizli kösteklenecek, dikkat çekecek, gözlenecek ve eleştirilecek.
Bu arada torpil yapılan taraf da; kendisini ezilmiş, kullanılmış, otoritesi ihlal dilmiş hissediyor. Çünkü, elindeki imkanı, gücü birinin hatırına, çıkarına veya ricasına, her ne ise ona kullandı. Varsa inandığı ilkeler, kurallar berhava oldu. Kendini çok kötü hissetmesi normal. Bu yetmiyormuş gibi artık torpil konusunda sabıkalı hale geldi ve sürekli, çevrenin gözetimi altında tutuluyor. Bu da tabi bütün moral ve motivasyonunu bozuyor. Sonuçta ne torpil yapana, ne de o kuruma güveni kalmadı. Dahası, benzer her konuda torpil varmış gibi düşünmeye başladı. Bu konularda vehim ve önyargılı hareket etmesi de hep bundan.
Başbakanlık Kamu Görevlileri Etik Kurulunun faaliyet raporlarına göre toplam müracaatların 2009 yılında %3’ü, 2010 yılında %8’i, 2011 yılında %15’i ve 2012 yılında da %21’i kayırmacılık ve ayrımcılık iddialarına dayanıyormuş.
Aslında bir çaresizlik ifadesi olan “adamı olan dağlar aşar, olmayan düz yolda şaşar” sözünün kamusal alanda, en kötüsü de toplumsal bünyemizde yerleşip kök salması çok düşündürücü.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder