18 Temmuz 2020 Cumartesi

18 Temmuz 2020 Cumartesi 22:30 CORONA GÜNLERİ.........................Denizde zaman


Körfez ve deniz

Corona günlerinin son bir buçuk ayı memleketimdeyim. İki haftasını işlerim sebebiyle Susurlukta geçirdim. Geri kalan bir ay Akçay Altınkum ile Ören arasında yer alan 1803 konutluk Orjan sitesinde geçti. Daha önce de gelmiştim ama ailece kalmak için buraya ilk gelişimiz 1991 yılında olmuştu. O zaman evimiz henüz kaba inşaat halindeydi. Bir odasına pencere kapı yaptırarak hasır üzerinde yatmıştık. O yıllarda aynı zamanda kooperatifin denetçiliğini de yürütüyordum. Takip eden yılllar her gelişimizde bir şeyler yaptırarak, getirdiğimiz eski eşyalarımızla döşeyerek hem kalmış hem de tamamlamaya çalışmıştık.

Bu süreç aşağı yukarı on yıl sürmüştü. Tabi o günlerde yoğun memuriyet görevlerim sebebiyle ben çok kalamıyordum. Genellikle bir hafta, en çok 15-20 gün izin kullanabiliyor, hafta sonları ve tatilleri kullanarak gidip geliyordum. Böyle yazları çocukların okulları tatil olunca geliyor iki ay kadar kalıyorduk.

Ben köyde doğdum, köylerde ve Susurlukta büyüdüm. Sonra yatılı okul ve üniversite, ardından memuriyet…Denizi Üniversite tahsili için İstanbula gittiğimde ancak yakından görmüş biriyim. Ama çocukluğumdan derede yüzmeyi, balık tutmayı bilirim. Çok sonraları körfezde denizle daha içli dışlı olunca çok farklı gelmişti, ürkmüştüm hatta. Hala denizde balık tutmayı beceremem. Bereket yüzmeyi biliyorum, çocuklarıma da öğrettim. Yetecek kadar denize girer çıkarım. Yıllardır adetim sabah yürüyüşünden sonra denize girmektir. En çok yarım saat, akabinde duş alıp evde kahvaltı hazırlamak artık bir gelenek oldu bizim evde.

Körfezin denizi güneye nazaran soğuktur. Kazdağlarından inen derelerle beslenir, altından yer yer tatlı su kaynadığı da söylenir. Tatil sezonu da kısadır buranın. Zira Ağustosta bir deli rüzgar çıkar, tatilci rahat edemez üstelik bir de denizi de karıştırıp bulandırır. Ama Haziran ayı ile Eylül ve Ekim ayılarının tadına doyulmaz burada. Bu iki aydan da tatilleri kısa olanlar ve çocukları okuyanlar yararlanamaz. Çalışırken umudum emekli olunca en az 4-5 ay burada kalabilmekti. Mayıs sonunda gelip Ekim sonunda gidebilmeyi düşlemiştim. İlk yıllarda bunu yaptım da ama son zamanlarda yine planlarımız şaştı. İki yıldır önce torunlarımız, sonra rahmetli annemin hastalığı ve en sonunda da Corona musibeti engelledi uzun kalmamızı.

Yine de halimize hamd olsun. Camimiz de, marketimiz de oturup yemek yiyebileceğimiz çay kahve içebileceğimiz yerler de var. Bahçemizde meyve ağaçları yetişti, yeşilliğimiz çiçeklerimiz eksik olmuyor. Hatta birkaç kuşak beslediğimiz  kediler bile var balkonumuzda. Aralıklarla da olsa, kısa da olsa yaz gelince burada olmayı seviyoruz. Eskiden çocuklarımız küçüktü, şimdi evlendiler torun torba sahibi olduk. Bazen evimizin küçük gelmeye başladığını bile düşünüyorum.

Deniz üzerine

Deniz deyince aklıma derin, tuzlu bir serinlik gelir. Maviden yeşile her ton renk bulunur derinliğine, büyüklüğüne göre. Körfezin denizi güneye göre daha serindir ama daha az tuzlu olduğunu söylerler. Fazla derin de değildir. Bu yüzden hep açık mavi tonlarda gördüm onu.

Zeytin ağaçlarıyla kaplı yamaçlardan, kazdağının köylerinden çok güzel görünür körfez. Havası temiz olduğundan çok da güzel manzara resimleri çekilir. Ayrıca gün batımı da muhteşemdir buralarda. Akşam sırf güneşin batışını görmek için çıkarlar insanlar sahile. Banklara oturup seyrederler manzarayı. Akşam güneşi tıpkı kızıl bir tepsi gibi ufku da kızartarak batar dağların ardında.

Dere çocuğu olduğum için denize pek güvenemem. O yüzden açılamam çok fazla. Rüzgarlarla denizin alakasını da körfezde iyi belledik. Karadan denize esen rüzgar iyi, denizden karaya ya da poyrazdan esen rüzgar kötü biliniyor burada. Nedeni denizin iyi ya da kötü algılanmasıyla ilgili. Bazen süt gibi, çarşaf gibi olur: bu iyidir denize girenler için. Bulanık, çırpıntılı ya da dalgalı deniz için "kötü" denilir. Bu yüzden sahilden gelenlere sorulur:"Deniz nasıl bugün?" Cevap iyiyse müşterisi çok olur, kötü denmişse o gün seyrek olur denize girenler. 

Bizim yazlıkçılığımız denize pek bağımlı sayılmaz. Ama bunca seneden sonra onsuz bir yaz da düşünemiyorum. Bizim bulunduğumuz sahil körfezin en dip noktası. Edremitten Havrandan gelen dereler çok kirli akıyor. Bazen bu kirlilik göze görünür, kokusu hissedilir de olabiliyor. Son yıllarda bu yüzden çevre aktivistleri oldukça faal burada. Ancak yapılan hiç bir ölçüm sağlığa zararlı bulgu vermedi. Yine de o derelere yapılan kaçak deşarjların önlenmesi ve kirliliğin azaltılması gerekiyor. Bu yönde Balıkesir Büyükşehirin, Çevre Bakanlığının ve DSİ'nin bazı çalışmaları olduğunu biliyorum. İnşallah bu çalışmalardan 2020 sonuna kadar bir sonuç alınır. 

Denizin kadına benzetilmesi oldukça bilinen bir teşbih. Bir anı bir anına benzememesi, kaprisli ve sıcak halleri, dışardan güzel görünüp içine girenler için ölümcül olabilmesi onu böyle tarif ettirmiş bazılarına. Binlerce tonluk gemileri üzerinde taşıyabiliyor. Binlerce millik mesafelere yük ve yolcu götürmede büyük kolaylık. Ancak, bir fırtına çıktığında o gemilerin kabusu da olabiliyor deniz aynı zamanda.

Sabah saati, güneş henüz tepeye gelmeden beton iskeleden o maviliğe atladığımda büyük bir ferahlık hissediyorum vücudumda. Yürüyüşten sonra, o serinlik hani derler ya "çivi gibi" yapıyor insanı. Tuzlu su insanı yüzeyde tutuyor zaten. Tatlı suda insan yüzeyde kalabilmek için daha fazla güç harcar. Oysa denizde; telaş etmezseniz ellerinizi ensenizde bağlayıp bir yatakta yatıyormuş gibi sırt üstü uzanabilirsiniz. 

Yüzmeyi severim ama en fazla yarım saat kalırım suda. Hele de kumda uzanıp güneşlenme gibi bir adetim hiç yoktur. Her şey yerinde, zamanında ve ölçülü olmalı. Denizi severim ama temiz oksijenli havayı, şırıl şırıl akan derecikleri, tatlı suyu, yeşillikleri ve güzellikleri yaşamayı daha çok severim. Etrafta hamd edecek o kadar nimet var ki. Deniz de onlardan biri, ne fazla ne eksik.

16 Temmuz 2020 Perşembe

16 Temmuz 2020 Perşembe 23:30 CORONA GÜNLERİ.........................Musibetlerle mücadele

Millet müdafaası

Corona günlerinin 128.ncisindeyiz. Bugün aynı zamanda 15 Temmuz hain darbe girişiminin de 4.ncü yıl dönümü. Millet o gün bağımsızlığına, egemenliğine ve iradesine kahramanca sahip çıkmıştı. Vatana ve demokrasimize kast eden düşman belki 45 yıldır hizmet perdesi arkasında sinsice çalışan karanlık bir örgüttü. 

Milletimiz şimdi de bütün dünyayı pençesine alan görünmez bir düşmanla, koronavirüs ile mücadele ediyor. Fetö de bize dışardan yönelmiş, içimize yerleşip çoğalarak bütün stratejik kurumlarımıza metastasla yayılan bir kanser hücresi gibiydi. En son 15 Temmuz darbe girişimiyle ülke yönetimini ele geçirmek, millet iradesini alaşağı etmek isteyen bir mikroptu. Dış güçlerin desteği ve aklıyla, onların maşalığını yaparak gizli gizli bu ülkenin bütün organlarına sızmak suretiyle varlığımızı felç etmek isteyen bir hastalıktı.

Fetullahçı Terör Örgütü'nün hain darbe girişiminin üzerinden 4 yıl geçti. Darbe girişimi daha o gece bastırıldı ve açılan davalarda darbeciler mahkemede hesap verdi. Ama eli kanlı terör örgütünün içimize kadar sızdığı 15 Temmuz günü milletimiz Türkiye'nin en uzun 48 saatinde 248 şehit verdi, 2196 insanımız yaralandı. 4 Yılda 282 Bin Gözaltı, 94 Bin tutuklama gerçekleşti. 

Sonuçta Türkiye genelinde açılan 289 davadan 275'i sonuçlandı; aralarında generallerin de bulunduğu 1315 sanık ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına çarptırıldılar. Ayrıca 1217 kişi de müebbet hapisle cezalandırıldı. Toplam 4 bin 130 kişinin mahkum edildiği davalarda mahkemeler, 2 bin 692 sanığın ise beraatine karar verdi. Üzerinden dört yıl geçmesine rağmen her alanda yaptığı tahribat henüz onarılabilmiş değil.

Covit-19 da dış dünyadan bize sızdı. O da bir mikrop gibi bulaşıcı, kanser hücresi gibi çoğalıp vücudumuzu tüketen bir hastalık. Sinsi, görünmez ve ölümcül bir virüs. Ülke olarak onunla mücadelemiz dört ayını doldurdu. 220 bin civarında vaka kaydedildi. Ne yazık ki 5500'e yakın insanımızı kaybettik. Şu anda da halen 20 bine yakın insanımız hastanelerde tedavi görüyor. 

Onunla mücadelemiz de milletçe evlerimizde kalarak, kısıtlamalara uyarak ve alınan tedbirlere riayet ederek topyekûn gerçekleşiyor. İşin ciddiyetini kavrayamayanlar kesin sonuç almamızı ve normal hayata dönüşümüzü öteliyorlar, tıpkı Fetö konusundaki aymazlıklar gibi. Salgın sebebiyle işyerleri kapandı, insanlar işini kaybetti ve ülke ekonomisi de yara aldı elbette. Ancak, direniyoruz ve mücadelemiz netice alınıncaya kadar sürecek, tıpkı Fetö virüsüyle yapılan mücadele gibi.

Unutmadık, unutulmayacak

Evet, 15 Temmuz 2016 hain darbe girişimi dört yıl arkada kaldı. O meş'um gecenin müsebbipleri başarılı olamadılar. Dahası bir daha bellerini doğrultamayacak şekilde dağıtıldılar. Yıllarca uğraşıp sızdıkları kurum ve kuruluşlarda belki hala "kripto" denilen mankurtlar var. Ancak bugün örgütün çoğu ya hapiste, ya da kaçak. 

Fetö'nün emniyette, askeri ve sivil bürokraside, eğitimde, üniversitelerde, finans ve iş dünyasında, medya sektöründe oluşturdukları ağlar çök.  Hem içerde hem dışarda yürüttükleri faaliyet kalıntılarıyla mücadele halen devam ediyor. Ülke yönetimine darbe yapmaya kalkışanlar, 16 Temmuz sabahını takip eden bu dört yıl içinde yalnızca kendileri değil, arkasındaki güçlerle, işbirliği yaptıkları piyonlarla ve maddi manevi destekçileri ile birlikte en büyük darbeyi yediler.

Dini kendine "takiyye" örtüsü yapmış, başka ülkelerin proje maşası haline gelmiş sapkın bir ajan tarikatla karşı karşıya olduğumuz açıkça anlaşıldı. En önemlisi; ülkemizin beka sorunu, karşımızdaki engeller ve varmamız gereken menziller çoğunluk tarafından daha net anlaşıldı. İçerideki sorunlara gömülen Türkiye çevresindeki tehdit ve fırsatları görme imkanı buldu. Yakın siyasi tarihimizin rutini haline gelen darbelere adeta bahane üreten kısır parlamenter sistemden Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi'ne geçilmesi sağlandı. Böylece yürütme gücü, siyaset dışı odakların manipülasyonlarına karşı tahkim edilmiş oldu. 

Başka neler oldu? Ülke üzerinde demoklesin kılıcı gibi duran "paranoyak" asker zihniyeti tarihe karıştı. Ordumuz asli görevi olan yurt savunmasında başarı üstüne başarı elde ediyor. Böylece sadece Fetö değil, onun terörist ortağı PKK da silinme noktasına geldi. Gözümüze baka baka yıllardır oluşumuna destek verdikleri Kuzey Suriye Pkk-Ypg projesi tepelendi. Savunma sanayisini güçlendiren Türkiye Irak'ta, Suriye'de, Libya'da, Doğu Akdeniz'de ve dünyanın başka noktalarında güvenliği ve çıkarları neyse orada olmaya başladı.

Bu uyanış ve diriliş 24 Temmuzda Ayasofya ile taçlanacak. Bu süreç elbette geriye dönmez, dönemez. Ancak muhataplarımızın da vazgeçmeyeceklerini biliyoruz. Bu amaçla hala siyaset sahnesinde dolaşıyorlar. Mümkünse mevcut partileri yönlendirmeye, 50+ ana kitleyi bölmeye, olmadı yedek ihanet ekipleri kurmaya çalışıyorlar. Bunun işareti bazı muhalefet partilerinin hala 15 Temmuz'u net olarak reddedememelerinde gizli. 

Ama yağma yok! İnancımız odur ki 15 Temmuz unutulmadı, unutturulmayacak ve de inşallah unutulmayacak. Bu millet iradesine sahip çıkmayı öğrendi, ülkesinin kıymetini biliyor. Gidilecek başka yer olmadığının ve bir çok mazlum coğrafyanın da umudu olduğunun farkında.

15 Temmuz 2020 Çarşamba

15 Temmuz 2020 Çarşamba REİS Gazetesi/sayı170..............................Güçlü ve Zayıf yanlar(X)

Güçlü ve Zayıf yanlar(X)
Bu hafta da Susurluğun "SAĞLIK",  “EĞİTİM ve SPOR” açısından güçlü ve zayıf yönlerini ele alacağız. Daha önce Whatsapp grubumuzda yapılan tarama çalışmasında Susurluk için "SAĞLIK" alanında “Güçlü yön”; “Yakın iki ilde de üniversite hastanesi olması” olarak önerilmişti. “EĞİTİM” alanında “Güçlü yönler”ise ; “Meslek yüksekokulu” ve “Endüstri Meslek lisesi” şeklinde belirlenmişti. “SPOR” la ilgili olarak da “Genç sporcu yetiştiren bir alt yapı” ve “Son yıllarda sağlanan başarılar”ı bu bahse eklemek mümkün. Elbette söz konusu faktörler bugüne ait hususlar, ancak orta vadede de Susurluğun gelişmesini olumlu etkileyebileceği düşünülen avantajlar. “SAĞLIK“ sektöründe tespit edilen “Zayıf yanlar”ımız ise; “Kişi başına düşen yatak ve uzman hekim sayısının düşük olması” ile “Kırsal alanda sağlık imkânlarına erişimde zorluklar” olarak belirlenmişti. Aynı şekilde "EĞİTİM" alanında “Zayıf yön” de; “Çevre Üniversiteler ile bir işbirliği olmaması” olarak tespit edilmişti. Son olarak Susurluk için "SPOR" konusunda “Zayıf yön”; her alanda olduğu gibi bu meselede de “Görüş ve güç birliği olmaması” sayılabilir.
"SAĞLIK" açısından “Güçlü yön”ümüzden ilkinin “Yakın iki ilde de üniversite hastanesi olması” önemli bir avantaj. Gerçekten de hem Kuzey doğumuzda hem de güney batımızda yakın mesafede iki büyükşehir bulunuyor. Bunlardan Bursa Uludağ Üniversitesi Tıp Fakültesi 57 dakikada gidilebilen 91 km. uzaklıkta. Ayrıca orada bu yıl yeni açılan büyük bir şehir hastanesi de var. Ona da aynı yoldan 53 dakikada ulaşmak mümkün. Her ikisi de günümüzün en önemli ve modern sağlık tesislerinden. Balıkesir Tıp Fakültesi Üniversitenin Bigadiç yolu üzerindeki Çağış Kampüsünde. 60 Km’lik yolu 45 dakikada almak mümkün. Bursa gibi Balıkesir’in de büyük bir şehir hastanesi var. 48 km’lik mesafe 38 dakikada alınabiliyor. Bursa Görükle kampüsündeki 1000 yataklı Tıp Fakültesi 1992 yılından beri eğitim-öğretim ve araştırma hastanesi olarak hizmet veriyor. 2009 yılında faaliyete geçen Balıkesir Tıp Fakültesi ise 200 yataklı Sağlık uygulama ve araştırma hastanesi olarak faaliyet gösteriyor. 2017 yılında 196.071 metrekare kapalı alan ile yeniden inşa edilen Balıkesir Atatürk Şehir Hastanesi 1100 yataklı olarak hizmet vermeye devam ediyor. Kamu Özel İşbirliği modeli ile Temmuz 2019 yılında 470.000 m2 toplam inşaat alanına kurulmuş Bursa Şehir Hastanesi’nin ise 1.355 yatak kapasitesi bulunuyor ve sadece Bursa’ya değil çevre illerine de dünya standartlarında sağlık hizmeti sunabilecek vasıfta.
 Kuşkusuz “Susurluğun diğer il ve ilçelere ulaşım sorununun olmaması” ve “Güçlü ulaşım ağları üzerinde merkezi bir konumda bulunması” gibi avantajlar sağlık açısından ona güçlü bir pozisyon sağlıyor. Yakın dış çevresinde konuşlu bu imkânlar, yıl içinde yapımı planlanan 150 yataklık Susurluk Hastanesi ile orta vadede daha da güçlenmiş olacak. Kaldı ki yapılması öngörülen “Yeni hastane binası”nın ilerde 200 yatak kapasitesine olması yükseltilmesi de söz konusu. Ayrıca ilçemiz termal sağlık açısından da bazı imkânlara sahip. Gerek Ilıcaboğazındaki çamur banyoları, gerekse de Kepekler ve Yıldızdaki jeotermal kaynaklar bu anlamda önemli bir potansiyel. Bu manada geçmişten gelen “Termal sağlık tesisleri”miz ve ülkemizde “Termal tesislere yapılacak yeni yatırım imkânlarının destekleniyor olması” Susurluk için sağlık alanında birer avantaj olarak değerlendirilmeyi bekliyor. Kuşkusuz mevcut güçlü yönlerin yenilenerek büyütülmesi ilçenin orta vadede gelişmesine ve kalkınmasına katkıda bulunacak unsurlar.
“SAĞLIK“ sektöründe tespit edilen “Zayıf yanlar”ımızı değerlendirirken şu an itibari ile yaşadığımız pandemi süreci gibi salgınların insanımız için ne büyük bir risk oluşturabildiğini unutmamamız gerekiyor. Hele de küresel düzeyde bir salgının ilaveten yaygın ekonomik krizlere, bölgesel ve küresel sosyal-siyasi olumsuz gelişmelere neden olabildiğini de görmüş olduk.  Bu bağlamda daha önce belirlenmiş olan“Kişi başına düşen yatak ve uzman hekim sayısının düşük olması” ve “Kırsal alanda sağlık imkânlarına erişimde zorluklar” baş edilmesi gereken öncelikli sağlık sorunlarımız olarak gözüküyor. “Doktor yetersizliği” ya da “Hastane fiziki şartlarının kötü olması” elbette hayat kalitelerimizi olumsuz etkiler. Bu bağlamda yapılan modern büyük binalar asla sorunu tek başına çözmüyor. Zira “doktor ya da araç gereç cihaz donatım eksikliği” olan hastanelerin bizi bu alanda güçlü yapması beklenemez. Nitekim bütün bu “Yetersizliklerden dolayı çoğu hastanın çevre ilçe ve il merkezlerine gitmek zorunda kalması” sorunun hala devam ettiğini gösterecektir. Öte yandan günümüzde her ne kadar sağlık hizmetleri ücretsiz dense de her durumda bunun böyle olmadığını da biliyoruz.  Bu yüzden “Maddi imkânı olmayanların sağlık hizmetlerine erişmekte yaşadığı sıkıntılar” şimdi de orta vadede de ilçemizin zayıf bir tarafı olacaktır. 
 
 EĞİTİM” alanında “Güçlü yönler”imizden Susurluk’ta kurulu bulunan Süt ve süt ürünleri “Meslek yüksekokulu” geçtiğimiz günlerde bir protokolle Balıkesir Üniversitesinden 17 Eylül Bandırma Üniversitesine devredildi. Bu değişiklik aynı zamanda söz konusu meslek yüksekokulunun kapasitesinin ve Susurluğa katkısının da arttırılması yönünde atılmış bir adım. Özellikle de geçen haftalarda Susurluk’ta açılması düşünülen Ziraat fakültesinin kapatılması kararından sonra bu devrin yapılmış olması konuyu daha önemli hale getirdi. Zira bu okulda Laborant ve Veteriner Sağlık hizmetleri, Gıda Kalite Kontrolü ve Analizi, Süt ve Ürünleri Teknolojisi olmak üzere 3 bölüm yer alıyor. Bilindiği üzere tarımda üreten nüfus giderek azalmakta. Bu nedenle tarım ve hayvancılık sektörünün iyileştirilmeye, geliştirilmeye ve desteklenmeye ihtiyacı var. Bu bağlamda bölgemiz tarım ve hayvancılığın gelişimine ışık tutacak ve katkı sağlayacak çalışmaları bekliyor. Amaç; bölge tarım ve hayvancılığını geliştirerek bölgemiz üreticilerine destek olunmasıdır. Kuşkusuz Ziraat Fakültesi Susurluğun güçlü yönü; Tarım ve Hayvancılık sektörü için gerçekten stratejik ve uygun bir adım olurdu. Ancak konuya pragmatist yaklaşıldığı anlaşılıyor. Neticede olmadı. Niye kaybettiğimize üzülelim ki? Elimize bakmalı, Meslek Yüksekokulunun bu misyonla yeniden yapılanması ve aktif hale getirilmesi daha gerçekçi olmaz mı? Kuşkusuz Ziraat fakültesine ah vah etmek yerine eski kışla arazisinin bir 'yerleşke' olarak 17 Eylül üniversitesine tahsisi üzerine dikkat ve enerjimizi toplayarak ilerlemek daha doğru olacak. Sonuçta Susurluk bir üniversite, daha doğrusu tüketen bir 'öğrenci kitlesi' istiyorsa o gerçekleşecek gibi görünüyor. Hem bu oluşum; sahip çıkılarak hep birlikte destek verilir ve iyi değerlendirilebilirse bir kaç fakülteyi de Susurluğa getirebilir. Olanlardan ders alıp kendimize rehber yapacağımız soru şu: "Biz ne istiyoruz? Susurluğun geleceği için doğru, uygun ve stratejik önem taşıyan adım ne olabilir?" Bir kez daha gördük ki “üniversite gelsin” demekle hemen üniversite gelmedi, gelmiyor. Meslek yüksekokulunun da dahil olduğu ama birkaç fakülteyi de barındıran bir üniversite yerleşkesi Susurluk için hedef yükselten daha stratejik bir hedef olabilir. Hayat devam ediyor. Yine de Susurluk için düşünen, önerisi olan, harekete geçip bir şeyler yapan iktidar-muhalefet herkese teşekkür etmek boynumuzun borcudur.
EĞİTİM“ alanında diğer bir “Güçlü yön” ise “Endüstri Meslek lisesi” şeklinde belirlenmişti. Bugün ilçemiz Mesleki eğitim alanları bölgede faaliyet gösteren sanayi kuruluşlarına direk öğrenci yetiştirme potansiyeli oldukça yüksek. Bu alanlar aynı zamanda günün teknolojik gelişmelerine (CNC teknolojisi, kaynak uygulamaları, Yenilenebilir enerji vs.) ayak uydurabilme kabiliyetine de sahipler. Ayrıca devletin bu okullara -teknolojik gelişmelere paralel olarak- eğitim teknolojileri alanında yatırım yapma imkân ve isteği de yüksek. Bakanlık olarak sürekli eğitim programları, eğitim teknolojileri konularında İyileştirme çalışmaları güncel tutuluyor. Son olarak bu okul GMKA'na proje yapmada yetişmiş elemana sahip ve onun desteklerinden yararlanma kapasitesi de yüksek. Bunlar ilçemiz Mesleki eğitim alanında Susurluğun gelişmesini ve kalkınmasını destekleyecek oldukça güçlü yönler.
Susurluğun “SPOR” alanında da güçlü olduğu yönler var. Bunlardan akla gelen ilki  “motorkros sporu” konusundaki geçmiş deneyimleri. Çaylak mesire yeriyle bütünleşik olarak yapılan müsabakalar hem spor hem de turizm yönüyle Susurluğa bir katkı getirmişti. Niye geleneksel hale gelmesin ki? Aynı şekilde Karapürçek’te yapılan “Rahvan at yarışları” da Türkiye’nin bu alanda önde gelen sportif etkinliklerinden. Onun da alternatif turizm açısından bir potansiyel olduğu unutulmamalı. Susuzluğumuzun yine geçmişten bu yana yaşatılan “Genç sporcu yetiştiren bir alt yapı”deneyimi var. Bu konuda amatör ruhla ve özveriyle sporcu yetiştiren, adeta tek başına okul olan kulüp ve hocalara sahibiz. Okullarımızda “Son yıllarda sağlanan başarılar” da gerçekten göz dolduruyor. Bu başarıların ardında da kuşkusuz bu işi severek, inançla yapan eğitimciler var.
Susurluk için "EĞİTİM" alanındaki “Zayıf yön”; “Çevre Üniversiteler ile bir işbirliği olmaması” önemli bir zayıflık. Çevrede Bursa Uludağ Üniversitesi, Balıkesir Üniversitesi ve Bandırma 17 Eylül Üniversitesi var. Bu güne kadar söz konusu üniversitelerle herhangi bir işbirliği yapılmamış olması Susurluğun gelişmesi adına kuşkusuz bir eksiklik. Ancak orta vadede en azından kampüsü dolayısıyla Bandırma 17 Eylül Üniversitesi ile bir işbirliği içinde olacağı düşünülebilir. Hiç kuşkusuz "SPOR" konusunda da “Zayıf yön”lerin en önemlisi her alanda olduğu gibi bu meselede de “Görüş ve güç birliği olmaması” sayılabilir. Yöneticiler, okullar, kulüpler ve sporcu yetiştiren hocalar mutlaka işbirliği içinde çalışmalılar. Bu orta vadede telafi edilmesi gereken zayıf bir yön. Öte yandan bütün sportif faaliyetlerin olduğu, başarılar elde edildiği bir ilçede gençlerin spor yapabileceği “kapalı spor salonu” olmaması da gerçekten anlaşılabilir bir şey değil.

14 Temmuz 2020 Salı

14 Temmuz 2020 Çarşamba 23:30 CORONA GÜNLERİ........................Köyde hayat var

Köyümüze gidelim

İki gün önce doğduğum köye gittik. Keltepe adlı yükseltiye sırtını dayamış kuş yuvası gibi bir köy. Gitmeyeli 6-7 yıl olmuş. Eşimin son gidişi ise belki de 25 yıldan daha eski. Yol kapalı dediler. Yeni İstanbul İzmir otoyolu sebebiyle kapanmış. Daha doğrusu bir köprü yapılmış ama ikidir kayınca oradan umut kesmişler. Başka yerden dolaşarak yeni yol yapılıyormuş. Bu yüzden Şeker fabrikasının üstünden, Balıklıdere, Yağcıköy üzerinden gittik köye. Yaklaşık 7-8 km. Etraf yemyeşil. Özellikle Balıklıdere çok güzel. Yağcıköye çıkarken karşıdan Susurluk manzarası da öyle.

Köyümüzün eski ismi Mana, şu anda Günaydın diye geçiyor. Köyün altında Sökün çeşmeleri var. Bir ara orada Nisan Mayıs buluşmaları yapılmıştı. Sonrasında güçbirliği yapılarak çeşme onarılıp yenilendi. Şimdi yeni bir görünüm kazandı ama oluklarından su akmadığını görünce çok üzüldüm. Köyün su pompası çalışmayınca akmıyormuş. Köyde ilk önce doğduğum eve girdik. Tanıdığımız bildiğimiz insanlar, akrabalık da var tabi. Ama yaşlanmışlar. Bizi görünce sevindiler, ama çok oturamadık. Hem coronavirüs sakınmasından hem de çok fazla vaktimiz olmadığından. İsmail abi babasının eski evinin bulunduğu yerde şimdi bir şeyler yetiştiriyormuş. Zümrüt yeşili, çok güzel, tam anlamıyla saklı bir bahçe. Ancak orada da çok duramadık. Fotoğraf çekindik ve köyün anneanne tarafına geçtik.

Köyün bu defa batı yönünde derin yeşil bir çukurda Muselim çeşmesi var. Önce orayı yukardan gördük. Muhtar Çelebi de bizimleydi. Bulunduğumuz nokta hem rahmetli anne dedem ve anneannemin yaşadığı mahalle, hem de köydeki en yakın yaşayan akrabalarımızın olduğu bölge. Onları evlerinde bulamadık, köyde neredeyse insan çok azalmış. Corona dolayısıyla da biz de açıkçası el öpecek, kucaklaşacak insan özellikle aramadık. Bol bol etrafın yeşilliğine ve güzelliğine baktık. Fotoğraf çektik. 

İki saat anlamadan geçmiş, geldiğimiz araçla aynı yoldan geri döndük. Köyümüzün havası, suyu ve doğası bir kere daha hafızamıza müspet intibalarla kaydoldu. Geri dönerken dededen kalma bir tarlamızı gördük yol üzerinde. Yol geçerken ikiye bölünmüş, üzerinde yıllardır ziraat yapılmadığı için de fundalık olmuş büyük ölçüde. En alt ucunda bir çeşme var. Hemen alt karşısında da bir hayvan barınağı yapılmış.

Orada  bir köy var

Dört gündür Susurluktayız. Annemin veraset işlemleri için gelmiştim. Araya hafta sonu girince geri kalan işler Pazartesi Salıya kaldı. Biz de hafta sonunu köylere giderek değerlendirmeye karar verdik. Zaten perşembe günü ikindiden sonra doğduğum köy olan Günaydına gitmiştik. Cumartesi günü neredeyse Susurluğun Karşıyaka mahallesine bitişen Kayıkçı köyüne gittik. Başkan emekli olduktan sonra baba mülkünde güzel bir bahçe yapmış. Davet etmişti biz de bir başka eski başkanla beraber kendisine misafir olduk. 

Gerçekten güzel bir küçük çiftlik kurmuş köyün çıkışındaki 3-4 dönüm araziye. Profil ve ahşap kullanarak merdivenle çıkılan altı boş bir ev yapmış kendine. Vakit buldukça devam ediyormuş tamamlamaya. Hemen karşısında gölgelik bir alanda yine yüksek, ahşaptan bir oturma yeri yapmış kendisi çalışarak. Bizi oraya aldı, çayımızı içip koyu bir muhabbete daldık.

Bahçenin bir kısmı üzüm bağı, dış kapıdan oturduğumuz yere kadar sıralı ceviz ağaçları, muhtelif noktalarda incir, erik vb. meyve ağaçları yetiştirmiş. Bir düzine kadar koyun kuzu var bahçede gezinen. Ceviz yiyen bir köpeği var, koyunları ona emanetmiş. Manzara Kayıkçı köyünün arka tarafına ve dağa bakıyor. Temmuz olmasına rağmen gölgede, hafif bir esinti var. Konuştuklarımız ciddi konulardı ama 3 saat nasıl geçti anlamadık. 

Kendisine veda ederken tebrik etmeden edemedik. Faal bir yapısı ve sorumluluğu olmasına rağmen böyle güzel bir köşe ortaya çıkarması büyük başarı. Küçükbaş hayvan yetiştiriciliği yapan, üzüm bağı ve çeşitli meyvelerle donanmış zümrüt yeşili bahçenin banisi gerçekten tebriki hak etmiş.
Köyümün güzel insanları

Pazar günü Dereköy'deydik. Susurluğa 4-5km uzaklıktaki bu köyde güzel anılarım var. Sanırım 8 yıl babam o köyde görev yaptı. Ben o zaman okuyordum. 3 yıl ilkokulda, 2 yıl ortaokulda toplam 5 yıl yani 1970'e kadar susurlukta dedemin yanında okudum. Sonra da 4 yıl Balıkesir lisesinde yatılıydım. Yazları ya da tatillerde gelirdim Dereköye. İkiz kızkardeşlerim daha küçüktü. Mart 1972 doğumlu en küçük kız kardeşim de orada katılmıştı aramıza.

İçinden su geçen, yeşillik, insanları çalışkan verimli bereketli bir köydür. Yıllardır gitmemiştim. Arada susurlukta gördüklerim "niye gelmiyorsun?" derlerdi. Ne bileyim iş güç, meşguliyetler: gidememiştik işte. Bu sefer eşimle beraber gitmeye niyetlendik. Amacımız köyde tanıdığımız eski dostlarımızı ziyaret etmek, "köyüm" diyebileceğim bu şirin köşeyi yeniden görebilmekti.

Niyetimi eski bir baba dostunun oğluna açtım. Sağolsun pazar günü istirahatinden bize zaman ayırıp köye götürdü. Karşıyaka yolundan gittik. Yol son gördüğümden çok çok güzeldi. Saat 11,5 gibi köydeydik. Kahvelerde tanıdık biri olabilir mi diye bakınırken zekeriyayı gördüm. "seni tanıyorum" dedim, o da beni tanıdı zaten.  Abdullah abiye bakmak için diğer kahveye geçtik. Onu bulamadık ama zekeriyanın babasıyla karşılaştık orada. Zikri abi bizi köy meydanının hemen yakınındaki evlerine götürdü. Eşi Rukiye abla, gelinleri ve torunlarıyla bizi karşıladılar. Sağolsun lar ellerindeki tadilat işini bırakıp adeta pervane oldular bize. Rukiye abla yine o güleç yüz, sıcak konuşkan tavrıyla anlattı, anlattı, anlattı... Güzel torunları bize kahve yaptı. Zikri abi o hep mütevazi haliyle gülümsedi durdu bize. Oğulları Zekeriya da ayrılmadı yanımızdan, aydınlık yüzüyle o da anlattı bir şeyler. Şeker fabrikasında kadrolu aşçı olmuş, sevindim.

Rukiye ablanın annesi rahmetli Zefure teyze çok iyi bir insandı. Rahmetli hacı bakkal Halit amca ile birlikte bize çok hakları geçmiştir. O zamanlar Rukiye ablayla kardeşi Emine birer genç kızdılar. Ne yazık ki emine abla da rahmetlik olmuş,üzüldük. Rukiye ablanın bahçesi çiçeklerle ekili sebzelerle rengârenkti. Ayrılırken bize misket üzümü fidesi ile melisa çiçeği ve fesleğen verdiler. Helallaşıp vedalaştık. Allah sağlıklı ve hayırlı ömür versin bu güzel insanlara. 

Baba dostu rahmetli Sami abinin çocuklarına gitmeden iki yaşlıyı daha ziyaret etmek istedik. Abdullah abi evde değildi. Yenge de süt dökmüş ayak parmaklarını yakmış; "yaşlılık işte" dedi gülerek. Abdullah abileri eşim de iyi tanıyor. Rahmetli hacı babam ve hacı anneyle görüşürlerdi. Baktım yenge çok ısrar ediyor siz muhabbete devam edin dedim. Biz camiye namaza geçtik Zikri abiyle. Öğle namazını kıldık bana göre eski camide. 

Tabi sonra onarım görmüş, güzelleşmiş köyün tabiriyle "aşaa cami". İçerde çocuk halimle müezzinlik ettiğim günleri hatırladım. Cemaatten hatırladığım yaşlı insanları düşündüm. Kütür kütür yanan odun sobasının ısıttığı küçük cami odasında bana kitap okuttururlardı. Rahmet olsun onlara, şimdi yerlerini başkaları almış. Mesela namazda oyun arkadaşım Hasan da vardı, babası rahmetli hacı Hasan'ın yerini almış. Yaşlı ama yine de dağ gibi bir adamdı, onu her namazda okuduğu kendine has "salaten tuncina" duasıyla hatırlıyorum. Namazdan sonra cemaatle fotoğraf çekindik birlikte.

Hemen caminin bitişiğindeki evimizi merak edip sordum hocadan. Sağolsun davet etti içeri. Porta kapıdan bahçeye girdim, gördüm evimizi. O zaman daha yeni yapılmış, henüz tuğla kaba inşaat halindeydi. Rahmetli annem bahçe yapabilmek için ne zahmet çekmişti önünde. Şimdi kuş yuvası gibi şipşirin bir ev olmuş. Bahçe de maşallah çiçeklerle, sebzelerle yemyeşildi. Kapıdan, bahçeden eve doğru bir kaç poz fotoğraf çektim. Hocaya teşekkür edip çıktık. Abdullah abinin evine vardığımızda kadıncağız ıspanaklı gözlemeler yapmış, erik hoşafı çıkarmış yememiz için ısrar ediyor. Baktım hanım daha kalkacak gibi değil erik hoşafıyla bir gözleme yiyip Zikri abiyle yeniden çıktık.

Yengenin abisi hacı Maksut yaşlı ve hastaymış, ziyaret edelim istedim. Yakın zamanda oğlu da vefat etmiş çünkü. Yaşlı adam memnun oldu tabi, duygulandı. Aradan 40 sene geçmiş olmasına rağmen adamcağız hatırladı. Geçmiş olsun dedim, başsağlığı diledim, hal hatır sordum. Tekrar Abdullah abinin evine döndüğümüzde "artık çıkalım" dedim hanıma. "Daha gidecek yerlerimiz var". Bu arada etrafa daha göz alıcı baktım Dereköy evleri büyük tahta portalı kapılar ardında evleri, damları, samanlıkları ve bahçeleri ile dışardan hiç de anlaşılmayacak bir genişlik ve ferahlıkta. Hayat alanları; hayvanları, odun vb. ihtiyaçları, kuru erzakları, meyveleri, sebzeleri ve çiçekleriyle tam donanımlı. Temiz, sade, güzel ve rahat ortamlar.

Tekrar meydana çıktığımızda Kudret'in oğlu için açtığı bakkal dükkanına uğradık. Gelin kıza eve doğru çıktığımızı haber versin diye. Zikri abiyle vedalaştık ve eşimle yavaş yavaş yürüyerek, etrafımıza baka baka köyün doğusuna doğru yürümeye başladık. Taşkına karşı koruma duvarları yükseltilmiş küçük dere üzerinde köprüler yapılmış. Eskiden suyun içinden geçerek karşıya ulaştığımız yerde şimdi geniş bir araç köprüsü var. Hanıma geçtiğimiz yerlerde eskiden yaşamış, şimdi rahmetli olmuş insanları anlatarak dere boyunca ilerledik. Kudretin evi eskiden babası Sami abinindi. Köyün en sonunda, arkasında ceviz ağaçları dolu, suyun oluşturduğu bir yeşil alan içinde. O alanda şimdi iki kardeş arasında bölüşülmüş bahçeler var. Önde Kudretin evi arkasında bahçesi, daha arkada abisi Yılmaz'ın bahçesi. 
Kudretin evi genel olarak 30-35 yıldır değişmemiş. Sadece köşede daha evvel var olan ev oğlu, gelini ve torunları için yeniden yapılmış. Girişe bakan tek katlı eski ev ve ahır, samanlık kısmı hiç değişmemiş. Avluya girdiğimizde biri kız diğeri oğlan iki güzel torun karşıladı bizi. Kudretin eşi ve kızı da çıktılar. Eski evin önünde dizili çiçek saksılarıyla rengarenk bir hayata buyur edildik. Kudret de geldi. Konuştuk, eski günleri ve rahmete kavuşan büyüklerimizi andık. Kudret tarım işine devam ediyormuş, ilaveten oğluna köy meydanında bir bakkal dükkanı açmış. Gelirken gelini ile de tanışmıştık zaten. Dünya tatlısı bir kızı ve cin gibi bir oğlu var. 

Küçük kızı muhasebe okuyormuş. Allah yolunu açık etsin. Bize kahve yapıp getirdi. Ondan önce eşinin elleriyle yaptığı kırma kondu önümüze. Maşallah çok becerikli, yüzü güleç ve iyi bir insan. Hele de evi böyle çiçek sepetine döndürmüş olmasına bayıldım. Hanım evin iç kısmının da çok temiz, ferah ve güzel döşeli olduğunu söyledi. Ben Kudret'le muhabbet etmeyi tercih ettim. Benden en az 10 yaş küçük. Biz abisi Yılmaz'la akran sayılırız. Küçüklüğünde de ele avuca gelmez bir çocuktu. Üçü kız beş kardeşler. Kızların sadece en büyüğü Samiye köyde yaşıyormuş. Diğerleri dışardalar. 

Rahmetli Sami abi babamın iyi arkadaşıydı, annesi de çok çalışkan iyi bir insandı. Ailece en sık görüştüğümüz insanlardı. Köye geldiğimde o dereden çıkmaz balık tutmayı çok severdim. Ayrıca yamaçlarında fındık toplamaktan, incir, ceviz elma ve armut yemekten bıkmazdım. Bunlar abisiyle beraber elleriyle yılan, yengeç tutar biz şerbetliyiz derlerdi. Rahmetli annesiyle annem de iyi anlaşırlardı. Birlikte çalışırlar kışlık vs. yaparlardı. Babasının ve annesinin bize çok hakları geçmiştir. Allah hepsine rahmet etsin.
Torunlarla birlikte aradaki teli aşarak arkada Yılmazın bulunduğu bahçeye geçtik. Zümrüt yeşili bahçelerinde yenge sebzeleri suluyordu. Yılmaz'da ulu bir cevizin altında masada oturuyordu. Corona sebebiyle kucaklaşamadık ama, oturduk sohbet ettik, hasret giderdik bir zaman. Yenge de bize çay bardağında kahve yaptı. "Ne yapalım bahçe işi, böyle" dedi gülerek. Kahve güzeldi ama maksat kahve çay içmek değildi zaten. Yılmaz Kudretin eve gelmeden derenin karşı kıyısında ev yapmış ayrılmış ailesinden. O da tarım işiyle uğraşıyor. Ama geçmiş yıllarda oğlunu kaybetmiş bir traktör kazasında. Bu olay onu çok etkilemiş. On yıl yaşlandırmış adeta. 

Yılmazla eşi yazın zamanlarının çoğunu burada bahçeleriyle, koyun ve kuzularıyla geçiriyorlarmış. İkisi de rahmetli babalarına benziyorlar, dağ gibiler maşallah. Yanlarından Kudretin torunlarıyla ayrıldığımızda bize yine gelin, ama bu sefer kalmaya gelin dediler. Bahçeden ne buldularsa vermeye çalışıyorlardı. Neyse kırmamak için bir kaç taze birşeyler aldık. İnşallah yine geliriz deyip ayrıldık. Yüksekçe kalan yoldan aşağıdaki güzel manzaranın bir kaç poz fotoğrafını çektim. Kudret'in eşi de kendi bahçelerinden bir şeyler toplamış. O da almamızı istiyordu, mahçup olmuştuk. Torunlar, kızı hep beraber bizi uğurladılar. Eşimle oradan ayrılırken duygulanmıştık. 

Dereköy benim doğduğum köy değildi, çok da fazla yaşadım sayılmaz ama 9 ila 17 yaş arasındaki çocukluktan gençliğe adımlarımı orada attım. Hem ailemin  hem de benim dostlarım arkadaşlarım oldu unutulmayan. Güzelliğiyle, bereketiyle, güzel insanlarıyla hayatımda kalıcı izler bıraktı. Uzun yıllar sonra yeniden onu görmekten, rahmete gitmiş olanları anmaktan, sağ olanları ziyaret etmekten Rabbime hamd ediyorum. O güzel insanlara da bolca sağlık, selamet ve hayırlı ömürler diliyorum.