Toplantı ve karar verme
Toplantı; hem iş, hem de sosyal hayatımızın bir parçası. Düzenleyen ya da katılan olarak bugüne kadar onlarca, yüzlerce toplantı görmüş, yaşamışızdır.
Yöneticiysek zaten zamanımızın çok önemli bir kısmı toplantı yapmak ve toplantılara katılmakla geçer. Ancak salt “toplantı” kavramı üzerinde kafa yorduğumuz pek söylenemez.
Meclis genel kurulu da bir toplantı, arkadaşlarınızla ya da ailenizle bir araya geldiğinizde ortaya çıkan şey de. Nişan, düğün, sünnet de bir toplantı, cenaze, taziye ya da anma amaçlı birliktelikler de.
Sözlük anlamı; birden çok kimsenin türlü amaçlarla bir araya gelmesi, toplanma. Bir gündem üzerinde görüşmek amacıyla ilgililerin katılımıyla yapılan birleşim olarak geçiyor. Eski tabirle içtima etme.
Kuşkusuz bu yazıda bir askeri birliğin içtimasından söz etmeyeceğim. Ya da bir yemek masası etrafında bir araya gelen insanlar değil anlatmak istediğim. Eğlenilen veya acıların paylaşıldığı ortamlardan da bahsetmeyeceğim. Dernek, vakıf, kulüp gibi kuruluşların genel kurul toplantıları da bu konunun dışında. Amacım, daha ziyade toplantı kavramı üzerinde düşünmek. Yönetsel anlamda, iş ya da sosyal hayattaki karar toplantılarının verimliliğine odaklanabilmek.
Bilim insanları toplantı yapmanın hayatın pek çok alanında bir zorunluluk olması dışında, sembolik anlamları olduğunu da söylüyorlar. Buna göre bir toplantı en başta; “senin düşüncelerine saygı duyuyoruz, onlara ihtiyacımız var ve onları anladığımızı sanıyoruz. Birlikte sorunları çözebilir, işbirliği yapabiliriz. Kuşkusuz burada benim düşüncelerim de olacak. Ancak uzlaşmayı başarabilir ve önerilerimizi paylaşabiliriz” anlamına geliyor.
İşte tam da bu nedenle toplantılar, her şeyden önce bu anlam gölgesinde; bir başkanın yönettiği ekip, kurul ve komisyon gibi birden çok kimsenin bir araya gelmesiyle yapılabiliyor. Bunlar, elbette ki hoşça vakit geçirmek ya da sızlanmak için değil; bir işi yapmak, bir konu veya konuları görüşüp karar vermek üzere toplanıyorlar.
Birlikte çalışma ve katılım gerektiren karar alma zorunlulukları da toplantıları kaçınılmaz kılıyor. Yönetim süreci de zaten; insan, kaynak ve araçları belli bir amaç istikametinde yönlendirip götürmek olarak tarif edilmiyor mu ? Yönetim kavramı bu anlamda; amaçlar doğrultusunda etkin kararlar alma ve bu kararların yerine getirilmesi sürecinden başka bir şey değil.
Bu bakımdan yönetim süreçleri nitelikleri gereği, karar verme eylemi ile yakından ilişkili olmak zorundadır. Tabiatıyla üst düzeylerde amaç ve politikalarla ilgili kararlar; alt düzeylerde ise bunların uygulanışı ile ilgili kararlar alınır. Bu yüzden karar verme, yöneticilerin en temel yetki kaynağı, görevini yerine getirme aracı ve sorumluluk çerçevesi olarak bilinir.
Günümüz örgütlerinde farklı adlarla ifade edilse de klasik olarak planlama, organizasyon, uygulama, koordinasyon ve değerlendirme aşamaları tüm yönetim sürecinin olmazsa olmaz parçaları. Sonuçları görmek, olacakları ve geleceği öngörebilmek de oldukça yaşamsal bir öneme sahip. Bu bağlamda elbette çalışma hayatının çok önemli bir aracı toplantılar.
Hiçbir oluşum ve kuruluş toplantı yapmaksızın işleyemez. Bu nedenle sadece kamusal alanda değil genel olarak tüm iş yaşamında toplantı yapmak, bir yöntem olarak bu tekniği kullanmak oldukça önemlidir. Bilim dünyasında da öyle. Çünkü, yönetim yaklaşımlarının hemen hemen tümünde yoğun bir toplantı fiiline rastlıyoruz.
Her türlü yönetim biçiminde ortaya çıkan veya çıkması muhtemel sorunlar vardır. Sorun olmasa bile değişmek, gelişmek, daha iyi olmak ve kalite için çalışılır. İşte bunların hallinde birden çok seçenek olması halinde aralarından en uygun olanı seçme, yani karar verme işlemi de ortaya çıkmış olur.
Karar verme, yöneticinin temel görevlerindendir. Esas itibariyle farklı yollardan en uygun olanın seçilmesi için başvurulur. Bir sorun ya da durum karsısında, belirli bir amaç doğrultusunda düşünülebilen çözüm yollarından birinin ya da eylemin seçilmesi olarak tanımlanmaktadır.
Sürekli değişen olaylar karsısında karar verebilme, zaten günümüz insanının en temel sorunlarındandır. Bu açıdan ister dernek, ister kurul vb. Başkan ya da yöneticisi, hem örgütün önde gelen sorumlusu hem de karar veren, sorunlara çözüm arayıp çözen kişisidir.
Genel olarak bir karar verme işleminin çeşitli özellikleri vardır. Bu özelliklerden ilki alınan kararların ortaya çıkan bir sorunu çözmeye yönelik olmasıdır. İkincisi, bazı kararlar bir değerlendirmenin sonucu olarak ortaya çıkar, yeni bir olayın başlangıcı olurlar. Üçüncüsü, kararlar genellikle gelecek için öngörülmüş bir Plan ve program niteliği taşırlar.
Bu sebeple kararlar, doğal olarak diğer yönetim süreçlerinin de ekseni haline gelirler. Çünkü diğer bütün yollar benzer kararlarla şekillenmiş, kararlar ağı tümünü birbiriyle ilintilendirmiştir.
Böylece toplantılar da örgüt, şirket, kurum ya da kuruluşlar için vazgeçilmez bir iletişim, danışma, tartışma, koordinasyon ve karar alma platformu olmaktadırlar.
Ancak, doğru planlanıp uygulandığında çok önemli bir araç iken, baştan savma ve verimsiz toplantılar herkes için daha en başta çok değerli olan zamanın boşa harcanması demektir. Kaynak israfıdır. Büyük zararlara yol açan ve geri dönülmesi zor istenmeyen sonuçlardan söz etmiyorum bile.
Neticede her toplantının asıl hedefi, doğru sonuçlar elde etmektir. O halde hedefe ulaşmada en önemli etken olan toplantı yönetimi ihmal edilemez.
Zira, toplantılar yönetim sürecinin en önemli araçlarından biri olmakla beraber etkin yönetilemediği takdirde başarısızlığın nedeni de olabilirler.
Peki acaba bir toplantı nasıl Planlanır? Nasıl yapılır ?
Önce toplantının ne zaman yapılacağını bilmek gerekiyor. Bir mevzuata bağlı kurul ve komisyonlar bazen “gerektiğinde ya da periyodik olarak toplanılması gerektiği zaman” yapılırlar. Bunun dışında, bazen “Başkanın lüzum göreceği zaman”, bazen “olağanüstü” bazen de “gündem oluştuğunda” toplanılır.
İkinci önemli konu, toplantı gündeminin bilinmesidir. Zira toplantıların olmazsa olmazı önceden belirlenmiş bir gündem için yapılmasıdır. Bu konu toplantıyı düzenleyenler açısından bir görev, ilgililer içinse bir haktır. Zira toplantıya katılacak üyelerin elbette önceden bilgi edinme ihtiyaçları vardır ve onlara hazırlanma imkanı verilmelidir.
Bir önceki toplantıda ortaya çıkan konular, daha önce alınmış kararlar, gündeme göre görüşülecek ve karara bağlanacak konular hakkında hazırlıklı olmak verimli bir toplantı için yarar sağlar. Ancak iyi bir toplantı gündeminde olmazsa olmaz hususlar; toplantının yeri, tarihi, zamanı, katılımcıları, tartışılıp karara bağlanması istenen konulardır.
Toplantı başladığında her şeyden önce Başkanların bazı hususlara dikkat ve özen göstermesi beklenir. Örneğin, bizzat kendisinin toplantıya hazırlıklı ve zamanında gelmesi gibi.
İkinci dikkat edilmesi gerekli husus; toplantının yapılabilmesi için öngörülen çoğunluğun hazır bulunmasıdır. Asıl ve vekil olarak çoğunluğun hazır olduğu sonucuna varan başkan toplantıyı açar. Bu anlamda kısa bir açış konuşması uygun olur. Açış konuşmasında başkan öncelikle toplantının amacını ve gündemi açıklar.
Ancak başkan toplantının devamında kendisi fazla konuşmamalıdır. Tarafsız kalmalı ve gerektiğinde açıklama yapması daha yararlı olur.
Toplantının başında kimlerin, ne zaman ve ne kadar konuşacağına karar verilmesi faydalıdır. Ancak burada özen gösterilmesi gereken husus bu kuralın toplantı sırasında herkese adaletle uygulanmasıdır. Bu yüzden başkan toplantıya katılanlara adil olacağını gösterip rahatlatmalıdır.
Böylece, toplantının genel amacı her an göz önünde bulundurularak toplantıya katılanların görüş ve önerilerinin tam olarak ortaya çıkmasını sağlayabilir. Buna dayanarak başkan toplantının yan konulara sapıp mihverinden çıkmasına da izin vermeyecektir. Ayrıca çok konuşan ve sık sık söz alan kişiler de sınırlandırılabilir.
Toplantıya katılanların dinamik ve enerjik tutulması iyi olur. Unutulmamalıdır ki bir toplantının başarısı, katılanların tartışmaya ve karara katılmasıyla sağlanır. Ancak, toplantılarda 20-30 sayfalık raporların okunması beklendiği gibi etkili olmaz. Çünkü, dikkat dağılır ve ortam ağırlaşır. Ancak önceden dağıtılmışsa özet bir sunum sağlıklı bir tartışma için yeterli olacaktır. Bu sırada toplantıda yapılan konuşmalar da dikkatle dinlenmeli ve not edilmelidir.
Bu arada çıkabilecek tartışmalara da nezaketle müdahale edilmeli, gündem çerçevesinde ve adaletle herkesin esas konu üzerinde görüş bildirmesine imkan sağlanmalıdır. Ayrıca, tartışmalara katılan görüş, eleştiri ve öneri sahiplerine samimi bir şekilde teşekkür etmek, toplantı ortamına manevi ve psikolojik açıdan olumlu bir tesir yapacaktır.
Diğer taraftan olumsuz sataşmalar, alaycı davranışlar, iğneli ve kinayeli konuşmalar toplantı ortamını sabote eder. Bu sebeple, böyle davranışlar ve bu yola başvuranlar onaylanmamalı, destekliyormuş gibi görünmemelidir. Üyeler arasında doğan çatışmaların büyütülmeden çözümlenmesi ve önlenmesi toplantının sağlığı açısından kritiktir.
90 dakikadan fazla sürebilecek toplantılarda araya uygun bir dinlenme ve ikram molası vermek yararlı olacaktır. Zira uzun süren bir toplantının sonlarına doğru sağlıklı bir karara varmak oldukça zor olur. Bu yüzden karara temel olacak fikir ve öneriler sıkıştırılmamalı, aceleye getirilmemeli ve en sonda yeniden vurgulanarak toparlanmalıdır.
Böylece, toplantının amacına ulaşması ve gerekli kararın alınması sağlanmalıdır. Yeterli bir görüş alış verişinden sonra artık gündemdeki her konu özetlenip karara bağlanabilir.
Elbette ki kararların oy çokluğu ile değil oy birliği ile alınmasına gayret edilmelidir. Oy çokluğu da geçerli olmakla birlikte, karara muhalif olanların uygulamayı engelleme riski dikkate alınmalıdır.
Bu yüzden her türlü organizasyon yapısına ve geleceğine biçim veren kararlardan etkilenecek birey ya da gruplar, o süreçlere ne kadar çok katılırlarsa, uygulama da o kadar etkin olacaktır. Ayrıca, demokratik bir örgütte alınacak kararlardan etkilenebilecek kimselerin, bu kararlarda söz sahibi olmaları en tabii haklarıdır.
Katılım yoluyla insanlar, kendilerini etkileyen karar süreçlerinde etkin rol oynayabilmektedirler. Katılımın temelinde, kişilerin kararlara katıldıkları kararları daha çok benimseyecekleri ve destekleyecekleri beklentisi vardır. Ayrıca, sorunun temelinde yatan gerçekleri daha iyi ve ayrıntılı olarak bilebileceklerinden, kararın niteliği de artmış olur.
Katılımcı bir kararın doğru ve etkili olabilmesi için doğal olarak bazı şartların yerine getirilmesi gerekir. Öncelikle tartışmaya kararın etkilediği kişilerin tam olarak katılması, tartışmanın gündem üzerinde yapılması ve toplantıyı idare eden başkanın da bu tartışmada bireysel düşüncesini belirtmesi gerekir. Böylece benimsenebilirliği yüksek bir karar sağlıklı bir tartışma sonucunda olgunlaşır.
Büyük bir karar verme durumu ile karşılaşıldığında kararın küçük kararlara bölünerek alınmasında fayda vardır. Bu süreçte de etkin olan ve son sözü söyleyen başkan toplantıyı mutlaka yine öngörülen zaman içinde bitirmelidir
Bir toplantı sonucunda olmazsa olmaz şeylerden en önemlisi, düzenlenecek toplantı tutanağının katılanlarca imzalanmasıdır. Her toplantıda, görevlendirilen kişiler vasıtası ile tutanak düzenlenmeli, ulaşılan sonuçların bir karar halinde ve herkesçe anlaşılan şekilde yazılıp imzalanması sağlanmalıdır. Bu husus karar sürecinin olmazsa olmazlarındandır.
Eğer belirlenmiş bir form yoksa, tanzim edilecek kararlarda şu hususların bulunmasına dikkat edilmelidir.
Metnin Başına; kurul, komisyon ya da toplantının adı, karar tarihi ve karar sayısı yazılmalıdır.
Karar Metninde öncelikle; toplantının hangi gereklilik veya hangi talep üzerine, hangi tarih ve saatte nerede toplandığı, hangi konu veya gündemin görüşüldüğü, toplantının kimin başkanlığında ve kimlerin katılımı ile yapıldığı belirtilmelidir.
Daha sonra sırayla hangi konuların görüşüldüğü, kimlerin açıklamaları dinlendikten sonra, niçin, neye veya nelere karar verildiği anlaşılır bir dille yazılmalıdır.
Son olarak kararda yer alan hususların hangi görevlilerce yerine getirileceği, Kararlardan birer örneğin hangi sebeple kime veya kimlere, (bilgi, başvurusuna cevaben, gereği için, onay için) verileceği veya nerelere gönderileceği, Kararın oy birliği veya oy çokluğu ile mi alındığı, Oy çokluğu ile alınması halinde karşı oyun ne olduğu açıklanmalıdır.
Metnin Altındaki İmza Bölümünde; Başkandan başlamak üzere belli bir sıraya göre katılanların ad ve soyadları ile görev ve unvanları yazılmalı, kurulda üye olmakla birlikte toplantıya katılmayan ancak vekili bulunan kişiler belirtilmelidir.
Böylece toplantı sonunda alınan kararlar katılanlara imzalattırılmalı, karara muhalif olanlar bu aykırılıklarının sebebini şerh koyarak belirtmeli, en son da başkan imzalamalıdır.
Tabi ki herşey toplantı ya da karar alınmasıyla bitmez. Aksine bunlar eylem için bir son değil başlangıçtırlar. Alınan kararların etkin olabilmesi uygulamanın etkili olmasına bağlıdır. Bu nedenle öncelikle sorunların çözümünde önerilen seçenekler hakkında yeterli bilgi bulunmalı, onların uygulaması sırasında ortaya çıkabilecek yarar ve zararlar iyi bilinmelidir.
Sonuçta uygulanamayan kararların hiçbir değeri olmaz. O bakımdan alınan karar zaman geçirmeden uygulamaya konmalı, o karara imza koyanların her biri de etkinlik ve başarı için katkıda bulunmalıdır.
OsmancıkTam 35 sene önce okumuştum Tarık Buğra’nın “Osmancık” adlı romanını. Ötüken Kitabevinin yayınlarından 1983 yılı ilk baskısıydı. İstanbul’da Yönetmen arkadaşım Mesut Uçakan’ın evinde misafir kaldığımız bir gece görmüş okumak istemiştim. O da sağolsun vermişti; bundan güzel bir sinema filmi hikayesi çıkar diye. Eve döner dönmez 370 sayfalık kitabı soluksuz okumuştum. O güne kadar etkilendiğim sayılı romanlardan biriydi.
İkinci okuduğumda kararımı vermiştim bile. Bu senaryoyu ben yazmalıydım. 1985 şartlarında pelür kağıda daktilo ile kendime göre bir taslak senaryo yazdım. Her sayfasında, her satırında hayran olduğum karakterler, olaylar, ifadeler vardı. Her biri adeta “beni atlama, beni de yaz, beni de..” diye ısrar ediyorlardı. Gerçekten de onlara kıymak çok zordu.
Henüz yazdığım senaryoyu Mesut’a veremeden 1986’da rahmetli Yücak Çakmaklı’nın TRT için “Kuruluş” dizisini çektiğini öğrenmiştim. 1988’de biten 12 bölümün tamamının en sadık izleyicilerindendim. O tarihte TRT hala bizim için önemliydi. Ama kitabı iki defa okumuş, üstelik satır satır senaryoya uyarlamaya çalışmış biri olarak benim izlemem çok daha farklıydı tabi ki.
Yıllar sonra yazdığım senaryoyu Mesut’a gösterdiğimde o bile gösterdiğim performansa hayret etmişti. Hatta ona bir hayalimden de söz etmiştim. “Osmanlı Şehzadeleri” üzerine uzun soluklu bir televizyon dizisi projesi. Bana göre Osmanlı tarihi, özellikle de şehzadeler boyutu hikaye açısından bitmez tükenmez bir hazine gibiydi. Üstelik tarih padişahlara odaklandığından daha gölgede kalan şehzadeler üzerine çok ilginç hikayeler çıkabilirdi.
Mesut iflah olmaz “sinema yapma” saplantısı yüzünden benim bu hayalime ilgi göstermedi elbette. Ancak son yıllarda yapılan televizyon yapımlarının bu alanda gösterdiği başarı benim haklılığımı teyid etti. Bana göre de henüz o hazinenin ancak bir kısmını ele alabildiler. Tüm Osmanlı tarihi ve şehzade yaşanmışlıkları öyle bir hazine ki kapağı bile açılamamış sayılabilir.
1918 Akşehir doğumlu yazar benim için o kapağı açabilen ve gördüğü ışığı hakkıyla yansıtabilen bir kalemdi. İstanbul Üniversitesi Tıp, Hukuk ve Edebiyat Fakültelerinde ikişer üçer yıl okuyup sonra vazgeçen, Akşehir’de gazete çıkaran, sonra İstanbul’da Milliyet, Yeni İstanbul, Haber ve Tercüman gazetelerinde fıkralar yazıp sanat sayfaları düzenleyen bir mücadele adamıydı. Haftalık Yol dergisini çıkardı. “Oğlumuz” hikayesi ile Cumhuriyet gazetesinin hikaye yarışmasında ikincilik kazandı. Çınaraltı dergisinde hikayeleri yayınlandı. Sonra da roman yazmaya başladı. İşte “Osmancık” güzel Türkçesi, derin tipleri, şiirli üslubuyla Türk tiyatro ve roman yazarlarının başında yer alan Tarık BUĞRA’ydı o yazar. Onu 1994 yılında Rabbine uğurladık.
Yazar Osmancık romanında çok sade bir dil kullanmış, anlaşılmayan kelimelerden kaçınmış. Romanda yöresel ağzı bozmaması kullanılan sade dili bozmamış aksine romana akıcılık ve cazibe kazandırıyor. Ayrıca Şeyh Ede Balı gibi büyük bir insanın okuyucuyu alıp başka dünyalara götüren sözleri insanı kitaba iyice bağlamakta.
ROMANIN ÖZETİ:
Osmancık’ın çocukluğu, herhangi bir çocukluktan farksızdır. Gençliği de öyle… Ele avuca sığmaz; nerede çalgı, orada kalgı günleri. Gücünün, kuvvetinin sahibi değildir; aksine gücü kuvveti, onun sahibidir. Kılıçta ve yayda üstünleştikçe değil meydan okumaya, bir yan bakışa bile katlanamaz olur. Gururu için yaşamaktadır. Babası Ertuğrul Beğ, bir müddet Osmancık’ı takip eder, öğütler verir. Fakat sonradan onu kendi haline bırakır. Öteki oğlu Gündüz Beğ’ e önem vermeğe başlar. Osmancık, ağasını kıskanacak yerde rahatlamış ve mutlu olmuştur. Azâd edilmiş sayar kendini ve keyfince yaşamaya başlar. Tâ ki Şeyh Ede Balı ile tanışıncaya kadar.
Domaniç temmuzlarından birinde, Sivrikaya’ da Osmancık, Ede Balı ile karşılaşır. Gökte ay ve yıldızlar… Osmancık, yıldızlara bakarak “dünya ne kadar büyük!” diyor. Osmancık’ı gizliden gizliye takip eden Ede Balı: “Dünya’yı bize büyük gösteren bizim küçüklüğümüz oğul! Hırsımız, sabırsızlığımız, bencilliğimiz. Önce bu yüzden küçülüyor sonra da Dünya’yı çok büyük görüyoruz, der ve ilave eder: dünya bir ömür için, bir TEK İNSAN için büyüktür. Bir soy için değil; bir soyun benimseyeceği, bir soya benimsetilecek bir amaç, bir inanç, bir ülkü için değil!”
Osmancık’ın kafası ve ruhu altüst olmuştur. Öfkelenir, Ede Balı’ ya saygıda kusur eder. Ertuğrul Gazi, oğluna “Ede Balı’ ya sakın karşı gelme; bana karşı gel, ona gelme. Ede Balı soyumuzun ışığıdır” diye tembih eder. Osmancık, Ede Balı’nın tekkesine gittiği bir gün Malhun Hâtun’u görür ve ona âşık olur. Töresince istetir. Ede Balı kızını vermez: Halleri müsavi değil, diye… Bundan sonra Osmancık için değişim ve arayış dönemi başlar.
Yine tekkeye misafir olduğu bir gün, rüyasında Ede Balı’nın göğsünden çıkan bir ayın kendi göğsüne girdiğini, sonra bir çınar ağacı şeklinde dünyaya dal budak saldığını görür. Dört yana rahmet ve nur yağdıran bir çınar ağacıdır. Rüyanın tabirine göre, bu ay Malhun Hâtun, bu çınar ağacı ise Osmancık’ın kuracağı devlettir. Osmancık artık değişmektedir. Kılıcını, yayını, topuzunu kendisi için değil, soyu sopu için, soyunun amacı için kullanmaktadır. Sonunda Ede Balı kızını Osmancık’a verir. Sade bir törenle evlenirler. Osmancık, artık yaşlanmış ola babası Ertuğrul Gazi’nin yerine beğ seçilir.
Osman Beğ, ilk iş olarak civardaki Türk boylarını birleştirir. Kendi buyruğunda ve hepsinin rızalarını alarak… Domaniç ve civarı dar gelmeye başlamıştır. Her gün yeni topraklar alınır, kaleler düşürülür yeni gelenler, tâ Orta Asya’dan ve daha yakın yerlerden gelenler, bu topraklara yerleştirilir. Savaş, akın, ganimetin paylaşılması, yerleşme biçimi, doğumlar, evlenmeler, dostluk ve düşmanlıklar her şey bir düzene bağlanmıştır.
Herkes nefsini ve bencilliğini yok etmiştir; başkalarını, soylarının geleceğini düşünmektedirler. Pazar yerlerinin emniyeti sağlanmıştır. Yöredeki herkes ( Rumlar dahil; Osman Beğ’ e tâbi olan herkes) hayatından, ırzından, malından emindir. Bu günlerde Osman Beğ’ in anası, ardından da 90 yaşındaki Ertuğrul Gazi vefat ederler. Orhan dünyaya gelir.
Bütün bu olup bitenler sırasında Osman Beğ’ in önemli meselelerinden birisi amcası Dündar Beğ’ dir. Dündar Beğ, ağabeyi Ertuğrul Gazi’den sonra beğliğin kendisinin hakkı olduğunu düşünür, Osman Beğ’ i kıskanır ve bozgunculuk ediyor. Osman Beğ, saygısını bir an bile ihmal etmeden, amcasını uyarıyor. Hatta bir gün Dündar Beğ’e: “Elin öperim amuca, dizin öperim amuca. De ki davarın güdeyim, odunun kırayım amuca. Amma ko ki beğliğime eller taş atsın ki beğliğimi korumam zor olmasın. Ben bunda akıl isterim, rey isterim, ışık isterim. Yanılırsam doğruyu isterim. Ben bunda takaza istemem, dokunç istemem, kakınç istemem demiştir.”
Dündar Beğ aldırmaz, bildiğince devam eder. Düşman üstüne ılgar eden savaşçıları geri çağırır. Osman Beğ, bir yay darbesiyle amcası Dündar Beğ’ i düşürür.
Osman Beğ’ in ikinci oğlu Alaeddin dünyaya gelir. Mihail Kosses Müslüman olur. Töreye bağlılık şuuru, zayıfa yardım fazileti, din uğrunda göz kırpmadan ölüme gitme heyecanı Mihail’ i Abdullah yapmıştır.
İnegöl, Yarhisar, Aydos, Bilecik, İznik kaleleri alınır. Zaman, geçip gitmektedir; Osman Beğ’ e rağmen… Alaeddin bile at bitmektedir artık. Orhan Beğ, Yarhisar tekfürünün kızı Holofira ile evlenir. Holofira’nın rızası, arzusu, isteği ve aşkı ile… Osman Beğ, gelininin adını Nilüfer olarak değiştirir. Müslüman olan Nilüfer, Osman Beğ’ e torunlar, Orhan Beğ’ e oğullar verecektir; Murad’ ı verecektir…
Selçuklu Sultanı, bir fermanla Osman Beğ’ in hanlığını tebasına duyurur. Artık Cuma namazlarında hutbe Osman Han adına okunmaktadır.
Şeyh Ede Balı rahmet-i rahmân’a kavuşur. Orhan yavaş yavaş pişmekte, olgunlaşmaktadır. Hem gazada hem yönetimde. Osman Gazi Hân’ın etrafı boşalıyor. Baba dostları, yola beraber çıktığı yoldaşları birer birer âhirete intikal ediyorlar. Malhun Hâtun da vefat ediyor. Osman Gazi Hân, hasta yatağında, iki aydır yatmaktadır. Kulakları nal seslerinde, Bursa’nın fetih müjdesini bekliyor.
Derken ,müjdelerin hası, nal sesleri… Sungur dışarı fırlıyor ve göz açıp kapayıncaya kadar da geri dönüyor. Nefes nefesedir: “Gözün aydın Hânım! Bursa bizimdir!” Osmancık, Osman Beğ, Osman gazi Hân; babası Ertuğrul Gazi’ye, şeyhi ve kayınpederi Ede Balı’ ya, kendinden önce giden baba dostlarına, yoldaşlarına ve Zümrüdü Ankası Malhun Hâtun’a mülâki olmak için gözlerini yumuyor. Mesut ve huzurlu…
---------------------------------------
(*) Kaynak: https://www.bilgicik.com/yazi/osmancik-tarik-bugra-roman-kitap-ozeti/