17 Şubat 2024 Cumartesi

17 Şubat 2024 Cumartesi TORUNLARIMA MEKTUPLAR....................ANILAR; 17 Şubat


130 17 Şubat 2014 Pazartesi 06:44 KÜÇÜK/BÜYÜK ŞEYLER.............Köyümün tozu

Köyümün tozu


Köyden Susurluğa göçtüğümüzde dört yaşında filan olmalıyım. Kanatları olmayan çıplak bir öküz arabasında, içinde buğday mı, yoksa mısır mı olduğunu bilemediğim bir çuvalla birlikte yolculuk ettiğimi hatırlıyorum. 

Ahşap portalı evimizin önünden köyün aşağısına doğru inen taş yolda doğrusu bu yolculuğumuzun ne anlama geldiğini henüz bilmiyordum. Büyüklerimin üzülüp üzülmediğini, ağlayan olup olmadığını da. 

Sadece taşların üstünde gıcırdayan, sarsılarak giden araba ve hergün altında oynadığımız, dallarıyla bana eğilmiş "gitme !" der gibi bakan koca ağaç aklımda. 

Köyümüz 93 harbi denilen Osmanlı Rus savaşı sırasında Artvin tarafından göçen yedi ailenin yerleştirildiği yamaç, taşlık bir yer. O zaman göçer halde bulunan yörüklerle birlikte kurulup gelişmiş. 

Bizimkilerin ahşap üzerine, yapı ve çiftçilik üzerine ustalıkları varmış. Bir de okumuş insanları, dini bilgileri. Yörükler de hayvancılık ve el sanatlarında tecrübeliymişler. Çalışmış, çabalamış birlikte köyü imar etmişler. Aralarında kız alıp kız vermişler. Akraba olmuşlar zamanla. Evleri, camisi, okulu, kahvesi, çeşmeleri, bahçe, bağ ve harman yerleriyle köy 70 yıl içinde canlı bir yerleşim yerine dönüşmüş.

Çocukluğumun düğünleri işte böyle renkli ve zengin bir ortamda oluyordu. Gürcü insanı zaten neşeli, sıcak, konuşkan ve canlıdır. Kendine özgü kültürü ve folkloruyla etrafına renk katar. Dili, yemekleri, akrabalık ilişkileri, müziği ve oyunlarıyla bambaşkadır. Hele de düğünleri. Gürcüler düğünlerinde gelenek ve görenekleriyle bütün hünerlerini gösterirler konuklarına. En azından benim çocukluğumda, özellikle  kendisi gibi bir gürcü köyü olan Cumhuriye'den, diğer çevre köylerden gelen akrabalarla bir şölen havasında geçerdi düğünler.

Mızıka ya da akordion eşliğinde gençler, ellerindeki sopalarla tahtaya vurarak tempo tutarlar, karşılıklı sıralanan kızlar ve erkekler de "tinikana" oynarlardı. Hepsi kafkas kökenli olduğu için bu oyun biraz çerkez oyunu gibiydi. Elinde değnek olan bir adam birlikte oynaması istenen kızla oğlanın arasına çizgi çeker, onlar da çıkıp oynarlardı.  

Kız selam verip ayrılmadan erkek asla oyundan çıkamazdı. Bu yüzden birbirini seven gençler, hele de kız inatçıysa, ayakkabılarını da çıkarıp dakikalar boyu döner dururlardı alanda. Bu arada köyün adamları, boğazına güvenen delikanlıları da kendine özgü bir nara atarlardı. Tiz sesten, nameli, uzun bir haykırıştı bu. Hem çalanı, hem oynayanları daha da coştururdu.

Oyunlar sadece bundan ibaret değildi tabi. Mesela kızlı erkekli, ayakta, serçe parmaklarıyla tutuşup daire halinde "cilveno nanayda" oynamak vazgeçilmezdi. Bu oyun, nakarat dışında bilenlerin karşılıklı maniler söylediği, ne zaman biteceği belli olmayan uzun bir beraberlik fırsatıydı gençler için. Orta yaşlılar, daha çok topal havası gibi horona benzeyen oyunlar oynarlardı. Çocuklar fır dönerdi ortalıkta, anneler bir çocuklarına, bir oynayanlara bakar, bu arada yanlarındakilerle de bol bol konuşurlardı.

Bir tarafta mutlaka yemek kazanları kaynardı. Öbür yanda kurulu sofralarda gelen misafirler yedirilir içirilir, bu arada bol bol hoş beş yapılır, hal hatır sorulurdu. Akraba gençler pervane gibiydiler. Sofraların, biri biter öbürü donatılırdı. Öyle parayla aşçı, garson tutmak diye bir şey yoktu o zaman. İmece gibi bir şeydi bu hizmet. Ne de olsa bugünün yarını vardı ve onların da bir gün düğün dernek vakitleri gelecekti. 

Nihayet düğün dağılmaya yüz tutup, saat bir hayli geç olunca  misafirlerin paylaşılma zamanı gelirdi. Düğün evinin akrabaları, komşuları, uzaktan gelen misafirleri evlerine götürmek için adeta birbirleriyle yarışırlardı. Bu saatlerde biz çoktan uyumuş olurduk. Sonuçta geç te olsa herkes uyuyacaktı elbet. Çünkü, ertesi gün davul zurnalı, dualı gelin alayı vardı ve oynanacak, zıplanacak, şeker leblebi toplayacak çok zamanımız olacaktı.

İşte böyle. Çocuk gözüyle masal gibi renkliydi köyümün düğünleri. Bir başka güzellikti benim için o zamanlar. Seneler sonra çocuklarımla gittiğim köyümde doğduğum evi, altında oynadığım ulu ağacı ve çeşmeleri doya doya seyrettim. 

Köy küçülmüş, seyrekleşmiş gibiydi. Evimizin portalarını okşadım, elif okuduğum caminin tanıdık kokusunu çektim ciğerlerime. Ne çavuş ağaların üç katlı ahşap evi, ne de bize küçükken koskocaman gelen bahçesi artık o kadar büyük değildi. Siyah sert taş döşeli yol parke olmuştu ve çok dar geldi bana. Bisküvi, lokum, şeker aldığımız bakkal dükkanı körelmiş, taş evler viraneleşmişti. Çeşmeleri hala akıyordu bereket, ama sanki o zamanki gibi gürül gürül değildi. Köydeki şen şakrak sesler gitmiş, yerine bir sessizlik, bir ıssızlık çökmüştü.

Ailemin Susurluğa göçmesi neden bilmiyorum, ama belli ki köyden şehre kaçış benimkilerle sınırlı kalmamıştı. İnsanlar, önden giden akrabalarının yakınına, yanıbaşına derken orda bir mahalle oluşturmuşlardı. Arkalarında bıraktıkları ise kökleyip açtıkları yalnız kalmış tarlalar, bakımsız kalmış bahçeler ve artık meyve bile vermeyen boynu bükük bağlardı. 

Bunlar başkaları için belki küçük şeyler. Herkesin çocukluğu kendisine özeldir. Büyütecek ne var bunda ? Belki, doğrudur. İnsanın ne çocukluğu, ne de anıları geri geliyor. Fakat anladım ki, taş toprak ağaç su hepsi insanla şenleniyor. Onları canlandıran, renklendiren insandır, gençtir. Çocuk sesidir hayatı güzel yapan, çocuk gözüdür o geçmişi unutturmayan.

Harman yeri olarak kullanılan "alfattarla"dan geçerken gözlerim buğulandı, kulağıma sesler doldu, aklımdan çocukca anılarım geçti bir bir. Bir türkünün nağmeleri dadandı dilime,

"Yarim senden ayrılalı, hayli zaman oldu gel gel / bak gözümden akan yaşa, ahu revan oldu gel gel"

"Baba ne ağlıyorsun ?" dediler çocuklarım. "Hiç" dedim, "Hiç.. ağlamıyorum. Gözüme toz kaçtı galiba."

Gün batımı/Gün doğumu duyguları
 albümüne yeni bir fotoğraf ekledi.

17 Şubat 2018


Gurûb etti güneş dünya karardı
Gül-i bağ-ı emel soldu sarardı
Felek de böyle mâtemler arardı
Gül-i bağ-ı emel soldu sarardı
-------------------------------
Beste: Hacı Ârif Bey (*)
Güfte: Hikmet Bey (Niğdeli)
Makam: Kürdîlihicazkâr
Hacca giden Arif Bey, “Hacı Arif Bey” olarak anılmaya başladı. 1884 yılında kalp hastası oldu. Hayattan tamamen çekilip Mızıka-i Hümayun'daki Odasına kapandı. Son dakikalarında “Gurup etti güneş dünya karadı” şarkısını okuyordu.
Fenalaştı, oğlu Cemil Bey’i çağırdı ve diğer öğrencileri odaya girdi. Oğlunun göğsüne yaslanarak beraberce şarkıyı tamamladılar.
Oğluna kendisini kıbleye çevirmesini söyledi. Son bestesi bitmişti. Günlerden 28. Haziran. 1885 yılıydı. Daha 54 yaşındaki musikinin temel taşlarından Hacı Arif Bey hayat gözlerini yummuştu.
Son şarkısındaki gibi feleğin matem aradığı gün gelmişti.
Cenazesi Hanedanların gömüldüğü Beşiktaş ' taki Yahya Efendi dergâhına gömüldü.
Allah rahmet etsin.

Yüreğimin sesi-I-
 albümüne yeni bir fotoğraf ekledi.

17 Şubat 2019


Selam dostlar !
Özleyip te göremediğim
Nerededir bilemediğim
Uzun yolda yitirdiğim
Kayıp yaren, yoldaşlar selam !
Selam size birde
Bende hakkı olanlar
Bilmese de bildiğim
Kimi izinden gittiğim
Gölgesini sezdiğim
Güzel insanlar selam !

Görsel düşünceler II
 albümüne yeni bir fotoğraf ekledi.

17 Şubat 2020


Aşkın gülşeninde gül olmak güzel,
Gönülden gönüle yol olmak güzel !
Hakikât el edip, nur çağırırken,
Kırıp zincirleri kul olmak güzel !

Günler kaybolurken zaman içinde,
Umutla beklenen yıl olmak güzel !
Bir zamanlar alev alev yanmış da,
Nârını saklayan kül olmak güzel !
Boyun büküp susmak, erce iş değil,
Hak’kı haykıracak dil olmak güzel!
Nazlı nazlı akıp gitmek var amma,
Çileyle çağlayan sel olmak güzel !
Kuru bir mekânı seçmek yerine,
Sele sîne açan göl olmak güzel!
Aşk kervanı yola revan olurken,
Mecnun’u bekleyen çöl olmak güzel!
Mazlumu koruyan, hakkı savunan,
Yetimi okşayan el olmak güzel!
Yanık bir türküde donmak olur mu?
Gönül mızrabına tel olmak güzel !
Günbeyli, toprağa kök salar iken,
Yaprağı besleyen dal olmak güzel!
Aşkın gülşeninde gül olmak güzel...
Mahmut TOPBAŞLI

Yüreğimin sesi-II-
 albümüne 17 Şubat 2021, 21:00 tarihli yeni bir fotoğraf ekledi.

17 Şubat 2021


Evladını toprağa veren tüm babalara ve şehitlerimize...

Ay oğul!

Haktan geldin emanet, gözümün ışığısın
Veren 'O' dur alan da 'O', sevgimin kaynağısın
İftiharımsın; dualarım senin, rüyalarım üstüne
İmtihandır bilirim, ne çare ki insanım Ay oğul!
Bahçemin gök ekini, tarlamın ürünüsün
Ömrüm tomurcuğu, dalımın gonca gülüsün
Gözümden sakınıp uçan kuştan ürktüğüm
Yüreğimde ısıtıp ellerden kıskandığım Ay oğul!
Delikanlım, yüzüne bakmaya kıyamadığım
Neşen sevincim, mürüvvetin saadetim
Değil ki acını görmek, hiç kederin olmaya
Eline çöp değse içime kor düşer Ay oğul!
İki oğlum var dağ gibi, iki de oğlan torunum
Kızlarım var aynen, onlara da hamdolsun
Her biri nar tanesi, inci mercan madeni
Duacıyım; ikicihan saadetin olsun Ay Oğul!
Şimdi özüm bulutlu, yaşlar inmiş göğsüme
Sanki yüreğimin kanıdır, sızlıyor ince ince
Nasıl anlamam bilmem ben baba acısını
Yıldırım düşen her ocak say ki benim Ay Oğul!
Sade gözler var aklımda çok manalı, çok derin
Al bayrağa sarılmış gök yeşili dizi dizi erlerin
Elbet onların da bir babası var, ağlayan anaları
Giden şehitler değil, sanki tüm bir vatan Ay oğul! 

16 Şubat 2024 Cuma

16 Şubat 2024 Cuma TORUNLARIMA MEKTUPLAR............................ANILAR; 16 Şubat


215 16 Şubat 2015 Pazartesi 09:23 İŞ DOKTORU..............................Toplantı ve karar verme

Toplantı ve karar verme


Toplantı; hem iş, hem de sosyal hayatımızın bir parçası. Düzenleyen ya da katılan olarak bugüne kadar onlarca, yüzlerce toplantı görmüş, yaşamışızdır. 

Yöneticiysek zaten zamanımızın çok önemli bir kısmı toplantı yapmak ve toplantılara katılmakla geçer. Ancak salt “toplantı” kavramı üzerinde kafa yorduğumuz pek söylenemez.

Meclis genel kurulu da bir toplantı, arkadaşlarınızla ya da ailenizle bir araya geldiğinizde ortaya çıkan şey de. Nişan, düğün, sünnet de bir toplantı, cenaze, taziye ya da anma amaçlı birliktelikler de.

Sözlük anlamı; birden çok kimsenin türlü amaçlarla bir araya gelmesi, toplanma. Bir gündem üzerinde görüşmek amacıyla ilgililerin katılımıyla yapılan birleşim olarak geçiyor. Eski tabirle içtima etme.

Kuşkusuz bu yazıda bir askeri birliğin içtimasından söz etmeyeceğim. Ya da bir yemek masası etrafında bir araya gelen insanlar değil anlatmak istediğim. Eğlenilen veya acıların paylaşıldığı ortamlardan da bahsetmeyeceğim. Dernek, vakıf, kulüp gibi kuruluşların genel kurul toplantıları da bu konunun dışında. Amacım, daha ziyade toplantı kavramı üzerinde düşünmek. Yönetsel anlamda, iş ya da sosyal hayattaki karar toplantılarının verimliliğine odaklanabilmek.

Bilim insanları toplantı yapmanın hayatın pek çok alanında bir zorunluluk olması dışında, sembolik anlamları olduğunu da söylüyorlar. Buna göre bir toplantı en başta; “senin düşüncelerine saygı duyuyoruz, onlara ihtiyacımız var ve onları anladığımızı sanıyoruz. Birlikte sorunları çözebilir, işbirliği yapabiliriz. Kuşkusuz burada benim düşüncelerim de olacak. Ancak uzlaşmayı başarabilir ve önerilerimizi paylaşabiliriz” anlamına geliyor.

İşte tam da bu nedenle toplantılar, her şeyden önce bu anlam gölgesinde; bir başkanın yönettiği ekip, kurul ve komisyon gibi birden çok kimsenin bir araya gelmesiyle yapılabiliyor. Bunlar, elbette ki hoşça vakit geçirmek ya da sızlanmak için değil; bir işi yapmak, bir konu veya konuları görüşüp karar vermek üzere toplanıyorlar.

Birlikte çalışma ve katılım gerektiren karar alma zorunlulukları da toplantıları kaçınılmaz kılıyor. Yönetim süreci de zaten; insan, kaynak ve araçları belli bir amaç istikametinde yönlendirip götürmek olarak tarif edilmiyor mu ? Yönetim kavramı bu anlamda; amaçlar doğrultusunda etkin kararlar alma ve bu kararların yerine getirilmesi sürecinden başka bir şey değil.

Bu bakımdan yönetim süreçleri nitelikleri gereği, karar verme eylemi ile yakından ilişkili olmak zorundadır. Tabiatıyla üst düzeylerde amaç ve politikalarla ilgili kararlar; alt düzeylerde ise bunların uygulanışı ile ilgili kararlar alınır. Bu yüzden karar verme, yöneticilerin en temel yetki kaynağı, görevini yerine getirme aracı ve sorumluluk çerçevesi olarak bilinir.

Günümüz örgütlerinde farklı adlarla ifade edilse de klasik olarak planlama, organizasyon, uygulama, koordinasyon ve değerlendirme aşamaları tüm yönetim sürecinin olmazsa olmaz parçaları. Sonuçları görmek, olacakları ve geleceği öngörebilmek de oldukça yaşamsal bir öneme sahip. Bu bağlamda elbette çalışma hayatının çok önemli bir aracı toplantılar.

Hiçbir oluşum ve kuruluş toplantı yapmaksızın işleyemez. Bu nedenle sadece kamusal alanda değil genel olarak tüm iş yaşamında toplantı yapmak, bir yöntem olarak bu tekniği kullanmak  oldukça önemlidir. Bilim dünyasında da öyle. Çünkü, yönetim yaklaşımlarının hemen hemen tümünde yoğun bir toplantı fiiline rastlıyoruz.

Her türlü yönetim biçiminde ortaya çıkan veya çıkması muhtemel sorunlar vardır. Sorun olmasa bile değişmek, gelişmek, daha iyi olmak ve kalite için çalışılır. İşte bunların hallinde birden çok seçenek olması halinde aralarından en uygun olanı seçme, yani karar verme işlemi de ortaya çıkmış olur.
Karar verme, yöneticinin temel görevlerindendir. Esas itibariyle farklı yollardan en uygun olanın seçilmesi için başvurulur. Bir sorun ya da durum karsısında, belirli bir amaç doğrultusunda düşünülebilen çözüm yollarından birinin ya da eylemin seçilmesi olarak tanımlanmaktadır.

Sürekli değişen olaylar karsısında karar verebilme, zaten günümüz insanının en temel sorunlarındandır. Bu açıdan ister dernek, ister kurul vb. Başkan ya da yöneticisi, hem örgütün önde gelen sorumlusu hem de karar veren, sorunlara çözüm arayıp çözen kişisidir.

Genel olarak bir karar verme işleminin çeşitli özellikleri vardır. Bu özelliklerden ilki alınan kararların ortaya çıkan bir sorunu çözmeye yönelik olmasıdır. İkincisi, bazı kararlar bir değerlendirmenin sonucu olarak ortaya çıkar, yeni bir olayın başlangıcı olurlar. Üçüncüsü, kararlar genellikle gelecek için öngörülmüş bir Plan ve program niteliği taşırlar.

Bu sebeple kararlar, doğal olarak diğer yönetim süreçlerinin de ekseni haline gelirler. Çünkü diğer bütün yollar benzer kararlarla şekillenmiş, kararlar ağı tümünü birbiriyle ilintilendirmiştir.

Böylece toplantılar da örgüt, şirket, kurum ya da kuruluşlar için vazgeçilmez bir iletişim, danışma, tartışma, koordinasyon ve karar alma platformu olmaktadırlar. 

Ancak, doğru planlanıp uygulandığında çok önemli bir araç iken, baştan savma ve verimsiz toplantılar herkes için daha en başta çok değerli olan zamanın boşa harcanması demektir. Kaynak israfıdır. Büyük zararlara yol açan ve geri dönülmesi zor istenmeyen sonuçlardan söz etmiyorum bile.

Neticede her toplantının asıl hedefi, doğru sonuçlar elde etmektir. O halde hedefe ulaşmada en önemli etken olan toplantı yönetimi ihmal edilemez. 

Zira, toplantılar yönetim sürecinin en önemli araçlarından biri olmakla beraber etkin yönetilemediği takdirde başarısızlığın nedeni de olabilirler.

Peki acaba bir toplantı nasıl Planlanır? Nasıl yapılır ?

Önce toplantının ne zaman yapılacağını bilmek gerekiyor. Bir mevzuata bağlı kurul ve komisyonlar bazen “gerektiğinde ya da periyodik olarak toplanılması gerektiği zaman” yapılırlar. Bunun dışında, bazen “Başkanın lüzum göreceği zaman”, bazen “olağanüstü” bazen de “gündem oluştuğunda” toplanılır.

İkinci önemli konu, toplantı gündeminin bilinmesidir. Zira toplantıların olmazsa olmazı önceden belirlenmiş bir gündem için yapılmasıdır. Bu konu toplantıyı düzenleyenler açısından bir görev, ilgililer içinse bir haktır. Zira toplantıya katılacak üyelerin elbette önceden bilgi edinme ihtiyaçları vardır ve onlara hazırlanma imkanı verilmelidir.

Bir önceki toplantıda ortaya çıkan konular, daha önce alınmış kararlar, gündeme göre görüşülecek ve karara bağlanacak konular hakkında hazırlıklı olmak verimli bir toplantı için yarar sağlar. Ancak iyi bir toplantı gündeminde olmazsa olmaz hususlar; toplantının yeri, tarihi, zamanı, katılımcıları, tartışılıp karara bağlanması istenen konulardır.

Toplantı başladığında her şeyden önce Başkanların bazı hususlara dikkat ve özen göstermesi beklenir. Örneğin, bizzat kendisinin toplantıya hazırlıklı ve zamanında gelmesi gibi.

İkinci dikkat edilmesi gerekli husus; toplantının yapılabilmesi için öngörülen çoğunluğun hazır bulunmasıdır. Asıl ve vekil olarak çoğunluğun hazır olduğu sonucuna varan başkan toplantıyı açar. Bu anlamda kısa bir açış konuşması uygun olur. Açış konuşmasında başkan öncelikle toplantının amacını ve gündemi açıklar.

Ancak başkan toplantının devamında kendisi fazla konuşmamalıdır. Tarafsız kalmalı ve gerektiğinde açıklama yapması daha yararlı olur.

Toplantının başında kimlerin, ne zaman ve ne kadar konuşacağına karar verilmesi faydalıdır. Ancak burada özen gösterilmesi gereken husus bu kuralın toplantı sırasında herkese adaletle uygulanmasıdır. Bu yüzden başkan toplantıya katılanlara adil olacağını gösterip rahatlatmalıdır.

Böylece, toplantının genel amacı her an göz önünde bulundurularak toplantıya katılanların görüş ve önerilerinin tam olarak ortaya çıkmasını sağlayabilir. Buna dayanarak başkan toplantının yan konulara sapıp mihverinden çıkmasına da izin vermeyecektir. Ayrıca çok konuşan ve sık sık söz alan kişiler de sınırlandırılabilir.

Toplantıya katılanların dinamik ve enerjik tutulması iyi olur. Unutulmamalıdır ki bir toplantının başarısı, katılanların tartışmaya ve karara katılmasıyla sağlanır. Ancak, toplantılarda 20-30 sayfalık raporların okunması beklendiği gibi etkili olmaz. Çünkü, dikkat dağılır ve ortam ağırlaşır. Ancak önceden dağıtılmışsa özet bir sunum sağlıklı bir tartışma için yeterli olacaktır. Bu sırada toplantıda yapılan konuşmalar da dikkatle dinlenmeli ve not edilmelidir.

Bu arada çıkabilecek tartışmalara da nezaketle müdahale edilmeli, gündem çerçevesinde ve adaletle herkesin esas konu üzerinde görüş bildirmesine imkan sağlanmalıdır. Ayrıca, tartışmalara katılan görüş, eleştiri ve öneri sahiplerine samimi bir şekilde teşekkür etmek, toplantı ortamına manevi ve psikolojik açıdan olumlu bir tesir yapacaktır.

Diğer taraftan olumsuz sataşmalar, alaycı davranışlar, iğneli ve kinayeli konuşmalar toplantı ortamını sabote eder. Bu sebeple, böyle davranışlar ve bu yola başvuranlar onaylanmamalı, destekliyormuş gibi görünmemelidir. Üyeler arasında doğan çatışmaların büyütülmeden çözümlenmesi ve önlenmesi toplantının sağlığı açısından kritiktir.

90 dakikadan fazla sürebilecek toplantılarda araya uygun bir dinlenme ve ikram molası vermek yararlı olacaktır. Zira uzun süren bir toplantının sonlarına doğru sağlıklı bir karara varmak oldukça zor olur. Bu yüzden karara temel olacak fikir ve öneriler sıkıştırılmamalı, aceleye getirilmemeli ve en sonda yeniden vurgulanarak toparlanmalıdır.

Böylece, toplantının amacına ulaşması ve gerekli kararın alınması sağlanmalıdır. Yeterli bir görüş alış verişinden sonra artık gündemdeki her konu özetlenip karara bağlanabilir.

Elbette ki kararların oy çokluğu ile değil oy birliği ile alınmasına gayret edilmelidir. Oy çokluğu da geçerli olmakla birlikte, karara muhalif olanların uygulamayı engelleme riski dikkate alınmalıdır.

Bu yüzden her türlü organizasyon yapısına ve geleceğine biçim veren kararlardan etkilenecek birey ya da gruplar, o süreçlere ne kadar çok katılırlarsa, uygulama da o kadar etkin olacaktır. Ayrıca, demokratik bir örgütte alınacak kararlardan etkilenebilecek kimselerin, bu kararlarda söz sahibi olmaları en tabii haklarıdır.

Katılım yoluyla insanlar, kendilerini etkileyen karar süreçlerinde etkin rol oynayabilmektedirler. Katılımın temelinde, kişilerin kararlara katıldıkları kararları daha çok benimseyecekleri ve destekleyecekleri beklentisi vardır. Ayrıca, sorunun temelinde yatan gerçekleri daha iyi ve ayrıntılı olarak bilebileceklerinden, kararın niteliği de artmış olur.

Katılımcı bir kararın doğru ve etkili olabilmesi için doğal olarak bazı şartların yerine getirilmesi gerekir. Öncelikle tartışmaya kararın etkilediği kişilerin tam olarak katılması, tartışmanın gündem üzerinde yapılması ve toplantıyı idare eden başkanın da bu tartışmada bireysel düşüncesini belirtmesi gerekir. Böylece benimsenebilirliği yüksek bir karar sağlıklı bir tartışma sonucunda olgunlaşır.

Büyük bir karar verme durumu ile karşılaşıldığında kararın küçük kararlara bölünerek alınmasında fayda vardır. Bu süreçte de etkin olan ve son sözü söyleyen başkan toplantıyı mutlaka yine öngörülen zaman içinde bitirmelidir

Bir toplantı sonucunda olmazsa olmaz şeylerden en önemlisi, düzenlenecek toplantı tutanağının katılanlarca imzalanmasıdır. Her toplantıda, görevlendirilen kişiler vasıtası ile tutanak düzenlenmeli, ulaşılan sonuçların bir karar halinde ve herkesçe anlaşılan şekilde yazılıp imzalanması sağlanmalıdır. Bu husus karar sürecinin olmazsa olmazlarındandır.

Eğer belirlenmiş bir form yoksa, tanzim edilecek kararlarda şu hususların bulunmasına dikkat edilmelidir.

Metnin Başına; kurul, komisyon ya da toplantının adı, karar tarihi ve karar sayısı yazılmalıdır.

Karar Metninde öncelikle; toplantının hangi gereklilik veya hangi talep üzerine, hangi tarih ve saatte nerede toplandığı, hangi konu veya gündemin görüşüldüğü, toplantının kimin başkanlığında ve kimlerin katılımı ile yapıldığı belirtilmelidir.

Daha sonra sırayla hangi konuların görüşüldüğü, kimlerin açıklamaları dinlendikten sonra, niçin, neye veya nelere karar verildiği anlaşılır bir dille yazılmalıdır.

Son olarak kararda yer alan hususların hangi görevlilerce yerine getirileceği, Kararlardan birer örneğin hangi sebeple kime veya kimlere, (bilgi, başvurusuna cevaben, gereği için, onay için) verileceği veya nerelere gönderileceği, Kararın oy birliği veya oy çokluğu ile mi alındığı, Oy çokluğu ile alınması halinde karşı oyun ne olduğu açıklanmalıdır.

Metnin Altındaki İmza Bölümünde; Başkandan başlamak üzere belli bir sıraya göre katılanların ad ve soyadları ile görev ve unvanları yazılmalı, kurulda üye olmakla birlikte toplantıya katılmayan ancak vekili bulunan kişiler belirtilmelidir.  

Böylece toplantı sonunda alınan kararlar katılanlara imzalattırılmalı, karara muhalif olanlar bu aykırılıklarının sebebini şerh koyarak belirtmeli, en son da başkan imzalamalıdır.

Tabi ki herşey toplantı ya da karar alınmasıyla bitmez. Aksine bunlar eylem için bir son değil başlangıçtırlar. Alınan kararların etkin olabilmesi uygulamanın etkili olmasına bağlıdır. Bu nedenle öncelikle sorunların çözümünde önerilen seçenekler hakkında yeterli bilgi bulunmalı, onların uygulaması sırasında ortaya çıkabilecek yarar ve zararlar iyi bilinmelidir.

Sonuçta uygulanamayan kararların hiçbir değeri olmaz. O bakımdan alınan karar zaman geçirmeden uygulamaya konmalı, o karara imza koyanların her biri de etkinlik ve başarı için katkıda bulunmalıdır. 

16 Şubat 2017

 HAN DUVARLARI (3)
Sabahleyin gökyüzü parlak, ufuk açıktı,
Güneşli bir havada yaylımız yola çıktı...
Bu gurbetten gurbete giden yolun üstünde
Ben üç mevsim değişmiş görüyordum üç günde.

Uzun bir yolculuktan sonra İncesu'daydık,
Bir handa, yorgun argın, tatlı bir uykudaydık.
Gün doğarken bir ölüm rüyasıyla uyandım,
Başucumda gördüğüm şu satırlarla yandım!

"Garibim namıma Kerem diyorlar
Aslı'mı el almış haram diyorlar
Hastayım derdime verem diyorlar
Maraşlı Şeyhoğlu Satılmış'ım ben"

Bir kitabe kokusu duyuluyor yazında,
Korkarım, yaya kaldın bu gurbet çıkmazında.
Ey Maraşlı Şeyhoğlu, evliyalar adağı!
Bahtına lanet olsun aşmadınsa bu dağı!

Az değildir, varmadan senin gibi yurduna,
Post verenler yabanın hayduduna kurduna!..
Arabamız tutarken Erciyes'in yolunu:
"Hancı dedim, bildin mi Maraşlı Şeyhoğlu'nu?"

Gözleri uzun uzun burkuldu kaldı bende,
Dedi: "Hana sağ indi, ölü çıktı geçende!"
Yaşaran gözlerimde her şey artık değişti,
Bizim garip Şeyhoğlu buradan geçmemişti...

Gönlümü Maraşlı'nın yaktı kara haberi.
Aradan yıllar geçti işte o günden beri
Ne zaman yolda bir han rastlasam irkilirim,
Çünkü sizde gizlenen dertleri ben bilirim.

Ey köyleri hududa bağlayan yaşlı yollar,
Dönmeyen yolculara ağlayan yaslı yollar!
Ey garip çizgilerle dolu han duvarları,
Ey hanların gönlümü sızlatan duvarları!..

Han duvarları/Faruk Nafiz Çamlıbel 

16 Şubat 2021 Salı 22:00 KİTAPLAR ARASINDA.................................Osmancık

Osmancık

Tam 35 sene önce okumuştum Tarık Buğra’nın “Osmancık” adlı romanını. Ötüken Kitabevinin yayınlarından 1983 yılı ilk baskısıydı. İstanbul’da Yönetmen arkadaşım Mesut Uçakan’ın evinde misafir kaldığımız bir gece görmüş okumak istemiştim. O da sağolsun vermişti; bundan güzel bir sinema filmi hikayesi çıkar diye. Eve döner dönmez 370 sayfalık kitabı soluksuz okumuştum. O güne kadar etkilendiğim sayılı romanlardan biriydi.

İkinci okuduğumda kararımı vermiştim bile. Bu senaryoyu ben yazmalıydım. 1985 şartlarında pelür kağıda daktilo ile kendime göre bir taslak senaryo yazdım. Her sayfasında, her satırında hayran olduğum karakterler, olaylar, ifadeler vardı. Her biri adeta “beni atlama, beni de yaz, beni de..” diye ısrar ediyorlardı. Gerçekten de onlara kıymak çok zordu.

Henüz yazdığım senaryoyu Mesut’a veremeden 1986’da rahmetli Yücak Çakmaklı’nın TRT için “Kuruluş” dizisini çektiğini öğrenmiştim. 1988’de biten 12 bölümün tamamının en sadık izleyicilerindendim. O tarihte TRT hala bizim için önemliydi. Ama kitabı iki defa okumuş, üstelik satır satır senaryoya uyarlamaya çalışmış biri olarak benim izlemem çok daha farklıydı tabi ki.

Yıllar sonra yazdığım senaryoyu Mesut’a gösterdiğimde o bile gösterdiğim performansa hayret etmişti. Hatta ona bir hayalimden de söz etmiştim. “Osmanlı Şehzadeleri” üzerine uzun soluklu bir televizyon dizisi projesi. Bana göre Osmanlı tarihi, özellikle de şehzadeler boyutu hikaye açısından bitmez tükenmez bir hazine gibiydi. Üstelik tarih padişahlara odaklandığından daha gölgede kalan şehzadeler üzerine çok ilginç hikayeler çıkabilirdi.   

Mesut iflah olmaz “sinema yapma” saplantısı yüzünden benim bu hayalime ilgi göstermedi elbette. Ancak son yıllarda yapılan televizyon yapımlarının bu alanda gösterdiği başarı benim haklılığımı teyid etti. Bana göre de henüz o hazinenin ancak bir kısmını ele alabildiler. Tüm Osmanlı tarihi ve şehzade yaşanmışlıkları öyle bir hazine ki kapağı bile açılamamış sayılabilir.

1918 Akşehir doğumlu yazar benim için o kapağı açabilen ve gördüğü ışığı hakkıyla yansıtabilen bir kalemdi. İstanbul Üniversitesi Tıp, Hukuk ve Edebiyat Fakültelerinde ikişer üçer yıl okuyup sonra vazgeçen, Akşehir’de gazete çıkaran, sonra İstanbul’da Milliyet, Yeni İstanbul, Haber ve Tercüman gazetelerinde fıkralar yazıp sanat sayfaları düzenleyen bir mücadele adamıydı. Haftalık Yol dergisini çıkardı. “Oğlumuz” hikayesi ile Cumhuriyet gazetesinin hikaye yarışmasında ikincilik kazandı. Çınaraltı dergisinde hikayeleri yayınlandı. Sonra da roman yazmaya başladı. İşte “Osmancık” güzel Türkçesi, derin tipleri, şiirli üslubuyla Türk tiyatro ve roman yazarlarının başında yer alan Tarık BUĞRA’ydı o yazar. Onu 1994 yılında Rabbine uğurladık.

Yazar Osmancık romanında çok sade bir dil kullanmış, anlaşılmayan kelimelerden kaçınmış. Romanda yöresel ağzı bozmaması kullanılan sade dili bozmamış aksine romana akıcılık ve cazibe kazandırıyor. Ayrıca Şeyh Ede Balı gibi büyük bir insanın okuyucuyu alıp başka dünyalara götüren sözleri insanı kitaba iyice bağlamakta.

ROMANIN ÖZETİ:

Osmancık’ın çocukluğu, herhangi bir çocukluktan farksızdır. Gençliği de öyle… Ele avuca sığmaz; nerede çalgı, orada kalgı günleri. Gücünün, kuvvetinin sahibi değildir; aksine gücü kuvveti, onun sahibidir. Kılıçta ve yayda üstünleştikçe değil meydan okumaya, bir yan bakışa bile katlanamaz olur. Gururu için yaşamaktadır. Babası Ertuğrul Beğ, bir müddet Osmancık’ı takip eder, öğütler verir. Fakat sonradan onu kendi haline bırakır. Öteki oğlu Gündüz Beğ’ e önem vermeğe başlar. Osmancık, ağasını kıskanacak yerde rahatlamış ve mutlu olmuştur. Azâd edilmiş sayar kendini ve keyfince yaşamaya başlar. Tâ ki Şeyh Ede Balı ile tanışıncaya kadar.

Domaniç temmuzlarından birinde, Sivrikaya’ da Osmancık, Ede Balı ile karşılaşır. Gökte ay ve yıldızlar… Osmancık, yıldızlara bakarak “dünya ne kadar büyük!” diyor. Osmancık’ı gizliden gizliye takip eden Ede Balı: “Dünya’yı bize büyük gösteren bizim küçüklüğümüz oğul! Hırsımız, sabırsızlığımız, bencilliğimiz. Önce bu yüzden küçülüyor sonra da Dünya’yı çok büyük görüyoruz, der ve ilave eder: dünya bir ömür için, bir TEK İNSAN için büyüktür. Bir soy için değil; bir soyun benimseyeceği, bir soya benimsetilecek bir amaç, bir inanç, bir ülkü için değil!

Osmancık’ın kafası ve ruhu altüst olmuştur. Öfkelenir, Ede Balı’ ya saygıda kusur eder. Ertuğrul Gazi, oğluna “Ede Balı’ ya sakın karşı gelme; bana karşı gel, ona gelme. Ede Balı soyumuzun ışığıdır” diye tembih eder. Osmancık, Ede Balı’nın tekkesine gittiği bir gün Malhun Hâtun’u görür ve ona âşık olur. Töresince istetir. Ede Balı kızını vermez: Halleri müsavi değil, diye… Bundan sonra Osmancık için değişim ve arayış dönemi başlar.

Yine tekkeye misafir olduğu bir gün, rüyasında Ede Balı’nın göğsünden çıkan bir ayın kendi göğsüne girdiğini, sonra bir çınar ağacı şeklinde dünyaya dal budak saldığını görür. Dört yana rahmet ve nur yağdıran bir çınar ağacıdır. Rüyanın tabirine göre, bu ay Malhun Hâtun, bu çınar ağacı ise Osmancık’ın kuracağı devlettir. Osmancık artık değişmektedir. Kılıcını, yayını, topuzunu kendisi için değil, soyu sopu için, soyunun amacı için kullanmaktadır. Sonunda Ede Balı kızını Osmancık’a verir. Sade bir törenle evlenirler. Osmancık, artık yaşlanmış ola babası Ertuğrul Gazi’nin yerine beğ seçilir.

Osman Beğ, ilk iş olarak civardaki Türk boylarını birleştirir. Kendi buyruğunda ve hepsinin rızalarını alarak… Domaniç ve civarı dar gelmeye başlamıştır. Her gün yeni topraklar alınır, kaleler düşürülür yeni gelenler, tâ Orta Asya’dan ve daha yakın yerlerden gelenler, bu topraklara yerleştirilir. Savaş, akın, ganimetin paylaşılması, yerleşme biçimi, doğumlar, evlenmeler, dostluk ve düşmanlıklar her şey bir düzene bağlanmıştır.

Herkes nefsini ve bencilliğini yok etmiştir; başkalarını, soylarının geleceğini düşünmektedirler. Pazar yerlerinin emniyeti sağlanmıştır. Yöredeki herkes ( Rumlar dahil; Osman Beğ’ e tâbi olan herkes) hayatından, ırzından, malından emindir. Bu günlerde Osman Beğ’ in anası, ardından da 90 yaşındaki Ertuğrul Gazi vefat ederler. Orhan dünyaya gelir.

Bütün bu olup bitenler sırasında Osman Beğ’ in önemli meselelerinden birisi amcası Dündar Beğ’ dir. Dündar Beğ, ağabeyi Ertuğrul Gazi’den sonra beğliğin kendisinin hakkı olduğunu düşünür, Osman Beğ’ i kıskanır ve bozgunculuk ediyor. Osman Beğ, saygısını bir an bile ihmal etmeden, amcasını uyarıyor. Hatta bir gün Dündar Beğ’e: “Elin öperim amuca, dizin öperim amuca. De ki davarın güdeyim, odunun kırayım amuca. Amma ko ki beğliğime eller taş atsın ki beğliğimi korumam zor olmasın. Ben bunda akıl isterim, rey isterim, ışık isterim. Yanılırsam doğruyu isterim. Ben bunda takaza istemem, dokunç istemem, kakınç istemem demiştir.”

Dündar Beğ aldırmaz, bildiğince devam eder. Düşman üstüne ılgar eden savaşçıları geri çağırır. Osman Beğ, bir yay darbesiyle amcası Dündar Beğ’ i düşürür.

Osman Beğ’ in ikinci oğlu Alaeddin dünyaya gelir. Mihail Kosses Müslüman olur. Töreye bağlılık şuuru, zayıfa yardım fazileti, din uğrunda göz kırpmadan ölüme gitme heyecanı Mihail’ i Abdullah yapmıştır.

İnegöl, Yarhisar, Aydos, Bilecik, İznik kaleleri alınır. Zaman, geçip gitmektedir; Osman Beğ’ e rağmen… Alaeddin bile at bitmektedir artık. Orhan Beğ, Yarhisar tekfürünün kızı Holofira ile evlenir. Holofira’nın rızası, arzusu, isteği ve aşkı ile… Osman Beğ, gelininin adını Nilüfer olarak değiştirir. Müslüman olan Nilüfer, Osman Beğ’ e torunlar, Orhan Beğ’ e oğullar verecektir; Murad’ ı verecektir…

Selçuklu Sultanı, bir fermanla Osman Beğ’ in hanlığını tebasına duyurur. Artık Cuma namazlarında hutbe Osman Han adına okunmaktadır.

Şeyh Ede Balı rahmet-i rahmân’a kavuşur. Orhan yavaş yavaş pişmekte, olgunlaşmaktadır. Hem gazada hem yönetimde. Osman Gazi Hân’ın etrafı boşalıyor. Baba dostları, yola beraber çıktığı yoldaşları birer birer âhirete intikal ediyorlar. Malhun Hâtun da vefat ediyor. Osman Gazi Hân, hasta yatağında, iki aydır yatmaktadır. Kulakları nal seslerinde, Bursa’nın fetih müjdesini bekliyor.

Derken ,müjdelerin hası, nal sesleri… Sungur dışarı fırlıyor ve göz açıp kapayıncaya kadar da geri dönüyor. Nefes nefesedir: “Gözün aydın Hânım! Bursa bizimdir!” Osmancık, Osman Beğ, Osman gazi Hân; babası Ertuğrul Gazi’ye, şeyhi ve kayınpederi Ede Balı’ ya, kendinden önce giden baba dostlarına, yoldaşlarına ve Zümrüdü Ankası Malhun Hâtun’a mülâki olmak için gözlerini yumuyor. Mesut ve huzurlu…

---------------------------------------

(*) Kaynak: https://www.bilgicik.com/yazi/osmancik-tarik-bugra-roman-kitap-ozeti/

Divan şiiri II
 albümüne yeni bir fotoğraf ekledi.

Vaktine mâlik olan derviştir sultân-ı vakt
İzz ü câh-ı saltanat değmez cihân gavgâsına
(Zamanına sahip olan derviştir zamanın sultanı, Saltanat makam ve gücü, değer mi dünya kavgasına?)
Bâkî
BİLGELİKLER DİVANI/f 31, 106