128 13 Şubat 2014 Perşembe 08:03 HAYATIN İKİ YÜZÜ....................İyilik ve kötülük (6)
İyilik ve kötülük(6)
Emr-i bi'l ma'rûf ve nehy-i anil münker (الأمر بالمعروف و النهي عن المنكر) sözcüğünü çok duymuşsunuzdur. "İyiliği emretmek ve kötülükten men etmek" anlamına gelen ve Kur'an-ı Kerim’in çeşitli ayetlerinde [1] geçen bu ifade, adeta bir deyiş gibi günlük yaşamımızda da sıkça kullanılmaktadır.
"Etraflarında gümüş kaplar, şeffaf kadehler dolaştırılır. Gümüşten billur kaplar ki, onları (ihtiyaca göre) ölçüp düzenlemişlerdir. Orada kendilerine, katkısı zencefil olan içecekle dolu bir kâseden içirilir. Orada bir pınar ki ona "selsebil" adı verilir. Bir pınar ki, Allah'a yakın olanlar ondan içerler. Onlara, mühürlü (el değmemiş) saf bir içecekten içirilir. Onun (içiminin) sonu bir misktir (ağızda misk gibi koku bırakır) O içeceğin katkısı tesnimdir. "
[1] Âl-i İmrân suresi, 104. ayet, Tevbe Suresi, 71. ve 112. ayetler, Hûd suresi, 116. ayet
[2] Nahl Suresi, 90. Ayet
[3] En'âm Suresi, 84. Ayet
[4] Yûsuf Suresi, 22. Kasas Suresi, 14. Ayetler
[5] Sâffât Suresi, 78-79-80, 103, 105, 108-109-110, 119-120-121,129-130-131.Ayetler
[6] İnsân Suresi, 5-22. İnfitâr Suresi, 13. Mutaffifîn Suresi, 18-27. Zümer Suresi, 33-35. Zâriyât Suresi, 15. Mürselât Suresi, 41-44. Ayetler
[7] Bakara, 2/201
Büyük insanlar
Tarihimiz büyük manâ erleri, devlet adamları ve kahramanlarla doludur.
Ancak bu şahsiyetler, sadece bilindikleri ünvanları ya da alanlarında değil,
şiir ve musiki gibi başka konularda da büyüktüler. Meselâ, Osmanlı
sultanlarının her birinin bir mesleği, bir zanaatı vardı. Çoğu şiir ve edebiyat
konusunda divan sahibi, ya da bestekâr idiler. Sadrazamlar, Vezirler,
Şeyhülislamlar ve Paşalar da böyleydiler. Hepimiz Kaptan-ı Derya Barbaros
Hayreddin paşanın Osmanlı Devleti Donanmasının şanlı komutanı, Akdeniz fatihi
ve Cezayir Sultanı olduğunu biliriz de şair olduğunu pek bilmeyiz. İşte
onun bir şiiri:
Bir kişinin ki
yardımcısı Allah ola / Var kıyas eyle ol ne şah ola / Er odur ki dünyada koya
bir eser / Esersiz kişinin yerinde yeller eser.
Olacak olsa gerek
çar ü naçar / Gerek kalbin gen tut, gerek dar / Sürahi kırılırsa kadeh ortada
kalmaz / Ey saki, baş gitse ayak payidar olmaz.
Na-murad olma
dila düştün ise bahr-i gama / Hele emvac-ı felaket geçer inşallah / Eğer dilden
gelen elden geleydi / Gedalar kalmayıp sultan olaydı.
Ne kadar çok olsa
koyunun sürüsü / Yeter imiş ana kasabın birisi / Yar odur ki bun deminde yar
ola / Şadlıkta her kim olur yar ola.
Kanadı bitse bir
marın, sanır hayra delalettir / Veli bilmez anı, ol kim zevaline işarettir / Ne
denlü çoğ olursa ördek ü kaz / Yeter imiş ana bir şahin ü baz.
Sakın sanma ki hayın berhudar olur / Akıbet ya boynu vurulur ya berdar olur / Kişi nam ile işler bir işi / Namsız bir pula değmezmiş kişi.
Yine tarih ve medeniyetimizin büyük adamlarından biri; Mimar Sinan. Daha Yavuz
Sultan Selim zamanında Kayseri’nin Ağırnaz köyünden devşirme olarak İstanbul'a
getirilmişti. Zeki, genç ve dinamikti. Büyük komutanların, devlet adamlarının,
alimlerin ya da kadıların yetiştirildiği Enderun’da o mimarlığa ilgi duydu ve
bu alanda yetişti. Sonunda Osmanlı İmparatorluğunun en muhteşem döneminde baş
mimarlığa ulaştı. Koca Sinan, Kanuni döneminde 28 yıl, II. Selim döneminde 8
yıl ve III. Murad döneminde de 14 yıl olmak üzere bu ülkeye tam 50 yıl hizmet
verdi.
Osmanlı klasik mimarisinin şekillenmesinde büyük rolü olan Mimar Sinan, yaptığı
muhteşem ve zarif eserlerle Osmanlı Türk mimarisini zirveye taşımış
büyüklerdendir. Belki birçok mimar onun eserlerinden sadece birini
gerçekleştirebilmek için ömrünü harcarken, o elli yılda gerçekleştirdiği
eserleriyle sadece bizi ya da islâm medeniyetini değil tüm dünyayı etkilemiş biridir.
Öyle ki, ömrüne 92 camii, 52 mescit, 57 medrese, 7 darül-kurra, 22 türbe, 17
imaret, 3 darüşşifa, 5 su yolu, 8 köprü, 20 kervansaray, 36 saray, 8 mahzen ve
48 de hamam olmak üzere 375 eser sığdırabilmiştir.
Ama o da nihayetinde ‘kâlp’ taşıyan, et ve kemikten yapılı sade bir
insandır. Bir taraftan taşlara ve mermerlere şekil verirken bir taraftan da sevda
ve acı çekmiş, hayatın yokuşlarında olgunlaşmış bir ademdir. Meselâ, 8 yılda
tamamladığı Üsküdar’daki Mihrimah Sultan Camii herkesin bilmediği çok özel bir
sırrı taşır. Sarayda mimarbaşı olarak görev yaparken Kanuni Sultan Süleyman’ın
Hürrem Sultan’dan olan kızı Mihrimah Sultan henüz 17 yaşındaydı. Kendisine Diyarbakır
Valisi Rüstem Paşa talipti ve Mimar Sinan 50 yaşında evli bir adamdı. Ancak işte
gönül bu, dur durak, olmaz bilmez ki.
Sinan derdini yüreğine gömdü, Kanuni Sultan Süleyman da kızını Rüstem Paşa
ile evlendirdi. O koca yürekli adam sevdiğine kavuşamadı ama kendisinden
yapılması istenilen camiye Mihrimah Sultan’dan ilhamla ‘etekleri yerleri
süpüren bir kadının’ dış çizgilerini yansıtmaktan da kendini alamadı. Bu kadar
da değil. Sabah gün doğarken Mihrimah Sultan Camii’sine bakanlar caminin iki
minaresi arasından güneşin doğuşunu, akşam ise ayın doğuşunu izleyebiliyorlar.
Herkes bilmez, ama koca mimarın o camiin tam karşısında, Edirnekapı
semtinde tamamen kendi imkânlarıyla yaptığı küçük ama muhteşem bir camisi daha var.
Senenin belli zamanlarında akşam güneşi onun minareleri arasından batarken
karşısındaki Mihrimah sultan camisi minareleri arasından da ay doğmaktadır… Bu ne derin sevda, bu ne sanatkârane bir
lisan-ı haldir ki insan hayretler içinde kalıyor. Aşağıdaki şiirin de ‘Kadere
rızâdır kula münasip / Takdire adavet ar’dır’ diyen işte o koca Sinan’a ait
olduğunu biliyoruz:
Var mı sine-gâhı
dertli ben gibi / Cezbedar bakışın kordur Mihrimah / Ahver-i tayyibe, çoktur
sen gibi / Ben gibi muaşık zordur Mihrimah
Ahger-i suzansın,
her yanım sahra / Varlığım gönülsüz bir garip suhra / Dilerim tez gele neşe-i
uhrâ / Melvan-ı kainat hardır Mihrimah
Tevellüd öncesi,
yazılmış bir giz/ Ruhsar-ı rahşandan utandı nergiz / Bu ahval yüzünden gülmedim
hergiz / Koca derh gönlüme dardır Mihrimah
Tez gelmez
cihana, sen gibi hasip / Sine-i gülşende yok imiş nasip / Kadere rızâdır kula
münasip / Takdire adavet ar’dır Mihrimah
Beşeri imtihan mevzunun
aslı / Mahşere uzadı, vuslatın faslı / Bilmezler bu benna nedendir yaslı / Sinan’ın
tek derdi, yar’dır Mihrimah
Birkaç ay önce Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan'ın
talimatıyla yapımına başlanan ve açılışı bizzat Erdoğan tarafından yapılan
Melike Hatun Camiine gitmiştim. Muhteşem bir eser olmuş. İçim huzur ve iftihar
duygularıyla doldu. Mavi ve beyaz rengin hakim olduğu yapı İstanbul'daki
benzeri selatin camilerini andırıyordu. Kitabesinde: ‘Şol melike hâtun ismiyle müsemmâ hem zarif / Hassa-i
tayyible bünyâd oldu ma'bedi münif / Böyle ma'bed şol cihâne "bir"
gelür târih içün / "ankara'nın kudsi mabedi bu câmi-i şerif’
şeklinde bir dörtlüğün
yazılı olduğu Melike Hatun Camii Ankara Ulus’ta eski adı Hergele-değil Hergelen-
bugünkü adıyla İtfaiye Meydanı olarak bilinen yerde yapıldı. Etrafındaki
binalar temizlenerek cuma namazıyla birlikte ibadete açılan caminin adı zamanın
Vakıflardan sorumlu Başbakan yardımcısı Bülent Arınç tarafından verilmiş.
Etrafıyla uyumlu ferah bir meydan içinde adeta beyaz bir inci gibi parlıyor. O
kadar büyük ki 7 bin kişi aynı anda ibadet edebilecekmiş.
Osmanlı, Selçuklu ve modern mimarinin özelliklerini
bünyesinde barındıran Melike Hatun camii gerçekten kendine has özellik ve
güzellikleriyle artık Ankara'mızın da sembollerinden biri olacak. Açıklandığına
göre, Melike Hatun Camiinin mimarisi Türkiye’de bir ilkmiş. 19 bin 500
metrekarelik arsa alanı, yaklaşık 7 bin cemaat kapasitesi, 3 şerefeli 4 adet
minaresi, altta kongre salonu, medeniyetler müzesi, toplantı salonları ve sergi
mekânları ile 5 katlı bir otoparka sahip. Cami dört yıl gibi kısa bir sürede
bitti. Devlet katkısı yok, tamamen hayırseverlerin bağışlarıyla yapılmış. Caminin,
başta Kara Medrese olmak üzere inşa ettirdiği cami, medrese, hamam, çeşme ve
bahçe gibi eserlerle tarihimize bir büyük vakıf insan olarak geçen Melike
Hatun’a vefa borcu olarak inşa edildiği belirtiliyor.
Melike Hatun halk arasında Sultan Hatun olarak biliniyor.
Kendisi de aslen Ankaralı. 14. yüzyılda yaşamış büyük bir hayırsever. Kabri
Taşçılar Sokak’ta yine şahsına ait vakıf bahçesinde bulunuyor. Varlıklı bir
aileden gelen ve aynı zamanda bir tasavvuf ehli olan Melike Hatun, Ankara’da
birçok cami, medrese, hamam, çeşme ve bahçe yaptırmış. Bu eserlerin en
önemlileri olan Hatuniye Mescidi Melike Hatun Medresesi ve İnebey Subaşı Hamamı
da camiye çok yakın. Ankara taşından inşa edildiği için halk arasında Kara
Medrese olarak bilinen Melike Hatun Medresesi, Hacı Bayram-ı Veli Hazretlerinin
müderrislik yaptığı Ankara’nın en eski medresesi.
Hayırlı mübarek olsun. Allah birliğimizi ve huzurumuzu
bozmasın. Bir zamanlar ‘mebedsiz şehir’ diye bildiğimiz Ankara bugün irili
ufaklı pek çok caminin yanında böyle büyük ve külliye tarzı esere de kavuşmuş
oldu çok şükür. Bizden öncekilerin bıraktıklarıyla nasıl iftihar ediyorsak
inşallah böyle güzel eserleri de gelecek nesillere bırakabileceğiz. Fikriyle,
emeğiyle, parasıyla inşaasına katkısı olan, önder olan ve hizmet eden herkese
çok teşekkürler. Bu ülkenin yetiştirdiği büyük insanlara, onların muhteşem
eserlerine ve zarafetlerine medyun-u şükranız.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder