KÜÇÜK/BÜYÜK ŞEYLER…(Ahh bu Melih çekilmez !)
Bugün Cumartesiydi. Bizim haftalık birlikte gezme ve alışveriş günümüz. Kahvaltıda eşime bir güzellik yapmak istemiştim. "Bugün seni farklı bir yere götüreyim." Hoşuna gitti. Önceden bir büfeden Ego kartı aldım. Yeni uygulamayla kullandığımız metrobüs kartları başka hatlarda geçmiyormuş (!?) Olsun, bugün keyfim yerindeydi, böyle ufak şeyler neşemizi bozamazdı. Hazırlandık ve otobüs durağına çıktık.
Hesabıma göre daha onbeş dakika vardı otobüsün gelmesine. Beklerken büyükşehirin internet üzerinden "Otobüsüm nerede" hizmetinden yararlanmak istedim. 10-15 dakika uğraştım olmadı. Hat numarasını ve durak kodunu giriyor, ardından sonuç almak üzere görüntüle tuşuna basıyordum ama nafile. Ekran bir türlü otobüsün nerede olduğunu ve ne kadar sürede o durağa geleceğini göstermiyordu. Önce birkaç denemede telefonumun internet hızından şüphe ettim. Öyle ya gitmek istediğimiz yöne tam o saatte bir otobüsün olduğundan kesinlikle emindim. Her durakta Egonun o hatta bir otobüsü olduğu yapıştırılmıştı. internet sitesinde de saatleri yazılıydı. Canım sıkıldı biraz. Hava da oldukça soğuktu. Eşime baktım, şalına sıkı sıkı sarılmış gözleriyle sanki bana "otobüs gecikti" dermiş gibi bakıyordu. Ben durumdan emin "Biraz sonra gelir" dedim. Dedim ama içime de bir kurt düşmedi değil hani. Otobüs 17 dakika gecikmişti. Acaba yeni uygulamayla direk kızılay ve ulus hatlarını kaldırdıkları gibi sessiz sedasız, küt diye bu hattı da mı kaldırmışlardı. Olabilir miydi ki ? Metrobüs yerine semtimize konulan bir otobüsü durdurup "Afedersiniz 159 numaralı hat hala çalışıyor değil mi ?" diye sordum. Adam de pek suratsız biriymiş. Sanki durakta durmak ve ön kapıyı açmaktan çok rahatsız olmuştu."59 filan bilmiyorum. Bu otobüs Aştiye gidiyor görmüyor musun" dedi. Bastı gitti. Arkasından bakakaldım. Artık havanın sert soğuğunu da bayağı hissetmeye başlamıştım. "Ya sabır! Allah Allah ne oluyor yahu !" diye söylendim yavaşça. Eşimin yüzüne bakmaya korkuyordum. 10-15 dakika daha böyle gergin geçti. Bu arada diğer hattın bir otobüsü daha geçmişti. Bizim otobüs ise meydanlarda yoktu. Durumun vahametini eşim kavramış olmalı ki "Ben üşüdüm. Artık gelecek ilk otobüse binip nereye gidiyorsa gideceğim" dedi. "Biraz sonra gelir" filan diyecektim galiba. Ama kelimeler daha ağzımdan çıkmadan buhar olup yok olmuştu. "Ah Melih ah !" dedim adeta tıslayarak. Yine olan olmuştu. Böyle maceralı (!) yolculuklar konusunda biraz sabıkalı olduğum için hiç olmazsa işin bundan sonrasını kurtarayım diye düşünüyordum. Kuru soğukta 45 dakika bekledikten sonra gelen ilk Metrobüsçüke atladık. Bu seferki şoför efendiden biriydi. "159 kaldırıldı mı diye sordum" direk. "valla ben bilmiyorum" dedi kibarca. Neyse "Bu da geçer yahu !" diyerek bir koltuğa büzüldüm. Bu sefer hedefimiz Akköprüdeki bir alışveriş merkeziydi. Aştide indik. Eşim Ankaraya binmek üzere merdivenlere yönelmişti. Kolundan tutup 104 Metrobüs durağına çevirdim. "Akköprüye gitmek için önce Ankarayla Kızılaya, sonra da aktarma yaparak Metro ile Akköprüye gitmemiz lazım. Buradan 104'e binersek daha kısa yoldan gidebiliriz." Eşim bana hala inanmayan gözlerle ve tereddütle bakıyordu. Kısa bir öyle midir böyle midir tartışması yaptıktan sonra kadıncağız çaresiz bir 20 dakika daha o soğukta ikinci Metrobüsü bekledi. Bu arada tam anlamıyla mosmor olan bendim. Ama soğuktan değil bu defa tam anlamıyla kızgındım. Neyse ki Metrobüs geldi bindik ve Akköprü Metro istasyonu önündeki köprü altında indik. AVM indiğimiz yerin hemen karşısındaydı. Her şey yoluna girdi diye düşündüm. Alışveriş merkezi de olağanüstü ışıklarla süslüydü. Her yılbaşı öncesi böyle yapıyorlar. Çekiciliği artıyor demek ki, böylece insanların alışveriş duyguları da tahrik edilmiş oluyor. İçerde dükkanlar da süslenmiş. Yılbaşı, ışıklar, noel çamları ya da alışveriş hiç umurumda değil , ben eşime güzel bir gün geçirtmek istiyorum. Bütün istediğim bu. Sıra sıra dizili modern mağazaların vitrinlerine şöyle bir bakıyor, özellikle mutfak eşyası satanlarda daha bir eyleniyoruz. Telefonum çalıyor. Kızım. Eve gelmiş, kapıda kalmış, halasının yanındaymış, gitmişken bir de ona bir elbise dolabı ya da askı alabilir miymişiz. Şöyle ucuz bir şey. Haydaa…İşin rengi tamamen değişti şimdi. Hızlı hızlı bu tür ürünlerin olduğu diğer binaya geçip bir bez elbise dolabı beğeniyoruz. Kutu içinde taşınabilir bir şey. Öğrenci işi. İstenilen yerde çabucak monte edilebiliyor. Bu arada AVM nin çok harika(!) bir yılbaşı kampanyasını da öğrenmiş oluyoruz. Kredi kartına 8 taksit için alışveriş miktarımızın 100 lirayı geçmesi gerekiyormuş. Hadi bakalım hiç hesapta olmayan bir başka elektrikli gereç daha alıyoruz. Yetmiyor birde dört tane de kalem pille 100 lirayı burun farkıyla geçiyoruz. Aldıklarımız elimizde AVM'den çıkıyoruz. Şimdi hedef Metrobüsten indiğimiz yerden otobüse binip bir an evvel evimize ulaşmak. Zaten akşam karanlığı çökmüş, soğuk da bayağı rahatsız edici. Bir 20 dakika daha İndiğimiz yerde Metrobüsü bekliyoruz. Tamam gözüktü. Yaklaştığında kapıya doğru seyirtiyoruz ikimizde. O da ne ! Metrobüs durmuyor. Geçip gidiyor önümüzden. Şaşkın bakakalıyoruz ardından. Durumumuzu anlayan biri arkadan bağırıyor. "Durak 100 metre ilerde, Emniyetin önünde". Haydi bakalım bu sefer de ellerimizdekilerle birlikte 100 metre hızlı yürüyüşüne çıkıyoruz. Eşim bir taraftan söyleniyor, bir taraftan bana yetişmeye çalışıyor. Benim artık ne bakacak yüzüm, ne söyleyecek sözüm kalmış. Bir taraftan hızlı hızlı yürüyor bir taraftan da "Ah Melih , Ah !..." deyip duruyorum kendi kendime.. Durak boş ve akşam ayazı yüzümüze, yüzümüze vuruyor. Düşünüyorum "Metrobüs biraz önce gittiğine göre garanti bir 20 dakika daha burada bekleyeceğiz. Bindik diyelim, bu yeni(!) uygulamaya göre emekte inip bu defa 195'i beklememiz lazım. Şanslıysak 10-15 dakika da orada bekleriz.." Artık hafakanlar basıyor beni. Eşimin iyi dileklerini (!) duymamak için müzik kulaklıklarımı daha bir tıkıyorum kulaklarıma. Bu arada bir dolmuş görünüyor akşamın karanlığında. "Aaa bu da TOKİ'ye gidiyor değil mi ?" İkimiz birden kendimizi atıyoruz içeri. Ayakta kalmak umurumda değil. "Aktarmasız götürecek ya bu bizi. Eşim daha fazla üşümeyecek ya." Bu arada bir genç kalkıyor, eşime yer veriyor. Oh çok şükür." Tekrar müziğime sığınıyorum. Erol Evgin söylüyor: "Ahh bu hayat çekilmez. Ahh bu hayat çekilmez...Sevdan olmasa, sevdan olmasa…Ahh bu çile çekilmez..." Adam sanki benim duygularımı dillendirmiş. "İşte öyle bir şey" gibi bu da gençliğimin eskimez şarkılarından. Ama şimdi tam da sırası yani. Kendimi nostaljik müziğimin afyonuna terk ediyorum. Uyanmak, bugünü hatırlamak bile istemiyorum. Sıcak evime adımımı attığım anda şarkı sanki başka bir şekle dönüşüyor dilimde. "Ahh bu Melih çekilmez...Ahh bu Melih çekilmez...Bu bizdeki sabır olmasa Ahh bu Melih çekilmez." Kulakların çınlasın Melih bey. Bunu okuyacağını sanmıyorum, ama kulakların çınlar belki.
Yilmaz Yalcın, SİTE YÖNETİMİ albümüne yeni bir fotoğraf ekledi.

http://yzyorum.blogspot.com/.../110-22-aralk-2013-pazar...
253 22 Aralık 2015 Salı 21:30 ZAMAN DURAKLARI......................Ona selam olsun !
Ona selam olsun !

O'na selam olsun. O'na, aline ve ashabına selat ü selam olsun. Geceniz hayırlı, kandiliniz mübarek olsun.
Yilmaz Yalcın, NE DÜŞÜNÜYORUM -I- albümüne yeni bir fotoğraf ekledi.
Yilmaz Yalcın, Işık durakları albümüne yeni bir fotoğraf ekledi.
Yilmaz Yalcın, ŞİİR VE TÜRKÜ albümüne yeni bir fotoğraf ekledi.
22 Aralık 2020 Salı 18:00 ŞİİE VE TÜRKÜ...............................................Aklın evinde hırthış
Âşık Veysel’i hiç şüphesiz hepimiz biliyoruz. O zamanımızın âşıklarından. Ama o sadece saz çalıp söyleyen bir halk şâiri değil. Eğitim almamış, gözlerini çocuk yaşta kaybetmiş, doğup-büyüdüğü köyün dışına çok az çıkmış birisi. Felsefe okuduğunu ya da bildiğini de duymadık.
Âşık demek, gönlünü geçici sevgilerden arındırıp, oraya sadece Hakk’ın aşkını yerleştirmiş olan değil midir? Aşağıdaki şiirini okursanız onun gerçekten hem aşık hem de arif biri olduğunu anlayabilirsiniz.
Gezerken aklımın evine vardım/Akıl gitmiş fikir evde yoğ idi/Üslubum takındım usula sordum/Akılın evinde hırthış çoğ'idi
Akıl bezirgandır gezer getirir/Müvazene onu tartar oturur/Zihin çeker ambarına götürür/Fikir onda hükmü cari bey idi
Baktım ki gayrete durmaz çalışır/Tamah onu görür güler yılışır/Kanaatla tamah durmaz sürtüşür/Tamah bilmem kimden almış öğüdü
Sehavet tamaha vurunca yıktı/Hırs meydana bir velvele bıraktı/Sabır hırsın duluğuna bir çaktı/Kin ve kibir ele aldı ağıdı
Baktım ki yalan geldi dikildi/Gerçek geldi yalan kaçtı sıkıldı/Ararken gerçekle yalanı buldu/Hele görsen onda seyir çoğ idi
Yalanı görünce bereket kaçtı/Vicdan ile yalan bir kavralaştı/Vicdan yalanları çiğnedi geçti/Her ana doğurmaz böyle yiğidi
Fikir geldi düzenledi o şarı/Döğe döğe barıştırdı onları/Kahretti yalanı kovdu dışarı/Pişmemişti daha yalan çiğ idi
Bunların hepsi mevcut Veysel'de/Yoktur diyeceğim emare elde/Çamuruma karışmıştır temelde/Sabır bunun cümlesine bağ idi (Aşık Veysel Şatıroğlu)
Bu şiiri ilk kez geçen yıl bir televizyon mülakatında Eski Diyanet işleri Başkanı Prof. Mehmet Görmez hocadan duydum. Çok ilgimi çekti. Tamamını bulmak ve bu yazıyı çıkarmak bu güne nasipmiş. Şiir teşhis sanatıyla dolu. Malum aralarında benzerlik ilgisi bulunan iki şeyden zayıf olanın, nitelikçe daha güçlü olana benzetilme sanatına “teşbih” deniyor. İnsan dışındaki varlıklara ya da kavramlara insan kişiliği kazandırma sanatına ise kişileştirme manasında “teşhis” adı veriliyor.
Yani akıl, fikir ve usul kişiselleştirilmiş. Meselâ akıl bizim içimizde değil mi? O halde Âşık Veysel neden gezerken diye başlayıp aklın evine vardığından söz ediyor? Çünkü aklımız ve mana varlığımızın evi bedenimizdir. Dünyevi varlığımız bir han ya da misafirhane ise konuğu da bizleriz. Veysel bu yüzden kendine dışarıdan bir ziyaret yapıyor, aklının ve manasının evine uğruyor şiirinde. Ama gördüğü şey çokça “hırthış” olduğu. Hırtış; Kullanılmış, işe yaramaz şeyler anlamında bir kelime.
Akıl, “tutmak ve sımsıkı kavramak” demek. Diyet veya zekât vermek anlamında da “akıl” kökünden gelen kelimeler kullanılıyor. Demek ki akıl, aynı zamanda sahip olunan varlığın borcunu ödemeye yarayan bir nimettir. Çünkü vergi nimetten, kazançtan, varlıktan dolayı verilir. Bu manasıyla da “din” kelimesiyle benzerdir. Çünkü “din” kelimesi de Arapçada bir anlamıyla “borç” demektir. Nitekim “aklı olmayanın dini de olmaz.” (Savaş Ş. Barkçin- Kalbin Aklı)
Birinci kıtada “Akıl gitmiş, fikir evde yoğ idi” deyince aklın evinde fikrin de yaşadığı dolaylı olarak ifade edilmiş. Ama Veysel aklı ve fikri evinde bulamıyor. Fakat bunu gayet ince bir şekilde söylüyor. Şiirde gayret, tamah, kanaat kavramları da var. Üçü de niyet ve hareket ile dolayısıyla ahlak ile ilgili. Ve bilindiği gibi ahlak, niyet ve hareket üzerine bina edilen bir alan.
Hayırlı işlerin ortaya çıkması için üç şeyin yan yana olması gerekiyor. İyi niyet, iyi kabiliyet, iyi gayret. İşte Veysel şiirinin özünde “niyet hay’r akıbet hay’r” diyen ariflerden. Şiirde niyet ve eylem olmadığı zaman şerre yol açan kötülüklerle mücadele anlatılıyor.
İkinci dörtlükte yine bir teşhis var. Bu kez akıl bir bezirgana benzetilmiş. Muvâzene onu dengede tutarken zihin de çekip ambarına götürüyor. Fikirse o evde hükmü geçerli bey konumunda. Harika bir teşhis, doğru bir ilişki.
Üçüncü kıtada Veysel; gayretin çalışmasını, tamahla kanaatın sürtüşmesini anlatıyor. Tamah azgınlığının dışardan yönlendirildiğini ifade ediyor. Dördüncü kıtadaki “Sehavet” Cömert olmak, parayı, malı hayırlı ve iyi yerlere dağıtmaktan lezzet almak demek. Sehavet tamahı alt ediyor ama gürültüsü hırstan geliyor. Bir velvele, bir patırtı ve bağırışma kopuyor evde. Bu defa da evdeki mücadele sabır ile hırs arasında başlıyor. Sabır hırsın şakak ile çene arasındaki yanına, yanağına vurunca bu defa da kin ve kibir başlıyor vaveylaya.
Beşinci kıtada yalan çıkıyor meydana. Ama o da gerçekle karşılaşınca mumu ancak yatsıya kadar yanabiliyor. Veysel dışardan yalanla gerçeğin karşılaşmasını ibretle izliyor. Altıncı kıtada seyir devam ediyor: Yalanı gören bereket kaçıyor, bu defa vicdanla yalan kavralaşıyor ama vicdan yalanı ezip geçiyor. Veysel “Her ana doğurmaz böyle yiğidi” deyişiyle vicdanın bu galibiyetini kutluyor.
7.nci kıtada nihayet “Fikir” geliyor eve. Döve döve düzene koyuyor ve barış getiriyor oraya. Yalan hala çiğliğini sürdüre dursun, kahredilip kovuluyor sonunda.
Veysel son dörtlükte sözü şahsına getirip aslında bütün bu mücadelenin bizatihi kendisinde sürdüğünü, hepsinin onda mevcut olduğunu söylüyor. Çünkü deliller ortada, yok diyemez ki. Birbiriyle mücadele eden bütün bu kavramlar yaradılışında var. Tamah, hırs, kin ve kibir ile savaşın ancak sabır bağıyla bağlanıp kontrol edilebildiğini açıklıyor.
İşte, 47 yıl önce 1973 yılında vefat eden büyük halk ozanı Âşık Veysel’in bu sekiz kıtalık şiiri gönlüme öyle dokundu ki kendimi onu yazmaktan alakoyamadım. Allah rahmet etsin.