12 Şubat 2024 Pazartesi

12 Şubat 2024 Pazartesi TORUNLARIMA MEKTUPLAR......................ANILAR; 12 Şubat




Başka bir yar, başka bir dosta meylediyorsun, etme.

Sen yadeller dünyasında ne arıyorsun yabancı?
Hangi hasta gönüllüyü kastediyorsun, etme.

Çalma bizi, bizden bizi, gitme o ellere doğru.
Çalınmış başkalarına nazar ediyorsun, etme.

Ey ay, felek harab olmuş, altüst olmuş senin için...
Bizi öyle harab, öyle altüst ediyorsun, etme.

Sen varlık sahasını öyle terk ediyorsun, etme.
Sen yüz çevirecek olsan, ay kapkara olur gamdan.
Ayın da evini yıkmayı kastediyorsun, etme.

Bizim dudağımız kurur sen kuruyacak olsan.
Gözlerimizi öyle yaş dolu ediyorsun, etme.

Aşıklarla başa çıkacak gücün yoksa eğer;
Aşka öyleyse ne diye hayret ediyorsun, etme.

Ey, cennetin cehennemin elinde olduğu kişi,
Bize cenneti öyle cehennem ediyorsun, etme.

Şekerliğinin içinde zehir zarar vermez bize,
O zehiri o şekerle sen bir ediyorsun, etme.

Bizi sevindiriyorsun, huzurumuz kaçar öyle.
Huzurumu bozuyorsun, sen mahvediyorsun, etme.

Harama bulaşan gözüm, güzelliğinin hırsızı.
Ey hırsızlığa da değen hırsızlık ediyorsun, etme.

İsyan et ey arkadaşım, söz söyleyecek an değil.
Aşkın baygınlığıyla ne meşk ediyorsun, etme

Mevlana 



Cennet cehennem yoktur diyenler
İl hakkını alıp haksız yiyenler
Al yeşil konaktan hükm'eyleyenler
Dur bakalım canım beyler kalır mı

Karacaoğlan 

12 Şubat 2013 
Fatih Sultan Mehmed’in "Avnî" mahlasıyla "Aşkın Kanunu" nu yazdığını biliyormuydunuz. Hani bir şarkıda "Aşkın kanununu yazsam yeniden" deniliyor ya. İşte o muhteşem gazel...

Ağlasa âşık belâ-yı hecr ile nâlân olup
Gözlerinden akan anun yaş yerine kan olup
-----
(Aşık dediğin ayrılık ateşiyle ağlamalıdır, o derece ki gözlerinden yaş yerine kan akması gerekir.)
cefâ kûhı gubârından örünse kisveti
Geh belâ vadisini geşt eylese üryân olup
-------------
(Aşık ya cefa dağının tozlarıyla giyinmelidir, ya da çölde giyinmeden dolaşmalıdır. İlk mısrada Ferhat’ın, ikinci mısrada ise Mecnun’un resmini çiziyor Fatih Sultan Mehmed)

Her ne denlü cevrler görse vefalar eylese
Her ne denlü gülseler hâline ol giryân olup
---------------
(Her ne kadar eziyet görse, istırab görse, herkes ona alay ederek gülse de aşığın vefası artmalı, aşık sadakattan ayrılmamalıdır.)

Râz-ı aşkı aşikâr etmeğe takat bulmasa
Sinesinde nâvek-i dil-dûzlar pinhân olup
-----------------
(Aşkın sırrını açık etmek ayıbtır, zaten aşık da bunu yapmak istemez ama buna gücü yetmese bile sinesine yediği oklar sebebiyle rahat nefes alıp onu da yapamamalı, istese de o sırrı verememeli.)

Dilberinden rahme er olmazsa ol dil hastaya
Kimseler derdine derman edemez imkan olup
--------------
(Eğer sevgilisinden bir lütfa kavuşmazsa onu hiçbir ilaç iyi edemez.)

Gam beyabanına her gün eylese seyr ü sefer
Her gece mihnet- serâ-yı firkate mihmân olup
-----------------
(Aşığın hem gecesi hem gündüzü eziyet olursa kayda değer olur.)

Verseler mülki cihanın tac-u taht-ı devletun
Avnî köyün terkin etmez başına sultan olup
--------------
(Dünyanın tacını, tahtını, saltanatını tamamını bana verseler ey sevgili, senin köyünün çevresini terk edip de o tacı başıma alıp bahtiyarlık taslamam.) 

12 Şubat 2013 
35 yaşın üstündeyseniz "OTUZBEŞYAŞ ŞİİRİ" ni bir defa daha okuyun. Çok farklı şeyler keşfedeceksiniz !

OTUZBEŞ YAŞ ŞİİRİ

Yaş otuz beş! yolun yarısı eder.
Dante gibi ortasındayız ömrün.
Delikanlı çağımızdaki cevher,
Yalvarmak, yakarmak nafile bugün,
Gözünün yaşına bakmadan gider.
Şakaklarıma kar mı yağdı ne var?
Benim mi Allahım bu çizgili yüz?
Ya gözler altındaki mor halkalar?
Neden böyle düşman görünürsünüz,
Yıllar yılı dost bildiğim aynalar?

Zamanla nasıl değişiyor insan!
Hangi resmime baksam ben değilim.
Nerde o günler, o şevk, o heyecan?
Bu güler yüzlü adam ben değilim;
Yalandır kaygısız olduğum yalan.

Hayal meyal şeylerden ilk aşkımız;
Hatırası bile yabancı gelir.
Hayata beraber başladığımız,
Dostlarla da yollar ayrıldı bir bir;
Gittikçe artıyor yalnızlığımız.

Gökyüzünün başka rengi de varmış!
Geç farkettim taşın sert olduğunu.
Su insanı boğar, ateş yakarmış!
Her doğan günün bir dert olduğunu,
İnsan bu yaşa gelince anlarmış.

Ayva sarı nar kırmızı sonbahar!
Her yıl biraz daha benimsediğim.
Ne dönüp duruyor havada kuşlar?
Nerden çıktı bu cenaze? ölen kim?
Bu kaçıncı bahçe gördüm tarumar?

Neylersin ölüm herkesin başında.
Uyudun uyanamadın olacak.
Kimbilir nerde, nasıl, kaç yaşında?
Bir namazlık saltanatın olacak,
Taht misali o musalla taşında.

CAHİT SITKI TARANCI 


12 Şubat 2013 
Evlatlarıma...

Dinle Sana Bir Nasihat Edeyim
Hatırdan Gönülden Geçici Olma
Yiğidin Başına Bir Hal Gelirse
Bunu Ellere Açıcı Olma

Mecliste Arif Ol Kelamı Dinle
El İki Söylerse Sen De Bir Söyle
Elinden Geldikçe Sen İyilik Eyle
Hatıra Dokunup Yıkıcı Olma
El Ariftir Yoklar Senin Fendini
Dağıtırlar Tuzağını Bendini
Alçaklarda Otur Gözet Kendini
Kat-i Yükseklerden Uçucu Olma

Pir Sultan Abdalım Sözüm Başarır
Aşkın Deryasını Boydan Aşırır
Seni Bir Mecliste Hacil Düşürür
Kötülerle Konuş Gocucu Olma

Pir Sultan Abdal 

12 Şubat 2013 
Halk içinde mu'teber bir nesne yok devlet gibi/ Olmaya devlet cihânda bir nefes sıhhat gibi
Muhibbî

Kanuni Sultan Süleyman’ı nasıl bilirsiniz ? Elbette en bilinen yönüyle “Muhteşem” dir o. 46 yıl boyunca dünyanın en büyük imparatorluğunu yönetmiş, bunun on yılı aşkın bölümünü İstanbul'dan uzakta, seferlerde geçirmiş ve nihayet yine bir sefer esnasında vefat etmiş, ömrünü ekseriya at sırtında, karargâh otağında, yolda, muhasarada ve savaşta geçirmiştir.

Ama bu sürede, bir çok “Muhteşem” şiir de yazmıştır. Çünkü, sözü şiir biçiminde söylemeyi üstün tutmuştur. Doğunun bütün hükümdarları gibi kılıç kadar söz ile de üstün gelmek istemiştir. Çevresindeki insanların kaç kırat söz söylediklerini anlamak istemiş, meclisinde zihinleri mest eden bade şiir olmuştur.
Şiir yazmıştır, çünkü şairleri himaye etmeyi Hz. Peygamber sünneti bilmiştir. Ve nihayet şiir yazmıştır, çünkü âşıktır. Muhteşem Süleyman üzülürken, severken, ağlarken de şiire sığınmıştır.

Şair adı Muhibbî’dir. Ve Muhibbî, Osmanlının yirmi altısı da şair hükümdarlarının en “Muhteşem” olanıdır. (İP)

İşte Muhteşem Süleymanın ölüm döşeğinde yazdığı “Halk içinde mu'teber bir nesne yok devlet gibi/
Olmaya devlet cihânda bir nefes sıhhat gibi” beytiyle başlayan o muhteşem gazeli.

GAZEL

Halk içinde mu'teber bir nesne yok devlet gibi
Olmaya devlet cihânda bir nefes sıhhat gibi
---
(Halkın gözünde iktidâr gibi, zenginlik gibi değerli bir şey yok. Halbuki şu cihânda bir nefes sıhhat gibi hiç mutluluk olamaz.)

Saltanat didükleri ancak cihân gavgasıdur
Olmaya baht ü saâdet dünyede vahdet gibi
-------
(Saltanat dedikleri sadece bir dünyâ kavgasıdır. Bu kavga, gürültüden uzak yalnızlık gibi büyük saâdet ve baht açıklığı olamaz.)

Ko bu ayş ü işreti çünkim fenâdur âkıbet
Yâr-ı bâkî ister isen olmaya tâat gibi
----------
(Bu eğlenceyi yeme içmeyi bırak, sonu kötüdür. Eğer ebedî bir sevgili istiyorsan ibâdetten ayrılma. )

Olsa kumlar sağışınca ömrüne hadd ü aded
Gelmeye bu şîşe-i çerh içre bir saât gibi
-----
(Ömrün, kumlar sayısınca sınırsız ve hesapsız olsa bile, o, şu dünyâ içinde bir saât gibi geçip gider. )

Gel huzûr etmek dilersen ey Muhibbî fâriğ ol
Olmaya vahdet cihânda kûşe-i uzlet gibi
--------
(Ey Muhibbî, eğer huzûr içinde olmak istersen, ferâgat sâhibi ol, dünyâdan vazgeç. Yalnızlık köşesi gibi dünyâda huzûr olmaz.)
Muhibbî 

12 Şubat 2013 
Bilenler bilir Yunusu çok severim. Her sözü duru bir su gibi akar, ılık bir meltem gibi gönülleri okşar. Anlayana, dinleyene her şiiriyle kitaplık çapta dersler verir; kırmadan, incitmeden. Şöyle der bir şiirinde kendisi için: "Ben gelmedim dava için, benim işim sevi için/Dost'un evi gönüllerdir, gönüller yapmağa geldim" 

İşte bu yüzden belki 850 yıldır Anadolunun zengin fakir, güçlü zayıf, dindar entel, genç yaşlı her kesimi için bitmeyen bir sevgi çağlayanı, katılaşmış kalplerin şifası olmuştur. Söylermisiniz; gerçeği, gelir geçer dünyayı, yaşam için insana lazım olanı daha iyi nasıl anlatabilirsiniz. Biz belki bir kitaba bile sığdıramazdık. Ama Yunus bu. Diyeceğini en güzel şekilde ve bir çırpıda söyleyivermiş. Paylaşıyorum.
Hak cihana doludur,
Kimseler Hakkı bilmez
O'nu sen senden iste,
O senden ayrı olmaz

Dünyaya gelen geçer,
Bir bir şerbetin içer
Bu bir köprüdür geçer,
Cahiller onu bilmez

Gelin tanış olalım,
İşin kolayın tutalım
Sevelim sevilelim,
Dünya kimseye kalmaz

Yunus sözün anlar isen,
Mani'sini dinler isen
Sana iyi dirlik gerek,
Bunda kimseler kalmaz 

12 Şubat 2013 
Evlatlarıma...

Bilenler bilir "Yunus" u çok severim. Her deyişi bir kitaptır. Bugün evlatlarıma ondan bir şiir seçtim. Ne güzel söylemiş, tabi anlayana...

İlim İlim Bilmektir
İlim ilim bilmektir
İlim kendin bilmektir
Sen kendin bilmezsin
Ya nice okumaktır
Okumaktan murat ne
Kişi Hak'kı bilmektir
Çün okudun bilmezsin
Ha bir kuru ekmektir

Okudum bildim deme
Çok taat kıldım deme
Eğer Hak bilmez isen
Abes yere gelmektir

Dört kitabın mânâsı
Bellidir bir elifte
Sen elifi bilmezsin
Bu nice okumaktır

Yiğirmi dokuz hece
Okursun uçtan uca
Sen elif dersin hoca
Mânâsı ne demektir

Yunus Emre der hoca
Gerekse bin var hacca
Hepisinden iyice
Bir gönüle girmektir

Yunus Emre 


12 Şubat 2013 
Aşık ister kul olsun ister padişah farketmiyor. Yavuz Sultan Selim gibi mesela.

Eyâ gönül kuşu derler behar imiş, mene ne
Bisat-ı ıyş aceb rüzigâr imiş. Mene ne
Deyirler oldu deli Leyli zülfüne Mecnun
Deminde ol dahi bîr bîkarar imiş, mene ne
--------------
Ahuttı yaşumu devran, baturdu kanuma el
Rakib elindeki dest-i nigâr imiş, mene ne
Bu baht-ı bed ki menim var, Hataî ol şuhu
Gam ehline diyeler gamküsar imiş, mene ne’’
------------------------------
Geçmek için eyl-i ekşimden hayâlim askeri
Bir direkli iki gözlü köprüdür kaşım benim

Selimî 
12 Şubat 2013 
Ah bu türküler. Anadolu'nun, yanık, aşık, dertli ama bir o kadar da anlam yüklü güzelleri. "Yalan dünya" da bunlardan biri. Tokat yöresinden çok güzel bir türkü . Sözler derin, bu güne kadar çalıp söyleyenler de hakkını vermiş doğrusu. Bu yüzden kulağımızda, gönlümüzde iyice yer etmiş olmalı. Aşık Sadık Doğanay yalan dünyaya bol bol sitem ediyor. Ama hükmünü de veriyor işte: "Aşk ile pervane dönersin dünya, yalansın dünya". Yol da göstermiş bu arada, tabi arayana.

El vurup yâremi incitme tabib
Bilmem sıhhat bulmaz hicraneler var
Dert vurup da yârem eylersin derman
Her can kabul etmez viraneler var

Vay dünya, dünya yalansın dünya
Yalan ile yalan olansın dünya
Can ile cananı alansın dünya, alansın dünya
Aşk ile pervane dönersin dünya, yalansın dünya

Dert ehli olanlar dergâha gelir
Elbette arayan dermanın bulur
Sadık der ki kimde ne var, kim bilir
Geşt-ü güzar (*) ettim elde neler var

Vay dünya, dünya yalansın dünya
Yalan ile yalan olansın dünya
Can ile cananı alansın dünya
Aşk ile pervane dönersin dünya, yalansın dünya
------------------
(*) geşt ü gûzar etmek/eylemek = gezmek, dolaşmak. 
12 Şubat 2013 
................

Altundan ağacın olsa zümrütten yaprak
Akibet gözünü doyurur bir avuç toprak
* * * * * *
İbret gözüyle bakın dünya misafirhanedir
Bir mukim insan bulunmaz ne tuhaf bir hanedir
Bir kefendir en sonu zengin-fakir sermayesi
Malına gururlanan aptal değildir de ya nedir
Kültürümüzün yazanı söyleyeni belli olmayan oldukça fazla anonim güzellleri de vardır. Mesela yukarıdaki da bunlardan biri. Sözlerin bir kısmını parça parça bazı dükkanlarda levhalaştırılmış olarak da görmüştüm. Ama, aslında bir bütün olarak çok güzel ve anlamlı sözler.

Dünyada dost ister isen Hazreti Allah yeter.
Mürşid-i Kamil ister isen Hazreti Kuran yeter.
Delil ister isen Hazreti Muhammed yeter.
Meşgul olmak ister isen ibadet yeter
İbret almak ister isen ölüm yeter
Zengin olmak ister isen kanaat yeter
Bunlarda yetmez der isen nar-ı cehennem yeter
Kaderde ne ise olur etme merak
Uyma kendi nefsine Hakkın emrine bırak
Altundan ağacın olsa zümrütten yaprak
Akibet gözünü doyurur bir avuç toprak

* * * * * *
Bul erbabını danış akıl dinlemek ferasettir
Zaman ahir zaman oldu, zuhur eden alamettir
Heva-i nefsine uyma sabrın sonu selamettir
Ne aldandın behey şaşkın bu can sana emanettir

* * * * * *
Mal ve mülkte mağrur olma deme var mı ben gibi
Bir muhalif rüzgar eser, savurur harman gibi
Dünya malı elde iken düşmanların dost olur
Elde bir şey kalmayınca dost bile düşman olur

* * * * * *
İbret gözüyle bakın dünya misafirhanedir
Bir mukim insan bulunmaz ne tuhaf bir hanedir
Bir kefendir en sonu zengin-fakir sermayesi
Malına gururlanan aptal değildir de ya nedir

* * * * * *
Kadına sır verme olsa da dünya güzeli
Borca mehil verme olsa da mahşere vadeli
Akıllı ol ey oğul kazandığın pek tut
Kalırsa düşmana kalsın dosta bile muhtaç olma tek
Altından testi kovanın olsa susuz çeşme su vermez
Bir insan ne kadar mert olsa düşerse dostu olmaz 
12 Şubat 2013 
Neşet Ustanın ardından

Neşet Ertaş; bozkırın tezenesi. Kendine özgü çalış biçimi ve avazıyla belki de geleneğinin son temsilcilerinden biriydi. Doğrusu hayattayken çok da kadri bilinmemiş bir "garip" Anadolu ozanıydı o. Ama, onlarca ölmez türkü bıraktı ardı sıra. Her bir türküsü "gonülden gonüle" yol oldu, ekildikleri gönüllerde büyüyüp devleştiler. Bana göre çok az adamın kendisi bu kadar "garip", çileli ve toprağı kadar alçakgönüllü iken, eserleri bir o kadar muhteşem, derin ve büyüktür.

Bir türküsünde "Bir anadan dünyaya gelen yolcu"ya/kendisine/insana" sorar: "Görünce dünyayı gönül verdin mi/Kimi büyük kimi böcek kimi kurt/Merak edip hiç birini sordun mu ……. İnsandan doğanlar insan olurlar/Hayvandan doğanlar hayvan olurlar/Hepisi de bu dünyaya gelirler/Ana haktır sen bu sırra erdin mi"

Gerçekten insanı sarsan, düşündüren sözler bunlar. Büyüğe, küçüğe, kurda kuşa böceğe, hayvana ve insana haddini bildirir bir güzel. Sonunda sözü getirip "Ana haktır sen bu sırra erdin mi " diye bitirir türküsünü.

"Cahildim dünyanın rengine kandım / Hayale aldandım boşuna yandım / Seni ilelebet benimsin sandım...Ölürüm sevdiğim zehirim sensin / Evvelim sen oldun ahirim sensin"

Dünyanın gelir geçerliğini bilir Neşet usta. Gene de sevgili, dünya gibi "işveli nazlı" dır. Ona bu hal yakıştırılır çünkü. Fakat "tatlı dil, güler yüz" öyle mi ya ? O vasıflar her gönlün ihtiyacıdır. Sevgilinin de böylesi aranır zaten.

"Şu garip halimden bilen işveli nazlı / Gönlüm hep seni arıyor neredesin sen / Datlı dillim güler yüzlüm ey ceylan gözlüm / Gönlüm hep seni arıyor neredesin sen
Ben ağlarsam ağlayıp gülersem gülen / Bütün dertlerim anlayıp gönlümü bilen / Sanki kalbimi bilerek yüzüme gülen / Gönlüm hep seni arıyor neredesin sen"

Sevda "Hasbahçenin Gülü" olarak tarif edilir, sevgili ise "Nar tanesi"ne benzetilir bir türküsünde. Çünkü; sevgi ve güzellik insana ait duygulardır. Kaynağı ilahidir. Zaten dünya da bu şekilde karşılık bulabilmektedir insan ruhunda.

"Sevda Olmasaydı (Da) / Gönülle Dolmasaydı / Dünya Neye Yarardı (Da) / Güzeli Olmasaydı / Nar Danesi Danesi / Seviyom Merdanesi / Güzellerin İçinde / Sevdiğim Bir Danesi ...Sevda Ömür Çürüdür / Hasbahçenin Gülüdür / Sevmeyeni Neyleyim (De) / Sevenim Sevgilidir "

Bir başka türküde "Tatlı dile güler yüze Doyulur mu doyulur mu" diye paylaşır duygularını büyük usta.

"Tatlı dile güler yüze / Doyulur mu doyulur mu / Aşkınan bakışan göze /Doyulur mu doyulur mu / Doyulur mu doyulur mu / Canana kıyılır mı / Cananına kıyanlar / Hakkın kulu sayılır mı ...Hem bahara hemi yaza / Yarın ettikleri naza / Yar aşkına çalan saza / Doyulur mu doyulur mu / Garibim geldik gitmeye / Muhabbetimiz bitmeye / Yar île sohbet etmeye / Doyulur mu doyulur mu"

Elbette ya. Hem canana kıyılmaz hem de "aşkınan bakışan göze" doyulmaz. Ya hasretlik girmişse araya, ya olmazlar sarmışsa dört bir yanı. Kavuşmak bir rüya olur o zaman. İşte böyle bir ayrılık türküsüdür "Zahidem." "Hezeli dedeli gönül hezeli/Çiçekdağı da döktü m'ola gazeli/Dolaştım alemi gurbet gezeli/Bulamadım Zahidem'den güzeli" der o yanık ve nahif sesiyle. Gurbetin verdiği acıya rağmen gümbür gümbür çaldığı sazıyla devam eder muradını anlatmaya: "Gurbet ellerinde esirim esir/Zahide gurbanım hep bende kusur/Eğer anan seni bana verirse/Nemize yetmiyor bu ev kadar hasır" İki gönül bir olursa samanlık seyran olurmuş derler ya. Umutsuz bir sitem ve kavuşma rüyası bu kadar güzel daha nasıl anlatılabilir ki ?

Sözü ve müziği ile her defasında gönül tellerimizi titreten "Mühür Gözlüm" türküsü kadar belki de çok az eser ardında büyük bir iz bırakmıştır. "Mühür gözlüm, seni elden, Sakınırım kıskanırım/ Uçan kuştan esen yelden, Sakınırım kıskanırım../ Yağan kardan, esen yelden Sakınırım kıskanırım.. /Havadaki turnalardan, Su içtiğim kurnalardan, Giyindiğim urbalardan Sakınırım kıskanırım../Beşikte yatan kuzudan, Hem oğlundan hem gözünden, Ben seni, senin gözünden, Sakınırım kıskanırım.."

Türküde her sevenin yaptığı gibi sevilen yüceltilmiş. Ama şu finale bakınız: "Ben seni, senin gözünden, Sakınırım kıskanırım." Türküyü dinleyince Anadolu insanının o kendine özgü abartılı kıskançlığı ne kadar da sıcak geliyor insana değil mi ?

Bana sorarsanız Neşet ustanın sanatının şahikası "Gönül Dağı"dır. Şüphesiz türkülerinin hepsi ayırd edilemeyecek kadar birbirinden güzeller. Hepsi hayattayken çok az insana nasip olan "klasikleşmiş" eserler. Ama, Gönül dağı bir başka işte, bambaşka !

Gönül Dağı yağmur yağmur boran olunca
Akar can özümde sel gizli gizli
Bir tenhada can cananı bulunca
Sinemi yaralar dil gizli gizli

Dost elinden gel olmazsa varılmaz
Rızasız bahçanın gülü derilmez
Kalpten kalbe bir yol vardır görülmez
Gönülden gönüle yol gizli gizli

Seher vakti garip garip bülbül öterken
Kirpiklerin oku cana batarken
Cümle alem uykusunda uyurken
Kimseler görmeden gel gizli gizli

Bu türkü sadece "Kalpten kalbe bir yol vardır görülmez/Gönülden gönüle yol gizli gizli" dizeleriyle bile bir dolu kitaba fark atar.

Onun türkülerini bugüne kadar bir çok farklı sanatçıdan dinlemişizdir. Kuşkusuz onların yorumları da çok güzel. Bazıları kendisinin adı bile anılmadan söylense de bu eserler 20-30 yıldır yüreklerimizde saklandı, dillerimize yerleşti. Evet, Neşet ustanın "Yar aşkına çalan" sazına doyamadık. Elbette zamanı gelince o da her fani gibi mevlasına yürüyüp gitti. Ama, ardından herkese nasip olmayan, unutulmaz derin bir iz bırakarak. Kendi deyimiyle "Garib" gitmiştir gitmesine ya, bu ülke insanının onunla "Muhabbeti" "Sohbeti" bitmeyecektir. Allah gani gani rahmet etsin. 
12 Şubat 2013 
Şair Urfalı Nabi, Osmanlı devletinde yetişen bir şairdir. İsmi Yusuf ise de, "Nabi" diye meşhurdur. Zamanın paşalarından birinin iltifatına mazhar olur ve 1678 senesinde Sultandan izin alıp beraberce hacca giderler.

O devirlerde hacca deve ile gidilmektedir. Develerin sırtında mahmil ismi verilen, iki kişinin rahatça yolculuk edebileceği semerleri vardır. İşte Nabi ile Paşa da böyle bir deve de yolculuk ederler. Nabi'nin kalbi, Resulullah aşkıyla yanmaktadır. Seher vakti kafile Medine’ye yaklaşınca, zirveye çıkar, ondaki bu muhabbet. Nabi, Peygamberin kabrini ziyaret edeceğim diye heyecanlanmaktadır ama, mahmilin öbür tarafında ayakları kıblede Paşa yatmış uyumaktadır. Bu durum Nabi yi mütessir eder. İki cihan güneşi bulunduğu topraklara geldik. Biraz sonra Medine şehrine gireceğiz. Böyle yatmak hiç münasip olur mu? diye düşünür ve bu heyecanla dudaklarından onu uyandıracak yüksek bir sesle hemen, O anda, şu mısralar dökülür:
Sakın terk-i edepten, kûy-ü mahbub-u Hüdadır bu.
Nazargah-ı ilahidir, makam-ı Mustafa’dır bu.
Müraatı edep’le, gr Nabi bu dergaha.
Mutaf-ı kudsiyandır, busegah-ı enbiyadır bu.

Nabi farkında olmayarak bu mısraları birkaç kere tekrarlar. Her tekrar edişte sesi biraz yükselir. Ve nihayet öbür tarafta uyumakta olan Paşa uyanır.
-Nabi ne oldu, ne söylüyorsun, der. Nabi de :
-Efendim, Peygamberimizin kabr-i sadetlerinin bulunduğu Medine şehrine geldik de, bazı şeyler hatırladım, bunları söyledim. Paşa da hatasını anlayıp, doğrulur hemen. Ve Nabi’ye sorar:
-Ne zaman yazdın bunu? İkimizden başkaca, bunu duyan oldu mu?
-İlk defa söylüyorum. Bu cevabı duyunca, Paşa rahat bir nefes alır.
-Aman Nabi, ne olur aramızda kalsın, duymasın başka biri bunu.
Abdest alıp Medine sokaklarında Ravza-i Mutahharaya doğru yürürler. Ezan vakti, mescid-i Nebeviye varırlar. Bu esnada bakarlar ki, Mescid-i Nebî’deki bütün minârelerden müezzinler hepsi birden Nâbî’nin, “Sakın terk-i edebden…” diye başlayan nâtını okuyorlar.

Sakın terki edepten kûy-ü mahbubu Hüda’dır bu,
Nazargah-ı ilahidir, makam-ı Mustafa’dır bu.

Şaşkınlıkla durup dinlerler. Hayretten dona kalmışlardır. Paşa Nabi ye sorar.
-Nabi bu hal nedir? Nabi de:
-Bilmiyorum, der.
Her ikisi de sükût ederler ve sabah namazını kıldıktan sonra, namaz kıldıkları câminin müezzinini bulurlar. Nâbî, müezzine:
-Allah aşkına, Peygamber aşkına ne olursun söyle! Ezândan önce okuduğun nâtı kimden, nereden ve nasıl öğrendin?” diye sorar. Fakat müezzin bir türlü söylemez. Ne kadar ısrar ederse de ,
-Söylemem, kafamı kesseniz de söylemem! deyince:
-Ama, der Nabi, Bunları biraz önce ben söyledim. Sana kim söyledi. Bu sefer müezzinin tavrı ve şekli değişir, heyecanla:
-Senin ismin Nabi mi? der. "Evet" cevabını alınca müezzin Nabi nin ellerine, boynuna sarılır. Bu dehşetli manzarayı seyreden Paşa, dayanamayıp:
-Nereden bildin bunun isminin Nabi olduğunu, Allah aşkına söyle, der. Müezzin rüyasını anlatır:
-Efendim, Resûl-i ekrem bu gece Mescid-i Nebî’deki bütün müezzinlerin rüyâsını şereflendirerek buyurdu ki: "Ümmetimden Nâbî isimli biri beni ziyârete geliyor. Bana olan aşkı her şeyin üstündedir. Bugün sabah ezânından önce, onun benim için söylediği bu şiiri okuyarak, Medîne’ye girişini kutlayın.” İşte biz de, Peygamberimizin iltifatına mazhar olan aşık kimdir diye düşünerek minareye koştuk ve Resulullah’tan öğrendiğimiz bu şiiri hep birlikte okuduk.
Nâbî ağlayarak;
-Sâhiden Nâbî mi dedi? O iki cihân Peygamberi, Nâbî gibi bir zavallıyı ve günahkârı, ümmetinden saymak lütfunu gösterdi mi?” der. "Evet" cevâbını alınca da, sevincinden kendinden geçer ve sevinç gözyaşları içinde şiirini tamamlar.

Na't

Sakın terk-i edebden kûy-ı mahbûb-ı Hudâ'dır bu
Nazargâh-ı İlâhî'dir Makâm-ı Mustafâ'dır bu
(Edebi terketmekten sakın! Zîrâ burası Allahü teâlânın sevgilisi olan Peygamber efendimizin bulunduğu yerdir. Bu yer, Hak teâlânın nazar evi, Resûl-i ekremin makâmıdır.)

Habîb-i Kibriyâ'nın hâbgâhıdır fazîletde
Tefevvuk kerde-i Arş-ı Cenâb-ı Kibriyâ'dır bu
(Fazîlet yönünden düşünülürse, Allahü teâlânın arşının en üstündedir. Yaradılmışlar, iki gözünü körlükten açtı. Zîrâ burası kör gözlere şifâ veren sürmedir)

Bu hâkin pertevinden oldu deycûr-ı adem zâil
Amâdan içti mevcûdât çeşmin tûtiyâdır bu
(Bu mübârek yerin mukaddes toprağının parlaklığından yokluk karanlıkları sona erdi. Burası Cenâb-ı Hakk’ın sevgilisinin istirahat ettikleri yerdir. )

Felekde mâh-ı nev Bâbü's-Selâm'ın sîneçâkidir
Bunun kandîlî Cevzâ matla-ı nûr u ziyâdır bu
(Gökyüzündeki yeni ay, O’nun kapısının yüreği yaralı âşığıdır. Gökyüzündeki oğlak yıldızı bile O peygamberin nûrundan doğmaktadır. )

Mürâât-i edeb şartıyla gir Nâbî bu dergâha
Metâf-ı kudsiyândır busegâh-ı enbiyâdır bu
(Ey Nâbî, bu dergâha edebin şartlarına riâyet ederek gir. Zîrâ burası, büyükmeleklerin etrâfında pervâne olduğu ve peygamberlerin hürmetle eğilerek öptüğü tavaf yeridir.)

Şair Nâbî

Mevlid kandiliniz mübarek olsun. 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder