10 Şubat 2024 Cumartesi

10 Şubat 2024 Cumartesi TORUNLARIMA MEKTUPLAR....................ANILAR; 10 Şubat


KÜÇÜK/BÜYÜK ŞEYLER...
 albümüne yeni bir fotoğraf ekledi.

10 Şubat 2013


Doğruluk, Dürüstlük ve Adalet

Kamuoyunda bir skandal patladığında, tepki alan bir olay üzerine kameralar çevrildiğinde ya da bir yerdeki pis kokular artık herkesi rahatsız etmeye başladığında gözümde şöyle bir manzara canlanır. Sanki karanlık loş bir yere ışık tutulmuştur da birden ortalık deli gibi oraya buraya kaçışan "şey" lerle dolmuştur.
Bunu bir haber kameramanına yapılan saldırıda, sarhoş bir sürücünün gösterdiği davranışta, rüşvet alırken suçüstü yapılan birisinin bana komplo kuruldu feryadında, inşaatında ya da madeninde insanların öldüğü pişkin patron tavrında, yetkili kişilerin idari ve adli kovuşturma devam ediyor savuşturmasında, etkili kişilerin yargı sürecinin sonucunu beklememiz lazım beyanatlarında vs. hep görürüm. Bir şikayet dilekçesi verin de görün bakalım. Nedense işe olayın kendisi ile değil de "kim şikayet etmiş ?" le başlanır. Şöyle gelir bana; aslolan sanki yalan dolan, sahtekarlık, yolsuzluk, şiddet, kuralsızlık ve hırsızlıktır da yanlış olan yakalanmak olmuştur. Neden böyle olduk ? Ne zamandan beri adam kayırma, yalan, hile bu kadar yaygınlaştı ? Doğruluk dürüstlük ve adalete ne oldu ?
Bildiğim şu ki; Ademoğlunu "İnsan" yapan bütün kuralların özünde; hak, adalet, doğruluk ve merhamet var. Çünkü bir defa insana öncelikle bizzat yaratıcısı tarafından “Emrolunduğun gibi dosdoğru ol” denmiş. İnananlara da bu yüzden “Allah’a inandım de, sonra dosdoğru ol !” tavsiyesi yapılıyor. Bunu söyleyen kişinin, nübüvvetinden önce dahi “el-Emîn” sıfatıyla tanındığını hatırlayalım. Nitekim o, peygamber olduktan sonra da “dosdoğru ol” emrine uygun bir hayat sürmüş, arkadaşlarıyla şakalaşırken dahi doğruluktan ayrılmamış ve inananları her fırsatta doğruluğa, dürüstlüğe teşvik etmiştir. O kadar ki kendisine inanmayanlar bile ona “deli” demişler, “şair” demişler ama asla “yalancı” olduğunu söylememişlerdir.
Bu nedenle "Doğruluk"; insanın inancında, özünde, sözünde, niyetinde, bütün eylem ve davranışında doğru dürüst olması olarak tarif edilmiştir. Yani, kişinin sözünde doğru olmasının yanında iç dünyasında da dürüst olması gerekir. İşte bu yüzden, dosdoğru bir kişide bulunması gereken en önemli haslettir dürüstlük. Mesela ödemek niyetinde olmadığı halde borçlanan kimse ancak bir "hırsız” olabilir. Yunus Emre bir şiirinde şöyle der: "Cümleler doğrudur sen doğru isen, Doğruluk bulunmaz sen eğri isen." Demek ki, doğruluk bütün iyi ve güzel şeylerin temelidir. Bunun içindir ki, hak ve doğruluk üzere olan kişi "faziletli" olarak nitelendirilmiştir.
Bunun erkek kadın olmakla, güçlü zayıf, fakir zengin olmakla da ilgisi yoktur. Bu insan olmakla ilgilidir ve bir kalp işidir. Mevlana'nın sözüyle: "Asalet; Boyda Değil, Soyda/ İncelik; Belde Değil, Dilde/Doğruluk; Sözde Değil, Özde/Güzellik; Yüzde Değil, Yürekte Olur !" Doğruluktan ayrılmayıp, dürüst davranan kişiler mutlaka bunun olumlu sonuçlarını görürler. Ziya paşa bu durumu "İnsana sadakat yaraşır görse de ikrah/ yardımcısıdır doğruların Hazreti Allah" diyerek en güzel şekilde dile getirmiştir.
Dosdoğru ve dürüst insan aynı zamanda son derece âdil ve insaf sahibi de olmalıdır. O kadar ki onun adaleti düşmanları tarafından bile saygı görür. Hakemliğine ve verdiği kararlara uyulur. Çünkü, insanlar arasında ayrım yapmaz, eşit davranır. Ona göre zengin, yoksul, büyük, küçük herkes eşittir. Şayet bir gücü ve yetkisi varsa; hiç kimseye farklı davranmaz, kuralları ve kanunları herkese eşit uygular. Çünkü, inanıyorsa onu yaratan yüce Allah Kur’an’da: adalet ve doğruluğu öğütlemektedir. Bu nedenle müslüman adam/kadın elbette hayatının her döneminde adalet ve doğruluktan ayrılmaz ve bu ilkeleri toplumda hakim kılmak için mücadele verecektir.
Adalet kavramı sözlükte, insaflı olmak, doğru davranmak, eşit olmak, eşit tutmak, haksızlık etmemek, haklıya hakkını vermek, düzeltmek, mutedil olmak, her şeyi yerli yerinde yapmak, istikamet ve hakkaniyet anlamlarına gelmektedir. Buna göre adalet; hak yol üzere dosdoğru olmak, zıddı ise zulüm demektir.
Dünyayı imar etmekle sorumlu olan insanın en önemli görevidir çalışmak. Bu anlamda; doğruluktan dürüstlükten ayrılmamak, helalinden kazanıp güzel yerlere harcamak da çalışma hayatının gayesi olmalıdır. Çünkü, insana bunun için “Hiçkimse kendi el emeğinin kazancından daha hayırlı bir lokma yememiştir” denmektedir. O zaman elbette çalışıp gayret göstermeden ve emek verilmeden bir şey beklemek doğru olmaz.
-Görün/bakın/okuyun ki- Bütün başarıların yolu çalışmaktan geçmektedir. Allah bile tembel, işsiz ve miskin kulunu sevmiyor. Peygamberimiz de çalışmayı övmüş, hayatı boyunca çalışarak insanlara örnek olmuştur. Bu sebeple tabi ki ona inananların da çalışkan ve üretken olması beklenir.
Dürüstlük, çalışma hayatı için önemlidir. Çünkü, yalan ve hile, insanları aldatmaya yönelik iki davranıştır. Dürüst davranmayarak, sahtekârlık yaparak, insanlara gerçek dışı, yanlış sözler söylemek, insanlar arasındaki sevgi, saygı ve güvene dayalı ilişkilere büyük zarar verir. Ama, yalan söyleyerek veya hile yaparak başkalarını kandırdığını düşünen kişi, esasında kendisini kandırmakta, kendi saygınlığını ve onurunu zedelemektedir.

Sonuçta; "doğruluk emanet, yalancılık hıyanettir" ve “Bizi aldatan bizden değildir" Her söz için doğruluk, her doğruluk için iş, her iş için de sabır gerekir. Ama, galiba mesele "adam gibi adam olmak" meselesidir. Ölçüsü, kutsalı olmayan diplomalı okumuş eşkiyayı nerde olsa bilirim de “emrolunduğu gibi dosdoğru olması gerekenleri” tanıyamıyorum. 

127 10 Şubat 2014 Pazartesi 08:57 KÜÇÜK/BÜYÜK ŞEYLER............Haydi Susurluk !

Haydi Susurluk !


Susurluk küçük, yeşil, yol üzeri ayranıyla meşhur bir belde. Şimdi düşünüyorum da yatılı okurken, üniversitedeyken, memuriyet dolayısıyla gurbetlerde dolaşırken orası benim için hep bir "memleket"ti. 

Böyle söz ederdim ondan. Memlekete gidiyorum, memleketten geldim. 

Tuhafıma giderdi ama neden bilmiyorum yine de ağzımdan böyle çıkardı işte oraya ait sözcükler.

Baudelaire'e atfedilen bir söz var;  "Her nerede değilsem, orada mutlu olacakmışım gibi gelir…" Bana da Susurluk hep öyle geldi. Belki de çocuk yaşta oradan çıkıp, hep sıla özlemi içinde yaşamış olmamdı sebep. Yaşadığım yerler de benim memleketimdi elbet, yurdumdu, vatanımdı. Ama oralarda sürekli hayatla başetme, ayakta kalma, dahası başarılı olma mücadelesi verdim. Bayramlarda, tatillerde döndüğüm limandı Susurluk. Köklerimin hala orada olduğu, özlendiğim, sevildiğim, sayıldığım yerdi. 

Manisa'dan trenle gelirken Ömerköy'den sonra ayaklanıp, hatap deresiyle birlikte küçük, aydınlık istasyonuna kavuşurduk. Otobüsle İstanbul tarafından ya da Ankara'dan Karapürçek düzüne indiğimizde, Bandırma kavşağını geçip Şeker fabrikasını gördüğümüzde Susurluğa gelişimize sevinirdik. Yıllar geçti, çocuklarımız büyüdü, hatta torunlarımız var, fakat yine aynı duyguları yaşıyoruz. Biliyoruz ki, hayatta olan büyüklerimiz her yıl biraz daha azalsa da çok şükür köklerimiz hala o topraklarda. 

Susurluk pek büyümedi. İyi mi kötü mü bilmem ama küçülmedi de. On on iki bin nüfuslu bir ilçe iken elli yıl sonra şimdi ancak iki katı olabildi. Ülke nüfusunun büyüme hızına göre bu oldukça yavaş bir büyüme sayılır. Bu durumu ben şahsen hep iki sebebe bağladım. Birincisi İstanbul-Bursa-Bandırma-Balıkesir arasında adeta kör bir nokta olarak kalması. Diğeri de içinden yol ve nehir geçen dar bir boğazda iki çıkış kapısının da kilitli olması. Bu kapılardan biri Şeker fabrikası tarafından öbürü askeriye tarafından tutulmuştu. Genişleyecek konut alanları yoktu.

Aslında konut yapacak, gelişecek bir potansiyeli de yoktu. Çünkü hem gelir hem de genç nüfus açısından Şeker fabrikasıyla sınırlıydı. Yıllarca oranın ekmeğini yedi. 1954'den son on yıla kadar Susurluğun işçisi, memuru, esnafı, çiftçisi, emeklisi her kesim bu kaynaktan beslendi. Sadece bu kurum can verdi Susurluğun ekonomik ve sosyal hayatına. Pancar kokusu hayattı, refahtı, canlılıktı o topraklar için.

Ama göremedi Susurluk geleceğini, hep böyle gitmeyeceğini. Fabrikadan aldığı bol maaşı, yeni model arabalara, yazlıklara harcadı. Çocuğunu, yeğenini fabrikaya sokmak için yarıştı yıllar boyu, ama, bir ikinci fabrika, bir üçüncü tesis için çalışmadı. Sonraları kurulan Yörsan'ı bile değerlendiremedi, geçinemedi nedense. O yüzden gençleri benim gibi hep dışarıya, gurbete çıktı. Kalanlarsa yol boyu mola tesislerinde çalışmaya mahkum oldular. İzmit-İzmir otoyolu yapıldığında bu seçeneğin de ömrü tamamlanmış olacak maalesef.

Artık çocukluğumun Susurluğu yok. Pazar günleri şeker fabrikası otobüsü ile sinemasından dünyayı gördüğümüz fabrika bitmiş. Lojmanlarıyla, şeker mahallesiyle bir zamanların canlı, renkli sosyal hayat merkezi Şeker fabrikası adeta terk edilmiş. Makyajı gitmiş, yüzündeki kırışıkları gizleyemeyen eski bir film yıldızı gibi. Duydum ki bu yıl 400.000 ton pancar olursa çalışacakmış. Zannetmiyorum, taşıma suyla değirmen dönmez. Bu sene çalışsa seneye ne olacak ? Yörsan da sahip değiştirmiş, inşallah Susurluk için yararlı olur. Ancak, Susurluk halkının böyle "umut" lardan çok daha fazlasına ihtiyacı var. Hatta sorumlulukları.

Bu imkanın hala var olduğuna inanıyorum. Susurluğun ileri gelenlerinin, yöneticilerinin hiç değilse kendi çocuklarına, gençlerine bakıp artık geleceği düşünme saati geldi diye düşünüyorum. Bakarlarsa, ararlarsa görürler. İnanırlarsa yaparlar, Susurlukta bu gücün derinlerde, biryerlerde beklediğini biliyorum. Çünkü gördüm.

Bundan onbeş yıl önceydi. Yine böyle bir seçim zamanı Şeker fabrikasının kuzey batısını inceliyordum. Balıklıdere'den bir traktörle köyün yaslandığı tepeye çıktık. Amacım yüksek bir noktadan o araziyi görmekti. Düşüncem, arayışım şuydu; Acaba Susurlukta bir organize sanayi bölgesi kurulabilir miydi ? Şeker Fabrikasıyla birlikte yolun üst tarafı, Şeker Mahallesinin arkası sanki bu iş için uygun gibiydi. Gerçi orman arazisi olarak kayıtlıydı ama, çoktan bu vasfını yitirmişti. Şeker fabrikasının da geleceği karanlıktı ve Bandırmaya açılan bu bölgenin komple organize sanayi bölgesi olması Susurluğun umudu olacaktı.

Traktör toprak yoldan bir noktaya kadar çıkabildi, sonra indik ve tepeye doğru yürüdük. Derinden bir kazma sesi geliyordu. Biraz sonra önümüzde kazılmış bir toprak seti belirdi. Yaklaştık, tepenin fabrikaya bakan yamacında L biçiminde 5 x 3 metre uzunluğunda, bir metre eninde bir yer kazılıyordu. Hemen hemen de üç metreye yakın derinde hala kazma sallayan sakallı bir yaşlı gördük. Ufak bir su sızıntısını genişletmeye çalışıyordu. Selam verdik, aldı ama dikkati o sudaydı. Merak etmiştim, değil gençlerin, iş makinasıyla bile cesaret edilemeyecek bir işe kalkışmıştı bu yaşlı adam. Ne yapmaya çalışıyordu acaba ?

"Amca, kolay gelsin. Hayrola, ne yapıyorsun bu dağ başında ?" Yaşlı adam kim bu münasebetsizler der gibi mecburen kalktı, yine de ak sakallı yüzüne yakışan bir gülümsemeyle "Sağolun, şuncağız bir su buldum. Nasipse bir çeşme yapacağım. Kurda, kuşa, insana hayrım olsun." dedi. Nutkum tutuldu, bir adama baktım, bir yaptığı işe, bir de bulunduğu yere. "Sen mi yaptın bunca işi, nasıl yaptın ?" diyebildim. Yaşlı adam bu sefer güldü sözlerime "Beğenemedin mi, gücüm soluğum yerinde çok şükür. Ama yarın ne olacağımı Allah bilir. O yüzden acele ediyorum, kimseden de yardım almadım. Rabbim nasip etti, suyu buldum. Şimdi bu suya bir hazne yaparak boruyla çeşmeye indireceğim. Siz nerdensiniz ? Hayrola, ne arıyorsunuz burda ?"

Hacı İsmail'le öyle tanıştım. O anlattı ben düşündüm, ben anlattım o dua etti. İnsanın gücünü, inanmanın coşkusunu, gelecek için çaba göstermeyi bir kez daha yaşadım o tepede. Aşağıya fabrikaya, Susurluğa doğru bakarken artık çok daha fazla inanıyordum memleketime. Bir piri fani, küçücük bir su kaynağı, bir çeşme için onca kazma sallayıp çaba gösteriyorsa benimkisi neydi ki. Bu ibretlik sahneyi Susurluğun rehavet içindeki ileri gelenlerine, politikacılarına, yöneticilerine göstermek isterdim. Ayrıca, insanına güvenmeyi, aradığı gücü onda bulabileceğini.

Aradan zaman geçti sağsa ellerinden öperim, rabbine kavuştuysa mekanı cennet olsun. Dilerim Susurlukta göreve talip olanlar artık böyle bir vizyon sahibi olurlar. Çok zaman kaybedildi, Susurluk patinaj yaptı yıllar boyu, gençlerimiz ziyan edildi. Artık buna bir son vermek gerek. 

Gölet yapıldı, çaylak suyu orada.Gidip almanızı bekliyor. Susurluğun en büyük sorunu su olmamalı.Yıllar boyu önünü tıkadı, başka şeyler düşünemedin. Bak, artık şehrin Batı kilidi de açıldı. Askeriye gitti. Bandırma Bursa sanayisi Susurluğa doğru geliyor. Yapılacak otoyolu da Susurluk için bir tehditten fırsata dönüştürecek projelere ihtiyaç var. Rehavet zamanı değil, büyük düşünmek, çalışmak ve geleceği inşa etmek vakti. Haydi Susurluk !

ŞİİR VE TÜRKÜ
 albümüne yeni bir fotoğraf ekledi.

10 Şubat 2019


Her gün sabah akşam bulgur pilavı
yemesem olmuyor yesem olmuyor
can boğazdan gelir ata sözleri
demesem olmuyor desem olmuyor

Boğazımdan aşmaz ekmağem yavan
inek süt vermiyor katığım soğan
acep nasıl yaşar bizlerden doğan
gülmesem olmuyor gülsem olmuyor
Baklava böreğimiz evdeki turşu
en büyük dayanak bizlere karşı
pırıl pırıl olmuş şehirle çarşı
giymesem olmuyor giysem olmuyor
Yine yükü yünü tavuğu sattık
anca zor güçele borcu kapattık
sefil çırakmanın hasta olup yattık
ölmesem olmuyor ölsem olmuyor
Neşet Ertaş

Gün batımı/Gün doğumu duyguları
 albümüne yeni bir fotoğraf ekledi.

10 Şubat 2020


O düşmanını bile arkasından pişmanlıkla söyleten Ulu bir Hakan'dı. Allah rahmet etsin...

İşte Feylesof Rıza Tevfik'in tarihi pişmanlık şiiri.

Nerdesin şevketlim, Sultan Hamid Han?
Feryâdım varır mı bârigâhına?
Ölüm uykusundan bir lâhza uyan,
Şu nankör milletin bak günahına.
Târihler ismini andığı zaman,
Sana hak verecek, ey koca Sultan;
Bizdik utanmadan iftira atan,
Asrın en siyâsî Padişâhına.
“Pâdişah hem zâlim, hem deli” dedik,
İhtilâle kıyam etmeli dedik;
Şeytan ne dediyse, biz “beli” dedik;
Çalıştık fitnenin intibahına.
Dîvâne sen değil, meğer bizmişiz,
Bir çürük ipliğe hülyâ dizmişiz.
Sade deli değil, edepsizmişiz.
Tükürdük atalar kıblegâhına.
Sonra cinsi bozuk, ahlâkı fena,
Bir sürü türedi, girdi meydana.
Nerden çıktı bunca veled-i zinâ?
Yuh olsun bunların ham ervâhına!
Bunlar halkı didik didik ettiler,
Katliâma kadar sürüp gittiler.
Saçak öpmeyenler secde ettiler.
Tükürün onların pis külâhına.
Haddi yok, açlıkla derde girenin,
Sehpâ-yı kazâya boyun verenin.
Lanetle anılan cebâbirenin
Bu, rahmet okuttu en küstahına.
Çok kişiye şimdi vatan mezardır,
Herkesin belâdan nasîbi vardır,
Selâmetle eren pek bahtiyardır,
Harab büldânın şen sabahına.
Milliyet dâvâsı fıska büründü,
Ridâ-yı diyanet yerde süründü,
Türkün ruhu zorla âsi göründü,
Hem Peygamberine, hem Allâh’ına.
Rıza Tevfik

Yüreğimin sesi-II-
 albümüne yeni bir fotoğraf ekledi. 

10 Şubat 2023


Yüreğimin güneydoğusuna
Bir acı daha düştü
Geliverdi dipten
Bu defa da apansız
Sarsıldı tüm bedenim
Yaslı halimi anlatmaya
Cümleler yetmiyor
Tarifi yok yaşananların
Tam on il, 13 milyon insan
Soğuk acının harmanında
Yara çok geniş ve derin
Yıkım o kadar büyük ki
Peşpeşe gelen iki darbe için
Rakamlar silik kaldı
Kelimeler kifayetsiz
Binler enkaz altında
Bir o kadarı da üstünde
Ekipler arı gibi adeta
Zamana karşı bir yarış var
Sağ çıkan her can için de sevinç
Felaket büyük evet ama
Dayanışma da öyle
Görülmemiş bir koşturmaca
Herkes orada sanki
Devlet millet elele
Yüreklerimiz aynı, canlar kurtulsun
Yaralılar şifa bulsun, aç açık kalmasın
Kalksın bu millet yine düştüğü yerden
Yüzümüz ak olsun, boynumuz eğilmesin
Allah da böylesini bir daha göstermesin


o



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder