21 Nisan 2024 Pazar

22 Nisan 2024 Pazartesi TORUNLARIMA MEKTUPLAR......................ANILAR 22 Nisan

224 21 Nisan 2015 Salı 21:41 ZAMAN DURAKLARI...........................Peygamberimiz ve çocuk

Peygamberimiz ve çocuk


20 Nisan Pazartesi günü itibariyle üç aylar diye adlandırılan yeni bir maneviyat mevsimine daha girdik. Kameri ay takvime göre Recep, Şaban ve Ramazan ayları kültürümüzde Allah’ın rahmet ve bereketinin bol olduğu, kalplerin imanla dolduğu önemli bir zaman dilimi. 

Bu yıl aynı zamanda Kutlu Doğum Haftasıyla birlikte Recep ayını da karşılamış olduk. Hemen 23 Nisan Perşembeyi Cumaya bağlayan gece de Regâib kandili. Adeta peş peşe gelen feyiz dolu, ışıklı bir zaman durağı kuşağı içindeyiz.

Gerek kutlu doğum, gerekse regaip kandili dolayısıyla Peygamber Efendimizi (sav) anmak, onu ve hikmetli hayatını düşünmek elbette ki kaçınılmaz. Bu yıl Diyanet İşleri Başkanlığı kutlu doğum haftasını 'Hz Peygamber ve birlikte yaşama ahlakı' teması üzerinden anıyor. Gerçekten de ülkemizin, hatta bütün İslam dünyasının hatırlaması gereken, bugün çok ihtiyacımız olan bir meziyet bu.  

Ancak ben, 23 Nisan Bayramımızı da düşünerek bu yıl Peygamber Efendimizin çocuklarla ilişkisi ve örnek davranışları hakkında yazmak istedim. Bu konu üzerinde çalışırken öğrendiklerimle onun engin merhametine, çocuklara olan sevgisine ve mü’minlere ışık tutan önderliğine bir kez daha hayran oldum. 

Anlaşılıyor ki Peygamberimiz (sav), büyüklerle olduğu kadar çocuklarla da çok iyi ilişkiler kurmuş. O bir peygamber olmasının yanında iyilik ve şefkatinde de hiçbir ayırım gözetmemiş adil bir yönetici. Enes b.Malik'in (r.a) deyişiyle “ailesine ve çocuklarına karsı insanların en sefkatlisi” [1] Kendi çocuklarına ve torunlarına gösterdiği sevgi ve şefkatin aynısını, diğer çocuklara da göstermiş büyük bir insan. Kendi çocukları, torunları ve etrafındaki sahabi çocuklarıyla yakından ilgili sınırsız bir hoşgörü ve merhamet dolu bir yüreğe sahip

Resulullah (s.a.v), oğlu İbrahim doğduğunda çok sevinmis, [2]İbrahim'in doğum haberini getiren Ebû Râfi'e de bir köle bağıslamıs.[3] Doğumunun yedinci gününde akika kurbanı olarak bir koç kesmis ve başını tıraş ettirip saçının ağırlığınca gümüşü yoksullara dağıtmış.[4] 

Peygamber Efendimiz öncelikle çok iyi ve müşfik bir baba. Çocuklarına samimi ve içten bir sevgi besliyor, yeri geldikçe de bu sevgiyi gösteriyor. Mesela süt anneye verilen oğlunu sık sık görmeye gider, varınca, oğlunu kucaklar, koklar, öpermiş.[5]

Sadece kendi çocuklarına değil küçük bir kız çocuğu olan Cemre [6] gibi diğer çocuklara karşı da şefkat ve sevgi gösterirmiş. [7] Onun için kendi çocuğu, torunu ya da bir başkası fark etmezmiş. Bütün çocuklara ilgisi ve şefkati aynıymış. [8]

Onun gözünde çocuğun erkeği kızı da olamazmış. Çünkü ona göre ikisi de şefkate ve sevgiye muhtaçmış. Bu anlamda erkek ve kız çocukları arasında kendisi herhangi bir ayırım yapmadığı gibi yapanları da hiç hoş görmemiş. Bu şekilde davrananları uyardığı ve hatalarını düzeltmelerini sağladığı naklediliyor.[9]

İslâmdan önce kız çocuklarının Arapların gözünde hiçbir değerinin olmadığı biliniyor. Kız babası olmayı bir ayıp olarak görürlermiş. "Falan adamın damadı demesinler" diye kızlarını evlendirmek istemez, diri diri toprağa gömerlermiş. Bu vahşeti de atadan, babadan kalma bir âdet olarak görür, uygularlarmış.

İşte bu masumların böyle acımasızca öldürülmelerini büyük bir cinayet olarak görmüş ve bu kötü âdetin bir an önce kaldırılması için mücadele etmiş bir peygamber o. Kendisi kızlarının babası olmakla iftihar ettiği gibi, üç, iki veya bir kızı olup da onları büyütüp yetiştirenleri, İslâmî bir eğitim verenleri Cennetle müjdelemiş.

Peygamberimiz, huzuruna bir kız çocuğu gelirse ona yakın ilgi gösterir ve sevindirirmiş. [10] Kızı Fatıma'yı da çok severmiş. Bir sefere çıkacağı zaman en son ona uğrar, dönüşünde ise önce onun yanına gidermiş. Hz. Fatıma babasını ziyarete geldiğinde ise, Peygamberimiz sevgili kızını karşılamak için ayağa kalkar, alnından öper ve yanına oturturmuş.[11]

Peygamberimiz Hazret-i Fatıma'dan olan iki torununu, Hasan ve Hüseyin’i de çok severmiş. Peygamberimiz vefat ettiğinde Hz. Hasan 7, Hz. Hüseyin 6 yaşındaymış. Yani Peygamberimiz hayatta iken Hasan ve Hüseyin çok küçükmüşler. Onları kucağına alır, omuzuna çıkarır, okşar, sırtında taşır, oyun oynar, isteklerini yerine getirirmiş.

Torunları Hasan ve Hüseyin için: “Onlar benim dünyamdan öpüp kokladığım iki güzel kokularımdır”. Ayrıca, “Çocuk kokusu, cennet kokularındandır” [12]buyurmuşlar.

Bir gün Peygamberimiz minberde hutbe okurken Hasan ve Hüseyin'in düşe kalka mescide girdiklerini görüyor. Konuşmasını yarıda keserek aşağı iniyor, onları tutup bağrına basıyor. "Cenab-ı Hak, 'Mallarınız ve çocuklarınız sizin için birer imtihan vesilesidir' buyururken ne kadar doğru söylemiştir. Onları görünce dayanamadım" dedikten sonra tekrar konuşmasına devam ediyor. [13]

Peygamber Efendimiz secdede iken torununun sırtına çıkmasına izin veren, onun böylece elinden tutup ayağa kalkan ve tekrar rükûa varıncaya kadar da onu sırtında tutan bir dede. [14] Karışmak isteyenleri karışmamaları için işaret ediyor ve namaz bittikten sonra da kucağına alıp seviyor.[15] Oradakiler soruyorlar: "Yâ Resulallah, secdeyi uzatmış olmadınız mı? Peygamber Efendimiz şöyle buyuruyor: "Oğlum sırtıma çıkınca acele etmekten çekindim.” [16]

Ebu Hureyre (r.a.) naklediyor: “Şu iki kulağım duymuş ve şu iki gözüm görmüştür ki, Resulüllah (s.a.v.) iki eliyle Hasan’ın veya Hüseyin’in iki avucunu tutar, sonra torununun iki ayağını kendi ayağı üzerine koyar ve: “Yukarı çık” derdi.  Torunu ayaklarını Resulüllah (s.a.v.)’in göğsüne koyuncaya kadar çıkardı. Sonra Resulüllah (s.a.v.) torununu öper ve: “ Allah’ım ! Bunu sev, çünkü ben seviyorum” buyururdu. [17]

Bizim kültürümüzde bile bazen çocuklarını öpmek, kucaklamak ayıp sayılır. Oysa Peygamber Efendimiz 1400 yıl öncesinden bize çocukları sevmeyi ve öpmeyi öğütlüyor. [18]Kim onları severse beni sevmiş olur” diyebiliyor. Torunlarını omuzuna alıp "Allah'ım bu çocuğu seviyorum, sen de onu sevenleri sev" buyuruyor.

Bir gün bedevinin birisi gelerek Peygamberimize, "Yâ Resulallah, siz çocukları öper misiniz? Biz onları öpmeyiz diyor. Böyle bir suale Peygamberimiz, "Allah senin kalbinden merhamet duygusunu almışsa ben ne yapabilirim?" buyurmuş.

Efendimiz herkese iyi davrandığı gibi çocuklara da iyi davranır, çocukların hoşuna gidecek hiçbir davranıştan sakınmazmış. [19] Onları memnun etmek için dediklerini yapar, mutlaka kalbini kazanırmış. [20]Omuzunda çocuk taşımaktan utanç duymuyor, aksine bununla iftihar ediyormuş.[21] O kadar şefkatli ve hoşgörülü imiş ki, bebekler ve küçük yaştaki çocuklar kucağını ıslatsalar dahi onları anlayışla karşılar, işlerini bitirinceye kadar kendi hallerine bırakırmış.[22]
 
Bazı kimseler, Peygamberimiz (s.a.v.) 'in çocuklarla oyun oynamasını, onlarla ilgilenmesini ve onları bu derece sevmesini anlamıyorlarmış. Hatta bazı kimseler, Peygamberimizin Sahabî çocuklarını okşayıp öpmesini garip karşılıyorlar, kendilerinde olmayan bu güzel huyun, en güzel şekilde Peygamberimizde görülmesini tam olarak anlayamıyorlarmış.

Bu konuda Ebu Hureyre (r.a) den nakledilen bir hadisi şerife göre: "Bir defasında Akra bin Habis, Peygamberimizi, Hz. Hasan'ı öperken görmüş ve şöyle demiş: "Benim on çocuğum var. Şimdiye kadar hiçbirini öpmedim. Bunun üzerine Peygamberimiz, "Merhamet etmeyene merhamet olunmaz" buyurmuşlar." [23]

Peygamberimiz kendi yaşamında insanlara merhamet ve şefkat duygusunun en açık görüldüğü yerin, çocuk sevgisinde ve onlara gösterilen şefkatte bulunduğunu göstermiş bulunuyor. [24]Çocuğu sevip öpmenin çok büyük bir sevap olduğunu da yine ondan öğreniyoruz: "Çocuklarınızı çok öpün. Çünkü her öpücük için size Cennette bir derece verilir ki, iki derece arasında beşyüz senelik mesafe vardır. Melekler öpücüklerinizi sayarlar ve sizin defterinize sevap yazarlar."

Peygamberimiz (s.a.v.), ayrıca mü’minlere, çocukları arasında adaletle davranmalarını hatırlatmış ve şöyle buyurmuşlar: “Allah'tan korkun. Çocuklarınızın size itaatli olmalarını istediğiniz gibi siz de onların aralarında adaletle davranınız.” [25] Hatta çocukları sevmede dahi adaletli olmamızı tavsiye etmiş.[26] Bu konuda da şöyle buyurmuşlar: “Allah öpücüğe varıncaya kadar her hususta çocuklar arasında adaletli davranmanızı sever” [27]

Peygamberimiz çocuklara gösterdiği şefkatte din ayırımı bile yapmazmış. Nitekim bir Yahudinin çocuğunun hastalandığını duyduğunda o çocuğu ziyarete gittiği, ona Müslüman olması için telkinde bulunduğu naklediliyor. Çocuk, Müslüman olmak için babasından izin istemiş ve Müslüman olmuş.

Peygamberimiz çocuklar arasında sevgide eşit davranılmasını istediği gibi, bağış, hediye, ikram ve hibe konularında da eşit davranılmasını istermiş.[28] Kalbinin katılığından şikayetçi olan birisine: "Yetimin başını okşamayı, onları sevmeyi ve onlara ikrâm etmeyi'' öğütlemiş. [29]

Peygamberimizin çocuklara olan şefkati ve sevgisi bambaşkaymış. Bir çocuk gördüğü zaman Peygamberimizin mübarek yüzünü neşe ve sevinç kaplar, onu tutar, kollarının arasına alır, kucaklar, okşar, sever ve öpermiş. Çocuklarla o kadar içice imiş ki, bir defasında yarış yapan çocukları görmüş ve onların neşesine katılmak için birlikte koşmuş.

Ayrıca, Hz. Peygamber Efendimiz, çocuklara adeta yetişkin bir insan muamelesi yaparmış. Çok sevdiği Umeyr adında küçük kuşu ölmüs olan bir çocuğa “Ya Eba Umeyr, (Ey Umeyrin babası !) küçük kuşun ne oldu?” diye hal hatır sorduğunu, onu üzgün görünce de teselli ettiğini biliyoruz. [30]
 
Gördüğü ve karşılaştığı her çocuğa selâm verir, hal hatır sorar, hastalandıklarında ziyaretlerine gider, saçlarını okşar ve onlara ikrâmda bulunurmuş. Bazen de çocukları atının terkisine alır, gidecekleri yere kadar götürürmüş. 

Çocuklarla arkadaşça konuştuğu, onların yanında çocuklaşıp, anlayış seviyelerine göre sohbet ettiği ve öğütler verdiği rivayet ediliyor. [31]

Çocuklara karşı bir çocuk gibi davranır, zaman zaman onlarla şakalaşır, eğlenir, omzuna sırtına bindirirmiş. Onları azarladığı asla görülmemiş. Hayatında hiç bir çocuğu üzmemiş ve kalbini kırmamış. Bu sebeple de onların dünyalarına girebilmeyi çok iyi başarırmış.[32] 

Mesela küçük Mahzure de tüm çocuklar gibi dışarıda oyun oynarken oyun esnasında müezzin taklidi yaparak, alaylı bir şekilde ezan okuyormuş. Oradan geçmekte olan Hz. Peygamber çocuğun yanına gitmiş ve: “Haydi bir ezan da bana oku!” demiş. Mahzure ne yaptığının farkına varmış, pişman olmuş ve utanmış. Bütün gayretini göstererek güzel bir ezan okumuş.  Hz. Peygamber onun birkaç yanlışını düzeltmiş ve çocuğun sırtını sıvazlayıp: “Mübarek olsun!” demiş. Mahzure şaşkın; kızılmayı beklerken lütuf ve ikram görmüş, bir de dua almış.

Peygamber (s.a.v.) kendi torunlarıyla olduğu gibi diğer çocuklarla da şakalaşır [33] ve onları bir taraftan eğlendirirken diğer taraftan da eğitirmiş. Onlara namaz kıldırdığı bile rivayet ediliyor. [34]

Peygamber Efendimiz çocukların ağlamalarına dayanamaz, onların susturulmasını, yorulmamasını istermiş. Sevgisi, şefkati ve hoşgörüsünün sınırı yokmuş. Bu konuda: “Yaramazlık yapan çocuklara hemen müdahale etmeyiniz” ve yine, “Çocukların küçüklüğündeki yaramazlığı, büyüdüğü zaman aklının çok, zeki olacağına bir alamettir” şeklinde konuştuğu rivayet ediliyor. 

Bu konuda hanımlarına sıkı sıkıya tembih eder, Hüseyin'den söz ederek, "Bu çocuğu ağlatmayın" dermiş. Ağlayan çocuğun susturulması konusunda da şöyle buyurmuş: "Kim ağlayan çocuğunu susturuncaya kadar gönüllerse, Cenab-ı Hak ona Cennette memnun olacağı kadar nimet verir."

Peygamberimiz Mescitte namaz kıldırırken cemaatte çocuklu anneler de bulunurmuş. Öyle ki, bazen ağlayan bir çocuk sesi duysa namazını kısaltır, annenin çocukla meşgul olmasına imkân verirmiş.[35]

Peygamberimiz (s.a.v.) çocukların eğitilmeleri ve güzel ahlak ile terbiye edilmeleri konusunda da şöyle buyurmuş: "Bir baba çocuğuna güzel ahlaktan daha üstün bir miras bırakamaz.[36]Çocuğun, babası üzerindeki haklarından birisi de, ismini ve edebini güzel yapmasıdır.[37] Bu konuda Yusuf b. Abdullah (r.a.)'ın naklettiğine göre, Hz.Peygamber (s.a.v.) onu kucağına oturtmuş, başını okşamış ve Yusuf ismini vermiş. [38]

Biliniyor ki bir çocuğa en çok annesi şefkat gösterir. O yüzden bir hadis-i şerifte annenin çocuğuna gösterdiği şefkatten dolayı büyük sevap kazanacağı müjdelenmiş bulunuyor. [39]

İnsanlık örneğimiz ve iki cihan önderimiz, çocukların eğitimiyle de yakından ilgilenmiş; onların hayırlı bir nesil olarak yetişmelerine çok büyük ehemmiyet vermiş. "Çocuklarınıza iyi bakınız! Onları güzel terbiye ediniz.[40]] "Çocuğu güzel terbiye etmek ve ona güzel bir isim vermek, evlâdın baba üzerindeki hakIarındandır.'' [41] şeklinde bugüne erişen öğütleri var.  

Küçük yaşta Rasululah'a hizmet etmeye başlayan Enes (r.a.) “O insanların en güzel huylusuydu” diyor. [42] Hz. Aişe (r.a.) validemiz de şöyle söylüyor: “Resulüllah (s.a.v.)’in Allah yolunda savaş hali dışında, ne bir kadına, ne de bir hizmetçiye, kısacası hiçbir kimseye el kaldırdığını görmedim”. [43]

Peygamberimizin barış zamanındaki bu güzel davranışları savaş esnasında da değişmezmiş. Savaş sırasında çocukların öldürülmemesini öğütler, onlara iyi davranılmasını tembih edermiş.[44] 

Çünkü, çocukların babası gayr-i müslim de olsa, kendileri erginlik çağına gelmedikçe mükellef sayılmıyor. İslâm fıtratı üzere doğdukları için, hangi dinden olurlarsa olsunlar masum kabul ediliyorlarmış.

Aradan geçen 15 asra yakın bir zaman sonra bile onun hayatından, güzel ahlakından ve örnek davranışlarından hala çok şey öğreniyoruz. 

Üç aylarınız, Recep ayınız, kutlu doğum haftanız, 23 nisan bayramınız ve Regaip kandiliniz kutlu olsun. Rabbim bizi zulmet karanlıklarında bırakmasın, her şeyde olduğu gibi çocuklar hususunda da kalbimizi katılaştırmasın inşallah. Çocuk seslerinin olmadığı bir dünyada insanoğlunun ne kıymeti olabilir ki ? İşte görüyorsunuz; onları sevmek, şefkat ve merhamet göstermek peygamber sünneti. Onun izinde gitmek de insan olmakla eş anlamlı. 


[1]  Münavî, Feyzu’l-Kadir, V, 167
[2]  Onu kucagına alıp Hz. Âise'ye götürerek: “Şuna bir bak! Nasıl, bana benziyor mu?” diye sevincini ortaya koymustur. (İbn Sa'd, et-Tabakatü’l-Kübra, I, 137)
[3]  İbn Abdilber, ed-Dürer fihtisari’l-Megazi ve’s-Siyer, I, 54
[4]  İbn Sa'd, age., I, 135; İbn Esir, Üsüdü'l-gâbe , I, 49.
[5] Hz. Enes diyor ki: "Çoluk çocuğuna Peygamberimizden daha şefkatli bir kimseyi görmedim. Oğlu İbrahim'in—Medine'nin— Avali semtinde oturan bir süt annesi vardı. Beraberinde ben de bulunduğum halde Resulullah sık sık oğlunu görmeye giderdi. Varınca, demircinin duman dolu evine girer, oğlunu kucaklar, koklar, öper ve bir süre sonra da dönerdi."
[6] Cemre küçük bir çocuk. Babası alıp onu Peygamberimiz (s.a.v.)'in  huzuruna götürüyor: "Yâ Resulallah, şu kızım için Allah'a bereketle dua eder misiniz?" Peygamber Efendimiz Cemre'yi kucağına oturtuyor, elini başına koyuyor ve bereketle dua ediyor.
[7] Peygamberimizin hizmetçisi Hz. Zeyd'in oğlu Üsame anlatıyor: "Resulullah bir dizine beni, bir dizine de torunu Hasan'ı oturtur; sonra ikimizi birden bağrına basar ve 'Ya Rabbi, bunlara rahmet et. Çünkü ben bunlara karşı merhametliyim' diye dua ederdi." (Buhârî, Edep; 22)
[8] Buhârî, Edep; 22
[9] Enes bin Mâlik anlatıyor: "Peygamberimizin yanında bir adam oturuyordu. Bir ara adamın erkek çocuğu geldi. Adam çocuğu aldı dizlerine oturttu. Az sonra bir de kız çocuğu geldi. Onu da yanına oturttu. "Peygamber Efendimiz adama sordu: "Niçin ikisini bir tutmadın?"
[10] Halid bin Said, Peygamberimizi ziyarete geldiğinde yanında küçük kızı da vardı. Habeşistan'da doğduğu için, Peygamberimiz ona ayrı bir yakınlık gösterirdi. Çocuk kalktı, Peygamberimizin sırtında bulunan peygamberlik mührüyle oynadı. Babası yanına çekmek istedi, fakat Peygamberimiz çocuğun kalbinin kırılmaması için babasına engel oldu. Bir seferinde Peygamberimizin eline işlemeli bir kumaş parçası geçmişti. Hz. Halid'in kızını çağırttı ve ona verdi, sevindirdi.
[11] Peygamber Efendimiz, Hz. Fâtıma huzuruna girdiginde kalkar, elini tutar, kendisini öper ve yanına oturturdu. Fâtıma (r.a) da muhterem babasına aynı sekilde mukâbele ederdi. (Ebû Dâvûd, Edeb, 143-144)
[12] Buhârî, Menâkıp; 22
[13] Hz. Enes de kendi gördüklerini şöyle dile getiriyor: "Peygamberimizi hutbe okurken gördüm, Hasan dizinin üstündeydi. Ne söyleyecekse halka söylüyor, sonra eğilip çocuğu öpüyor ve 'Ben bunu seviyorum' diyordu."
[14] Hz. Zübeyir anlatıyor: "Bir gün gözümle gördüm. Peygamber Efendimiz secdede iken Hasan geldi, sırtına bindi. Çocuk kendiliğinden ininceye kadar Peygamber Efendimiz de onu indirmedi. Peygamber Efendimiz namazda iken bacaklarını açar, Hasan da bir taraftan girer, öbür taraftan çıkardı."
[15] Abdullah bin Mes'ud anlatıyor: "Peygamber Efendimiz namaz kılarken secdeye varınca Hasan ve Hüseyin geldiler, sırtına bindiler. Oradakiler karışmak isteyince, Peygamber Efendimiz onlara karışmamaları için işaret etti. Namaz bittikten sonra da kucağına aldı ve şöyle buyurdu: "Kim beni seviyorsa, bunların ikisini de sevsin."
[16] Enes bin Mâlik anlatıyor: "Bir defasında Peygamber Efendimiz secdede iken Hasan ve Hüseyin geldiler, sırtına çıktılar. İninceye kadar Peygamberimiz secdeyi uzattı. "Oradakiler sordu: "Yâ Resulallah, secdeyi uzatmış olmadınız mı?" "Peygamber Efendimiz buyurdular ki: "Oğlum sırtıma çıkınca acele etmekten çekindim." Bu hususta bir başka Sahabî de şöyle anlatıyor: "Hz. Hasan ve Hüseyin sırtında olduğu halde Peygamber Efendimiz camiye geldi. Öne geçti, çocuğu sağ yanına bıraktı. Namaza durdu. Peygamberimiz secdeye vardı. Secdeyi o kadar uzattı ki, cemaat arasından başımı kaldırdım, baktım. Bir de ne göreyim? Peygamberimiz secdede, çocuk sırtına çıkmış duruyor. Tekrar döndüm, başımı secdeye koydum. Namaz bitince halk sordu: "Yâ Resulallah, bu namazda öyle uzun bir secde yaptınız ki, şimdiye kadar sizden böyle bir şey görmedik. Bu şekilde hareket etmeniz mi emredildi, yoksa bir vahiy mi aldınız?" "Hayır, bunların hiçbiri olmadı. Ancak oğlum sırtıma çıkmıştı, kendiliğinden ininceye kadar acele ettirmeyi uygun görmedim."
[17] Buhârî, Edebü’l-Müfred; 249 
[18] Ebû Hüreyre anlatıyor: "Peygamber Efendimiz bir gün bir omuzunda Hasan, diğer omuzunda Hüseyin olduğu halde geldi. Yanımıza varıncaya kadar bir onu öpüyor, bir de diğerim öpüyordu." "Yâ Resulallah, anlaşılan onları çok seviyorsunuz" dedik. "Evet, severim. Kim onları severse beni sevmiş, kim onlara kin tutmuşsa, bana kin tutmuş olur" buyurdular.
[19] Peygamber Efendimiz çocuklarla oyunlar oynar, onların hoslarına gidecek bazı lakaplar takarak sakalasır ve onları eglendirmeye çalısırdı (Buharî, İlim, 18)
[20] Onları kucagına oturtur, oksayıp bagrına basar, omzuna ya da sırtına bindirirdi.(Buharî, Fadailü’s-Sahabe, 22; Tirmizi, Menakıb, 9)
[21] Bir seferinde Hz. Hasan'ı omuzuna almış, gidiyordu. Bir adam kendisini bu halde görünce, Hasan'a; "Ey çocuk, bindiğin binek ne güzeldir" dedi. Peygamberimiz de cevap verdi: "O da ne güzel binicidir."
[22] Peygamberimizin torunu Hüseyin, sütannesi Ümmü-fadl'ın yanındaydı. Bir defasında Peygamberimiz Hüseyin'i görmeye gitti. Ümmüfadl der ki: "Hüseyin'i emziriyordum. Resulullah yanıma geldi. Çocuğu istedi, verdim. Çocuk hemen üzerine akıttı. Almak için elimi uzattım. 'Çocuğun işemesini kesme'dedi. Sonra bir bardak su istedi ve çocuğun ıslattığı yere döktü."
[23]  Buhârî, Edep; 18; Müslim, Fedâil, 56
[24] Ebû Hüreyre anlatıyor: "Adamın biri Peygamber Efendimizin huzuruna geldi. Yanında da bir erkek çocuğu vardı. Adam ikide bir çocuğu kucağına alıyor ve seviyordu. Peygamber Efendimiz sordu: "Bu çocuğa şefkat gösteriyor musun?" "Evet, yâ Resulallah." "Sen buna nasıl şefkat gösteriyorsan, Allah da senin şefkatinden daha çok şefkat eder."
[25] Tirmizî, Birr; 33  
[26] Hazret-i Ali anlatıyor: "Peygamber Efendimiz bize ziyarete gelmişti. O gece bizde kaldı. Hasan ve Hüseyin de uyuyorlardı. Bir ara Hasan su istedi. Peygamberimiz hemen kalktı ve su kırbasından bir bardak su aldı, çocuğa vermek için getirmişti ki, o sırada Hüseyin de uyandı. Hüseyin bardağa uzandı ve su içmek istedi. Peygamberimiz suyu Hüseyin'e vermedi, önce Hasan'a verdi. "Bunun üzerine Fatıma dayanamadı ve 'Hasan'ı Hüseyin'den çok seviyorsunuz gibi...' dedi. "Peygamberimiz, 'Hayır, suyu önce Hasan istedi' buyurdular."
[27] Sahih-i Buhârî Tam Metni, II, 411
[28] Numan bin Beşîr anlatıyor: "Babam malından bir şeyler hibe etmişti. Annem, 'Bu hibeye Peygamberimizi şahit tutmazsan kabul etmem' dedi. "Bunun üzerine bana yaptığı hibeye şahitlik yapması için babam beni alarak Peygamberimize gittik. Durumu öğrenen Peygamberimiz: "Başka çocukların var mı?' diye sordu. "Babam, 'Evet, var' dedi. "Bütün çocuklarına aynı şekilde hibede bulundun mu?" "Babam, 'hayır' dedi. "Allah'tan korkun, çocuklarınız arasında eşit davranın.' "Babam Peygamberimizin huzurundan çıktıktan sonra bana yaptığı hibeden vazgeçti." (Müslim, Hibât; 13)
[29] İbn-i Hanbel, II, 263, 387 
[30] Enes b.Malik (r.a) Rasulullah’ın çocuklarla karsılastıgı zaman onlara: “es-Selamü aleyküm ya sıbyan” (Selam size ey çocuklar) diye selam verdigini; çok sevdigi küçük kusu ölmüs olan kardesine ise “Ya Eba Umeyr, küçük kusun ne oldu?” diye hal hatır sordugunu, onu üzgün görünce de teselli ettigini nakleder.8 (Buharî, Edeb, 81; Müslim, Edeb, 30)
[31] Bazen Efendimiz (s.a.v.) bizdeyken namaz vakti gelirdi. O hemen altındaki yaygının süpürülüp üzerine su serpilmesini emrederdi. Sonra namaza durur, biz de arkasında saf bağlardık ve bize namaz kıldırırdı”. (Buhârî, Edep; 112)
[32] Buharî, Edeb, 81; Müslim, Selam, 15.
[33] Muhammed bin Rebi (r.a.) anlatıyor:  “Ben beş yaşlarında iken Resulüllah (s.a.v.)’in evimizdeki kovadan ağzına aldığı suyu yüzüme püskürttüğünü hatırlarım”. (Buhârî, İlim; 18; Müslim, Mesâcid, 265)
[34] Cabir b. Semure (r.a.) şöyle anlatıyor: “ Resulullah (s.a.v.) ile ilk defa namaz kıldım. Sonra Peygamber (s.a.v.) ehline gitti. Onunla ben de çıktım. Onu bir kısım çocuklar karşıladı. Derken onların yanaklarını bir bir okşamaya başladı. Benim yanağımı da okşadı. Elinde bir serinlik ve hoş bir koku hissettim. Mübarek elini sanki atar havanından yeni çıkarmış gibi misk kokuyordu”.(Kütüb-i Sitte, 5552)
[35] Sahabîlerin bu husustaki anlatımı şöyle: "Resulullah bize sabah namazını kıldırmıştı. Namazda iki kısa sûre okudu. Namaz bitince Ebû Said el-Hudrî sordu: "Yâ Resulallah bugün daha önce yapmadığınız bir şekilde namazı kısa kıldırdınız..." "Peygamberimiz şöyle açıkladı: "Geride kadınlar safındaki çocuk sesini duymadın mı? Annesinin onunla ilgilenmesini temin edeyim dedim."
[36] Buhârî, Edep; 22; İbn-i Mâce, Edep; 3
[37] Kütüb-i Sitte  
[38] Edebü’l-Müfred, I, 461
[39] Bir gün fakir bir kadın iki kızı ile Hz. Âişe'yi ziyarete gelmişti. Hz. Âişe de evde onlara ikram için bir tek hurmadan başka verecek bir şey bulamamıştı. O hurmayı anneye verdi. Anne de hurmayı ikiye bölerek çocuklarına yedirdi. Hz. Âişe bu durumu Peygamberimize anlatınca, Peygamberimiz o kadın için şu müjdeyi verdi: "Çocukları hakkıyla sevmek ve onları korumak, Cehennemden kurtuluşa vesiledir."
[40] Ebû Davut, Cihâd; 69; İbn-i Mâce, Edep; 3
[41] Sahih-i Buhârî Tam Metni, II, 411
[42] "Ben Resulüllah (s.a.v.)’in ellerinden daha yumuşak ne bir atlasa ne de bir ipeğe dokunmadım. Allah Resulü’nun kokusundan daha hoş bir rayiha koklamadım. Resulüllah (s.a.v.)’e tam on yıl hizmet ettim. Bana bir defa bile olsun öf dahi demedi. Yaptığım bir işten dolayı ‘niye böyle yaptın?’ demediği gibi, yapmadığım bir şey sebebiyle de ‘şöyle yapsan olmaz mıydı?’ demedi. O insanların en güzel huylusuydu.”(Buhârî, Savm; 53; Müslim, Fedâil; 52, 82)
[43] Münâvî, IV, 310 [19] Müslim; Fedâil; 79
[44] Bir savaş esnasında birkaç çocuk iki tarafın arasında kalmış ve öldürülmüşlerdi. Peygamberimiz bu hadiseye çok üzüldü. Sahabîler, "Ya Resulallah, onlar müşrik çocuklarıdır, niçin üzülüyorsunuz?" diye sordular. Peygamberimiz, "Onlar doğdukları gibi duruyorlar. Sakın çocukları öldürmeyin, aman çocukları katletmeyin. Her can ilk yaratılışta tertemizdir" buyurarak konuya dikkatlerini çekti.

Yilmaz Yalcın
, Yüreğimin sesi-I- albümüne yeni bir fotoğraf ekledi.

22 Nisan 2016


Bir yol ki ince, uzun, nazlıca

Kıvrılıp gidiyor oynak tasasız.

Bir yanı orman; yeşil, karanlık

Öbür yanı masmavi; dipsiz bucaksız.

Cambazın ipi var sanki önümde

Şuh sesler duyarım; dertsiz, kaygısız.

İnsanım elbet, cezbeder ruhumu her güzellik

Özgürüm, yürüsem gitsem derim

ne var ki bu seferde ?

Bir yandan da korkar ürkerim

her kavis her dönüşte.

Sorarım: Bu davetkar çağrıya uyup gidenler

Ne oldu ki acep, şimdi nerdeler ?


Yilmaz Yalcın
Biraz da gülümseyelim albümüne yeni bir fotoğraf ekledi.

22 Nisan 2018


ANNE VE KAYNANA FARKI

🙂 🙂
Yaşını başını almış iki eski arkadaş hanımefendi yolda karşılaşmışlar. Hal hatır sormuşlar.Sıra çocuklarına gelmiş.“Senin oğlan nasıl, evlendi mi?” diye sormuş biri, “Evlendi” demiş öteki,“evlendi ama ah, sorma, öyle bir gelin çıktı ki, felâket!.. “Sabahtan akşama çalışıyor, evde doğru dürüst yemek pişmiyor, yorgun olduğu zaman oğluma yemek pişirttiriyor. Bazen sabah kahvaltısını bile oğlum hazırlıyor. Ne dikiş var, ne ütü. Bir kadın bulmuş, bütün işi ona yaptırtıyor. Evde prensesler gibi oturuyor, oğlum için özel hiçbir şey yapmıyor, çok üzgünüm, çok…”
“Vah vah” demiş arkadaşı, “peki kızın nasıl, o da evlendi mi?”… “O da evlendi” demiş arkadaşı, “ama o çok mutlu, öyle iyi bir damadım var ki, kızımın elini sıcak sudan soğuk suya sokturmuyor. Kızım çalıştığı için çok yoruluyor, çoğu akşam, yemekleri beraber pişiriyorlar, hatta bazen damadım hazırlıyor. İnanır mısın öyle iyi bir çocuk ki tatil günlerinde kahvaltısını kızımın yatağına götürüyor. Bir kadın bulmuşlar, evin bütün işlerini o yapıyor, kızım evde hiç yorulmuyor, prensesler gibi oturuyor, kocası da ondan iş beklemiyor, çok memnunum, Çooookkkk… 🙂 🙂

 

22 Nisan 2018 Pazar 22:17 ZAMAN DURAKLARI.........................23 Nisan

Torunum Ece Mercan'a...
23 Nisan

Pazartesi günü Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin  23 Nisan 1920’deki açılışının 98. yılı.

Gazeteci Murat Bardakçı bundan 2 yıl önce, 21 Nisan 1920'de Mustafa Kemal imzası ile Anadolu'daki bütün askeri birliklere ve sivil idarecilere yönelik yayımlanan telgrafının ATASE arşivinden el ettiği orijinalini yayınlamıştı.

http://www.haberturk.com/gundem/haber/1229203-mustafa-kemal-meclisin-namazlarla-dualarla-acilmasini-emretmisti 

Törenlerin şekli konusunda Mustafa Kemal Paşa'ya ait olan ve Nutuk'un eski harflerle ilk baskısında matbaa harfleriyle ve sadece maddeleri yeralan emrin orijinali 96 yıl boyunca yayınlanmamıştı.

Mustafa Kemal Paşa'nın 20. Kolordu Kurmay Başkanlığı Birinci Şubesi vasıtası ile ve 607 numara ile gönderdiği emrin aslı, kısa adı ATASE olan askerî arşivde, yani Genelkurmay Askerî Tarih ve Stratejik Etüd Daire Başkanlığı'nda muhafaza ediliyor. Mesajda; Meclis açılışından önce yapılması gereken dini merasimlerin ne şekilde icra edileceği ayrıntıları ile yer alıyor. 

İşte Mustafa Kemal Paşa'nın Büyük Millet Meclisi'nin açılacağına dair 21 Nisan1920'de Heyet-i Temsiliyye adına çektiği telgraf: 

“Allah'ın cömert ihsanı ile Nisan'ın yirmiüçüncü cuma günü, cuma namazından sonra Ankara'da Büyük Millet Meclisi açılacaktır..Vatanın istiklâli, hilâfet ve saltanatın kurtarılması gibi en mühim ve hayatî görevleri ifâ edecek olan Büyük Millet Meclisi'nin açılış gününü Cuma'ya tesadüf ettirmekle o günün mübarek olmasından istifade için açılıştan önce bütün milletvekilleri ile Hacı Bayram Velî Câmi-i Şerîfi'nde Cuma namazı kılınarak Kur'an'ın nurlarından ve salâttan feyzalınacaktır. Namazdan sonra sakal-ı şerif ve sancak-ı şerif taşınarak daireye gidilecektir. 

İçeriye girilmeden önce bir dua okunacak ve kurbanlar kesilecektir. Tören sırasında camiden Meclis'e kadar Kolordu Kumandanlığı tarafından askerî birliklere özel tertibat aldırılacaktır. O günün kudsiyetini sonsuza kadar ulaştırmak maksadıyla bugünden itibaren vilâyet merkezinde Vali Beyefendi Hazretleri'nin düzenlemesi ile hatim indirtilip Buhârî-i Şerîf okutulacak, hatmin geri kalan kısmı Cuma namazından sonra Meclis'in önünde tamamlanacaktır. 

Kutsal ve yaralı vatanımızın her köşesinde aynı şekilde bugünden başlayarak Buhârîler okunup hatimler indirilecek, Cuma günü ezandan önce minarelerde salâvâtlar getirilecek, hutbede halifemiz padişahımız efendimizin (Sultan Vahideddin'in) ismi zikredilirken padişahın ve teb'anın biran önce kurtulup saadete ermesi duası da ilâveten okunacaktır. 

Cuma namazının kılınmasından sonra hatim tamamlanarak hilâfet ve saltanat ile vatanın her tarafının kurtulması maksadıyla yapılan millî çalışmaların önemi ve kutsallığı, milletin her ferdinin vekillerinden meydana gelen Büyük Millet Meclisi'nin yapacağı vatanî vazifeyi ifa mecburiyeti hakkında öğütler verilecektir. Daha sonra halîfe ve pâdişâhımızın, din ve devletimizin, vatan ve milletimizin kurtuluşu, selâmeti ve istiklâli için dua edilecektir. 

Bu dinî ve vatanî merasimin tamamlanıp camilerden çıkılmasından sonra Osmanlı topraklarının her tarafından hükümet makamına gelinerek Meclis'in açılmasından dolayı resmî tebrikler sunulacaktır. 

Yine her tarafta Cuma namazından önce uygun şekilde Mevlid-i Şerîf okunacaktır. 

İşbu tebliğin hemen yayınlanıp gönderilmesi için bütün vasıtalara başvurulacak ve hızlı bir şekilde en ücra köylere, en küçük askerî kıt'alara ve memleketin bütün kuruluşlarına ve müesseselerine yollanması sağlanacaktır. 

Ayrıca büyük levhalar hâlinde her tarafa asılacak ve mümkün olan yerlerde bastırılıp bedava olarak dağıtılacaktır. Cenâb-ı Hak'ka tam bir muvaffakiyet için niyaz edip yalvarıyoruz. Temsil Heyeti adına Mustafa Kemal”.

Mustafa Kemal Paşa, daha önce yayımladığı genelge ile Meclis’in 21 Nisan 1920 Çarşamba günü açılacağını bildirmişken, İstanbul Hükümeti’nin Şeyhülislama yayımlattığı “Bunlar Bolşevik’tir, dinsizdir” fetvasını boşa çıkarmak için bu açılışı iki gün sonrasına, yani 23 Nisan Cuma gününe ertelemişti

Böylece o gün bütün camilerde cuma namazının kılınacağını hesaba katarak toplanan kalabalıklar yeni Meclis’in açılışını selamlayabilecek, dinî törenlerle, hatim indirilerek ve mevlit okunarak kutlayabilecekti. 

Gerçekten de, Heyet- i Temsiliye Başkanı olarak Mustafa Kemal Paşa'nın memlekete yayınladığı bu telgrafta da belirtildiği üzere bütün vilayetlerde Kur'an-ı Kerim hatimleri yapıldı ve Buhari-i Şerifler okundu

Cuma ezanından önce minarelerden salavatlar okundu ve hutbelerde Sultan Vahidüddin'in adı zikredilerek kendisinin ve vatanın kurtuluşu için dualar edildi. 

Mustafa Kemal Paşa'da dahil olmak üzere tüm mebuslar ve Ankara halkı, Hacı Bayram-ı Veli Cami'nde kılınan namazdan sonra sakal-ı şerif ve sancak-ı şerif eşliğinde Meclis binasına giden yol boyunca dizili askerler arasından geçerek bina önüne geldi. 

Meclis önünde, okunan hatimler ve Buhariler tamamlanarak dua edildi ve kurbanlar kesildi. Böylece Büyük Millet Meclisi saat 13. 45'te en yaşlı üye Sinop Mebusu Şerif Bey'in nutkuyla açılmış oldu.

Bu bayram, TBMM'nin açılışının birinci yılında kutlanmaya başlanan 23 Nisan Millî Bayramı ve 1 Kasım 1922'de saltanatın kaldırılmasıyla, önce 1 Kasım olarak kabul edilen, sonra 1935'te 23 Nisan Millî Bayramı'yla birleştirilen Hâkimiyet-i Milliye Bayramı ile Himaye-i Etfal Cemiyeti'nin 1927'de ilan ettiği ve ilki Atatürk'ün himayesinde düzenlenen 23 Nisan Çocuk Bayramı'nın kendiliğinden birleşmesiyle oluştu.

Atatürk, 23 Nisan 1924'te '23 Nisan' gününün bayram olarak kutlanmasını istemiş, bu tarihten 5 yıl sonra 23 Nisan 1929’da  da bu bayramı çocuklara armağan etmiş. Böylece 23 Nisan 1929 yılından bu yana Çocuk Bayramı olarak kutlanıyor.

1980 darbesi döneminde Millî Güvenlik Konseyi, bu bayrama resmî olarak "23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı" adını verdi. 

1979'da, ilk olarak altı ülkenin katılmasıyla uluslararası boyuta taşınan bu millî bayramımıza, ortalama olarak her yıl kırkın üzerinde ülkeden gelen ve Türk çocuklarının misafiri olan yabancı ülke çocukları katılıyor. Türkiye Dünya’da çocuklarına bayram hediye eden ve bu bayramı bütün dünya ile paylaşan ilk ve tek ülke.

Çocuk Bayramı savaş sırasında yetim ve öksüz kalan yoksul çocukların bir bahar şenliği ortamında sevindirilmesi amacını taşımaktaydı. Türkiye Radyo Televizyon Kurumu, UNESCO'nun 1979'u Çocuk yılı olarak duyurmasının ardından, 23 Nisan Çocuk Şenliği'ni uluslararası düzeye taşımış oldu.

Günümüzde bayrama birçok ülkeden çocuklar katılmakta, çeşitli gösteriler hazırlanmakta, okullarda törenler ve çeşitli etkinlikler düzenlenmektedir. Ayrıca 1933'te Atatürk'le başlayan çocukları makama kabul etme geleneği günümüzde çocukların kısa süreliğine devlet kurumlarının başındaki memurların yerine geçmesi şeklinde devam ediyor.

23 Nisan 1920, Türk milletinin iradesini temsil eden Birinci Büyük Millet Meclisi’nin açıldığı ve Türk halkının egemenliğini ilân ettiği tarih. Türk milletinin gelecek nesillere armağan ettiği bağımsızlığın ifadesi olan bir bayram. Her yıl yurdumuzda, yurtdışındaki temsilciliklerimizde, bütün kurumlarımızda, alanlarda ve okullarımızda çeşitli etkinliklerle kutlanarak 7 den 77'ye millî birliğimizin kenetlenmesini sağlamaktadır.

23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı milletimize ve bütün çocuklara kutlu olsun.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder