Eş-Şekûr/Allahümme Rabbenağfirli
Bugün üç ayların 38.ncisi, Corona günlerinin de 375.ncisi. İnşallah üç aylar boyunca her gün bir “esma”yı anarak ve namazda okunan sure, dua ve zikirleri öğrenerek bu manevi süreci değerlendirmeye devam ediyorum.
Sırada Esma ül Hüsna’nın otuzsekizincisi “Eş-Şekûr’' var. Yine namazda secdelerden sonra
oturuşlarda (Ka`de-i Âhire) tahiyyat ve salavatlar ardından
okuduğumuz “Allahümme Rabbenâğfirli" duası ile ilerliyoruz.
EŞ-ŞEKÛR: الشكور Sözlükte “yapılan bir iyiliğin sahibini övgü ile anmak” mânasındaki şükr
(şükrân) kökünden türeyen şekûr “çokça teşekkür eden” demekmiş. Allah’a nisbet edildiğinde
“az da olsa kulun iyi bir ameline fazlasıyla karşılık veren” anlamına geliyor
(İbnü’l-Esîr, en-Nihâye, II, 493; Kāmus Tercümesi, II, 446).
Şekûr dört âyette Allah’a
nisbet edilmiş, bunların üçünde gafûr isminden sonra, birinde halîmden önce yer
almış. Şekûrun bu kullanılışı, kelimenin içeriğinde kulun günahını bağışlaması
veya cezalandırılması hususunda acele etmeyip iyilik yapması için fırsat verme
unsurlarının bulunduğuna işaret etmekte.
Bir âyette şâkir ismi zât-ı
ilâhiyyeye izâfe edilmiş. İki âyette, iyi amellerde bulunan müminlerin bu
çabalarının şükranla karşılanacağını ifade eden meşkûr kelimesi geçmekte.
Şükran ve mükâfatın fâili Allah olduğundan şükür kavramının burada dolaylı
olarak zât-ı ilâhiyyeye nisbet edildiğini söylemek mümkün (M. F. Abdülbâkī,
el-Muʿcem, “şkr” md.).
Ayrıca Şekûr ismi İbn Mâce ve
Tirmizî’nin rivayet ettiği esmâ-i hüsnâ listesinde yer almaktadır (“Duʿâʾ”, 10;
“Daʿavât”, 82). [1]
'O' kendi rızası için yapılan amellere en iyi karşılık veren,
az iyiliğe çok mükafat veren, şükredeni
ödüllendiren,
yapılan az iyiliklere misliyle karşılık veren, az amele çok
sevap veren, az iyiliğe ve az şükre karşılık olarak mükafatı
çok
olan, az şükredene dahi çok nimet veren, kendisine yapılan şükre karşılık mükafatı iyiliği çok
olan, çok ecirle mukabele eden şükredilmeye
tek layık olan" demektir.
RABBENÂGFİRLİ DUASI: اغْفِرْلِى رَبَّنَا Namazlardaki son oturuşlarda tahiyyat ve salavatlardan sonra, Rabbena duaları; Allahümme rabbena (Bakara 2/201) ve Allahümme rabbenağfirli (İbrâhîm 14/41) okunuyor. “Rabbic'alnî” (İbrâhîm 14/40) diye bilinen dua da aynı meyanda Allahümme rabbenağfirli duasından hemen bir önceki ayet.
Bu duaları okumak sünnet, ancak okumayanların namazları bozulmuyormuş. Peygamber
Efendimizin dilinden sıklıkla yaptığı dualar bunlar. "Rabbenâ âtina"
ve "Rabbenağfirli" dualarını okumak bu yüzden sünnet. İkisi birlikte okunuyor.
“Allahümme
Rabbena’ğfirlî ve li vâlideyye ve lil mu’minîne yevme yekûmu’l-hisâb.” (İbrâhîm 14/41)
"Rabbimiz!
Hesap görülecek günde, beni, ana-babamı ve inananları
bağışla." [2]
“Rabbimiz!
Hesap kurulacağı gün beni, anamı, babamı ve
müminleri bağışla.” [3]
“Rabb’imiz,
hesap günü geldiğinde beni, annemi, babamı ve tüm müminleri bağışla!”[4]
İstenirse “Rabbenağfirli”ve“Rabbic'alnî” ayetleri
ikisi birlikte okunabiliyor. O zaman dua şöyle oluyor:
“Rabbic'alnî mukýme's-salâti ve min zürriyyetî rabbenâ ve tekabbel duâ. Allahümme Rabbena’ğfirlî ve li vâlideyye ve lil mu’minîne yevme yekûmu’l-hisâb.” (İbrâhîm 14/40-41)
"Rabbim! Beni namaza devam eden bir
kimse eyle. Soyumdan da böyle kimseler yarat. Rabbimiz! Duamı kabul eyle. Rabbimiz! Hesap görülecek günde, beni, ana-babamı ve inananları bağışla." [5]
“Rabbim! Beni ve soyumdan gelecek olanları namazı devamlı kılanlardan eyle; rabbimiz, duamı kabul et. Rabbimiz! Hesap kurulacağı gün beni, anamı, babamı ve müminleri bağışla.” [6]
“Rabb’im, beni ve soyumdan gelenleri namazı ikame edenlerden eyle! Rabbimzi duamı kabul buyur! Rabb’imiz, hesap günü geldiğinde beni, annemi, babamı ve tüm müminleri bağışla!”[7]
[2] Kaynak <https://kuran.diyanet.gov.tr/mushaf/kuran-meal-2/ibrahim-suresi-14/ayet-41/diyanet-isleri-baskanligi-meali-1>
[3] Kaynak <https://kuran.diyanet.gov.tr/tefsir/%C4%B0br%C3%A2h%C3%AEm-suresi/1785/35-41-ayet-tefsiri>
[4] Beyânu’l-Hak,
Prof.Dr.Zeki Duman, 2.cilt sayfa 419
[5] Kaynak <https://kuran.diyanet.gov.tr/mushaf/kuran-meal-2/ibrahim-suresi-14/ayet-41/diyanet-isleri-baskanligi-meali-1>
[6] Kaynak <https://kuran.diyanet.gov.tr/tefsir/%C4%B0br%C3%A2h%C3%AEm-suresi/1785/35-41-ayet-tefsiri>
[7] Beyânu’l-Hak,
Prof.Dr.Zeki Duman, 2.cilt sayfa 419
El-Alî/Allâhümme innî es’elüke
Bugün üç ayların 39.ncusu, Corona günlerinin de 376.ncısı. İnşallah üç aylar boyunca her gün bir “esma”yı anarak ve namazda okunan sure, dua ve zikirleri öğrenerek bu manevi süreci değerlendirmeye devam ediyorum.
Sırada Esma ül Hüsna’nın otuzdokuzuncusu “El-Alî’' var. Yine namazdaki sonra oturuşlarda tahiyyat, salavat ve rabbena
dualarından sonra istenirse okuyabileceğimiz “Allahümme innî
es’elüke" duası ile ilerliyoruz.
EL-ALÎ: العلي (Aliyy)“Yükseklik ve yücelik; şan,
şeref, kuvvet ve kudret sahibi olmak” mânasındaki ulüv ve alâ’ kökünden
türetilmiş bir sıfat olup Kur’ân-ı Kerîm’de sekiz yerde Allah’ın ismi olarak
geçer. Bunların beşinde kebîr, ikisinde azîm, birinde de hakîm ismiyle beraber
yer alır. Kebîr ile azîm, alî isminin mânasını teyit etmekte, hakîm ise çeşitli
yollarla peygamberlere bildirilen vahyin yüce Allah’ın hikmetine uygun bir
şekilde tecelli ettiğini vurgulamaktadır (bk. eş-Şûrâ 42/4). Alî,
Allah’ın isimlerinden biri
olarak meşhur esmâ-i hüsnâ hadisinde yer aldığı gibi (bk. İbn Mâce, “Duʿâʾ”,
10) Resûl-i Ekrem’in kendi dualarında (bk. Müsned, IV, 54), ayrıca Hz. Ali’ye
öğrettiği duada da (bk. Tirmizî, “Daʿavât”, 80) yer almıştır.
Alî ismi esmâ-i hüsnânın içinde, “yücelik ve hükümranlıkta kendisine eşit
veya kendisinden daha üstün bir varlık bulunmayan, mutlak olarak yüce olan,
örf, akıl ve din açısından övgüye değer bütün müsbet nitelikleri kendisinde
toplayan, yine örf, akıl ve din açısından yerilmiş bulunan ve ulûhiyyetle
bağdaşmayan bütün menfi niteliklerden münezzeh bulunan kemal sahibi ulu Allah”
anlamına gelir (bk. Cürcânî, et-Taʿrîfât, “ʿalî li-nefsih” md.). [1]
'O' izzet şeref ve hükümranlık
bakımından en ulu, yüce ve üstün olandır. Allah mutlak yüksek,
büyük ve yücedir. Güçte, bilgide, hükümde, irâdede ve
diğer bütün yetkin sıfatlarında üstün olandır. Uluhiyet sahibi olanda yalnızca
O’dur. İzzet, şeref ve hükümranlık açısından
o yüceler
yücesi,
çok
yüce
pek yüksek,
öyle
ulu, öyle
büyük
olan O’dur"
manasına geliyor.
“En üstün, en kudretli” anlamına gelen a‘lâ (الأعلى) ismi de, meşhur esmâ-i hüsnâ
hadisinde yer almamakla birlikte, Kur’an’da doğrudan ve dolaylı olarak rab
ismiyle birlikte Allah’a nisbet edilmiştir (bk. el-A‘lâ 87/1; el-Leyl 92/20).
Hz. Peygamber genellikle dualarına a‘lâ ism-i celîlini de ihtiva eden bir
“tesbih” ile başlardı (bk. Müsned, IV, 54). Yine onun tavsiyesiyle namaz
secdelerinde a‘lâ isminin yer aldığı bir tesbih tekrarlanır (bk. Ebû Dâvûd,
“Ṣalât”, 147, 149; Tirmizî, “Mevâḳīt”, 79).[2]
ALLAHÜMME INNÎ ES'ELÜKE: أسألك إنياللَّهُمَّ Hadislerden örnek alınabilecek bir dua olarak son oturuşlarda "Hayır isteme duası" olarak bilinen ve Allahümme innî es'elüke şeklinde başlayan dua da okunabiliyor.
Kaynağı Peygamberimize (sav) dayanıyor. O hanımlarına
da pek çok dua öğretmiş.
Meselâ Ayşe vâlidemiz Peygamberimiz’in kendisine "Allahümme innî es'elüke
mine'l-hayri küllihî mâ âlimtü minhü vemâ lem a‘lem ve eûzü bike mine'ş-şerri
küllihî mâ âlimtü minhü vemâ lem a‘lem"şeklinde
bir dua tavsiye ettiğini bildirmiş. (İbn Mâce )
"Allahım
bildiğim bilmediğim bütün iyilikleri senden istiyorum,bildiğim bilmediğim bütün
kötülüklerden sana sığınıyorum".
Aynı duanın bir başka versiyoonu da şöyle: "Allahumme innî es'eluke
mine'l-hayri kullihî âcilihî ve êcilih, mâ alimtu minhu ve mâ lem a'lem ve eûzü
bike mine'ş-şerri kullihî âcilihî ve êcilih, mâ alimtu minhu ve mâ lem a'lem."
"Allah'ım! Kuşkusuz ben acil olsun ertelenmiş olsun, bildiğim ve bilmediğim
bütün hayırları senden isterim. Acil olsun ertelenmiş olsun, bildiğim
bilmediğim bütün şerlerden kuşkusuz sana sığınırım."
Halk arasında HAYIR İSTEME DUASI olarak bilinen bu duanın en geniş hali de şöyle oluyor: “Allâhümme innî es’elüke minel-hayri küllihî ‘âcilihî ve âcilihî mâ ‘alimtü minhü ve mâ lem a’lem. Ve e’ûzü bike mineş-şerri küllihî ‘âcilihî ve âcilihî mâ ‘alimtü minhü ve mâ lem a’lem. Allâhümme innî es’elüke min hayri mâ seeleke abdüke ve nebiyyüke Ve eûzü bike min şerri me azabihi abdüke ve nebiyyüke. Allâhümme innî es’elükel-cennete ve mâ karrabe ileyhâ min kavlin ev ‘amelin. Ve e’ûzü bike minen-nâri ve mâ karrebe ileyhâ min kavlin ev ‘amelin. Ve es’elüke en tec’ale külle gadâin gadaytühü li hayran.” (İbn-i Mâce, Dua, 4; İbn-i Hanbel, VI, 134)
“Allahım! Ben hayrın her çeşidini; âcil olanı ve geç
olanı, bildiğim ve bilmediğim her türlü iyiliği Sen’den istiyorum. Her türlü
şerden; âcil olanından ve geç olanından, bildiğim ve bilmediğim bütün
kötülüklerden de Sana sığınıyorum. Allahım! Ben Sen’den, kulun ve Peygamberinin
istediği hayrı istiyorum. Kulun ve Peygamberinin sığındığı şerden de Sana
sığınıyorum. Allahım! Ben Sen’den cenneti ve cennete yaklaştıran söz veya ameli
diliyorum. Cehennem ateşinden ve cehenneme yaklaştıran söz veya amelden de Sana
sığınıyorum. Benim için hükmettiğin her kaza (ve kaderi) de hayırlı kılmanı
niyâz ediyorum.”
Aynı duanın bir başka kaynaktaki şekli de şöyle: "Allahümme innî es'elüke
mine'l-hayri küllihi êcilihî ve âcilihi mâ alimtü minhu ve mâ lem a'lem. Ve
eûzu bike mine'ş-şerri küllihi êcilihî ve âcilihi mâ alimtü minhu ve mâ lem
a'lem. Ve es'elüke'l-cennete vemâ karrabe
ileyhâ min kavlin ev amelin. Ve eûzü bike mine'n-nâri vemâ karrabe ileyha min
kavlin ev amelin. Ve es'elüke mine'l-hayri mâ seeleke abduke ve rasûluke
Muhammed. Ve esteîzuke mimmâ isteâzeke minhu abduke ve rasûluke Muhammed. Ve
es'elüke mâ kadayte lî min emrin en tec'ale âkibetehu raşeden."(Müsned, 6/146)
"Allah'ım! Ben, Sen'den yakın-uzak,
bildiğim-bilmediğim, bütün hayırları istiyor; yakın-uzak, bildiğim-bilmediğim bütün şerlerden de
Sana sığınıyorum. Allah'ım! Ben Senden, cenneti ve cennete götüren söz ve
amelde beni muvaffak kılmanı istiyorum. Ateşten ve ateşe götüren söz ve
fiillerden de Sana sığınıyorum. Allah'ım! Kulun ve peygamberin Muhammed'in
Sen'den istediği şeyleri ben de istiyorum. O, hangi şerlerden Sana sığınmışsa
ben de o şerlerden Sana sığınıyorum. Ve dahi benim hakkımda hükmettiğin her
kaza ve kaderi hayırlı kılmanı diliyorum."
İsteyen bu duaların anlamlarını da söyleyebilir. [3] Şimdi bu vesileyle namazda Türkçe dua etmenin namazı bozup bozmayacağı konusu ile Hz. Peygamber'den nakledilenlerden başka bir duanın namazda okunup okunamayacağı sorusuna gelelim. Namazda Türkçe Olarak Dua Edilebilir mi?
"Namazda
insanların kelâmından hiçbir şey uygun olmaz. Çünkü namazancak tesbih, tekbir
ve Kur'an okumadan ibarettir"(Müsned, V, 447-448;Nesaî, “Sehv”, 20; bk. Müslim,
“Mesâcid”, 35; Ebû Dâvûd, “Salât”, 174)
Hadiste geçen "insanların kelâmı" sözü, başka biriyle karşılıklı konuşmak anlamına gelebileceği gibi insanların kendi aralarındaki konuşmaları
türünden konuşma, gündelik konuşma ve insan sözü anlamına da gelebilir.
"Namaz ancak tesbih,
tekbir ve Kur'an okumadan ibarettir" ifadesi ise, hasr ifade edecek şekilde
anlaşılacak olursa, namazda bunların dışında birşey yapılamayacağı sonucu
çıkar. Nitekim bazı Hanefîler bu noktadan hareketle Kur'an lafızları dışında
bir şeyle namazda dua edilemeyeceğini söylemişler. Diğer âlimler ise, namazda
konuşma yasağının Mekke dönemindegeldiğini, halbuki namazdaki özel dua ve
zikirlerin pek çoğunun Medine döneminde hadislerle sabit
olduğunu ve bu hadislerin "Namaz tesbihten…ibarettir" hadisinin
kapsamını daralttığını öne sürerek, namazda her türlü lafızla dua edilebileceğini
savunmuşlar.
Hz. Peygamber bir gün namaz
kılarken arkasında bir adamın "Ey
Allahım, bana ve Muhammed'e merhamet et, başka da hiç kimseye merhamet
etme"diye dua ettiğini duymuş, selâm verdikten sonra bu şekilde dua
eden bedevîye dönerek"Geniş olan bir
şeyi (Allah'ın rahmetini) daralttın" demiş (Buhârî, “Edeb”, 27). Hz.
Peygamber, namazda bu şekilde dua ettiği için o kişiye namazı yeniden kılmasını
söylememiş, sadece bencillik yapmaması için uyarmış.
Bu olay, namaz kılan kimsenin
namazın dua ve münâcâta ayrılmış bu bölümünde Kur’an
ve Sünnet lafızları dışında fakat onlara uygun içerikte sözlerle istediği gibi
dua edebileceğini göstermekte. Hz. Peygamber rükûdan
doğrulurken "Semiallahü limen hamideh" demiş, kendisiyle birlikte
namaz kılan arkadaşlarından Rifâa "ve
leke'l-hamd hamden kesîren tayyiben mübâreken fîh" diye ilâve etmiş; Hz. Peygamberselâm verince arkaya
dönerek"Demin konuşan kimdi?"diye
sormuş; Rifâa"Bendim"
deyince, bunun üzerine Hz. Peygamber,"Otuz
küsur melek gördüm, senin söylediğin o sözü önce yazıp göğe götürmek için
birbirleriyle yarışıyorlardı"diyerek, Rifâa'nın ihdas ettiği bu sözü onaylamış(bk.Şevkânî, II, 317-322).
Bir gün, Allah Resûlü bir bedeviye talim için "Namazda ne diyorsun?" diye sormuş, o da, "Teşehhüdü okuyorum. Sonra Allah'tan cennet diliyor ve
cehennem ateşinden O'na sığınıyorum. Ama ben, ne Sizin okuduğunuzu, ne de
Muaz'ın okuduğunu biliyorum. Siz değişik şeyler mırıldanıyorsunuz."
demiş. Bunun üzerine Efendimiz,
"Biz de senin okuduğun şeyler
çerçevesinde mırıldanıyoruz." buyurmuş. Buradan da anlaşılmaktadır
ki duada esas olan, asıl istenilecek şeyleri isteyip onun dışında aşırı
gitmekten sakınmak.
Bu hadisler, namazda konuşma
yasağının başka biriyle konuşmaya ilişkin olduğunu, içerik bakımından uygun
olmak şartıyla, kişinin istediği lafızlarla dua edebileceğini göstermekte.
Ancak burada şunu ifade
etmekte de fayda var ki, Efendimiz'in (sallallâhu aleyhi ve sellem) me'surâtı
(hadis kitaplarında nakledilen O'nun yaptığı dualar) ile dua etmek,
başkalarının sözleriyle dua etmekten daha makbul.
Namazda "Ey Allahım, beni
evlendir, karnımı doyur" gibi insanların konuşmalarına benzeyen sözler
söylenirse, Hanefîler'e göre bunu söyleyen kişinin namazı bozulur. Çünkü
bu söz, Kur'an'daki dualara ve Hz. Peygamber'in namazda okuduğu veya
okunabileceğini bildirdiği dualara benzememekte, içerik olarak namazın genel
çerçevesine aykırı düşmektedir.
Fakat Şâfiî, dünyevî bir arzunun gerçekleşmesine yönelik olmakla birlikte sonuçta bunun da bir dua olduğunu, dolayısıyla bu şekilde dua etmekle namazın bozulmayacağını ileri sürmüş. [4] Zaten namaz dışında da tesbihatlarda, Allah’a el açtığımız zamanlarda gerek arapçasını gerek türkçesini okuyarak güzel bir şekilde dua edebiliriz.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder