El-Kebîr/Es-Selâm
Bugün üç ayların 40.ncısı, Corona günlerinin de 377.ncısı. İnşallah üç aylar boyunca her gün bir “esma”yı anarak ve namazda okunan sure, dua ve
zikirleri öğrenerek
bu manevi süreci
değerlendirmeye devam ediyorum.
Sırada Esma ül Hüsna’nın kırkıncısı “El-Kebîr’' var. Yine namazdaki sonra oturuştan sonra namazdan çıkmak için başımızı sağa sola çevirerek söylediğimiz “Es-selâm" ile ilerliyoruz.
EL-KEBÎR: الكبير Sözlükte “büyük ve cüsseli, ulu ve yüce olmak” mânasındaki kiber masdarından
türemiş bir sıfat olup “büyük ve gövdeli, ulu ve yüce” demekmiş.
Kebîr, esmâ-i hüsnâdan biri
olarak “zâtının ve sıfatlarının mahiyeti bilinemeyecek kadar ulu” şeklinde
tanımlanıyor.
Kur’ân-ı Kerîm’de kiber
kavramı on dokuz âyette Allah’ın zâtına veya sıfatlarına nisbet edilmiş. Zât-ı
ilâhiyyeye izâfe edilenlerden altısı kebîr, biri doksan dokuz isim içinde yer
alan mütekebbir, biri “azamet, yücelik ve hükümranlık” anlamındaki kibriyâ
kelimesi. “Büyük, daha büyük, yegâne büyük” mânasına gelen ve muhtelif hadis
rivayetlerinde Allah’a nisbet edilen ekber Kur’an’da Cenâb-ı Hakk’ın halk,
rızâ, makt (gazab) gibi sıfatlarıyla bağlantılı olarak beş âyette yer alıyor.
Bunlardan başka, fiil kalıbında olmak üzere zât-ı ilâhiyyeyi yüceltmeyi
(tekbîr) konu edinen dört ve Allah’ın âyetleri hakkında bilgisizce
tartışanlarla yapmayacakları şeyleri söyleyenler için ilâhî gazabın büyük
olduğunu ifade eden iki âyette kiber kavramı geçmekte (M. F. Abdülbâkī,
el-Muʿcem, “kbr” md.).
Kebîr, doksan dokuz ismi içeren
Tirmizî ve İbn Mâce rivayetlerinden sadece birincinin listesinde yer almış
(Tirmizî, “Daʿavât”, 82). Ayrıca kibriyâ kelimesi çeşitli hadislerde Allah’a
nisbet edilmiş (Müsned, II, 248, 376; Müslim, “Birr”, 136; Ebû Dâvûd, “Libâs”,
25; İbn Mâce, “Zühd”, 16). Tekbir alma çerçevesinde Hz. Peygamber’e izâfe
edilen sözlü ve fiilî sünnet rivayetlerinin sayısı ise pek çok (Wensinck,
el-Muʿcem, “kbr” md.).
Hemen bütün İslâm âlimleri, kebîr isminin muhtevasına tenzihî açıdan yaklaşarak
“şanı yüce ve azameti büyük olan, kudret ve hükümranlığına sınır bulunmayan,
hiçbir şeye muhtaç olmayan, yaratılmışlara benzemeyen” şeklinde anlam
vermişler. Gazzâlî, “azamet sahibi” diye mânalandırdığı kebîr isminin temel
anlamının zât-ı ilâhiyyenin kemalinden ibaret olduğunu kaydediyor. Gazzâlî zâtî kemali de
varlığın kemaline irca eder ve bunu Allah’ın ezelî-ebedî olması ve her mevcudun
varlığının O’ndan kaynaklanması şeklinde yorumluyor (el-Maḳṣadü’l-esnâ, s.
118-119). [1]
'O' yüceliği
karşısında her büyüğün
küçüldüğü,
büyüklükte
kendisinden başka üstünü
olmayan, büyüklükte
benzeri olmayan, mutlak büyük,
zat ve sıfatlarının mahiyeti anlaşılamayacak kadar büyük ve ulu olan, kâinatı
hüküm ve kudretiyle idâre eden, her şeyi hükmü altına alan pek büyük"
demek.
Baş önce sağa çevrilerek "Esselâmü aleyküm ve rahmetüllâh" sonra
da sola çevirerek
"Esselâmü aleyküm ve rahmetüllâh" deniliyor. Bu
arada omuzlara
bakılıyor. Böylece namaz tamamlanmış ve çıkılmış oluyor.
Hz. Peygamber’in namazın sona erdirilmesiyle ilgili söz ve uygulamalarını göz önüne
alan fakihler, namazın sonunda selâm vermenin gerekliliği üzerinde fikir
birliği etmekle beraber Resûlullah’ın bu konuda farklı yorumlara imkân verecek
açıklama ve uygulamaları da bulunduğundan selâmın hükmü ve şekli hakkında
değişik görüşler ortaya koymuşlar.
Bu nedenle namazın sonunda iki tarafa selâm verilerek namazdan çıkılması Hanefîler’e göre vâcip, Hanbelîler’e göre farz. Mâlikî ve Şâfiî mezhebinde farz olan ise ilk selâm. İkinci selâmı Şâfiîler sünnet olarak nitelemişler. Mâlikî mezhebinde imama uyan kişinin namazdan çıkmak, imamın selâmını almak ve solundaki cemaati selâmlamak amacıyla üç defa selâm vermesi sünnet olmakla birlikte mezhepteki meşhur görüşe göre imam ve tek başına kılan için ikinci selâm sünnet değil.
Ebû Hanîfe’ye göre kişinin
namazdan kendi isteğiyle yaptığı bir fiille çıkmasının (hurûc bi-sun‘ih) rükün
olduğu dikkate alındığında ilk selâmı farz olarak niteleyen üç mezhep imamının
bu noktada onunla birleştiği görülüyor. Ancak Ebû Hanîfe’ye göre
-mekruh olmakla birlikte- kişinin bilerek konuşması veya namazla bağdaşmayacak
bir iş yapması gibi bir fiiliyle bu farz yerine gelirse de üç mezhepte namazın
geçerliliği için bu fiilin selâm şeklinde olması zorunlu.
Selâmın farz olduğu görüşünde
olanların delili Hz. Peygamber’in namazı başka bir şekilde bitirdiğinin
nakledilmemesi ve, “Namazdan çıkış selâmla olur” anlamındaki hadislerdir (Ebû
Dâvûd, “Ṣalât”, 73; Tirmizî, “Ṣalât”, 62). Hanefîler bu hadislerin vücûba
delâlet ettiğini kabul etmekle birlikte, “Kişi namazının sonunda oturmuş
haldeyken selâm vermeden abdestini bozarsa namazı câiz olur” (Tirmizî, “Ṣalât”,
183) ve, “Bunu (teşehhüdü) okuduğun zaman namazını bitirmiş olursun, artık
kalkmak istersen kalk, oturmak istersen otur” (Ebû Dâvûd, “Ṣalât”, 178)
anlamındaki hadislerden namazdan başka fiillerle çıkmanın mümkün olduğunun
anlaşıldığını ileri sürmüşler.
Namazdan çıkmak için söylenecek selâm sözünün en azı Hanefîler’e göre “es-selâm”,
diğer mezheplere göre “es-selâmü aleyküm”dür. Sünnete uygun olanı ise Hanefî,
Şâfiî ve Hanbelî mezheplerine göre “es-selâmü aleyküm ve rahmetullah”, Mâlikî
mezhebine göre “es-selâmü aleyküm” şeklindedir.
Selâm sadece belirli
hareketle, belirli kelimelerin söylenmesinden ibaret bir şekil olmayıp bu
esnada kişi sağında ve solunda bulunan müminlere ve hafaza meleklerine selâm
vermeyi, ayrıca imam cemaate, cemaat de imama ve cemaate selâm vermeyi, yani
onlar için esenlik ve iyilik dilediğini gönlünden geçirmeli.
Hanefî, Şâfiî ve Hanbelî
mezheplerine göre selâm sözünü söylerken kişinin arkadan yanağı görülecek
biçimde başını sağa ve sola çevirmesi sünnet. Ayrıca Şâfiî ve Hanbelîler’e
göre selâm sözünü söylemeye yüzü kıbleye dönük halde başlamalıdır. Hanefî ve
Hanbelî mezhebinde namazdan çıkışı cemaate duyurmak amacıyla imamın birinci
selâmı ikinci selâma göre daha yüksek sesle söylemesi sünnet. [2]
Hanefî mezhebinde bu vacipin bilerek terk edilmesi namazın tekrar kılınmasını gerektiriyor. Farkında olmadan terk edilmesi hâlinde ise bir şey gerekmiyor. Bu selamda “es-selâmü aleyküm ve rahmetullah” cümlesinin “es-selâm” kısmını söylemek vacip, “aleyküm ve rahmetullah” kısmını eklemek ise sünnet. Bir görüşe göre de, sağa selam verilmesi vacip, sol tarafa selam verilmesi sünnettir. Namazdan çıkılması, bütün imamlara göre yalnız bir selam ile olur, bununla namaz biter (İbnü’l-Hümâm, Feth, I,328; Zeylaî, Tebyîn, I, 125).[3]
[2] Kaynak <https://islamansiklopedisi.org.tr/selam--namaz>
[3] Kaynak <https://fetva.diyanet.gov.tr/Cevap-Ara/157/namazdan-cikarken-verilen-selamin-hukmu-nedir-?enc=QisAbR4bAkZg1HImMxXRn5PJ8DgFEAoa2xtNuyterRk%3d>
El-Hafîz/Allahümme ente'sselâm
Bugün üç ayların 41.ncisi, Corona günlerinin de 378.ncısı. İnşallah üç aylar boyunca her gün bir “esma”yı anarak ve namazda okunan sure, dua ve zikirleri öğrenerek bu manevi süreci değerlendirmeye devam ediyorum.
Sırada
Esma ül Hüsna’nın
kırkbirincisi “El-hafîz’' var.
Yine namazdan çıkıştan sonra söylediğimiz “Allahümme ente'sselâm" zikri
ile ilerliyoruz.
EL-HAFÎZ: الحفيظ “Korumak, görüp gözetmek, ihmalkâr ve gafil davranmayıp dikkatli ve basîretli bulunmak; anlayıp bellemek, ezberlemek” anlamlarındaki hıfz kökünden sıfat olup “koruyan, hiçbir şeyin kaybolmaması ve ihmal edilmemesi için gerekli tedbirleri alan” demekmiş.
Aynı mânadaki hâfız kelimesine nisbetle mübalağa ve süreklilik ifade ediyor. Hafîz, Allah’ın isimlerinden biri olarak “kâinatta zerre kadar bir şey bile gözetiminden uzak olmayan ve tabiatı dengede tutan” anlamında.[1]
Hıfz kavramı Kur’ân-ı Kerîm’de kırk yerde geçmekte olup bunların on üçü Allah’a, dördü meleklere, altısı peygamberlere, biri ilm-i ilâhî veya levh-i mahfûz mânasındaki “kitâb”a, diğerleri de insanlara nisbet edilmiş (bk. M. F. Abdülbâkī, el-Muʿcem, “ḥfẓ” md.). Allah’a izâfe edilen kelimelerin ikisi bizzat kendi fiilinin, ikisi de O’nun tarafından korunan levhin (levh-i mahfûz) ve yine kendi iradesiyle dünyayı bir tavan gibi gök taşlarından koruyan sakfın (sakf-i mahfûz) sıfatı durumunda (en-Nisâ 4/34; el-Hicr 15/17).
Üç âyette yer alan hıfz ise tabiatın yaratıcısı, yöneticisi ve geliştiricisi olan Allah’ın onun işleyiş sistemini koruyup sürdürdüğünü, özellikle insanlarla meskûn dünyanın maddî olan ve olmayan zararlılardan muhafaza ettiğini belirtmekte (el-Bakara 2/255; es-Sâffât 37/7; Fussılet 41/12). Kur’an’ın üç âyetinde birer sıfat olarak Allah’a nisbet edilen hâfız kelimelerinden birinde Hz. Ya‘kūb’un dilinden Allah’ın en hayırlı koruyucu olduğu (Yûsuf 12/64), diğerinde Kur’an’ı O’nun mutlaka koruyacağı (el-Hicr 15/9), üçüncüsünde de Hz. Süleyman’ın emrinde çalışıp dalgıçlık ve benzeri işlerle meşgul olan elemanların Allah’ın gözetimi altında bulunduğu ifade edilmekte (el-Enbiyâ 21/82).
Hafîz ismi de üç âyette tekrarlanarak bunların ikisinde Allah’ın “her şeyi gözeten” olduğu (Hûd 11/57; Sebe’ 34/21), diğerinde Allah’tan başka dostlar edinenleri O’nun daima gözetim altında tuttuğu açıklanmakta (eş-Şûrâ 42/6). Kur’an’da meleklere izâfe edilen hıfz, insanları koruma ve işledikleri amelleri kayıt altına alma mânasında kullanılmakta, peygamberlere nisbet edilenlerse onların sadece tebliğle mükellef olduklarını, iradelerini diledikleri gibi kullanan insanların üzerine birer bekçi gibi görevlendirilmediklerini bildirmekte.
Hıfz kavramı çeşitli hadislerde Allah’a, meleklere ve insanlara nisbet edilmiş (bk. Wensinck, el-Muʿcem, “ḥfẓ” md.), hafîz, doksan dokuz ismi ihtiva eden Tirmizî ve İbn Mâce rivayetlerinden sadece Tirmizî’de yer almış (Tirmizî, “Daʿavât”, 82).[2]
'O' koruyucu olan, koruyup kollayan, kötülüklerden, musibetlerden, kaza ve belâlardan koruyup gözeten ve dengede tutan, her şeyi afat ve beladan koruyan, varlıkları kaderle tayin edilmiş bir ecele kadar zevale uğramaktan koruyan, gözetip koruyan, muhafaza eden" demektir.
ALLAHÜMME ENTE'SSELÂM:للّهمَّ اَ نْتَ السّلاَ مُ Selam verip namazdan çıktığımızda “Allahumme entesselamu ve minkesselam, tebarekte ya zel celali vel ikram” şeklinde kısa bir zikir-dua yapıyoruz.
Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) selam verip (namazdan çıkınca) üç kere istiğfarda bulunup: "Allahümme ente'sselâm ve minke'sselâm tebârekte ve teâleyte yâ ze'lcelâli ve'l-ikrâm” dermiş." [3] Manası: “Allah'ım sen selamsın. Selamet de sendendir. Ey celâl ve ikrâm sâhibi sen münezzehsin, sen yücesin" demek.
Selâm, Allah'ın isimlerinden. Hadiste: "Allah'ım sen, mahlûkata has her çeşit kusurlardan, noksanlıklardan selâmettesin, uzaksın" şeklinde geçiyor. "Selâmet de sendendir" sözü de, "İnsanlara selâmeti sen verirsin, dilersen sen alırsın, selâmetin varlığı da yokluğu da sendendir" mânasını taşıyor.
Tebârekte, mübârek oldun, münezzeh oldun mânalarında. Bu tâbirin aslı bereket. Bereket ise kesret, çokluk ve nemâ (artma) mânasına geliyor. "Celâl ve kemâl sıfatlarının çokluğu sebebiyle, noksan sıfatlardan uzaksın, büyüksün..." gibi mânalarla yorumlanabilir.
Hülâsa, selam verdikten sonra okunan bu zikr, hürmet makamında sena ve tenzih maksadıyla söylenmekte. [4]
Âişe
(r.anha)’dan rivâyete göre: “Rasûlullah (s.a.v.) selam verdikten sonra “Allahümme
entesselam veminkes selam tebarekte zelcelali velikram” diyecek kadar otururdu.
(Ey Allah’ım sen her türlü kötülük ve eksikliklerden uzaksın, hertürlü huzur
rahat ve afiyetler de sendedir. Celal ve ikram sahibi olan sen ne mübareksin.)”
[5]
Hz. Aişe
(r.anha) bildiriyor: Allah Resulü (Sallallahu aleyhi ve Sellem) selam verdiği
zaman: ''Allahümme entes-selamu ve-minkes-selamı tebarekte ya Zel Celali
vel-ikram''derdi. [6]
Hennâd
(r.a.), aynı senedle bu hadisin benzerini bize aktardı ve “Tebarekte” kelimesinden
sonra “Ya” yı ilave etti. [7]
Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in azatlısı Sevban der ki: Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem) namazını bitirip kalkmak istediği zaman üç defa istiğfar ettikten sonra: ''Allahümme entes-Selamu ve-minkes-Selam, tebarekte ya Zel-Celali vel-ikram (=Allahım! Sen esenliksin selamsın, esenlik Senden gelir. Celal ve ikram sahibi olan Sen ne yücesin) '' derdi.[8]
[1] Lisânü’l-ʿArab,
“ḥfẓ” md.; Kāmus Tercümesi, “ḥfẓ” md.
[3] Müslim,
Mesâcid 135, (591); Tirmizî, Salât 224, (300); Ebû Dâvud, Salât 360 (1513);
Nesâî, Sehv 80, (3, 68).
[4] Prof.Dr.
İbrahim CANAN, Kütüb-ü Sitte Şerhi, , Cilt 16-17
[5] Müslim,
Mesacid: 26; İbn Mâce, İkame: 32
[6] Müslim,
mesacid 1/414 (592), Ebu Davud, salat (2/84 (1512) ve Tirmizi, salat 2/96 (298)
[7] Müslim,
Mesacid: 27
[8] Müslim (1/414) ve İbn Mace 1/298 (924)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder