Işık durakları albümüne yeni bir fotoğraf ekledi.
Görsel düşünceler albümüne yeni bir fotoğraf ekledi.
14 Ocak 2017
20 Ocak 2022 Perşembe 15:30 KÜÇÜK/BÜYÜK ŞEYLER-II-........................Yazık! keşke bilseydi
Yazık! keşke bilseydi
Çağıl çağıl akan bir derede rafting yapanlar belki adrenalin doruklarında yaşayabilirler. Ancak vadiyi tanımıyor, suyun nereye aktığını bilmiyor ve hazırlıklı değillerse akibet acı olabilir.
Bir şelaleden kayalara çarpa çarpa aşağıya düşmek hiç de heyecan verici değildir.
***********
Birine sinirlenebilirsiniz, kızabilir, öfke duyabilirsiniz. Bu çok doğal, insani bir şeydir. Dikkat edilmesi gereken bundan sonrası. Ağzınızdan çıkan her laf, hakim olamadığınız her davranış sizi kötünün kötüsüne düşürebilir. Yaptığınız şeyi geriye saramaz, yok sayamazsınız. Ne kadar çabalarsanız çabalayın bir mürekkep lekesi gibi durur yakanızda. Hiçbir deterjan çıkaramaz izlerini.
Hele bir de haksızsanız?..Birazcık da vicdanınız varsa?... İşte o zaman ne polis, ne mahkeme ve ceza hafif kalır yaşayacaklarınıza. Vicdanınız hem savcı hem hakim olur; kağıdı kalemi mührü olmayan suçlar yazar yaftanıza. Siz siz olun böyle bir duruma düşmeyin.
***********
Şöyle düşünün size bir mektup gelmiş, okumadan bir kenara atmışsınız. Ya da okumuşsunuz da anlamamışsınız. Belki de birilerine okutturup "Ne güzel de yazılmış, şu şiirselliğe, şu ahenge bak!" demiş yine işin özünü ıskalamışsınız.
Doktora gitmiş, hatta ilaç almış ama gereğine uymamışsınız. Şunlara şunlara dikkat etmezseniz eviniz barkınız yanabilir, elinizde avucunuzda ne varsa tüketebilir, bedeninizde ve ruhunuzda onulmaz yaralar açılabilir denmiş; kulak vermemişsiniz.
Dünyanın hay huyuna kapılıp, size verilen ömrü boşa heder edip gitmişsiniz. Size ne demek lazım gelir? Yazık! keşke bilseydi.
Cahillik işte
Bu ara bir "cahil" tartışması sürüp gidiyor. Ünlü bir sanatçı Hz.Adem ve Havva'ya sözü ve müziği kendisinin olan son şarkısında cahil(!) diyerek hadsiz bir iş yapmış. "Halt etmiş" diyeceğim ama kendisi şu an sessiz, belki de pişman olmuştur. Israr edip etmediğini konuşunca anlayacağız. Şarkısını bu şekliyle söylerse işte asıl gürültü o zaman kopar. Şu sıra destekçileriyle, karşı çıkanlar arasında atışmalar her mecrada sürüyor.
Hiç kuşkusuz bu çirkin ifadeyi tekzip etmesi gerekenler öncelikle "Hz. Adem ve Hz.Havva" hakkında dini ve tarihi bilgi sahibi olanlar. Ancak sade bir müslüman olarak inandığım, önemsediğim değerlere böyle uluorta ve hadsizce dil uzatılmasını asla kabul edemem. En azından müzik dünyamızın bilinen bir ismi olarak bizzat kendisinin özür dilemesini ve hatasını düzeltmesini bekliyorum.
Sadece o değil, maalesef ülkemizde damarlarında "mavi kan" vehmeden kibirli bir azınlık var. Kendilerinden saymadıkları büyük çoğunluğu "cahil" görüyorlar. Doğal olarak onların kutsal saydığı, inandığı değerlere de çok uzaklar. Saygılı olmayı bırakın, jakoben bir yaklaşımla hakarete varan söz ve davranış içindeler. Bu tip örnekleri siyasette, okulda, yazılı basında, sosyal medyada, yazlık muhabbetlerinde, sokakta ve toplu taşım araçlarında bolca görüyoruz. Sonradan görme diyebileceğimiz bu insanlar, bilmişlik sanılarının aksine oldukça "cahil" olabilirler mi?
Aslında bu tür bir cehalet her şeye rağmen işin aslını, özünü, değerini bilmemekten kaynaklı affedilebilir bir durum. Genellikle kasıtları yok, öyle sanıyorlar ve hatalı bir zannın peşinde yanlış üstüne yanlış yapıyorlar. Bu yüzden neyin ne olduğunu bilmek önemli bir şey. Bazen küçük saydığımız bir şey, büyük bir aysbergin görünen yüzü olabilir. Dilimizle bile karşımızdakilerde umulmadık yaralar açabiliriz. "Baltayı taşa vurmak" deyimi tam da bu durumlar için olmalı. Özür dilemek "helalleşmek" için yeterli.
Fakat bu konuda bildiğim küçük ama önemli bir nüans daha var: "CAHİL kelimesinin ne olup olmadığı". Cehalet sadece bizim bildiğimiz, kullandığımız manada cahillik, bilgisizlik değil. Genelde cahil deyince hepimizin anladığı ilk mana: "bilgisiz olan, bir şey hakkında yeterli ilme ve bilgiye sahip olmayan, bir şeyin önemini gereği kadar fark edememiş olan"dır. Çok ilginçtir ama, Kur’an böyle bir cahilliği çok da kınamıyor, bilgisizlikten dolayı yapılan yanlışların Allah tarafından af edilebileceğini söylüyor. (Nisa 4/17; En’am 6/54; Nahl 16/119; Hucurat 49/6)
Peki, Allah resulü zamanının büyüklerinden birine neden "Ebu Cehil" yani "Cehaletin babası" demişti. O ki cahilin anlamını, cehaleti çok iyi kavramış, onu belli bir zamanın ve mekânın ismi olarak değil, bir zihniyet ve hayat tarzının ifadesi olarak kullanmıştı. Ona bunu öğreten bizzat kur'andı.
Mesela Kur'anda cahil, "Hakkında kesin bilgileri olmamasına rağmen zanna dayanarak bazı şeylerin peşine düşen ve elde ettiği eksik bilgiler üzerine hükümler bina edendir"(Hud 11/46) şeklinde tanımlanıyor. Bir başka örnek de aynı surenin 29.ncu ve Ahkaf suresinin 46/23.ncü ayetlerinden: Cahil; "Gönderilen elçilerin mesajlarına karşı kulak tıkayıp onları işitmeyip, anlamayan yada anlamasına rağmen anlamak istemeyendir. "
Bu anlamları dikkate aldığımızda kendisine gelen vahye tamamen teslim olan ve kullandığı tüm kavramları ona dayandıran peygamberimizin Mekke’nin en kültürlü ve soy itibari ile en asil insanına neden "Ebu Cehil" dediğini daha iyi anlayabiliyoruz. Bilgisiz bir adam değildi, Mekkenin liderlerinden, asil ve kültürlüydü. Buna rağmen asıl adı Amr bin Hişam, künyesi Ebü'l-Hakem olan bu zat İslâmiyet'e ifrata varan düşmanlığı sebebiyle müslümanlar arasında cahilliğin babası olarak adlandırılmıştı.
İşte asıl dikkat edilmesi gereken konu bu. Bilmediğiniz bir şey mi söylüyorsunuz? Yoksa bildiğiniz halde ısrarla düşmanlık yapma peşinde misiniz?
***************
Babanızı düşündüğünüz olur mu? Ben sadece rahmet olsun diye dua etmek için değil, onu anlamak için de düşünürüm. Küçük yaşta sol elini şeker kamışı ezen mengeneye kaptırmış. Önce Susurluk, sonra da Balıkesir'e götürseler de hem geç kalmışlık, hem de yetersizlik sebebiyle sakat kalmış. Delikanlı olup köy yerinde çiftçilik yapamayacağını anlayınca İstanbul'a kaçmış okumak için. 1940'lı yılların şartlarında hocaların önünde diz çöküp öğrenmiş. Sonra da geri dönüp köylerde "hak usulü" hocalık yapmış.
O zaman kadro, maaş filan yok. Köylü hasat zamanı mahsulünden bir miktar getirip tabanı toprak sıvalı boş odaya boşaltıyor. 4-5 yaşlarındayım gelen buğdayı, mısırı, karpuz kavunu görüyor seviniyorum. Ne olduğundan haberim yok. Zaten o zamanlar para denilen şey de pek ortalıkta görünmüyor. Bir teneke kepekle eşek sırtında köy köy gezen adamdan balık aldığımızı iyi hatırlıyorum.
İşte o adam benim okumam için elinden geleni yaptı. Beş yaşımda kur'an öğreten de "Bu çocuğu okutun" diyen köy öğretmenine kulak verip Susurluk'ta en iyi öğretmene getirip teslim eden de oydu. Evladından ayrılmak bahasına, yeter ki okusun diyerek beni dedeme bırakmıştı. Sonrası kendiliğinden geldi. Yeni öğretmenim de beni teşvik edip yönlendirdi. Bu kez yatılı okul sınavını kazanarak Balıkesir lisesinde okudum. Ardından İstanbul'da üniversite. Ancak yazları ve tatillerde köye gelip, ailemle birlikte olabiliyordum.
Neticede fakir bir aileydik, ayda bir gelen mektup içinde 10 liralık kağıt paraları hiç unutamam. Maaşa geçip kendi ayaklarım üzerinde duruncaya kadar da çok fedakarlık yaptı benim için rahmetli babam. Tam hafız değildi ama herkes ona "hafız" diye hitab ederdi. Sesi güzel, kur'an okuyuşu fevkalade idi. İnsanlar onu cemiyetlerde mevlid okuması için çağırırlardı. 1976-77'den itibaren esnaflık yaptı, öyle emekli oldu ama bu davetler hiç eksilmedi hayatından.
Namı "çolak hafız"dı. İyi huylu, insanlarla geçimli, mütevazı bir sohpet adamıydı. Toplum içinde saygınlığı olan biriydi. Susurluğa gelen her yeni memurun onun dükkanından eksik olmadığının şahidiyim. Adeta herkesin hafız abisiydi. Üniversite yıllarımın sonlarına doğru ne yazık ki bende de "çok bilmişlik" ve "nankörlük" hastalığı başladı.
İstanbul gibi bir kültür ve sanat ortamında okuyordum. Doğal olarak o günlerin siyasi fırtınalarından etkilenmiş ve diklenmiştim. Saygısızca onların yaşamını eleştiriyor, kusur gördüklerimi yüzlerine vuruyordum. Üzüldüğü açıktı ama hiç sesini yükseltmiyordu. Benim yoluma saygı duyuyor, kendi çizgisini yumuşak bir dille izah ediyordu.
Davet edildiği cemiyetlerde durumlarına göre para ya da hediye vermek adettendi. Ben bu hali sevmez, sert bir şekilde eleştirirdim. Onun şu sözlerini unutamam: "Oğlum toplum içinde yaşıyoruz. Yaşayan bir kültür, gelenek, inanç ve değerler var. Onları kıramam, böyle alışmışlar. İnandığım doğruları güzelce, itici olmadan söylemeye çalışırım. Hiç değilse lisan-ı halle örnek olmaya çalışırım. Babalığa gelince bu konuda sana ne söylesem boş. Ancak sen de baba olunca anlarsın".
Allah ona rahmet etsin.Yıllar geçti şimdi onu çok daha iyi anlayabiliyorum. Bilmenin kitap taşıyan eşeklik olmadığını çok sonraları öğrendim. Bilmek; asilikle ve kibirle olmuyordu. Saygıyla, hoşgörüyle, olgunluk ve alçak gönüllülükle tamamlanıyordu. Baba da oldum dede de. Çocuklarımın her "Amaaan baba!" deyişinde onu hatırlıyorum. Torunumun "Ama dede sen bilmiyorsun, anlamıyorsun!" dediğinde hakikat bir şamar gibi yüzümde patlıyor.
Vefatı üzerinden 15 yıl geçti rahmetli annemin ölünceye kadar ona olan sevgi ve bağlılığını, yokluğunu her daim hissetmesini anlayabiliyorum. Topluma, onun değerlerine olan saygı ve hoşgörüsünü bana miras bıraktığını düşünüyorum. Keşke o gençlik ateşiyle yaptığım cahillikler de olmasaydı. Tek tesellim o dönemin bir kaç yıldan uzun sürmemiş olması.
Keşke bu yaşımın olgunluğu, hoşgörüsü o yıllarda da olabilseydi.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder