5 Mayıs 2021 Çarşamba

05 Mayıs 2021 23:30 Çarşamba CORONA GÜNLERİ.............................Et-Tevvâp/Âl-i İmran Sûresi

Et-Tevvâp/Âl-i İmran Sûresi

Bugün üç ayların 82.nci, Ramazanın 23.ncü günündeyiz. Ramazan ayının son on günü hem "cehennem azabından kurtuluş" fırsatı hem de içinde "bin aydan hayırlı Kadir gecesi"ni barındırıyor. Günümüz dünyasında bize hayli uzak gelse de bu günler aynı zamanda "itikaf" ibadetinin yapıldığı günler. Rabbim değerlendirebilenlerden eylesin.

Bu arada Corona günlerinin 419.ncusunu da geride bıraktık ama ailecek de corona olduk. Şu anda izalosyondayız. İnşallah bu aydan rahmetle, bağışlanmayla, arınmayla ve başımızdaki bu musibet salgın hastalıktan da  kurtulmuş olarak çıkabiliriz.

Biz yine Allah'ın izniyle üç ayların başlangıcından bu yana devam ettirdiğimiz her gün bir "esma"yı anma geleneğini ve Kur'an kaynaklı "dua ve zikir"leri öğrenme gayretimize devam edelim.

Bugün sırada Esma ül Hüsna'nın seksenikincisi "Et-Tevvâp" var. Ayrıca içinde necranlıların duası, müminlerin dilinden dualar, allah resulünün (sav) duası, zekerıyya(as) ın duası, havarilerin duası, allah dostlarının duası ve akıl sahiplerinin duası bulunan Kur'an ı Kerimin "Âl-i İmran Sûresi" ile ilerliyoruz.

ET-TEVVÂB:  التوّاب  ismi Kur’an’ı Kerim’de 10 yerde "Tevbeleri kabul edip günahları bağışlayan" manasında zikredilmiş. Sözlükte “geri dönmek, rücû etmek” anlamındaki tevb (tevbe, metâb) kökünden türeyen tevvâb “dönüş yapan, bu eylemi nicelik ve nitelik açısından çokça gerçekleştiren” mânasına geliyor.

Terim olarak tevvâb insan için kullanıldığında “çok tövbe eden”, Allah’a nisbet edildiğinde “tövbeleri çok kabul eden” demek [1]. Kur’ân-ı Kerîm’de tövbe (tevbe) kavramı fiil ve isim kalıplarıyla otuza yakın âyette Allah’a izâfe edilmekte. Tevvâb ise Allah’ın bir ismi olarak dokuz âyette rahîm, bir âyette hakîm ismiyle, bir âyette de tek başına geçmekte. [2]Bu âyetlerin ikisinde, “Allah zaten ezelden beri tevvâb olarak nitelenmiş” (en-Nisâ 4/16; en-Nasr 110/3), tevvâb bir âyette de insanlara nisbet edilmekte (el-Bakara 2/222).

Tövbe kavramı çeşitli hadislerde fiil ve isim kalıplarıyla yine Allah’a nisbet edilmekte [3]İbn Mâce ve Tirmizî’nin esmâ-i hüsnâ rivayetlerinde de yer almaktadır.[4] Abdullah b. Ömer’den nakledildiğine göre Hz. Peygamber’in sohbetleri esnasında şu duayı 100 defa tekrar ettiği görülmüş: “Rabbim, beni bağışla, tövbemi kabul et! Şüphe yok ki sen hatalarından dönenlere lutfunla mukabelede bulunan ve bütün günahları bağışlayansın”[5]. [6]

'O' kullarını tövbeye teşvik edip tevbeleri kabul eden, günahları bağışlayan, Kullarına tövbe kapılarını açık tutarak tövbe etme imkânı veren, onları tövbeye sevk edecek sebepler yaratan, Tövbe kapısını açık bırakıp tövbeleri çokça kabul eden,Tövbelere kucak açan, samîmî olarak günahlardan dönüp tövbe edenleri bağışlayan" demek.

ÂL-I İMRÂN SÛRESI:    سُورَةُ اٰلِ عِمْرٰنَ  Âl-i İmrân suresi Kur'an - Kerimin 3.suresi. İniş sırasına göre 89. Sûre. 200 âyetten oluşuyor. Genel görüşe göre Enfâl sûresinden sonra, Ahzâb sûresinden önce Medine’de nâzil olmuş.

Sure İsmini 33. âyette geçen Âl-i İmrân" dan almış. Âl-i İmrân, İmrân ailesi demek. Hz. Meryem'in babasının mensup olduğu ailenin adı. Bakara suresi ile beraber ikisine Allah Rasulu tarafından "Zehravan" iki gül; parlak, nurlu iki sure denilmiş.

Surenin ilk 9 ayeti Kur'an'dan, Allah'tan ve sağlam duruş sergileyen, saf akıl sahiplerinden bahsediyor.

Müfessirlerin çoğunluğuna göre, sûrenin önemli bir bölümünün geliş sebebi, Necran hıristiyanları adına Medine’ye gelen heyetle Hz. Peygamber arasında geçen Allah inancı konusundaki tartışmalar. Bu vesileyle nâzil olan âyetlerin sayısı ve sûrenin iniş zamanı hakkında farklı görüşler var.

Coğrafî kaynaklar Yemen’de, Kûfe civarında ve Havran’da Necran adını taşıyan birden fazla yerleşim biriminin bulunduğunu kaydeder. Burada söz konusu olan kişiler, Yemen Necranı’ndan heyet halinde gelen hıristiyanlardır. Hıristiyanlık aslî şekliyle Arap yarımadasının önce bu kasabasında yayılmış ve başlangıçta Yemen hükümdarlarının sert tepkileriyle karşılaşmıştır. Daha sonra burası Hıristiyanlığın önemli merkezlerinden biri olmuş. Nitekim tarih kaynakları burada inşa edilen ve Kâbe-i Muazzama’ya karşılık olmak üzere “Kâbe-i Necrân” adıyla anılan görkemli kilisede çok sayıda piskoposun görev yaptığını belirtmekteler.

Aralarında bu kiliseye mensup din adamlarının da bulunduğu altmış kişilik bir Necran heyeti hicretin 9. yılında veya daha önceki bir tarihte Medine’ye bir ziyarette bulunmuştu. Bu heyet içinde on dört kişi temsilci konumundaydı. Bunlardan üçü heyetin en yetkilileri idi: Başkan Abdülmesîh (el-Âkıb), başkan yardımcısı Eyhem (es-Seyyid) ve piskopos Ebû Hârise b. Alkame.

Bir gün ikindi namazını müteakip süslü ve ihtişamlı elbiseler içinde mescide gelip Hz. Peygamber’in huzuruna çıkan bu heyet mensupları, kendi ibadet vakitleri geldiğinde doğuya doğru dönüp hıristiyan usulüne göre âyin yapmak istediler. Resûlullah onlara müsaade etti. Heyet birkaç gün Medine’de kaldı ve müslümanlar tarafından ağırlandı. Bu süre içinde heyetin ileri gelenleriyle Hz. Peygamber arasında Allah inancı ve Hz. Îsâ’nın durumuna dair önemli tartışmalar cereyan etti. Heyet mensupları arasında tam bir inanç birliği olmadığı gibi, sorulan sorulara verdikleri cevaplar da tutarlı değildi. Hz. Îsâ için bazan “Allah” bazan “Allah’ın oğlu” bazan da “üçün üçüncüsü” diyorlardı.

Hz. Peygamber onların iddialarını çürüttükten sonra, kendilerini bağlayacak sorular yöneltti. Sonunda sükût etmek zorunda kaldılar. Bunun üzerine Resûlullah onları İslâm’a davet etti. Bu teklife karşı direnme yollarını denediler:

Bu konuda ne yönde bir karar alabileceklerini kendi aralarında müzakere ederlerken içlerinden biri şöyle dedi: “Îsâ efendimizle ilgili çekişmeyi çözüme bağlayışından anlaşılmış oldu ki Muhammed gerçekten Allah’ın gönderdiği bir peygamberdir. Bilirsiniz ki bir toplum peygamberle lânetleşmeye kalkışırsa Allah, büyüğüyle küçüğüyle onları mahveder. Dinimizde kalmaya kararlıysanız, bu zatla lânetleşmeye girmeyiniz ve iyilikle ayrılınız.”

Âl-i İmrân Sûresi: 8-9. Âyetler:

Sonunda Hz. Peygamber’e gelip şöyle dediler: “Ey Ebü’l-Kasım! Seninle lânetleşmeye girmemeye, seni dininle baş başa bırakıp kendi dinimiz üzere kalmaya karar verdik. Fakat biz senden hoşnuduz ve sana güveniyoruz. Ashabından uygun birini aramızdaki malî ihtilâfları çözmek üzere bize gönder.”

NECRANLILARIN DUASI


(8) Rabbena la t
üziğ kulubena ba´de iz hedeytena veheb lena mil ledünke rahmeh. İnneke entel vehhab. (9) Rabbenâ inneke câmi’u-nnâsi liyevmin lâ raybe fîh(i)(c) inna(A)llâhe lâ yuḣlifu-lmî’âd" (Âl-i İmrân suresi 8-9. ayetler)

(8) Ey Rabbimiz! Bize ihsan ettiğin hidayetten sonra kalblerimizi haktan saptırma, bize kendi katından rahmet ihsan eyle! Şüphesiz ki, Sen bol ihsan sahibisin. (9) Ey Rabbimiz! Muhakkak ki, Sen, geleceğinde hiç şüphe olmayan bir günde bütün insanları bir araya toplayacaksın. Muhakkak ki Allah, hiç sözünden caymaz.

"(Onlar şöyle yakarırlar): "Rabbimiz! Bizi hidayete erdirdikten sonra kalplerimizi eğriltme. Bize katından bir rahmet bahşet. Şüphesiz sen çok bahşedensin." 8﴿ "Rabbimiz! Şüphesiz sen, hakkında şüphe olmayan bir günde insanları toplayacaksın. Şüphesiz Allah va'dinden dönmez. 9﴿"[7]

MÜMİNLERİN DİLİNDEN DUALAR

Âl-i İmrân suresinin 16-17. ayetlerde; mü'minlerin dilinden şu güzel dua var:


(16) Elleż
îne yekûlûne rabbenâ innenâ âmennâ faġfir lenâ żunûbenâ vekinâ ‘ażâbe-nnâ. (17) Essâbirîne ve-ssâdikîne velkânitîne velmunfikîne velmustaġfirîne bil-eshâr (Âl-i İmrân suresi 16-17. ayet)

(16) nlar ki, "Ey Rabbimiz! Biz inandık, iman getirdik, artık bizim suçlarımızı bağışla ve bizi ateş azabından koru!" derler. (17) O sabredenleri, o doğruluktan şaşmayanları, o elpençe divan duranları, o nafaka verenleri ve seher vakitlerinde o istiğfar edip yalvaranları (görür).

"(Bunlar), "Rabbimiz, biz iman ettik. Bizim günahlarımızı bağışla. Bizi ateş azabından koru" diyenler,Sabredenler, doğru olanlar, huzurunda gönülden boyun büküp divan duranlar, Allah yolunda harcayanlar ve seherlerde (Allah'tan) bağışlanma dileyenlerdir. 16-17﴿" [8]

16-17﴿  (Bu nimetler) Ey rabbimiz! Biz gerçekten iman ettik, günahlarımızı bağışla, bizi ateş azabından koru” diyenler, sabredenler, doğruluktan şaşmayanlar, huzurda boyun bükenler, hayır yolunda harcama yapanlar ve seher vakitlerinde Allah’tan bağışlanma dileyenler (içindir). [9]

Âl-i İmrân suresinin 18. ayetinde "Allah, gerçekten kendisinden başka ilah olmadığına şahitlik etti; melekler ve ilim sahipleri de O'ndan başka ilah olmadığına adaletle şahitlik ettiler. Aziz ve Hakim olan O'ndan başka ilah yoktur " ifadesi var. Hemen ardından üphesiz Allah katında din İslâm'dır…" (19.ayet) deniliyor ve devamında  "Kitap verilmiş olanlar…" ve "Seninle tartışmaya girişirlerse, de ki:.." (20. ayet) şeklinde peygamberin tebliğ mücadelesine destek veriliyor.

Aynı şekilde 21, 22,23, 24 ve 25. ayetler kitap ehli olup da "lAllah'ın âyetlerini inkâr edenler, Peygamberleri haksız yere öldürenler, insanlardan adaleti emredenleri öldürenler" (21.ayet) ve "Uydurageldikleri şeyler dinleri konusunda kendilerini aldatmış olanlar" (24.ayet) la ilgili hükümlere yer veriliyor. Son olarak "Bakalım, kendilerini o geleceğinde hiç şüphe olmayan gün için bir araya topladığımız ve hiç kimseye haksızlık edilmeden herkese kazandığı tamamen ödendiği vakit, hâlleri nice olacaktır"(25.ayet) şeklinde uyarı var.

Bir sonraki 26. ayette Allah resulüne (sav) kendi dilinden şöyle dua edilmesi vahyedilmiş:

ALLAH RESULÜNÜN (sav) DUASI

Âl-i İmrân suresi 26. ayet:


Kuli(A)ll
âhumme mâlike-lmulki tu/tî-lmulke men teşâu vetenzi’u-lmulke mimmen teşâu vetu’izzu men teşâu vetużillu men teşâ(u)(s) biyedike-lḣayr(u)(s) inneke ‘alâ kulli şey-in kadîr (Âl-i İmrân suresi 26. ayet)

De ki: "Ey mülkün sahibi Allah'ım! Sen mülkü dilediğine verirsin, dilediğinden de onu çeker alırsın, dilediğini aziz edersin, dilediğini zelil edersin. Hayır Senin elindedir. Muhakkak ki, Sen her şeye kâdirsin.

De ki: "Ey mülkün sahibi olan Allah'ım! Sen mülkü dilediğine verirsin. Dilediğinden de mülkü çeker alırsın. Dilediğini aziz edersin, dilediğini zelil edersin. Hayır senin elindedir. Şüphesiz sen her şeye hakkıyla gücü yetensin." 26﴿[10]

De ki: Ey mülkün gerçek sahibi olan Allahım! Mülkü dilediğine verirsin, dilediğinden çekip alırsın. Dilediğini yüceltirsin, dilediğini de alçaltırsın. Her türlü iyilik senin elindedir. Hiç kuşku yok sen her şeye kādirsin.”[11]

Âl-i İmrân suresinin 35. ayetinden itibaren İmran ailesi ve soyundan bahsediliyor. Zekeriya, Meryem ve İsa (as) İle ilgili ayetler var. 

ZEKERIYYA(AS) IN DUASI:

Âl-i İmran Suresi: 38. Ayet: 


"Hun alike de’â zekeriyyâ rabbeh(u) kâle: rabbi heb lî min ledunke żurriyyeten tayyibe(ten) inneke semî’u-ddu’â (Âl-i İmran Suresi: 38. Ayet)

Orada Zekeriyya, Rabbine dua etti: "Rabbim! Bana katından hayırlı bir nesil ver. Şüphesiz sen, duayı hakkıyle işitensin" dedi.

"Orada Zekeriya Rabbine dua etti: "Rabbim! Bana katından temiz bir nesil bahşet. Şüphesiz sen duayı hakkıyla işitensin" dedi. (38)" [12] 

38﴿ Orada Zekeriyyâ rabbine dua edip dedi ki: Rabbim! Bana tarafından temiz bir nesil ihsan eyle! Kuşkusuz sen duayı işitmektesin.” [13]

Hz. İsa "Benden önce gelen Tevrat'ı doğrulayıcı olarak ve size haram kılınan bazı şeyleri helâl kılmak için gönderildim ve Rabbiniz tarafından size bir mucize de getirdim. Artık Allah'a karşı gelmekten sakının ve bana itaat edin." (50) "Şüphesiz Allah, benim de Rabbim, sizin de Rabbinizdir. Öyleyse O'na ibadet edin. İşte bu, doğru yoldur." (51) dedi. 

Sonra Havarilerle ilgili bir ayet var: "İsa, onların inkârlarını sezince, "Allah yolunda yardımcılarım kim?" dedi. Havariler, "Biziz Allah yolunun yardımcıları. Allah'a iman ettik. Şahit ol, biz Müslümanlarız" dediler." (52) 

HAVARİLERİN DUASI

Âl-i İmrân suresi 53. ayet:

Havariler devamında ilk başta aşağıdaki şu duayı ettiler. (53) Bu dua bizim için de yol gösterici: 


Rabbenâ âmennâ bimâ enzelte vetteba’nâ-rrasûle fektubnâ me’a-şşâhidîn (Âl-i İmrân suresi 53. ayet)

Ey Rabbimiz, senin indirdiğine iman ettik, o peygambere de uyduk. Artık bizi şahidlerle beraber yaz.

"Rabbimiz! Senin indirdiğine iman ettik ve Peygamber'e uyduk. Artık bizi (hakikate) şahitlik edenlerle beraber yaz." 53﴿ [14]

“Rabbimiz! İndirdiğine inandık ve peygambere tâbi olduk; artık bizi şahitlerle beraber yaz.” [15]

Surenin 138 ile 148. ayetleri arasında Uhud savaşının üzüntüsünü yaşayan müslümanları teskin eden sözler var. Öncelikle "Bu (Kur'an), insanlar için bir açıklama, Allah'a karşı gelmekten sakınanlar için bir hidayet ve bir öğüttür" (138) le başlıyor. Ardından "Gevşemeyin, hüzünlenmeyin. Eğer (gerçekten) iman etmiş kimseler iseniz üstün olan sizlersiniz" (139) ifadesiyle mü'minler cesaretlendiriliyor.

Nihayet söz uhuda geliyor ve Allah: "Eğer siz (Uhud'da) bir yara aldıysanız, şüphesiz o topluluk da (Müşrikler de Bedir'de) benzeri bir yara almıştı. İşte (iyi veya kötü) günleri insanlar arasında (böyle) döndürür dururuz. (Bazen bir topluma iyi ya da kötü günler gösteririz, bazen öbürüne.) Allah, sizden iman edenleri ayırt etmek, sizden şahitler edinmek için böyle yapar. Allah, zalimleri sevmez."(140) "Bir de Allah, iman edenleri arındırmak ve küfre sapanları mahvetmek için böyle yapar." (141) "Yoksa siz; Allah, içinizden cihad edenleri (sınayıp) ayırt etmeden ve yine sabredenleri (sınayıp) ayırt etmeden cennete gireceğinizi mi sandınız?" (142) "Andolsun, siz ölümle karşılaşmadan önce onu temenni ediyordunuz. İşte onu gördünüz, ama bakıp duruyorsunuz."

(143) "Muhammed, ancak bir peygamberdir. Ondan önce de peygamberler gelip geçmiştir. Şimdi o ölür veya öldürülürse gerisingeriye (eski dininize) mi döneceksiniz? Kim gerisingeriye dönerse, Allah'a hiçbir zarar veremez. Allah, şükredenleri mükâfatlandıracaktır." (144) "Hiçbir kimse Allah'ın izni olmadan ölmez. Ölüm belirli bir süreye göre yazılmıştır. Kim dünya menfaatini isterse, kendisine ondan veririz. Kim de ahiret mükâfatını isterse, ona da ondan veririz. Biz şükredenleri mükâfatlandıracağız."(145) ayetleriyle müslümanların zihnini ve kalbini onarıyor.

Ayetlerin devamında diğer peygamberlerden de örnek veriliyor: "Nice peygamberler var ki, kendileriyle beraber birçok Allah dostu çarpıştı da bunlar Allah yolunda başlarına gelenlerden yılmadılar, zaafa düşmediler, boyun eğmediler. Allah, sabredenleri sever." (146)

ALLAH DOSTLARININ DUASI

Onların sözleri ise ancak, şu duadan ibaretti:  

Âl-i İmrân suresi 147 ayet:


Vem
â kâne kavlehum illâ en kâlû rabbenâ-ġfir lenâ żunûbenâ ve-isrâfenâ fî emrinâ veśebbit akdâmenâ vensurnâ alâ-lkavmi-lkâfirîn (Âl-i İmrân suresi 147 ayet)

O âlimlerin sözü sadece şuydu: “Ey Rabbimiz! Bize günahlarımızı ve işlerimizde yaptığımız taşkınlıklarımızı bağışla. Savaşta ayaklarımızı diret ve kâfirler topluluğuna karşı bize zafer ver.”

Onların sözleri ancak, "Rabbimiz! Bizim günahlarımızı ve işimizdeki taşkınlıklarımızı bağışla ve (yolunda) ayaklarımızı sağlam tut. Kâfir topluma karşı bize yardım et" demekten ibaretti. 147﴿ [16]

Onların sözü şunu demekten ibaretti: “Rabbimiz! Günahlarımızdan ve işimizdeki aşırılıklardan ötürü bizi bağışla, sebatımızı arttır, kâfir topluluğa karşı bize yardım et!” [17]

Surenin 190. ayetinde: "Göklerin ve yerin yaratılışında, gece ile gündüzün birbiri ardınca gelip gidişinde selim akıl sahipleri için elbette ibretler vardır" denildikten sonra takip eden ayette: "Onlar, ayakta iken, otururken, yan yatarken Allah'ı zikrederler ve göklerin ve yerin yaratılışı konusunda düşünürler" (191) deniyor.

İşte o akıl sahipleri dua niteliğinde şöyle bir yakarışta bulunurlar:

AKIL SAHİPLERİNİN DUASI

Âl-i İmrân suresi 191-192-193-194. ayetler:


(191) Elleż
îne yeżkurûna(A)llâhe kiyâmen veku’ûden ve’alâ cunûbihim veyetefekkerûne fî ḣalki-ssemâvâti vel-ardi rabbenâ mâ ḣalakte hâżâ bâtilen subhâneke fekinâ ‘ażâbe-nnâr (192) Rabbenâ inneke men tudili-nnâra fekad aḣzeyteh(u) vemâ lizzâlimîne min ensâr (193) Rabbenâ innenâ semi’nâ munâdiyen yunâdî lil-îmâni en âminû birabbikum feâmennâ(c) rabbenâ faġfir lenâ żunûbenâ vekeffir ‘annâ seyyi-âtinâ veteveffenâ me’a-l-ebrâr (194) Rabbenâ veâtinâ mâ ve’adtenâ ‘alâ rusulike velâ tuḣzinâ yevme-lkiyâme(ti)(k) inneke lâ tuḣlifu-lmî’âd (194)

Surenin 190 ve 191. ayetlerinde göklerin ve yerin yaratılışında, gece ile gündüzün birbiri ardınca gelip gidişinde ibretler olduğunu gören selim akıl sahiplerinden bahsedililiyor.  Dua eden ve "Rabbena, çünkü sen kimi o ateşe sokarsan onu muhakkak rüsva ve perişan etmişindir, zalimlerin de yardımcıları yoktur" (192) diyen bu kişiler surenin devamında 193. ayette "Rabbinize iman edin’ diye imana çağıran bir davetçi işittik, hemen iman ettik. Rabbimiz! Günahlarımızı bağışla. Kötülüklerimizi ört. Canımızı iyilerle beraber al” şeklinde dua ettikten sonra takip eden ayette de yukarda meali verilen sözlerle yine rablerine yöneliyorlar:

(191) Onlar ayaktayken, otururken ve yanları üzerine yatarken Allah'ı anarlar; göklerin ve yerin yaratılışı üzerinde düşünürler. Ve "Rabbimiz! Sen bunu boş yere yaratmadın, Sen yücesin, bizi ateşin azabından koru." derler.(192) "Rabbimiz! Sen kimi cehennem ateşine sokarsan onu rezil etmişsindir. Zalimlerin hiç yardımcıları yoktur".(193) "Rabbimiz! Biz, 'Rabbinize iman edin' diye imana çağıran bir davetçi işittik, hemen iman ettik. Rabbimiz! Günahlarımızı bağışla, kötülüklerimizi ört, bizleri sana ermiş kullarınla beraber yanına al". (194) «Ey Rabbimiz, senin peygamberlerine karşı bize va'd etdiklerini ver bize. Kıyaamet günü yüzümüzü kara çıkarma. Şübhe yok ki Sen asla sözünden dönmezsin».

Onlar ayaktayken, otururken ve yanları üzerine yatarken Allah'ı anarlar. Göklerin ve yerin yaratılışı üzerinde düşünürler. "Rabbimiz! Bunu boş yere yaratmadın, seni eksikliklerden uzak tutarız. Bizi ateş azabından koru" derler. (191) "Rabbimiz! Sen kimi cehennem ateşine sokarsan onu rezil etmişsindir. Zalimlerin hiç yardımcıları yoktur." (192)"Rabbimiz! Biz, ‘Rabbinize iman edin' diye imana çağıran bir davetçi işittik, hemen iman ettik. Rabbimiz! Günahlarımızı bağışla. Kötülüklerimizi ört. Canımızı iyilerle beraber al." (193)"Rabbimiz! Peygamberlerin aracılığı ile bize vadettiklerini ver bize. Kıyamet günü bizi rezil etme. Şüphesiz sen, vadinden dönmezsin." (194) [18]

(191) Onlar ayakta dururken, otururken, yatarken hep Allahı anarlar; göklerin ve yerin yaratılışını düşünürler (ve şöyle derler:) Rabbimiz! Sen bunu boş yere yaratmadın, seni tenzih ve takdis ederiz. Bizi cehennem azabından koru! (192) Rabbimiz! Sen kimi ateşe sokarsan hiç şüphe yok onu rezil etmiş olursun. Zalimlerin hiç yardımcıları yoktur. (193) Rabbimiz! Doğrusu biz ‘Rabbinize inanın!’ diyerek, imana çağıran bir davetçiyi işitip iman ettik. Rabbimiz! Günahlarımızı bağışla, kötülüklerimizi sil ve bize iyilerin ölümünü nasip et(194) Rabbimiz! Peygamberlerin aracılığıyla bize vaad ettiklerini ver bize; kıyamet gününde bizi rezil etme. Sen asla sözünden caymazsın.” [19]


[1] (Râgıb el-İsfahânî, el-Müfredât, “tvb” md.; Lisânü’l-ʿArab, “tvb” md.)

[2] (M. F. Abdülbâkī, el-Muʿcem, “tvb” md.)

[3] (Wensinck, el-Muʿcem, “tvb” md.),

[4] (“Duʿâʾ”, 10; “Daʿavât”, 82)

[5] (İbn Mâce, “Edeb”, 57; Tirmizî, “Daʿavât”, 38)

[6] Kaynak <https://islamansiklopedisi.org.tr/tevvab>

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder