Yüreğimin sesi-I-
albümüne yeni bir fotoğraf ekledi.
Gün batımı/Gün doğumu duyguları albümüne yeni bir fotoğraf ekledi.
25 Aralık 2020 17:00 Cuma CORONA GÜNLERİ...................................Hayat boyu öğrenme
Farkın farkedilmesi
Öğrenmenin sonu yok. Buna bir kez daha inandım. Okudukça, dinledikçe, gördükçe ve yaşadıkça insan öğrenmeye devam ediyor. Bu süreç gerçekten de “beşikten mezara kadar”. Bugün kesin olduğunu sandığın şey ertesi gün yıkılabiliyor. Aklın tartışılmaz kabul ettiği bir bilgi bakıyorsun ki başka akıllar tarafından çoktan çöp sepetine atılmış.
Bu dini bilgi açısından da farklı değil. İnandığın, öyle olduğunu sandığın bir mesele okuduğun bir yazıyla neredeyse kökünden sallanabiliyor. Dinlediğin biri bir başkasının yanlış yolda olduğuna sizi ikna edebiliyor. Kur’an şeksiz şüphesiz bizim için bir vahiy ve hakikat kaynağı. Üzerinden bunca zaman, onca nesiller gelmiş geçmiş. Ancak hala yeni bilgi, kavram ve yorumlarla üzerinde tartışılabiliyor olması ilginç değil mi?
Kur’anı her okuduğumda, manasını öğrendiğimde yepyeni ve farklı şeyler keşfediyorum. Bunu nasıl yorumlayıp anlamalı? Belki de sadece bu özelliği bile onun engin derinliğine ve hakikatine delildir. Her zamanda, her seviyede insana yetmiş. Bana da yetecek, kıyamete kadar gelecek nesillere de. Muhtemelen okudukça şaşırtmaya, anladıkça aydınlatmaya devam edecek. Böylece insanoğlunun aklı ve kalbi tüm zamanlarda diri kalabilecek. Her seferinde imanı onarıp yenileyecek ve kuvvetlendirecek.
Bir örnek vermek isterim. Hamdolsun gençlik yıllarımın modası “şuculuk, buculuk, çılık, çuluk,…” tan kurtulalı çok zaman oldu. Olgunluk yaşlarımda duruldum ve sadece “Müslüman” olmayı yeterli saydım. Bu istikamet beni aşırılıklardan korudu. İmaj parlatmalarla uğraşmaktan vazgeçip, “nicelik yerine niteliğin dolu olması”aşamasına geçebildim. Yine de bu güne kadar “Müslüman olmak”la “mümin olmak” arasındaki fark üzerinde böyle düşünmemişim.
Ta ki Mısırlı âlim Muhammed Mutevelli eş Şa’ravi’nin (*) bir mülakatını okuyuncaya kadar. San Francisco’da iken bir müsteşrik soruyor: “Sizin Kuran’ınızda bulunan şeylerin tamamı doğru mu?” Cevap: “Kesinlikle evet”. Tekrar bir soru: “O halde Allah niçin kâfirlerin müminlere galip gelmesine imkân veriyor? Hâlbuki Kuran diyor ki: “Allah kâfirlerin müminlere galip gelmesine asla imkân vermez.” (Nisa: 141). Cevap çok sarsıcı: “Çünkü bizler müslümanız, mümin değiliz de ondan”.
Cevap şaşırtıcı, doğal olarak da peşinden şu soru geliyor: “Müminlerle Müslümanlar arasındaki fark nedir?”. Şa’rafi bu kez şöyle cevap veriyor: “Günümüzde Müslümanlar namaz, zekât, hac ve Ramazan orucu gibi İslam’ın ibadet cinsinden bütün sembollerini yerine getiriyorlar fakat onlar tam bir sıkıntı ve yokluk içindeler. İlmi, iktisadi, sosyal ve askeri sıkıntılar… vs. Bu yokluk ve sıkıntıların sebebi nedir? Kuran’da geçen bir ayette şöyle denilir: “Göçebe Araplar biz iman ettik, diyorlar. Onlara de ki: Siz iman etmediniz. Fakat Müslüman olduk, deyin. Çünkü iman henüz kalplerinize girmedi.” (Hucurat: 14).
Adam öyle bir noktaya ışık tutuyor ki merak etmemek imkansız: “Peki, niçin sıkıntı ve yokluk içindeler?” Cevap yine Kur’an-ı Kerim’den: “Biz müminler yardım etmeyi üzerimize borç kıldık” (Rum 47). Çünkü Müslümanlar müminler merhalesine yükselemediler. Onlar gerçek mümin olsalardı Allah onlara mutlaka yardım ederdi. Delili de işte bu ayet.
Devam ediyor Şa’rafi: “Eğer mümin olsalardı diğer ümmetler ve halklar arasında daha önemli ve saygın bir konumda olurlardı. Bunun delili Allah Teala’nın şu ayetidir: “Gevşemeyin / yılgınlık göstermeyi ve üzüntüye kapılmayın. Eğer (gerçekten) inanıyorsanız üstün gelecek olan sizsiniz.” (Âl-i İmrân suresi, 139). Eğer mümin olsalardı Allah Teâlâ diğer milletlerin onların üzerinde herhangi bir hakimiyet kurmalarına izin vermezdi. Bunun delili Allah Teâlâ’nın şu ayetidir: “Allah kâfirlerin müminlere galip gelmesine asla imkân vermez.” (Nisa: 141)
Eğer mümin olsalardı Allah Teâlâ onları bu hor ve hakir durumda bırakmazdı. Bunun delili Allah Teâlâ’nın şu ayetidir: “Allah müminleri içinde bulunduğunuz durumda bırakacak değildir.” (Âli İmran: 189). Eğer mümin olsalardı Allah Teâlâ her durumda onlarla beraber olurdu. Bunun delili Allah Teâlâ’nın şu ayetidir: “Muhakkak ki Allah müminlerle beraberdir.” (Enfal:19). Fakat onlar Müslümanlık aşamasında kaldılar, müminlik aşamasına yükselemediler. Allah Teala buyuruyor ki: “Onların çoğu mümin değildirler.” (Şu'arâ Suresi 8. Ayet)
Evet şimdi anladım, farkı fark ettim. Ama “O halde o müminler kimlerdir?” sorusu benim de aklıma gelmedi değil. Şa’rafi bu soruya da Kur’an-ı Kerimin şöyle cevap verdiğini aktarıyor: “Onlar: Günahlarından uzaklaşan tövbekârlar, ibadetlerine devam eden âbidler, Allah’a hamd edenler, lezzetlerden uzaklaşarak oruç tutan zahitler, rükû ve secdeleriyle Rablerine boyun eğenler, iyiliği emredip, kötülüğü engelleyenler ve Allah’ın belirlediği sınırları aşmayanlardır.” (Tevbe 112)
Demek Allah Teâlâ zaferi galibiyeti, hâkimiyeti ve yüksek bir durumda bulunmayı müminlere vaat etmiş, Müslümanlara değil. Böylece müslüman ile mümin arasındaki farkı çok daha iyi anlamış oldum. Allah bizleri kalan ömrümüzde mümin kullarından eylesin.
Feraset üzerine
Olimpiyat oyunlarını, at ya da bisiklet yarışlarını seyretmişsinizdir. Özellikle uzun mesafede sporcular gruptan kopmadan yarışı sürdürürler. Baktığınızda blok olarak bir grubun rengarenk formalarıyla hep birlikte hızla hareket ettiğini izlersiniz. Detaylar çok fazla ilginizi çekmez. İyi bakarsanız sporcuları birbirinden ayırd edebilir, giydiklerinin farkını anlayabilirsiniz. Böylelikle belki en önde olanları tanır, yarışın heyecanı ve anın adrenali ile daha fazla ayrıntıya dikkat etmezsiniz.
Fakat kendinizi odaklayabilirseniz içlerinden bazılarının grubun genel hızından biraz daha hızlı olduğunu ve diğerlerinin arasından sıyrılmakta olduklarını fark edebilirsiniz. İşte bana göre performans tam da budur. Normalin ötesinde fark edilmesi ve izlenilmesi gereken asıl ayrıntı. Genellikle de yarışı kazananlar bu tip bir strateji ve performans farkı ile kazanmayı bilirler. Demek ki baktığımız şeylerde genel tablo ile yetinmemek, farkı fark edebilmek lazım.
Kültürümüzde görünenin arkasını görebilmek Feraset kelimesiyle ifade ediliyor. Arapçadan aslı firâset olan bir kelimeden Türkçe'mize geçmiş bir kavram. TDK'na göre feraset kelimesinin anlamı; Keskin anlayış, zekâ, çabuk sezme ve sezgi ötesi anlama kabiliyeti, kapsamlı ileri görüşlülük demek. Örneğin kişinin karşısındakinin yapısal özelliklerini hemen derhal fark edebilmesi, idrak edebilmesi hâli. Görünüşten, içyüzünü farkedebilen, bir sistemi, onun arkasındaki şeyleri okuyabilme yeteneği. Yöneldiği şeyin bâtınına nüfuz ederek onun yapısını, özelliklerini, varoluş gaye ve hikmetini sezebilme hassası.
Meseleyi anlamak için Resul u Ekremin (as) “Müminin ferâsetinden sakınınız, çünkü o aziz ve celil olan Allah’ın nûru ile bakar” (Tirmizi, Tefsiru’l-Kur’an, 16, Suyûtî, elCâmiu’sağir, 1, 24) sözünü hatırlamalıyız. Buradan feraset kavramının “Hemen anlama, çabuk kavrama, zihin uyanıklığı, anlayış, sezgi, iz‘an” manasında olduğunu görebiliyoruz.
Mesela içinde bulunduğumuz Corona günlerinde olup bitenlere ferasetle bakmak ne kadar da yararlı olur. Çünkü madem ki Cenab ı Hakkın emir ve yasakları en başta kendi bedenimizi, ailemizi, komşularımızı, ana baba ve akrabalarımızı korumayı da kapsıyor. O halde tedbir almak, çare aramak, fennine ve icabına uygun hareket etmek onun da emrine uymak demek değil mi? Bir müminin musibetlere karşı sabretmesi demek; ye'se ve ümitsizliğe düşmeden, hastalığa karşı mücadele etmesi, sağlıklı ve hayatta kalması demek değil mi? Her şeye olduğu gibi hastalıklara karşı da ibret nazarıyla bakıp ders alabilmek de mümin ferasetinin icabı değil mi?
Biliyorum ki insan olarak zihnimizi ve kalbimizi perdeleyen bazı şeyler var. Bizden kaynaklanan, elimizle oluşturup büyüttüğümüz zafiyetler. Bunlar bizim feraset yeteneğimizi köreltiyor, perdelerimizi kalınlaştırıyor. Örnek mi istiyorsunuz; Ezberden Kur’an okuyoruz anlamından uzağız çünkü günahlarla iç içeyiz. Namaza duruyoruz dua ediyoruz ama ne dediğimizin ne yaptığımızın farkında değiliz çünkü ibadetleri şekle indirmişiz. Türbe ve mezar ziyareti yapıyoruz Allah muhafaza şirke kaymışız haberimiz olmuyor çünkü her gün kırk defa okuduğumuz "fatiha'nın manasını unutmuşuz. Halbuki o perdeleri yırtıp atabilsek, gözümüzün önünden ve kalbimizden kaldırabilsek daha ayan beyan görebileceğiz bazı şeyleri.
Kabul ediyorum, bakmakla görmek nasıl farklı ise duymakla haberdar olmak, okumakla anlamak da farklı şeyler. Yine bir misal: Şarkı söyleriz musiki bizi alır götürür sözleri üzerinde düşünemeyiz. Güzel bir şiiri okumak ya da duymak bize zevk verir de şairin maksadını, dörtlüklerdeki manayı ıskalarız. Kalkıp şakır şakır oynadığımız bir türkü aslında acılı bir ağıttır ama bilmeyiz.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder