22 Aralık 2023 Cuma

22 Aralık 2023 Cuma; TORUNLARIMA MEKTUPLAR...........................ANILAR; 22 Aralık

KÜÇÜK/BÜYÜK ŞEYLER... albümüne yeni bir fotoğraf ekledi.22 Aralık 2012

KÜÇÜK/BÜYÜK ŞEYLER…(Ahh bu Melih çekilmez !)

Bugün Cumartesiydi. Bizim haftalık birlikte gezme ve alışveriş günümüz. Kahvaltıda eşime bir güzellik yapmak istemiştim. "Bugün seni farklı bir yere götüreyim." Hoşuna gitti. Önceden bir büfeden Ego kartı aldım. Yeni uygulamayla kullandığımız metrobüs kartları başka hatlarda geçmiyormuş (!?) Olsun, bugün keyfim yerindeydi, böyle ufak şeyler neşemizi bozamazdı. Hazırlandık ve otobüs durağına çıktık.

Hesabıma göre daha onbeş dakika vardı otobüsün gelmesine. Beklerken büyükşehirin internet üzerinden "Otobüsüm nerede" hizmetinden yararlanmak istedim. 10-15 dakika uğraştım olmadı. Hat numarasını ve durak kodunu giriyor, ardından sonuç almak üzere görüntüle tuşuna basıyordum ama nafile. Ekran bir türlü otobüsün nerede olduğunu ve ne kadar sürede o durağa geleceğini göstermiyordu. Önce birkaç denemede telefonumun internet hızından şüphe ettim. Öyle ya gitmek istediğimiz yöne tam o saatte bir otobüsün olduğundan kesinlikle emindim. Her durakta Egonun o hatta bir otobüsü olduğu yapıştırılmıştı. internet sitesinde de saatleri yazılıydı. Canım sıkıldı biraz. Hava da oldukça soğuktu. Eşime baktım, şalına sıkı sıkı sarılmış gözleriyle sanki bana "otobüs gecikti" dermiş gibi bakıyordu. Ben durumdan emin "Biraz sonra gelir" dedim. Dedim ama içime de bir kurt düşmedi değil hani. Otobüs 17 dakika gecikmişti. Acaba yeni uygulamayla direk kızılay ve ulus hatlarını kaldırdıkları gibi sessiz sedasız, küt diye bu hattı da mı kaldırmışlardı. Olabilir miydi ki ? Metrobüs yerine semtimize konulan bir otobüsü durdurup "Afedersiniz 159 numaralı hat hala çalışıyor değil mi ?" diye sordum. Adam de pek suratsız biriymiş. Sanki durakta durmak ve ön kapıyı açmaktan çok rahatsız olmuştu."59 filan bilmiyorum. Bu otobüs Aştiye gidiyor görmüyor musun" dedi. Bastı gitti. Arkasından bakakaldım. Artık havanın sert soğuğunu da bayağı hissetmeye başlamıştım. "Ya sabır! Allah Allah ne oluyor yahu !" diye söylendim yavaşça. Eşimin yüzüne bakmaya korkuyordum. 10-15 dakika daha böyle gergin geçti. Bu arada diğer hattın bir otobüsü daha geçmişti. Bizim otobüs ise meydanlarda yoktu. Durumun vahametini eşim kavramış olmalı ki "Ben üşüdüm. Artık gelecek ilk otobüse binip nereye gidiyorsa gideceğim" dedi. "Biraz sonra gelir" filan diyecektim galiba. Ama kelimeler daha ağzımdan çıkmadan buhar olup yok olmuştu. "Ah Melih ah !" dedim adeta tıslayarak. Yine olan olmuştu. Böyle maceralı (!) yolculuklar konusunda biraz sabıkalı olduğum için hiç olmazsa işin bundan sonrasını kurtarayım diye düşünüyordum. Kuru soğukta 45 dakika bekledikten sonra gelen ilk Metrobüsçüke atladık. Bu seferki şoför efendiden biriydi. "159 kaldırıldı mı diye sordum" direk. "valla ben bilmiyorum" dedi kibarca. Neyse "Bu da geçer yahu !" diyerek bir koltuğa büzüldüm.
Bu sefer hedefimiz Akköprüdeki bir alışveriş merkeziydi. Aştide indik. Eşim Ankaraya binmek üzere merdivenlere yönelmişti. Kolundan tutup 104 Metrobüs durağına çevirdim. "Akköprüye gitmek için önce Ankarayla Kızılaya, sonra da aktarma yaparak Metro ile Akköprüye gitmemiz lazım. Buradan 104'e binersek daha kısa yoldan gidebiliriz." Eşim bana hala inanmayan gözlerle ve tereddütle bakıyordu. Kısa bir öyle midir böyle midir tartışması yaptıktan sonra kadıncağız çaresiz bir 20 dakika daha o soğukta ikinci Metrobüsü bekledi. Bu arada tam anlamıyla mosmor olan bendim. Ama soğuktan değil bu defa tam anlamıyla kızgındım. Neyse ki Metrobüs geldi bindik ve Akköprü Metro istasyonu önündeki köprü altında indik. AVM indiğimiz yerin hemen karşısındaydı. Her şey yoluna girdi diye düşündüm. Alışveriş merkezi de olağanüstü ışıklarla süslüydü. Her yılbaşı öncesi böyle yapıyorlar. Çekiciliği artıyor demek ki, böylece insanların alışveriş duyguları da tahrik edilmiş oluyor. İçerde dükkanlar da süslenmiş. Yılbaşı, ışıklar, noel çamları ya da alışveriş hiç umurumda değil , ben eşime güzel bir gün geçirtmek istiyorum. Bütün istediğim bu. Sıra sıra dizili modern mağazaların vitrinlerine şöyle bir bakıyor, özellikle mutfak eşyası satanlarda daha bir eyleniyoruz. Telefonum çalıyor. Kızım. Eve gelmiş, kapıda kalmış, halasının yanındaymış, gitmişken bir de ona bir elbise dolabı ya da askı alabilir miymişiz. Şöyle ucuz bir şey. Haydaa…İşin rengi tamamen değişti şimdi. Hızlı hızlı bu tür ürünlerin olduğu diğer binaya geçip bir bez elbise dolabı beğeniyoruz. Kutu içinde taşınabilir bir şey. Öğrenci işi. İstenilen yerde çabucak monte edilebiliyor. Bu arada AVM nin çok harika(!) bir yılbaşı kampanyasını da öğrenmiş oluyoruz. Kredi kartına 8 taksit için alışveriş miktarımızın 100 lirayı geçmesi gerekiyormuş. Hadi bakalım hiç hesapta olmayan bir başka elektrikli gereç daha alıyoruz. Yetmiyor birde dört tane de kalem pille 100 lirayı burun farkıyla geçiyoruz.
Aldıklarımız elimizde AVM'den çıkıyoruz. Şimdi hedef Metrobüsten indiğimiz yerden otobüse binip bir an evvel evimize ulaşmak. Zaten akşam karanlığı çökmüş, soğuk da bayağı rahatsız edici. Bir 20 dakika daha İndiğimiz yerde Metrobüsü bekliyoruz. Tamam gözüktü. Yaklaştığında kapıya doğru seyirtiyoruz ikimizde. O da ne ! Metrobüs durmuyor. Geçip gidiyor önümüzden. Şaşkın bakakalıyoruz ardından. Durumumuzu anlayan biri arkadan bağırıyor. "Durak 100 metre ilerde, Emniyetin önünde". Haydi bakalım bu sefer de ellerimizdekilerle birlikte 100 metre hızlı yürüyüşüne çıkıyoruz. Eşim bir taraftan söyleniyor, bir taraftan bana yetişmeye çalışıyor. Benim artık ne bakacak yüzüm, ne söyleyecek sözüm kalmış. Bir taraftan hızlı hızlı yürüyor bir taraftan da "Ah Melih , Ah !..." deyip duruyorum kendi kendime.. Durak boş ve akşam ayazı yüzümüze, yüzümüze vuruyor. Düşünüyorum "Metrobüs biraz önce gittiğine göre garanti bir 20 dakika daha burada bekleyeceğiz. Bindik diyelim, bu yeni(!) uygulamaya göre emekte inip bu defa 195'i beklememiz lazım. Şanslıysak 10-15 dakika da orada bekleriz.." Artık hafakanlar basıyor beni. Eşimin iyi dileklerini (!) duymamak için müzik kulaklıklarımı daha bir tıkıyorum kulaklarıma. Bu arada bir dolmuş görünüyor akşamın karanlığında. "Aaa bu da TOKİ'ye gidiyor değil mi ?" İkimiz birden kendimizi atıyoruz içeri.
Ayakta kalmak umurumda değil. "Aktarmasız götürecek ya bu bizi. Eşim daha fazla üşümeyecek ya." Bu arada bir genç kalkıyor, eşime yer veriyor. Oh çok şükür." Tekrar müziğime sığınıyorum. Erol Evgin söylüyor: "Ahh bu hayat çekilmez. Ahh bu hayat çekilmez...Sevdan olmasa, sevdan olmasa…Ahh bu çile çekilmez..." Adam sanki benim duygularımı dillendirmiş. "İşte öyle bir şey" gibi bu da gençliğimin eskimez şarkılarından. Ama şimdi tam da sırası yani. Kendimi nostaljik müziğimin afyonuna terk ediyorum. Uyanmak, bugünü hatırlamak bile istemiyorum. Sıcak evime adımımı attığım anda şarkı sanki başka bir şekle dönüşüyor dilimde. "Ahh bu Melih çekilmez...Ahh bu Melih çekilmez...Bu bizdeki sabır olmasa Ahh bu Melih çekilmez." Kulakların çınlasın Melih bey. Bunu okuyacağını sanmıyorum, ama kulakların çınlar belki.

Yilmaz YalcınSİTE YÖNETİMİ albümüne yeni bir fotoğraf ekledi.

"image.png" yüklenemedi.
Apartman ve Blok Yöneticiliği
Günümüz insanının kent yaşamı değişti. Başta çok katlı yapılar olmak üzere site oluşumları gittikçe artıyor. Yeni toplu yaşam alanlarının kurulması, barınma ihtiyacında farklılaşan standartlar doğal olarak bir “Apartman/Blok /Site Yönetimi” gerekliliğini de ortaya çıkardı. Bu yüzden kat malikleri arasından bir apartman yöneticisi seçilmesi ya da yerine göre bir Yönetim kurulu oluşturulması zorunlu hale geldi.
Sorumlulukları ve komşuluk ilişkilerindeki güçlükler yüzünden bugün herkesin üstlenmekten kaçındığı bir görevdir bina ve site yönetimi. Ancak, kat malikleri olarak istesek de istemesek de belli dönemlerde bu sorumluluktan kaçamayız.
Bu misyonu yüklendiğimizde de tabiatıyla bina ve apartman yönetiminde karşılaşılabilecek problemleri çözmek ve ihtiyaçlara karşılık vermemiz beklenir bizden.
Bu durumda yapacağımız görev elbette ki binamıza, sitemize değer katarak, komşuluk ilişkilerini bozmadan, şeffaf, güvenilir bir yönetim sistemi geliştirmek olacaktır. Ancak bunun için, çok katlı toplu yapılarda bina ve site yönetimi konusunda ortaya çıkan bazı kurallardan, kanun, mevzuat ve genel uygulamalardan haberdar olmak gerekmektedir.
SİTE YÖNETİMİ.................................Apartman ve Blok Yöneticiliği

http://yzyorum.blogspot.com/.../110-22-aralk-2013-pazar... 

253 22 Aralık 2015 Salı 21:30 ZAMAN DURAKLARI......................Ona selam olsun !

Ona selam olsun !

Peygamberimiz Hz. Muhammed (s.a.v.) Kameri aylardan Rebiü'l-evvel ayının 12. gecesi doğmuştu. Yani milâdî takvime göre 571 yılı Nisan ayının yirmisinde. İşte bu geceye islami gelenekte mübarek "Mevlid Kandili" deniyor.

Cenab-ı Hak peygamber efendimiz için Kuran-ı Kerimde "Biz seni ancak âlemlere rahmet olarak gönderdik." [1] diyor. O yüzden bu gece, islam dünyasında büyük hürmet görüyor, müslümanlar arasında asırlardır büyük bir coşku ile kutlanıyor ve sevgili Peygamberimiz derin bir saygı ile anılıyor.

Bu konuda Süleyman Çelebi tarafından yazılan ve asıl adı "Vesiletün'necat" olan mevlid kitabı O'nun doğumunu, üstünlüğünü ve mucizelerini çok güzel bir şekilde dile getirir.

Böyle gecelerde okunan mevlidleri dinlemek, O'na çok çok salât ve selâm göndermek özellikle bizim milletimize has bir güzellik. Sevgili Peygamberimize olan engin sevgi ve bağlılığının bir ifadesi.

Bununla beraber, böyle her vesileyle O'nun ahlâk ve fazilet dolu hayatını öğrenmek ve örnek alacağımız davranışlarını hayatımıza aktarmak ne kadar güzel olur değil mi ? Belki inşallah asıl o zaman Rabbimizin sevgisini ve hoşnutluğunu kazanmış oluruz.

Onun hayatı ve bize örnek davranışları hayranlık uyandırıcı güzelliklerle dolu. Kuran-ı Kerimde bu hususta "Andolsun, Allah'ın rasûlünde sizin için, Allah'a ve âhiret gününe kavuşmayı umanlar için ve Allah'ı çok ananlar için güzel bir örnek vardır." [2] denmesi boşuna değil. Mesela selam vermek ve musafaha yapmak da bunlardan biri.

İki müslümanın birbiriyle karşılaştığı zaman selâmlaştığında tokalaşması (musafaha yapması) İslâm'ın âdâbı ve ahlakından. Çünkü, birbirleri ile karşılaşan Müslümanların önce selamlaşmaları ardından da musafaha (tokalaşma) yapmaları sünnet. [3]

Zira karsılaşınca musafaha yapmak, kucaklaşmak Peygamberimizin hem sözlü, hem de fiilî bir sünneti. [4]

İki Müslüman karşılaştıkları zaman önce "Esselâmü Aleyküm" "Ve aleykümüsselam" diyerek selâmlaşırlar, musafaha yaparlar ve "Allahümme salli âlâ seyyidinâ Muhammed" diyerek Peygamberimizin üzerine salavat getirir. Bunların hepsi de sünnet.

Müslümanların selâmlaşmaları bir sâlih amel, musâfaha yapmaları ise bir başka güzel davranış. Bunların her ikisi de Resûl-i Ekrem tarafından övülüp teşvik edilmiş. İyi mü’min olmanın da belirtisi olan bu güzel davranışların, inşallah kul hakkının dışında kalan küçük günahların bağışlanmasına vesile teşkil edeceği müjdelenmiş.

Çünkü onlar karşılaşmaları esnasında birbirlerine dua ederler. [5] Kur’ân-ı Kerîm’de [6]ve Resûl-i Ekrem’in bir hadisinde de açıkça belirtildiği gibi, iyilikler çirkinlikleri yok eder. [7]

Mastar olarak “es-selâmu aleyküm” demek, 'selâmet emniyet sizin içindir, sizinle beraberdir' demek. Allah’ın ismi olarak "Selâm" ise, Allah seni korumayı, gözetmeyi üzerine almıştır, kefildir anlamında. Selâm aynı zamanda İtaat ve barış da demek.

Kur’an-ı Kerim’de: "salât ve selam" edin buyuruluyor. [8] Ayette geçen Allah’ın salât etmesi, Peygamberimize rahmet etmesi ve şanını yüceltmesi anlamına geliyor. Meleklerin salât etmesi peygamberin şanını yüceltmesi ve müminlere bağış dilemesi, Müminlerin salâtı ise dua anlamında kullanılmış. Bu âyette geçen selâm kelimesi ise eksikliklerden ve her türlü musibetlerden korunmuş olmayı Allah’tan niyaz etme anlamı taşıyor.

Hz. Peygamber (asv)’a selâm vermek, mü’minlerin birbirine verdiği gibi O’nu selâmlamak, ayrıca zaman zaman ve özellikle ismi anıldığında manevi şahsiyetini selâmlamaktır. Bu selâm aynı zamanda insanların O’na itaat etmek ve yolunu dilemeyi de içeriyor elbette.

Bütün bunları bir arada düşündüğümüz zaman, müslümanların işledikleri her hayırlı işin, selam ve salatlarının bile onların hem dünyada hem de ahirette kendileri için birer kazanç olduğunu anlıyoruz.

Ayrıca, sevgi ve kardeşliğin belirtilerinden biri olan selâmdan sonra el sıkışmak, aralarında var olan sevgi ve kardeşliği, dostluğu, insanların birbirlerine karşı samimiyetini ve değer verişlerini daha da öne çıkarıcı bir unsur.

Peygamberimizin sünnet olan bu hareketini mutlaka erkekler tatbik edecek diye bir kaide de yok. Elbette ki bu sünneti mü'min erkekler yapabildikleri gibi, mü'min kadınlar da yapar.

Tokalaşmanın fazîleti hakkında pek çok kıymetli hadis gelmiş. [9] Bu hadislerin hepsi, musafahada sünnet olanın; sadece bir elle tutmak olduğunu gösteriyor. [10] Bununla birlikte her iki elle birlikte tokalaşmanın da bid'at olduğu söylenemez.[11] Ancak anlaşılıyor ki sünnet olanı sadece bir elle tokalaşmakla yetinmek. [12]

Demek ki tokalaşmak, sahâbe -Allah onlardan râzı olsun- arasında meşhur âdetlerden birisiymiş.[13]

Ancak musâfaha/tokalaşma kendi başına bir sünnet. Ve bu sünnet, iki Müslümanın karşılaştıkları ilk anda uygulanıyor.[14] Eğer bu karşılaşma namazın sonrasına rastlamışsa, tabii ki sünnet burada da uygulanabilecek.

Diğer yandan ne namazdan önce, ne de sonra musafaha edeceksiniz diye herhangi bir dinî emir de yokmuş. O halde böyle bir emir varmış gibi davrananlar, başkalarını da böyle musafahaya zorlayanlar, mahiyetini bilmedikleri bir alışkanlıklarını icra ediyorlar aslında.

Ancak yok demek, yapılırsa günah olur demek de değil elbette. [15] Musafaha, karşılaşan müminlerin sevgi ve saygı işareti olarak el tutuşup sıkışmasından ibaret güzel bir sünnet. Ancak bu da cami içinde ve dışında çok sıkça yapılırsa mânâsını kaybedebilir, lüzumsuz bir alışkanlık halini de alabilir endişesi var.

Elbette bazen halkın aşırı giderek bunu kusurlu halde yapmaları onu sünnet olmaktan çıkarmaz.  Aynı şekilde halkın bazı vakitler işledikleri sünnete bid’at denilemeyeceği gibi, halkın bu sünneti sabah ve ikindi namazlarından sonra müstehab ve meşru olmayan şekliyle yapmalarına da sünnet denilemez. Çünkü sünnet olan musafahanın zamanı, ilk karşılaşma zamanı. Bu sebeple Vakit namazlardan sonra cemaatin cami içinde sıraya girerek birbirlerine “Allah kabul etsin” deyip musafaha etmeleri ve bunu adet haline getirmeleri, bu kapsama girmiyor.

Bundan dolayı Nevevi gibi bazı alimler bunun, bayram namazlarında, bazan da cuma namazlarında yapılabileceğini ifade etmişler. Ancak cuma ve bayram dışında sanki dinin bir emri imiş gibi beş vakitte herkese elini uzatıp da musafahaya zorlamak bidattan başka bir mânâya gelmez. [16] Muhatapları zorlayarak yapılan böyle bir musafaha da maksadına ulaşamayabilir.

Çünkü Rasûlüllah Efendimiz (s.a.v.) ve ashab-ı kiram (r.a) zamanında, namazlardan sonra toplu musâfaha yapıldığına dair bir rivayete rastlanmıyor. Bu yüzden, musâfahayı namaza eklemek açık bir sünnet değil. Sünnet olan uygulama; Müslümanların birbirleriyle karşılaştıkları her yerde bunu yapmak. [17]

Ayrıca bunun başka mahzurları da olabiliyor. Uygulana uygulana bu durum, yapılması gerekli bir şeymiş gibi idrak edilmeye, yapmayanlara farklı nazarla bakmaya da sebep olabiliyor.

Bu sebeple 'seyrek yapılırsa hikmetine daha uygun olur, sık yapılırsa zıddına inkılap eder' kanaati var. Karşılıklı sevgi, saygı çoğalmasına değil belki lâubâlileşmeye sebep oluyor.

Zür gıbben, tezded hubben!. buyurulmuş. Yani ‘ziyareti seyrekleştir ki muhabbet çoğalsın.’ Musafaha da öyle olsa gerek. İhtiyaç halinde yapılsın ki muhabbete vesile olsun, alışkanlık halini almasın.

Fıkıhta bir kaide varmış: “Her mubah ki, eğer yapılması/uygulanması yanlış bir inanca götürüyorsa o mekruhtur.”[18] Hatta bu hüküm, diğer amelî-Sünnî mezheplerimizden Şafii ve Malikîler'de de aynıymış. [19]

Bilhassa ehl-i tarik zatların devam ettirdiği namazdan sonra musafaha âdetinin sonradan ihdas edildiği anlaşılıyor. Efdâl olanın cami içindeki bu musafahanın terki olduğu belirtiliyor. Hele imamlar için... Çünkü cemaat imamlardaki hâli zarurî zannedebilir. [20] Şurası da var ki, İbn-i Âbidin’de bazı cuma ve bayramlarda âdet etmeden yapılan musafahanın mübah olduğuna işaret edilmekte. 

Demek âdet etmemek ve ısrarda bulunmamak kaydıyla bâzan yapılabilir. İşin özü, her şey zamanında-zemininde makbul ve güzeldir. Merak edenler için Kütüb-ü Sitte’den “Sünen-i Ebî Davud” un Türkçe tercüme ve şerhinde konuyla ilgili faydalı bilgiler yer alıyor.  [21]

Kaldı ki, cami içi, kalb ve gönlün bütünüyle dış alakalardan kesilip Rabb'a teveccüh etmesi gereken yerdir. Böylesine bir teveccüh sırasında kalbi, gönlü teveccüh ettiği yerden çekip alarak kendine çeviren bir musafaha faydadan ziyade zarar getirebilir.


Bu yüzdendir ki, camiye giren müminler mümkün olduğu kadarıyla sessiz, sakince girmeli, kıbleye yönelerek teveccühünü yapmış kimseleri meşgul etmemeli.  Hatta belki selam vermeyi bile o anda terketmeli ki, kendini dış alakalardan kurtarıp murakabeye varmış, tefekküre dalmış insanlara engel olmasın. Bir hayırlı iş yaparken daha hayırlı bir işe mani olmasın.

Bununla birlikte Kur'ân-ı Kerîm'de, Ahzâb Sûresi 56. ayette de Efendiler Efendisine (s.a.v) salâvat getirmek açıkça emrediliyor.  [22] 

Hiç kuşkusuz salavâtlar efendimiz ile aramızda manevi bir bağ oluşturuyor. "Salâvat çekerek, Efendimiz'e 'Seni tanıyor, Seni seviyor, Sana inanıyor, Seninle yaşıyoruz' demiş oluyoruz.

Salâvatın çeşitleri de oldukça çok. Mesela namazların son oturuşunda okunan salli barikler birer salâvat. Ramazanlarda teravih aralarında segâh makamında okunan bestesi Buhurizade Mustafa Itri’ye ait "Allahümme salli ala seyyidina muhammedini'n-nebiyyi'l-ümmiyyi ve ala alihi ve sahbihi ve sellim" de bir salavat.

Salat-ı Ümmiye adı verilen bu salavatın manası ‘Allah'ım, Efendimiz olan ümmi peygamber Muhammed'e ve onun ailesine ve ashabına salat (rahmet manasında dua) ve selam olsun’ şeklinde.

Güzel olan duadan önce Elhamdülillâhi Rabbil âlemîn diyerek Allaha hamdetmek sonra da peygamber efendimize vessalâtü vesselâmü alâ seyyidinâ Muhammedin ve âlihî ve sahbihî ecmaîn şeklinde salavat getirmek olmalı.

Aslında Peygamber efendimize salâvat getirmek için “Allahümme salli ala seyyidina Muhammed“ demek de kâfi. En kısa salavat bu.

Zaten “Aleyhisselam” dediğimiz zaman ‘Allah’ın selamı, onun üzerine olsun demiş oluyoruz. “Aleyhissalatu vesselam” ‘Allah’ın salatu selamı onun üzerine olsun’ demek. “Sallallahu aleyhi ve sellem” ‘Allah’u Teala, Ona salatu selam etsin’, “Allahumme salli ala Muhammedin ve ala ali Muhammed” ise ‘Allah’ım! (peygamberimiz) Hz.Muhammede ve aline (evladu iyaline) rahmet eyle’ anlamına geliyor.

Aşağıda bilinen salavat-ı şerifelerden bazılarını anlamlarıyla vermeye çalıştım.

Allahumme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim (Ey Allah’ım ! Efendimiz, büyüğümüz Muhammed'e, evladu iyaline, ashabına salatu selam -Rahmet et, selametlik ver- eyle.)

Allah’umme salli ala seyyidina Muhammedin tıbbil'kulubi ve devaiha ve afiyetil, abdani ve şifaiha ve nuril'ebsari ve ziyaiha ve ala alihi ve sahbihi ve sellim. (Ey Allah'ım ! kalblerin doktoru ve devası, vucutların şifası, gözlerin nuru ve ziyası olan Muhammed'e (s.a.v) aline ve ashabına salatu selam eyle.)

Allah’umme salli ve sellim ve barik ala seyyidina Muhammedin ve ala ali seyyidina Muhammedin bi'adedi ilmike (Ey Allah'ım ! efendimiz Hz. Muhammed'e (S.A.V.) ve efendimiz Hz.Muhammedin (S.A.V.) aline nihayetsiz olan ilminin adedince salatu selam ve bereketler ihsan eyle.)

Allah’umme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala ali Muhammedin ve Ademe ve Nuhin ve İbrahime ve Musa ve İsa ve ma beynehum minen'nebiyyine vel'murselin. Salevatullahi ve selamuhu aleyhim ecmain. (Ey Allah’ım ! Hz.Muhammed'e(s.a.v), Hz.Adem, Hz.Nuh, Hz.İbrahim, Hz.İsa(a.s.v) ve bunların arasında (gelip geçmiş bütün) peygamberlere rahmet ihsan eyle.)

Allahumme salli ala seyyidina Muhammedin abdike ve Resulike ve alel'muminine vel'muminati vel'muslimine vel'muslimati. (Ey Allah’ım ! kulun ve Resulun Hz.Muhammed'e salat-Rahmet- et. Mümin olan erkek ve kadınlara, müslüman olan erkek ve kadınlara da merhamet eyle.)

Allah’umme salli [23] (Ey Allah’ım, Hz.Muhammed’e ve O'nun âline salat et. Hz. İbrahim (A.S.)'a ve âline salat ettiğin gibi. Şüphe yok ki, sen Hamidsin,(Öğülmüş yalnız sensin), Mecidsin-Şan ve şeref sahibi yanlız sensin-.

Allah’umme barik [24](Ey Allah’ım, Hz.Muhammed’e ve O'nun âline mübarek eyle. Hz. İbrahim (A.S.)'a ve âline mübarek eylediğin gibi. Şüphe yok ki, sen Hamidsin -Öğülmüş yalnız sensin, Mecidsin -Şan ve şeref sahibi yanlız sensin-.

Salaten Münciye [25] (Ey Allâh’ım! Efendimiz Hz. Muhammed'e (s.a.v) aline ehl-i beytine (ve ümmetine) öyle bir salatu selam eyle ki, O salatu selam ile bizi tüm endişelerden, korkulardan, âfetlerden, felaketlerden, muhafaza eyle. O salatu selam ile tüm hacetlerimizi –ihtiyaçlarımızı- ihsan eyle. O salat ile bizi bütün kötülüklerden ve bütün günahlarımızdan temizle. O salat ile bizi en yüksek derecelere yükselt. Gayelerin en son, en yüksek makamına bizi onunla ulaştır. O salat ile hayat ve ölümümüzden sonra da rahmetinle bizi hayırların nihâyetine kavuştur. Muhakkak sen her şeye kaadirsin. O bize kafidir. O ne güzel vekil, ne güzel koruyucu ve ne güzel yardımcıdır.)

Salât-ı Tefriciyye - Salât-ı Nariye [26] (Allâh’ım, kendisi hürmetine dügümler çözülen, gamlar-kederler açılan, ihtiyaçlar giderilen, isteklere, hüsn-i hâtimelere güzel âkibetlere nâil olunan, kerem (cömertlik) sahibi yüzü-suyu hürmetine bulutların sulandığı, Efendimiz Muhammed Mustafa’ya (s.a.v.) ve onun âl ve ashâbına; her bakış ve her nefeste ve zâtınca mâlum olanların sayısınca, kâmil bir rahmet ve tam bir selâmet ihsan eyle.)

Salavât Efendimiz'e olan saygının bir ifadesi. Ve Allah Kuran-ı keriminde bize bu saygı ifadesini her zaman söylememizi açık açık emrediyor. Bu nedenle Hazreti Peygamber'e salât getirmeyi mü'minlerin bir vazife addetmesi gerekiyor.[27]

Cenab-ı Allah bize, orucu, namazı ve pek çok ibadeti de Kur'ân-ı Kerîm'de emrediyor ama bu ibadetlerin hiç birini kendisi yapmıyor. Ancak, Ahzâb Sûresi 56. ayette Peygamber'e melekleriyle birlikte salât ve selamda bulunduğunu söylüyor. Sonra da kendi yaptığı bir şeyi kullarına da emrediyor. Bu husus oldukça dikkat çekici.

Bu yüzden Hazreti Peygamber'e (s.a.v) salât edip selam vermeyi hayatımızın bir parçası yapmalıyız. [28] İnananların, nefsin bitmek tükenmek bilmeyen isteklerine karşı koyabilmek, Cenâb-ı Allah ile olan irtibatını sağlamlaştırabilmek için salâvatı dilden düşürmeme yolundaki tavsiyelere kulak vermesi gerekiyor.

Çünkü "O'nun adı anıldığında salât göndermenin vacip olduğu, namazda salât okumanın  ise Efendimiz'in (s.a.v) sünneti olduğu konusunda âlimler ittifak etmiş durumda. [29] 

O'na selam olsun. O'na, aline ve ashabına selat ü selam olsun. Geceniz hayırlı, kandiliniz mübarek olsun.


[1] Enbiyâ, 107
[2] Ahzâb, 21
[3] Musafaha (Tokalaşma) Üzerine kütübü sittede 4 kayitli hadis var
Hz. Enes (ra)`a sordum: "Resulullah (sav)`in Ashabı arasında müsafaha var mıydı?" Bana: "Evet!" diye cevap verdi. (Ravi Katade, Hadis No 3390)
Resulullah (sav) buyurdular ki: "İki müslüman karşılaşıp musafahada bulununca, ayrılmalarından önce (küçük günahları) mutlaka affedilir."(Ravi Bera, Hadis No 3391)
Tirmizi`nin İbnu Mes`ud`dan kaydettiği bir diğer rivayette şöyle buyrulmuştur: "(Müsafaha etmek üzere mü`min kardeşin) elinden tutulması selamlaşma cümlesindendir." (Ravi  İbnu Mes`ud, Hadis No 3392)
Resulullah (sav) buyurdular ki: "Müsafaha edin ki, kalblerdeki kin gitsin, hediyeleşin ki birbirinize sevgi doğsun ve aradaki düşmanlık bitsin." (Ravi Ata el-Horasani, Hadis No 3393)
[4] Enes’in ilk rivayetinden musâfahanın Peygamber Efendimiz zamanında varlığını ve sahâbe arasında yaygınlığını anlıyoruz Bir şeyin Efendimiz zamanında müslümanlar arasında uygulanması aynı zamanda onun meşrûiyetini ortaya koyar. Hadis kitaplarımızın bir çoğunda yer alan rivayetlerden, sahâbe-i kirâmın selâmdan sonra musâfaha yaptıklarını öğreniyoruz.
[5] Ebû Dâvûd’un bir rivayetinde ifade edildiği gibi, iki müslüman karşılaştıkları zaman musâfaha yaparlar, her ikisi Allah’a hamdeder ve bağışlanmalarını dilerlerse, her ikisi mağfiret olunur (Ebû Dâvûd, Edeb 143).
[6] Hud sûresi(11), 114
[7] Taberânî, el-Mu’cemü’l-kebîr, IX, 160
[8] “Şüphesiz Allah ve melekleri Peygambere salât ediyorlar. Ey iman edenler! Sizde ona salât edin ve selamedin.” buyurulmuştur. (Ahzab, 33/56)
[9] Musafaha ile ilgili olarak Peygamberimizden nakledilen iki hadis şöyledir:
Berâ radıyallahu anh anlatıyor: Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki: “İki Müslüman karşılaşıp musafahada bulununca ayrılmalarından önce (küçük günahları) mutlaka affedilir.” (Ebû Davud, Edeb, 153; Tirmizi, İsti’zân, 31)
Atâ el-Horasani anlatıyor: Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki: “Musafaha edin ki kalplerdeki kin gitsin. Hediyeleşin ki birbirinize sevgi doğsun ve aradaki düşmanlık bitsin.” (Muvatta, Hüsnü’l-Hulk, 16).
[10] Silsiletu'l-Ehâdîsi's-Sahîha"; c: 1, s: 22
[11] Hanifî ve Mâlikîlerden bazı âlimlerin, mü'minin, sol elinin içini (avucunu), mü'min kardeşinin sağ elinin dışına koymak sûretiyle her iki elle tokalaşmasını müstehap görmelerine gelince, bu konuda Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem- ve ashâbından -Allah onlardan râzı olsun- alışılagelmiş bir sünnet sâbit olmamıştır/bildirilmemiştir. Bu konuda en fazla gelen şey; bazı hadislerde Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem- eğitim ve irşada daha fazla dikkat çekmek için sahâbînin elini iki eliyle tutmuştur. Bunun içindir ki ilim ehlinin çoğunluğu, bir elle tokalaşmanın, sünnetin yerine getirilmesi için yeterli olacağı ve tokalaşmanın, müslümanlar ve sahâbe -Allah onlardan râzı olsun- arasında yaygın olan bir gelenek olduğu görüşüne varmışlardır.
[12] İlmî Araştırmalar ve Dâimî Fetvâ Komitesi'nin fetvâlarında şöyle gelmiştir: "Her iki elle birlikte tokalaşmaya gelince, bu konuda herhangi bir şeyin (delilin) olduğunu bilmiyoruz. Fakat böyle yapılmaması gerekir. Bu konuda daha evlâ ve yerinde olan; sadece bir elle tokalaşmaktır." ("İlmî Araştırmalar ve Dâimî Fetvâ Komitesi Fetvâları"; c: 24, s: 125)  Ayrıca bu konuda şu kaynaklara da bakabilirsiniz: "el-Mevsûatu'l-Fıkhiyye (Kuveyt Fıkıh Ansiklopedisi)"; (Musafaha lafzı bölümü), "Tuhfetu'l-Ahvezî"; c: 7, s: 431-433)
[13] Ebü’l-Hattâb Katâde şöyle dedi: Ben Enes’e: Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in ashâbı arasında el sıkışma âdeti var mıydı diye sordum O da: Evet, diye cevap verdi Buhârî, İsti’zân 27
[14] Bir topluluğun başka bir toplulukla karşılaşıp musâfaha yapmadan konuşmaları, ilim müzâkeresinde bulunmaları veya uzun bir süre bir arada kaldıktan sonra ayrılacaklarında ayağa kalkıp salâvat getirerek el sıkışmaları sünnete uygun bir davranış olmayıp, mekruh kabul edilmiştir Çünkü ilk karşılaşmalarında bu görevi yerine getirmeleri gerekir
[15] Bazı bölgelerde ve camilerde cemaatin âdet haline getirdikleri sabah namazından ve ikindi namazından sonra musâfaha yapmalarının şer’î bir mesnedi yok. Fakat bunda herhangi bir günah veya kerâhet de söz konusu değil. Mesela bir malın alış verişi esnasında el tutuşmanın sünnetle ilgisi olmasa da, karşılıklı hoşnutluk ve rızâyı ifade etmesi açısından bir mahzuru bulunmadığı gibi.
[16] Cami içinde namazı müteâkip sıraya girip de yapılacak bir sünnet musafaha âdeti yoktur. Böyle musafahanın “bid’at” olduğu yolunda hükümler vardır. İmam-ı Nevevî’nin bazı eserlerinde bu musafahanın kendi zamanında sabah ve ikindi namazından sonra başladığı, daha sonraları da bütün namazlardan sonra yapılmaya devam edildiği kaydı vardır. Namaza bağlı toplu musafahanın, zamanla, cemaat namazının bir sünneti biçiminde algılanmasından endişe duyan kimi âlimler, bu toplu uygulamaya bid’at da demişlerdir. “Şemsü’r-Remli” fetvâsında: Bu bir bid’attır. Ancak yapılmasında beis de yoktur, denmektedir.
[17] Peygamber Efendimiz (asm) ve Ashab-ı Kirâm (ra) devrinde namazlardan sonra, törene benzer şekilde toplu tokalaşma yapılmamıştır. Öyleyse, namazın ardından toplu biçimde musafaha yapmak namazın sünneti değildir. Fakat, nerede olursa olsun musafaha yapmak, müstakil olarak sünnet-i seniyyedendir.
[18] Tebyîn-i Mehârim isimli eserin sahibi de şöyle der: “İmam Ziyaeddîn-i Şâmî, Düreru'l-Mültekıta'da, namazları edadan sonra musâfaha yapmak, her hâlukârda mekruhtur. Zira sahabe (r.anhüm), namazları edadan sonra musâfaha yapmamışlardır. Bir de Şunun için ki, namazların arkasından musâfaha yapmak Râfızî’lerin âdetlerindendir.” [el-Âmesî,Yûsuf, Sinânüddîn Halvetî (d.?-v.1000/1592), Tebyînü'l-Mehârim, Süleymâniye Kütüphânesi, Es’ad Efendi kısmı, No: 596]
[19] Şafii ulemasından İbn Hacer (rahimehümüllah) şöyle demiştir: “Zamanımızda beş vakit namazın, cuma ve bayram namazlarının arkasından insanların yaptıkları musâfaha bid’attır, mekruhtur; Şeriat-ı Muhammediyye’de bunun aslı yoktur. Yapanlar önce uyarılır, bid’attır diye. Buna rağmen devam edecek olurlarsa, tazir edilir."
[20] Bağdad’da neşredilen (Et-Terbiyetü’l-İslâm)’ın 27Mayıs 1979 sayısı
[21] İmam Nevevî, “el-Ezkâr” isimli eserinde musafaha konusunda şöyle diyor: “Şunu bil ki her karşılaşmada musafaha yapmak müstehabtır. Halkın sabah ve ikindi namazlarından sonra âdet hâline getirdiği güzel musafahanın ise şeriatla ilgisi yoktur. Ancak bunun zararı da yoktur. Çünkü prensip olarak musafaha sünnettir. Ve halkın çoğu hallerde aşırı giderek bunu kusurlu halde yapmaları onu sünnet olmaktan çıkarmaz. (…) Mubah olan bidatlerden birisi de sabah ve ikindi namazlarından sonra tokalaşmaktır.” (Muhammed İbn Allân, el-Futûhâtü’r-Rabbâniyye, V, 397-399.)
Hanefi ulemasından Aliyyü’l-Kâri, İmam Nevevî’nin bu görüşüne itiraz ederek şöyle demiştir: “İmam Nevevî’nin bir nevi çelişki içinde bulunduğu aşikârdır. Çünkü halkın bazı vakitler işledikleri sünnete bid’at denilemeyeceği gibi, halkın bu sünneti sabah ve ikindi namazlarından sonra müstehab ve meşru olmayan şekliyle yapmalarına da sünnet denilemez. Çünkü meşru olan musafahanın zamanı, ilk karşılaşma zamanıdır. Bazen halk karşılaştıkları halde musafaha yapmadan uzun süre sohbet ve ilim müzakeresi yapıyorlar. Sonra namazı kılınca musafaha ediyorlar. Nerede sünnet, nerede bunların yaptıkları! Onun için bizim Hanefî ulemasından bazıları, İmam Nevevî’nin sözünü ettiği bid’atin mekruh ve mezmûm (kınanmış) bidatlerden olduğunu açıkça ifade etmişlerdir.” (Aliyyü’l-Kârî, Mirkâtü’l-Mefâtîh, IV, 74-575.)
(…) Bu konuda İbn Abidin şöyle diyor: “Sadece namazlardan sonra musafahaya devam etmek, bazı cahillerin bunun sünnet olduğunu ve diğer zamanlarda yapılan musafahalardan daha faziletli olduğunu zannetmelerine yol açar. Oysa seleften hiç bir kimse bu vakitlerde musafaha etmemiştir. Binaenaleyh namazdan sonra musafaha her hâlükârda mekruhtur ve Rafızîlerin sünnetlerindendir.” (İbn Abidin, Reddu’l-Muhtâr, V, 244.) KAYNAK: Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Hüseyin Kayapınar, Necati Yeniel, Necat Akdeniz, Şamil Yayınevi, Edep, 141-142. bâb. 5212. hadisin şerhi)
[22] Yüce Allah bu âyet-i kerime de şöyle buyuruyor: "Allah ve melekleri, peygambere salâvat getirirler. Ey mü'minler! Siz de ona salât edin ve samimiyetle selam verin."
[23] ALLAHumme salli ala Muhammedin ve ala ali Muhammed, kema salleyte ala İbrahime ve ala ali ibrahim,. İnneke hamidun mecid.
[24] ALLAHumme barik ala Muhammedin ve ala ali Muhammed, kema barekte ala İbrahime ve ala ali İbrahim, İnneke hamidun mecid.
[25] Allâhumme salli alâ seyyidinâ Muhammedin ve alâ âl-i seyyidinâ Muhammedin salâten tuncînâ biha min cemîil'ehvâli vel'âfât. Ve takdîlenâ bihâ cemîal'hâcât. Ve tutahhiruna, bihâ min cemîis'seyyiât. Ve terfeunâ bihâ indeke âledderacât. Ve tubelliğunâ bihâ eksal'ğâyât, min cemî'ilhayrâti fil'hayati ve bâdel'memât. Hasbunallâhu ve nî'mel vekîl, nî'mel mevlâ ve nî'men'nasîr.
[26] Allâhumme salli salâten kâmileten ve sellim selâmen tâmmen alâ seyyidinâ Muhammedinillezi tenhallu bihil'ukadu, ve tenfericu bihil'kurabu, vetukdâ bihil'havâicu, ve tunâlu bihir'regâibu, ve husnul'havâtimi, ve yusteskal'ğamâmu bivechihil'kerimi ve alâ âlihi ve sahbihî fî kulli lemhatin ve nefesin bi adedi kulli mâlûmin lek.
[27] Prof. Dr. Faruk Beşer,
[28] Mehmet Y. Şeker
[29] Konuya dair çeşitli ihtilaflarda söz konusudur. Bazı âlimler, Allah Resulünün adının her anıldığında salâvat getirmenin vacip olduğunu, bazıları da Hz. Peygamber'in (sas) adının kaç defa anılırsa anılsın bir kez salâvat getirmenin vacip olduğunu söyler.

Yilmaz YalcınNE DÜŞÜNÜYORUM -I- albümüne yeni bir fotoğraf ekledi.

Bugünlerde hepimizin duygularını yansıtıyor. Biz o babayız, o oğul da bizim.
gömdüm oğul seni toprağa gömdüm
kanlı gözyaşımla pınara döndüm
tabutun üstünde dirildim öldüm
seni vuran eller kırılsın oğul
doymadım sesine fidan boyuna
nasıl geldin oğul sen bu boyuna
gül gibi düştün toprağın koynuna
seni vuran eller kırılsın oğul
giden oğul hiç gelir mi yerine
ah evladım yaram indi derine
hele bakın şu zalımın şerrine
seni vuran eller kırılsın oğul.

Mustafa Atıcı'ya ait Gömdüm oğul'un bir Esat Kabaklı yorumu.Dinlemeye değer.

Yilmaz YalcınIşık durakları albümüne yeni bir fotoğraf ekledi.

22 Aralık 2018  
Bir milleti 1913 şartlarında topyekun ayağa kalkıp kurtuluşa çağıran, gayrete teşvik eden bir büyük şair; Mehmed Akif
Âtiyi karanlık görerek azmi bırakmak…
Alçak bir ölüm varsa, emînim, budur ancak.
Dünyâda inanmam, hani görsem de gözümle.
İmânı olan kimse gebermez bu ölümle:
Ey dipdiri meyyit, ‘İki el bir baş içindir.’
Davransana… Eller de senin, baş da senindir!
His yok, hareket yok, acı yok… Leş mi kesildin?
Hayret veriyorsun bana… Sen böyle değildin.
Kurtulmaya azmin neye bilmem ki süreksiz?
Kendin mi senin, yoksa ümîdin mi yüreksiz?
Âtiyi karanlık görüvermekle apıştın?
Esbâbı elinden atarak ye’se yapıştın!
Karşında ziyâ yoksa, sağından, ya solundan
Tek bir ışık olsun buluver… Kalma yolundan.
Âlemde ziyâ kalmasa, halk etmelisin, halk!
Ey elleri böğründe yatan, şaşkın adam, kalk!
Herkes gibi dünyâda henüz hakk-i hayâtın
Varken, hani herkes gibi azminde sebâtın?
Ye’s öyle bataktır ki; düşersen boğulursun.
Ümîde sarıl sımsıkı, seyret ne olursun!
Azmiyle, ümidiyle yaşar hep yaşayanlar;
Me’yûs olanın rûhunu, vicdânını bağlar
Lânetleme bir ukde-i hâtır ki: çözülmez…
En korkulu câni gibi ye’sin yüzü gülmez!
Mâdâm ki alçaklığı bir, ye’s ile sirkin;
Mâdâm ki ondan daha mel’un daha çirkin
Bir seyyie yoktur sana; ey unsur- îman,
Nevmid olarak rahmet-i mev’ûd-u Hudâ’dan,
Hüsrâna rıza verme… Çalış… Azmi bırakma;
Kendin yanacaksan bile, evlâdını yakma!
Evler tünek olmuş, ötüyor bir sürü baykuş…
Sesler de: ‘Vatan tehlikedeymiş… Batıyormuş! ‘
Lâkin, hani, milyonları örten şu yığından,
Tek kol da demiyor bir tarafından!
Sâhipsiz olan memleketin batması haktır;
Sen sâhip olursan bu vatan batmayacaktır.
Feryâdı bırak, kendine gel, çünkü zaman dar…
Uğraş ki: telâfi edecek bunca zarar var.
Feryâd ile kurtulması me’mûl ise haykır!
Yok, yok! Hele azmindeki zincirleri bir kır!
‘İş bitti… Sebâtın sonu yoktur! ‘ deme, yılma.
Ey millet-i merhûme, sakın ye’se kapılma.
Mehmet Akif Ersoy, 14 Mart 1913
---------------------------
Doğum: 20 Aralık 1873
Ölüm: 27 Aralık 1936
Cumhurbaşkanımızın açıkladığı üzere Kültür ve Turizm Bakanlığı, Türk milletinin bağımsızlık mücadelesinin simgesi İstiklal Marşı'nın yazarı Mehmet Akif Ersoy'un ömrünün son 6 ayını geçirdiği ve vefat ettiği İstiklal Caddesi'ndeki Mısır Apartmanı'nda bulunan daireyi, "Mehmet Akif Ersoy Müze Evi"ne dönüştürmek için kamulaştırmış bulunuyor.
Milli şairimiz Mehmet Akif Ersoy, 1936 'da 10 yıl kaldığı Mısır'dan İstanbul'da dönüşünde Mısır Apartmanı'nda Abbas Halim Paşa'ya ait bir daireye yerleştirilmişti. Mısır'dan hasta ve yorgun olarak dönen Ersoy, hayatını kaybettiği 27 Aralık 1936'ya kadar apartmanın dördüncü katındaki dairede kaldı. Şimdi bu daire Mehmed Akif müzesi olarak halkımızın ziyaretine açılabilecek.
Mehmed Akif denildiğinde akla gelen ilk mekan Ankara Hamamönü semtinde bulunan Taceddin Dergâhıdır. Akif, Milli Mücadeleye katılmak için Ankara' ya geldiğinde bu küçük ev Dergâhın şeyhi tarafından ikâmet etmesi için ona tahsis edilmişti. Burası Akif in dostlarını ağırladığı, ülke sorunlarının, sanatın ve Milli Mücadele ile ilgili konuların konuşulduğu ve bağımsızlık mücadelesinin odak noktalarından biriydi. Şair İstiklâl Marşı 'nı burada yazmıştı. Bu açıdan Taceddin Dergâh'ı milletimiz için önemli bir 'Işık durağı' mekandır. Mekan, "Mehmed Akif Ersoy Evi" olarak hizmet vermektedir.



Yilmaz YalcınŞİİR VE TÜRKÜ albümüne yeni bir fotoğraf ekledi.

22 Aralık 2018  

Şu uzun gecenin gecesi olsam
Sılada bir evin bacası olsam
Dediler ki nazlı yarin pek hasta
Başında okuyan hocası olsam
Katipler oturmuş yazıya bakmaz
Herkes sevdiğini dilden bırakmaz
Hey Allah'tan korkmaz kuldan utanmaz
Gönül defterinden sildin mi beni
Benim yarim güzellerin güzeli
Kadir mevlam bu sevdadan kes beni
Götür yarın kapısına as beni
Desinler ki yari için can verdi
Bir mektup yazdırdım ucunu yaktım
bir merak geldi de kapıya baktım
Çok güller kokladım koynuma soktum
Hiç birisi yarim gibi kokmuyor
Evlerinin önü üç ağaç çınar
Dillerim tutuşur yüreğim yanar
Eşinden ayrılan böyle mi yanar
Anam anam hangi derdime yanam
------
Kaynak kişi : Niyazi Biçerel, Çorum
Derleyen : Muzaffer Sarısözen
'Şu uzun gecenin gecesi olsam' türküsü en iyi Muzaffer Akgün'den dinlenir:

22 Aralık 2020 Salı 18:00 ŞİİE VE TÜRKÜ...............................................Aklın evinde hırthış

Aklın evinde hırtış 

Âşık Veysel’i hiç şüphesiz hepimiz biliyoruz. O zamanımızın âşıklarından. Ama o sadece saz çalıp söyleyen bir halk şâiri değil. Eğitim almamış, gözlerini çocuk yaşta kaybetmiş, doğup-büyüdüğü köyün dışına çok az çıkmış birisi. Felsefe okuduğunu ya da bildiğini de duymadık. 


Âşık demek, gönlünü geçici sevgilerden arındırıp, oraya sadece Hakk’ın aşkını yerleştirmiş olan değil midir? Aşağıdaki şiirini okursanız onun gerçekten hem aşık hem de arif biri olduğunu anlayabilirsiniz. 

 

Gezerken aklımın evine vardım/Akıl gitmiş fikir evde yoğ idi/Üslubum takındım usula sordum/Akılın evinde hırthış çoğ'idi

Akıl bezirgandır gezer getirir/Müvazene onu tartar oturur/Zihin çeker ambarına götürür/Fikir onda hükmü cari bey idi

Baktım ki gayrete durmaz çalışır/Tamah onu görür güler yılışır/Kanaatla tamah durmaz sürtüşür/Tamah bilmem kimden almış öğüdü

Sehavet tamaha vurunca yıktı/Hırs meydana bir velvele bıraktı/Sabır hırsın duluğuna bir çaktı/Kin ve kibir ele aldı ağıdı

Baktım ki yalan geldi dikildi/Gerçek geldi yalan kaçtı sıkıldı/Ararken gerçekle yalanı buldu/Hele görsen onda seyir çoğ idi

Yalanı görünce bereket kaçtı/Vicdan ile yalan bir kavralaştı/Vicdan yalanları çiğnedi geçti/Her ana doğurmaz böyle yiğidi

Fikir geldi düzenledi o şarı/Döğe döğe barıştırdı onları/Kahretti yalanı kovdu dışarı/Pişmemişti daha yalan çiğ idi

Bunların hepsi mevcut Veysel'de/Yoktur diyeceğim emare elde/Çamuruma karışmıştır temelde/Sabır bunun cümlesine bağ idi (Aşık Veysel Şatıroğlu)

Bu şiiri ilk kez geçen yıl bir televizyon mülakatında Eski Diyanet işleri Başkanı Prof. Mehmet Görmez hocadan duydum. Çok ilgimi çekti. Tamamını bulmak ve bu yazıyı çıkarmak bu güne nasipmiş. Şiir teşhis sanatıyla dolu. Malum aralarında benzerlik ilgisi bulunan iki şeyden zayıf olanın, nitelikçe daha güçlü olana benzetilme sanatına “teşbih” deniyor. İnsan dışındaki varlıklara ya da kavramlara insan kişiliği kazandırma sanatına ise kişileştirme manasında “teşhis” adı veriliyor.  

Yani akıl, fikir ve usul kişiselleştirilmiş. Meselâ akıl bizim içimizde değil mi? O halde Âşık Veysel neden gezerken diye başlayıp aklın evine vardığından söz ediyor? Çünkü aklımız ve mana varlığımızın evi bedenimizdir. Dünyevi varlığımız bir han ya da misafirhane ise konuğu da bizleriz. Veysel bu yüzden kendine dışarıdan bir ziyaret yapıyor, aklının ve manasının evine uğruyor şiirinde. Ama gördüğü şey çokça “hırthış” olduğu. Hırtış; Kullanılmış, işe yaramaz şeyler anlamında bir kelime.

Akıl, “tutmak ve sımsıkı kavramak” demek. Diyet veya zekât vermek anlamında da “akıl” kökünden gelen kelimeler kullanılıyor. Demek ki akıl, aynı zamanda sahip olunan varlığın borcunu ödemeye yarayan bir nimettir. Çünkü vergi nimetten, kazançtan, varlıktan dolayı verilir. Bu manasıyla da “din” kelimesiyle benzerdir. Çünkü “din” kelimesi de Arapçada bir anlamıyla “borç” demektir. Nitekim “aklı olmayanın dini de olmaz.” (Savaş Ş. Barkçin- Kalbin Aklı)

Birinci kıtada “Akıl gitmiş, fikir evde yoğ idi” deyince aklın evinde fikrin de yaşadığı dolaylı olarak ifade edilmiş. Ama Veysel aklı ve fikri evinde bulamıyor. Fakat bunu gayet ince bir şekilde söylüyor. Şiirde gayret, tamah, kanaat kavramları da var. Üçü de niyet ve hareket ile dolayısıyla ahlak ile ilgili. Ve bilindiği gibi ahlak, niyet ve hareket üzerine bina edilen bir alan.

Hayırlı işlerin ortaya çıkması için üç şeyin yan yana olması gerekiyor. İyi niyet, iyi kabiliyet, iyi gayret. İşte Veysel şiirinin özünde “niyet hay’r akıbet hay’r” diyen ariflerden. Şiirde niyet ve eylem olmadığı zaman şerre yol açan kötülüklerle mücadele anlatılıyor.

İkinci dörtlükte yine bir teşhis var. Bu kez akıl bir bezirgana benzetilmiş. Muvâzene onu dengede tutarken zihin de çekip ambarına götürüyor. Fikirse o evde hükmü geçerli bey konumunda. Harika bir teşhis, doğru bir ilişki.

Üçüncü kıtada Veysel; gayretin çalışmasını, tamahla kanaatın sürtüşmesini anlatıyor. Tamah azgınlığının dışardan yönlendirildiğini ifade ediyor. Dördüncü kıtadaki “Sehavet” Cömert olmak, parayı, malı hayırlı ve iyi yerlere dağıtmaktan lezzet almak demek. Sehavet tamahı alt ediyor ama gürültüsü hırstan geliyor. Bir velvele, bir patırtı ve bağırışma kopuyor evde. Bu defa da evdeki mücadele sabır ile hırs arasında başlıyor. Sabır hırsın şakak ile çene arasındaki yanına, yanağına vurunca bu defa da kin ve kibir başlıyor vaveylaya.

Beşinci kıtada yalan çıkıyor meydana. Ama o da gerçekle karşılaşınca mumu ancak yatsıya kadar yanabiliyor. Veysel dışardan yalanla gerçeğin karşılaşmasını ibretle izliyor. Altıncı kıtada seyir devam ediyor: Yalanı gören bereket kaçıyor, bu defa vicdanla yalan  kavralaşıyor ama vicdan yalanı ezip geçiyor. Veysel “Her ana doğurmaz böyle yiğidi” deyişiyle vicdanın bu galibiyetini kutluyor.

7.nci kıtada nihayet “Fikir” geliyor eve. Döve döve düzene koyuyor ve barış getiriyor oraya. Yalan hala çiğliğini sürdüre dursun, kahredilip kovuluyor sonunda.

Veysel son dörtlükte sözü şahsına getirip aslında bütün bu mücadelenin bizatihi kendisinde sürdüğünü, hepsinin onda mevcut olduğunu söylüyor. Çünkü deliller ortada, yok diyemez ki. Birbiriyle mücadele eden bütün bu kavramlar yaradılışında var. Tamah, hırs, kin ve kibir ile savaşın ancak sabır bağıyla bağlanıp kontrol edilebildiğini açıklıyor.

İşte, 47 yıl önce 1973 yılında vefat eden büyük halk ozanı Âşık Veysel’in bu sekiz kıtalık şiiri gönlüme öyle dokundu ki kendimi onu yazmaktan alakoyamadım. Allah rahmet etsin.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder