24 Ocak 2024 Çarşamba

25 Ocak 2024 Perşembe; TORUNLARIMA MEKTUPLAR.....................ANILAR; 25 Ocak

 

122 23 Ocak 2014 Perşembe 13;24 GEZİ REHBERİ ...........................Liseye Ziyaret


Liseye ziyaret

Geçen Salı günü Balıkesir'deydim. 41 yıl sonra mezun olduğum okulumu ziyaret etmek istedim.

Balıkesir Lisesi köklü geçmişi, kaliteli eğitimi ve hocalarıyla tarihi bir okul. 

Arkası Balıkesir'in meşhur çamlık tepesi, askeri hastane tarafından çevrili, Behçet Paşa köşkü bahçesi ve namazgah alanında kurulu eski taş bina ve yeni lise binalarından oluşuyor.

Sağdaki taş bina arka cephesi bozulmadan önceki hali. Bu gün artık Güzel sanatlar fakültesi olarak hizmet veriyor. Soldaki yeni Balıkesir Lisesi binası,sol öndeki binalar da askeri hastaneye ait tesisler.
 
Taş bina 1895 yılında Behçet Paşa Köşkü bahçesine okul olarak inşa edilmiş. 1898 yılında bir deprem sonucu hasara uğrayınca II.Abdülhamit tarafından 1902 yılında onarımı yaptırılarak 1913 nisanında, o zamanın en önemli öğretim kurumlarından olan Selanik Sultanisi tam kadrosu ile nakledilmiş.

Bu tarihten sonra da Balıkesir Sultanisi adı altında öğretimini sürdürmüş. İlk yıllarda yalnız yatılı olarak öğretim yapan Sultani, 1919-1920'den itibaren gündüzlü öğretime de başlamış. 1924 yılında Balıkesir Sultanisi lağvedilmiş ve 1931 yılında sadece 9. sınıf, okul bahçesindeki küçük bir binada öğretime tekrar başlamış.

Daha sonra Sultaniden boşalan yerde öğretim yapan Öğretmen Okulu ile birlikte, bugünkü Necatibey Eğitim Fakültesine geçilmiş. Tarihi taş bina da 1932-1933 öğretim yılında Balıkesir Lisesi adını almış.

O zamanlar üst katı yatakhane olan binanın tahta merdivenleri vardı. Sadece merdivenler değil sınıfların zemini de tahtaydı ve mazot kokusunda bir sıvıyla kaplıydı. Tahta gıcırtısı ve kokusu hala zihnimizdedir.

Yeni bina eskiden namazgah olan ve yağmur dualarına çıkılan alanda 1960'lı yıllarda yapılmış.

O yıllarda Ortaokul kısmı eski taş binada devam ederken, lise kısmı da yeni binada eğitim öğretim faaliyetine geçmiş. Daha sonra 70'li yıllarda taşbinanın da Oruçgazi Ortaokulu adıyla Liseden ayrıldığını biliyoruz.

Bursa yönünden Balıkesir'e Vasıfıçınar caddesi üzerinden Orman Bölge Müdürlüğü önünden girilirdi. 

Şimdi Balıkesir belediye binası da o yol üzerinde. O yol eski zirai donatım önünden kıvrılır kervansaray önüne çıkardı. 


Yıkılan Kervan sarayın eski yerinden, havuz ve fıskiyeler tarafından çekilmiş bu fotoğrafta Cumhuriyet meydanının yeni hali görülüyor. 

Solda istasyon binası,sağda da Balıkesir belediye binası var. Geçmişten kalan yalnızca tarihi gar binası ve kervansarayın önündeki palmiyeler.


Cumhuriyet meydanından Milli Kuvvetler Caddesi takip edildiğinde yol Balıkesir'in merkezine, Ali Hikmet Paşa Meydanına çıkıyor. 

Fotoğraf ta şadırvanlı Ali Hikmet Paşa Meydanından Milli kuvvetler Caddesine bakışı gösteriyor. Eskiden bu yol bize çok geniş gelirdi. Şimdi tek yön ve sanki daracık gibi.



Meydanın Kuzey yönü Balıkesirin en meşhur ve tarihi yapısı Zağnos Paşa Camisine çıkıyor. Çarşılar da bu bölgede yoğunlaşmış. Yandaki fotoğraf Ali Hikmet Paşa Meydanından Yeni Çarşı ve Paşa Camii yönünü gösteriyor.

Paşa camii 1461 yılında Fatih Sultan Mehmet'in vezirlerinden Zağnos Paşa tarafından Balıkesir'de bir külliye olarak yaptırılmış. Günümüzde hamamı ve camisi ile hala ayakta.

Balıkesir'in tam ortasında yer alan cami, Fatih'in 48 adamını görevlendirmesiyle 6 haftada yaptırılmış ve 3 Mart 1461 günü büyük bir törenle ibadete açılmış. Bugünkü haliyle 1902’de yeniden inşa edilmiş. 1000 kişilik kapasitesiyle Balıkesir'in en büyük camisi. 

Mehmet Akif Ersoy, Kurtuluş Savaşı döneminde bu camide vaazlar vermiş ve vatanı kurtarma konusunda halkı heyecanlandırmıştır. 

Ayrıca Atatürk'ün hutbesini okuduğu ilk ve tek camidir. Caminin minaresinden şehrin her tarafı izlenebilmektedir.

Meydanın Batı yönüne devam eden Anafartalar Caddesi Balıkesir'in yine tarihi bir köşesine saat kulesine çıkıyor.

Yandaki fotoğraf ta saat kulesini ve yanından askeri hastaneye doğru çıkan yokuşu gösteriyor.

Anafartalar Caddesinde henüz saat kulesine gelmeden sağ tarafta küçük bir cami ve süslü bir kapı var. 

İşte bu aralıktan yol bulup birkaç basamak merdiven çıkarsanız Balıkesir Lisesine çıkan o ünlü yokuşa varmış olursunuz. 


Yanından geçerken yokuşun başındaki cami ne hikmetse bana "sanki yedim camini" hatırlattı. Hani şu sanki yedim, sanki içtim, sanki aldım diyerek biriktiren, o parayla da cami yaptıran hayırseverin hikayesini.  


Neden bilmiyorum. Sebep belki de o günlerde bu hikayeyi duymuş ya da okumuş olmam herhalde. Çocukluk gözüyle onu bu camiyle özdeşleştirmiş de olabilirim. Ama benim gözümde bu cami gerçek adı ne olursa olsun hep "sanki yedim cami" olarak kalacak galiba.



İşte bizim meşhur yokuşumuz. Doğru Balıkesir Lisesine çıkar. 

Bilseniz bu dik yokuşun ne hatıraları var. Sadece bende değil tabi, yolu Balıkesir Lisesinden geçmiş binlerce gencin üzerinde.

Biz yatılılar sadece hafta sonları ve tatillerde iner çıkardık. Gündüzlü öğrencilerse her gün kullanırlardı bu yokuşu. 



Arnavut kaldırımı taşlardan yapılıydı eskiden. Etrafında da o kadar yüksek apartmanlar yoktu. Park etmiş araçlar da günümüzün yansıması. 

O zaman sanki daha uzun gelirdi. Genç bacaklarımız bile yorulurdu inip çıkmaktan. Şimdi yine yoruldum, ancak eskisinden daha dar ve daha kısa geldi o bildik yokuş. Yoksa yaşlandık mı ?



Yokuşun sonuna doğru bütün heybetiyle lisemiz fark ediliyor yavaş yavaş.İşte okulumuz. Kartal yuvası gibi. Bir tarafta eski ortaokul, öbür yanda lise.

Bu arada benim gibi eski öğrencilerini sevindirecek iyi bir haber: Okulumuzun adı yine Balıkesir Lisesi oldu. 
Bu levha değişecek.

Ahh okulum ! 

Bizimle birlikte çamlar da büyümüş. Bu bina benim ve benim gibi nice gencin çocukluktan delikanlılığa geçişine tanıklık etti. 


Kusura bakılmasın ama şimdinin eğitim öğretimi gibi de değildi bizimkisi. 


Aksine sıkı bir talim, iyi bir terbiye ile yetiştirirdi binlerce mezununu.

Sol yanda eski orta okulumuzu görüyorum. Sanki "beni de unutmayın" diyor gibi. Ama fark ediyorum ki eskiden yatakhanemizin olduğu üst kat şimdi yok. 


Esas girip çıktığımız küçük kapı beni görünce mutlu oldu sanki.Ya da ben mi mutlu oldum, tam bilemedim… 


Sağ yan tarafta şimdi yeni ve modern bir bina yükselmiş. 

Eskiden o kısımda konferans salonu, altında hamam bulunan bir eklenti vardı. Muhtemelen bu binayla çok daha iyisi yapılmıştır. 

Olsun yakışır liseme.

Müdür odasında bizim dönemin iftihar tablosu asılı. 

1972 de futbol takımımız şampiyon olmuştu. Hatırlıyorum, o yıllar sadece sporda değil, pek çok alanda lisemiz önde yarışırdı. 

Münazaralar, bilgi yarışmaları, müzik grupları, tiyatro ve geziler hiç eksik olmazdı yaşamımızda.



Merak ettim, çıkarttırdım. Kayıtlarımızın yazılı olduğu kütükleri gördüm.

Aynı sayfada ben ve benden sonraki 333 numara öğrencileri bir aradaydı.

Düşündüm de bu bir hazine ! Çünkü hepimizin resimleri yapıştırılmış. 

Düzenli işlenmiş ve temiz defterler. Öğrencilik resimlerini bulamayanlar, kayıtlarını görmek isteyenlere müjde ! Bir kaç günlük zamanını buraya ayırabilecek gönüllü arkadaşlara ihtiyaç var. 

Kimse olmazsa ben yapacağım haberiniz olsun. Bunları paylaşmak gerek. Müdürümüz Enver bey benim eski arkadaşım. İnandım ki, okulumuz güvenli ellere emanet.



Zemin kattaki sınıflar Lise 2 ve son sınıflara aitti. Soldakiler Edebiyat, Almanca ve Fransızca, sağdakiler de Fen bölümü sınıflarıydı. 

Sağdan ikinci kapı benim son sınıfım 3 Fen C idi.


Hey gidi günler hey !

Bir tarih var burada. Bu merdivenler bizimle dolup taştı.Ve bizden sonra da binlerce liselinin ayak izleri var. Merdivenlerde, koridorlarda yankılanan sesleri duyar gibiyim.

Bu alanda sıra olur, top oynar, volta atardık. 

Törenlerimiz burada yapılırdı, rahmetli Ece amcayı da burada dinlemiştik.


Baktım baktım da gözlerim doldu. Eski bir kümbet vardı, o da yıkılıp kaldırılmış. 


Bu pencerelerin arkasında sanki kaymak hasanın pazartesi sınavındayız. Ya da sabah mütalasında…

Bu kısmın altında bodrum katta yemekhanemiz vardı. Yemek zamanı kapıya yığılışımızı, tabak, kaşık seslerini duyar gibiyim.


41 kere maşallah ! Ömer'i de bulduk nihayet.

Kemal sağolsun, Balıkesire geldim, birkaç arkadaşımı görmeden, izini bulmadan gitmem deyince, kolları sıvadı. 

İzini bulamadığım birçok arkadaşın telefonunu bulduk. Bazılarıyla görüştük te.



Dönüşte bir hüzün çöktü. Tıpkı bu yalnız kalmış çeşme gibi.

Yokuştan aşağı yuvarlanırcasına indiğimiz, camiyi görünce çarşıya çıktığımızı iyice anladığımız günleri hatırladım. 

Yıllar geçti, biz değiştik, herşey değişti ama onlar hala oradalar. Sanki yine bizim inip çıkmamızı bekliyorlar.


Benden söylemesi.

-----------------------------------------------------------------------

F. Mihriban Aktarı
Yılmazcığım sendeki bu vefa duygusuna hayranım .Seni bu kadar çok sevmemin nedenlerinden biri de bu. Kim bilir o gün neçok şey yaşadın. 
Yılmaz YALÇIN
Teşekkür ederim öğretmenim. Ellerinizden öperim, beni yetiştiren, oralara yönlendiren sizdiniz. Rabbim size sağlık, huzur ve hayırlı ömürler versin.

Çocuk gözüyle

Bir köy çocuğu olarak doğdum.  İlkokul ikiye kadar da köyde yaşadım. Bebekken dedemler, annemler el birlik tarlada çalışırken, bana da ağaç altında bir cingen salıncağı kurulurmuş. Orada gölgede uyurmuşum. Biraz büyüdüğümde eşek sırtında tarlaya gittiğimi hatırlıyorum. Hatta hasat vakti geceleri tarlada kaldığımızı da. 

O zamanlar öyle traktör, biçer döğer, otomobil filan yok. Tarlada iş günler sürüyor. Mahsul toplanıp öküz arabalarıyla harman yerine taşınıyor. Bu kez de harmanda kalınıyor ailece. Çünkü önce arpa, sonra buğday, ardından mısır ve ayçiçeği. Hepsi birkaç ay içinde peş peşe harmanda işlenip, çuvallanıyor. 

Satılacaklar kasabaya götürülüyor. Kışlıklarsa evin erzak ambarı bölümüne istif ediliyor. Ürünün sapları da ziyan edilmiyor tabi. Onlar da hayvanlar için samanlıklara tıka basa iyice depiliyor. 

Doğduğumda harman vaktiymiş. Bir sene sonra emekleyip tay tay dururken yine çardak altındaymışım. Sonraki yazlar o harman senin bu harman benim oynadığım, koşuşturduğum yıllardı. 

Harman yeri zaten köyün hemen altında bir düzlükteydi. Baharda herkes kendi yerini düzeltir, otlarını temizler, sular, çardağını kurar ve hasata hazırlardı. 

O zamanlardan hatırladıklarım; neşe içinde dövene binmek, sap saman üstünde yuvarlanıp oynamak ve geceleri çardakta uyumaktı. Biraz büyüyünce görevim harman dönen hayvanların buğday üstüne şey ettiklerini toplayıp gübre yığınına atmaktı. 

Şimdi düşünüyorum da, o zamanlardan aklımda kalan sahneler hala gözümün önünde. 

Yaz sonuna doğru harmanlıklarda mısır kırılır, ayçiçek dövülür. Bizim köyde birlikte yapılan bu çeşit işlere "meci" denirdi. İmecenin bir başka söyleniş biçimi yani. Bilhassa akşam vakitleri ayışığı, lamba ya da löküs (gazyağı ile çalışan, pompalı bir çeşit aydınlatıcı) şavkında olanları hatırlıyorum. Çünkü çok eğlenceli ve renkliydiler. 

Bu ortamlar bilhassa köyün gençleri için arayıp da bulamadıkları şarkılı, manili birer eğlence vesilesiydiler. Oturdukları yerde hem konuşur, hem eğlenir, hem de çalışırlardı. Mısırsa birbirine sürterek, ayçiçekse kafaları sopayla dövülerek taneleri çıkartılırdı. 

Biz çocuklar da etraflarında koşturur, öbek öbek harman yerleri  arasında saklambaç oynardık. Bu arada akraba kadınlar birbirleriyle çene çalma fırsatı bulur, neneler çocuklara uydurup uydurup masal anlatırlardı. Çok zaman da masalın sonunu dinleyemeden dizlerinde uyumuş olurduk zaten. 

Köyün iki tarafında yaz kış gürül gürül akan iki çeşme vardı. Eskiden evlerde şimdiki gibi su olmadığı için bu çeşmelerden genç kızlar bakraçlarla su taşırlardı. Genellikle iki ucu çentikli orta büyüklükte yaklaşık bir buçuk metre uzunluğunda bir sopayla taşınırdı bakırlar. 

Ama aslında bu işin görünen tarafıydı. Çünkü benim çocukluğumda köy çeşmeleri genç oğlanlarla kızların gözde mekanlarıydılar. Kızlar aralarında fısıldaşır, gülüşür, oğlanlar biraz uzaktan onları keserlerdi. Çocuklar içinse sadece farklı bir oyun yeriydi oralar. Akan suya başlarını sokar, ahırlarında yıkanır, birbirlerini ıslatırlardı. 

Harman sonrası yeni konukları olurdu buraların. Çeşmenin serin sularında bu defa kış için buğday yıkanır, kazanlarla bulgurluk, keşkeklik buğday kaynatılırdı. Haşlanmış hafif şişmiş yumuşak buğdayı avuç avuç yemeyi çok severdim. Kadınlar bizi kovalar, biz yine göz ile kaş arasında aşırmayı bilirdik. Çocukluk işte. 

Bazen ayağımızda lastik ayakkabı, çok zaman da yalınayaktık. Şırıl şırıl akan serin sular, tepsiler kalburlar, bir tarafta kaynayan kazanlar, kış hazırlığı yapan kadınlar ve etrafında cıvıl cıvıl bizler. Hiç derdimiz, tasamız yok. Etrafımızda yaşanan hayat kavgasının, acıların farkında değiliz. Mevsimler değişiyor, mekanlar farklılaşıyor ama biz çocuklar daima orada olmaya devam ediyorduk. Yani sahne ne olursa olsun biz kendi renklerimizle oralardaydık. 

Bugün kentlerde, apartmanlarda doğup büyüyen çocukların böyle anıları yok. Belki biz de onların yaşadıklarını göremedik, yaşamadık. Ama ben şahsen, fakir ama renkli geçen çocukluğumu kalbimin en ücra derinliklerinde özenle taşıyorum. 

Elbet her nesil kendisiyle birlikte götürüyor çocukluğunu. Bir kez daha yaşanması mümkün olmayan anılarını. Bu işin kaçınılmaz ve hüzünlü tarafı. Tabi ki yeni nesiller de yeni anılar yaşıyorlar kendi zamanlarında. Karşılaştırmak gereksiz ve bir o kadar da anlamsız. Ama anlatmak gerek yeni zamanlara eskileri. Tarlaları, harman yerlerini, köy çeşmelerini. 

Belki yalınayaktık, varsa lastik ayakkabımız mutluyduk. Hele hele pazardan alınan yeni bir ayakkabı bizi adeta sevindirik yapardı. İki elimizle kucaklar, bir köşede onları defalarca göğsümüze bastırırdık. Bıraksalar neredeyse birlikte uyumak isterdik. 

Ama inanın o günkü duygularımı, sevinçlerimi, değil torunlarımın, çocuklarımın bile anlayabileceğini sanmıyorum. Zaten genellikle ehemmiyetsiz, ‘küçük şeyler’ olarak bakılır çocukluk anılarına. Ama toplum olarak kıymetini anlayamadığımız nice güzelliklerin hafıza kayıtlarıdır onlar. İçlerinde eski zamanlardan kalma anıları, oralarda donup kalmış kültür fosillerini taşırlar. Aslında ne kadar ‘büyük şeyler’ olduğunu ne yazık ki yaşarken farkına varamadığımız değerleri. 

İnşallah şimdikiler de mutlu yaşarlar çocukluklarını. Dilerim en az bizimki kadar renkli geçsin yılları. Çünkü sonrasında, biliyorum onlar da anlatacaklar torunlarına bugünleri.

 

Ne düşünüyorum I
 albümüne yeni bir fotoğraf ekledi.


Başta Elazığ olmak üzere bölgede can ve mal kaybına sebep olan 6,8'lik deprem dolayısıyla Cenab-ı Allahtan enkaz altında olanlara esenlikle kurtuluş, ölenlere rahmet, yaralılara da acil şifa dilerim.

Büyük geçmiş olsun, Rabbim bu tür afetlerden esirgesin.
Eski tüfekler yaylım ateşine geçti. Deprem ve acı üzerinden bile saldırabiliyorlar. Politika buysa yerin dibine batsın muhalefetiniz. Çok çirkinleştiniz çok.
Belki yıkarsınız ama yerine koyamazsınız. Sapla samanı kasıtlı olarak birbirine karıştırıyorsunuz. Söylediğiniz, yazdığınız, paylaştığınız her haksız ve asılsız şey sicilinize işleniyor.
Böyle kirli bir savaşın galibi olamazsınız. Sadece 'şirkatinizi' ve 'sabıkanızı' arttırmış olursunuz. Şayet amacınız kazanmaksa bu nasıl hesap. Değilse neye hizmet ediyorsunuz?

2 Yıl Önceki Hikayelerin

e

Yüreğimin sesi-I-
 albümüne yeni bir fotoğraf ekledi.

25 Ocak 2024 

Ey hayat, Hele dur !
Birkaç insan,
Azıcık zaman …
İşittiğim sesler,
Gördüğüm şeyler,
Hissettiğim lezzetler…
Duyguların sarmalı,
Acıların harmanı;
İşte hayat !..
Geldi geçti serimden
Hele dur! sesleneyim
Dönmez ki seferinden
______
25 ocak 2019

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder