Çalışanın Fizyolojisi
Balzac, yaşadığı çağın ruhunu kavrayan, anlatan bir romancı. Bir düzen/sistem analisti aynı zamanda. Kuşkusuz yazdıkları yaşadığı tarihi, kültür ve coğrafyanın ürünü. Bu manada Balzac’ın inşa ettiği roman dünyası yaşanan hayatın birer yansıması. O dönemin insanlarının çoğunun öyküsü. Balzac gözlemlediği iklimin kahramanlarını yazmış romanlarında. En üsttekileri, ortadakileri ve alttakileri…
180 sene önce Balzac romanlarında giderek yüzsüzleşen, arsız bir toplumu anlatıyor. Ondaki görülmeyeni gösterme, sezilmeyeni sezdirme çabası aslında toplumu kavrama ve insanı anlama düşüncesinden kaynaklanıyor. Hatta “Balzac söylenmeye asla cesaret edilemeyen şeyi söyleme cesaretini gösterir…”.
Onun bu yanını hemen şu iki cümlesinde görürüz: “Ülkenin işlerinin kötü yönetimi, devlet adamlarının alanıdır. Bir çalışan, doğa tarihi yasalarından bihaber bir ağustos böceğinden daha fazla sorumluluk sahibi değildir, ama durumu gözlemlemek için en iyi yerde konumlanmıştır.”
“Çalışanın Fizyolojisi” (La Physiologie de l’employé) 2018 yılı Kasım ayında Vakıfbank Kültür Yayınlarından çıkan küçük bir kitap. Onu okurken gerçekten epey şaşırdım. Yazdıkları hemen hemen iki asır öncesi Fransa’sına ait olmasına rağmen pek çok yönden sanki Ankara bürokrasisini anlatıyor gibiydi.
Bildiğimiz Balzac çağının ruhunu kavrayıcı biçimde yazar. Bu hacmi küçük kitap bile, onun nasıl bir bakış/gözlem/analiz/sezgi gücü ile roman yazdığını gösteriyor. Aynı zamanda “İnsanlık Komedyası”nın nasıl oluştuğuna dair ilk elden sırlar bunlar. Onun her romanında karşımıza çıkan tutku/arzu/yıkıcı benlik sanrıları, toplumsal çözülmenin getirdiği dönüşümle yaşanan açmazlar, insan ilişkilerindeki derin çatışma, kapitalizmin ahtapot gibi sardığı bir dünyanın nereye yöneldiğini gösterme biçimi… Dönem romancılığının da en belirgin öğeleri aslında.
"…çalışanın en iyi tanımı şu olmalıdır: Yaşamak için maaşına ihtiyaç duyan ve istifa etmekte özgür olmayan kişi. Çünkü bu kişinin sonsuz kağıt kalabalığı üretmekten başka hiçbir alanda donanımı yoktur…Çalışan bir masada oturup yazan kişidir. Ofis, çalışanın doğal ortamıdır. Çalışanlar ofissiz var olamaz ve bir ofis de çalışanlarsız var olamaz. ..Kamu personeli, üst makamların partizan olmayan temsilcisidir. Çalışanla devlet adamı arasında bir yerdedir. …Kişinin maaşı 20000 frankı geçerse, artık bir çalışan sayılamaz. ..Genel Müdürler devlet adamı olabilir. ..Bir devlet bakanı dört Genel Müdür eder. …Bir çalışanın yagâne hedefi, daire başkanlığıdır. ..Çalışan olmak bir hükümete hizmet etmektir. ..Hükümetten kâr eden Mösyö Thiers, hükümete alet olacağına, onu kendi kârına alet eder. Bu kurnaz teknokratlara devlet adamı denir."
Yaklaşık 180 yıl önce 1841’de yayımlanan bu küçük kitapta, Balzac’ın diğer tüm eserlerinde görüp tanıyıp aşina olduğumuz suretler ve hikâyeler bir kez daha -ama bu sefer beyaz yakalılar olarak karşımıza çıkıyor. Toz yüklü, stres dolu ve boğucu ofis ortamına dair eğlenceli bir dille kaleme alınan Çalışanın Fizyolojisi, Sanayi Devriminin iş hayatında yarattığı köklü değişikliğe dair asla eskimeyen bir ilk bakış.
Bize 200 yıl önce Fransa'dan bulaşan bürokrasi ve 'Memur' hastalığının dönemin ünlü romancısı Balzac'ın kaleminden bizzat yerinde ve zamanında tanısı. Bizim Ankara hastalıkları olarak bugün yaşadıklarımızı o 180 yıl önce Paris'te gözlemlemiş. Mizahi bir dille de anlatmış.
BALZAC ŞÖYLE DEMİŞ (180 yıl önce Fransa'dan…)
"Çalışanlar neye yarar ? Neticede, eğer çalışan kağıt kalabalığı üretiyorsa, insan olarak çok da değeri olmaz. Hiçten hiç gelir." Honore de Balzac
Bir vida, vida somunu, çivi, demir çubuk, pul veya biraz çelik teliniz olsa, bunların tek tek bireysel değerini göremezsiniz; ama bir teknisyen der ki, "Bu metal şeyler olmadan, makineyi birleştiremezsin !"
Endüstri dünyasından ilhamla anlattığımız bu mesele, çalışanın genel kullanımları için bir metafordur.
İstatistik, devlet adamlarımızın oyuncağı haline gelmişse de işin içinden çıkıp bir toplama varabilmek için sayılara başvurulmalıdır. Akıllı kitleleri yönlendirmede sayılardan daha ikna edici bir şey yoktur. Haydi matematiğini yapalım. Fransa'da 40 bin çalışan var. (Yol tamircisi, sokak temizlikçisi,…çalışan değil.) Bunlar sabit maaşı olan insanlar. Ortalama yıllık maaş 15 bin frank. 40 bini 15 binle çarparsanız 60 milyon eder.
Yani; Fransa 60 milyon masraf karşılığında, bu ulusun bugüne dek gördüğü en otoriter ev sahibi gibi hükmeden, en gözetleyici, müşkülpesent, baskıcı, kılı kırk yaran ve kırtasiye seven bürokrasisine sahip oldu.
Tüm dilekçe ve makbuzları 'gözlüklüler' dosyalar, incelemeye tabi tutar ve onaylar. Bunların en ufak bir intizamsızlıktan dahi ödleri kopar. Böylesi eften püften idari şeyler için yaşayan çalışanlar, bu türden teknik detayları bağırlarına basar, bunlara dair sonu gelmeyecekmişçesine tartışmaktan hoşlanırlar. Eğer gerekirse, sıkıntıyı gidermek için yeni engeller yaratıp kendi yeteneklerini teste tabi tutarlar.
Devasa israf ve masraflar çalışanı ilgilendirmez. Ülkenin kamu işlerinin kötü yönetimi, devlet adamlarının alanıdır. Bir çalışan, doğa tarihi yasalarından bihaber bir haziran böceğinden daha fazla sorumluluk sahibi değildir, ama durumu gözlemlemek için en iyi yerde konumlanmıştır.
Siyasi yemek tarifleri kitabımız her yıl bize 60 milyona mal oluyor. Oysa polis kuvvetlerimiz çok daha fazlasına mal oluyor ve bizi hırsızlıktan korumakta da başarısız. Mahkemelerimiz, hapishanelerimiz ve polis, bürokrasimiz kadar masraf çıkarsa da, bunun çok az bir geri dönüşü oluyor.
Öyleyse, çok yaşasın ofis ve onun saygıdeğer raporları !
"FRANSA'NIN KALBİNDE BÜROKRASİNİN ALTIN DÖNEMİ, TASARRUF TEDBİRLERİ DEPREMİ VE DEĞİŞİM…"Honore de Balzac
Her şey çok çabuk oldu. Orduda (1) o kadar çok adam vardı ki, kamu idaresi insan gücü eksikliği çekmeye başladı. Dişsizler, hastamsılar ve şaşılar hızla yükseldi ve terfi etti.
Barış zamanı geldiğinde muhtemel adayların sayısı iki katına çıktı. Başta bu hizmeti reddetmiş soylu ve mütevazi aileler kapıya dizildi. Binlerce kuzen, yeğen, üçüncül kuzen ve uzak akraba taşradan kopup geldi ve Saint-Germain'e (2) doluştu. Ricacı sürüleri üç katına çıkmış oldu.
İşte o zaman memuriyet çılgınlığı başladı ve herkes bu böcek tarafından ısırılmış oldu. Dalavereci bir yazar, 'Kapı kapı dolaşarak İltimas avcılığı sanatını' aynı zamanda 'Borçlarınızı nasıl ödersiniz' olarak yayımladı.
Başta bazı işler meşru hırsları tatmin için yaratılmıştı. Sonra, daha da çok iş yaratabilmek için, işi az parası çok görevlere karşı savaş açıldı. Aynı anda birden çok görev üstlenmek yasaklandı. 'İşe girmiş' olmak 'hiçbir şey ya da neredeyse hiçbir şey yapmak için maaş almak'la eşanlamlı hale gelmiş gibiydi.
Meclis, adam kayırmacılığa, karşı cepheden savaş ilan etti. 'Özel harcamalar' nosyonu ve bununla beraber 'aranan vasıflar' icat edildi. Personel harcamaları didik didik incelenirdi. Yan haklar ufak ufak lağvedildi. Gizli harcamalara kaynak yaratmak mecburiyeti içinde, kadrodan işten çıkarmalar yapıldı.
Napoleon'un altın çağı, mutlu bir zaman, uzak bir rüya gibi solup gitti. İnsanlar alışılagelmişlikten daha fazla çalışmıyor olsa da, iş pozisyonları acımasız çekişmelere konu olurdu.
Bugünlerde mevkice en aşağı işler bile binlerce faktöre endeksli: bin tane efendi var tatmin edecek.
Özetle: 'iktidarın paylaşıldığı bir ülkede kişi bin bahse karşı oynar ve hamisiz bir çalışan kariyerinin sonuna gelmiştir.'
---------------
(1) Napoleon'un ordusu
(2) Paris şehrinin en eski, pahalı cafe'leri,
kitapçıları olan gözde bir semti.
"Taşra çalışanı ‘BİRİSİ’dir, ama Parisli (3) çalışan ‘BİR ŞEY’dir." Honore de Balzac
Memur için doğa bürodur. Onun ufku, dört bir yandan yeşil mukavva klasörlerle sınırlandırılmıştır. Onun için atmosferin durumu koridorların havasıdır, vantilatörsüz odaları dolduran erkek soluğudur, kağıtların ve tüy kalemlerin rayihasıdır.
Onun toprağı (köylünün tarlasının aksine) döşeme taşları ya da odacının ıslatıp nemlendirdiği parke zemindir. Gökkubbesi bakıp bakıp esnediği tavan, fiziki çevresi de uçuşan toz zerreleridir.
Güneş bu hücreye pek az sızabilir. Düşünce dönenip duran dolap beygirinkine benzer meşgalelerle kısılıp kalmıştır. (Bilindiği üzere, atlar fena halde esner ve küt diye ölürler.)
Paristeki kapıcılar on adımlık yerde karılarıyla birlikte hayatlarını sürdürmenin bir yolunu bulur, orada çocuk yapar, o kadarcık yere mutfağını sığdırır, kalanına çoraplarını asar, kedi köpek besler, hatta ufak tefek bahçe işleriyle uğraşır, bir de üstüne misafir ağırlar.
Bu gözlem, çıkma saati geldiğinde, memurun bürosunu neden derhal terk etmek gibi şiddetli bir ihtiyaç duyduğunu açıklayabilse de, gününün sadece yedi saatini orada geçiren memura karşılık, kapıcılarla dükkancıların sürekli bu korkunç kutucuklarda ömür tükettiği gerçeği karşısında hafif kalır.
'Pariste neredeyse bütün bürolar birbirine benzer' demiştir pek tanınmayan bir yazar. En küçük sorunu düzeltmek ya da ufacık bir iyilik rica etmek üzere hangi idari binayı gezerseniz gezin, karanlık koridorlar, iyi aydınlatılmamış geçitler, göze benzeyen oval pencerelerle oyulmuş kapılar bulursunuz. Üzerlerinde anlaşılmaz uyarı işaretleri bulunan bu kapıların pencerelerinden fanteziler görülür.
Sonunda arzu ettiğiniz nesneye ulaştığınızda, kendinizi odacının durduğu ilk odada bulursunuz. Sonra ast memurların bulunduğu ikinci bir oda vardır. Müdür muavinlerinin yazıhaneleri sağlı sollu dizilmiştir. Nihayet en uzakta ve en yukarıda büro amirinin yazıhanesi yer alır. Daire başkanı, Yönetici ya da sözde Müdür adındaki üstün varlık söz konusu iki üç büronun altında ya da üstünde ikâmet eder. Bazen de bir galerinin, uzun bir geçidin sonunda mukimdir.
Çalışanların çalışkanlığı, kendini, seçtikleri görevlerde gösterir. Maceracı olmayanların ayaklarının altında tahtadan bir ayaklık olur. Kapıların açılıp kapanması içerdeki sıcaklığı değiştirdiğinden, cereyandan çekinen uyuşuk çalışanlar, üşümemek için kendilerine mukavvadan bir rüzgâr perdesi yapar.
Müdür yardımcısının odasının kapısı her daim açıktır. Böylece çalışanları izleyebilir ve çok geyik yapmalarına engel olabilir. Ya da hususi durumlar için onları yanına çağırabilir.
-------------
(3) Ha Parisli ha Ankaralı, yani
bürokrasinin başkentinde anlamında
********************************
"Hizmetsiz maaşlı memuriyetin son temsilcileri" Honore de Balzac
Bürokratik aygıtın Stajyer, Müstensih (el yazısıyla kopya eden, çoğaltan kimse), Sekreter, Müdür Yardımcısı, Büro Amiri, Daire Başkanı gibi çeşitli dişli ve donanımlarını incelemeye başlamadan önce:
İdarenin gökyüzünü kat eden meteorlarından biraz konuşmamız gerekir. Yani Baş kütüphaneci, özel kalem, üst düzey hazine yetkilisi ve gezgin temsilciler hakkında.
Bu çalışanlar hayal ürünü yaratıklara benzer, çünkü çok nadir görülürler. Düzenli maaş alsalar da çok seyrek ofistedirler. Kafalarına göre gelir giderler. Hizmetsiz maaşlı memuriyetin son temsilcileri gibidirler. Kısacası gamsızdırlar: İş güvenlikleri tartışılamaz; yapacak çok az işleri vardır ve başka işler yapmakta özgürdürler.
Çok nadir görülür bu kişiler. (4) Bunlar karşısında göğün uzaklarından süzülen kuyruklu yıldızları gözlemleyen astronomlar gibidir memurlar.
(4) Bizdeki Araştırmacı, Uzman, Müşavir (danışman) ve Baş Müşavirler gibi.
********************************
"Tam bir göçmen kuş olan bakanın özel kalemi, bakanla belirir, bakanla ortadan kaybolur." Honore de Balzac
Tam bir göçmen kuş olan bakanın özel kalemi, bakanla belirir, bakanla ortadan kaybolur. Eğer bakan kralın gözünden düşerse ya da parlamentodaki şansının yok olduğunu görürse kendisini özel kalemine aldırır (danışman yapar). Bu olmazsa özel kalemini idari bir otlakta otlamaya bırakır. Özel kalemlerin fırtınanın dinmesini beklediği bir otele(kuruma) meselâ.
Özel kalem her daim genç bir adamdır. Yetenekleri ve yetileri sadece bakanın kendisine malûmdur. Prens Wagram Nepoleon için ne idiyse bu adam da bakan için odur. Onun tüm sırlarını bilir. Tasarı ve teklifleri sunmakla, gidip getirmekle, gömmekle mükelleftir. Bakanın kendi cesaret edemediği evet-hayır oylarını iletir.
Özel kalem doğrudan ateş hattındadır ve bakanın öfkesi ya da çaresizliği için paratoner görevi üstlenir. Bakanın şikayetlerini dinler ve onunla birlikte güler. Bakanın maşası rolünü oynar, gazetelerle, lobilerle, editörlerle tatlı tatlı konuşur. Bakanın çeşitli çıkarlarıyla arasındaki gizemli bağlantıdır. Günah çıkartma hücresindeki bir rahip gibi ağzı sıkıdır. Hem bilir hem bilmez. Bazen her şeyi bilir, bazen hiçbir şeyden haberi yoktur.
Neşeden gözleri pırıl pırıl olmalıdır; bakanın, kendisi hakkında diyemediğini o diyebilir. Son olarak, onun refakatindeyken bakan kendisi olmaya cüret edebilir. Peruğunu ve takma dişlerini çıkarır, terliklerini giyer, kollarını sıyırır ve vicdanına aldırış etmeyi bırakır.
Bu genç adam tam olarak bir devlet adamı değildir, ama siyasetçidir. Neredeyse her daim çok genç olan özel kalem, general için emir eri neyse, bakanın hanesi için de odur. Sadık bir dost rolü oynar, onu pohpohlar ve tavsiyelerde bulunur. Daha iyi danışmanlık verebilmek için dalkavukluğa mecbur olur ya da danışmanlık veriyormuş gibi gözükmek için onu pohpohlar.
Bu işi yapan neredeyse tüm genç adamların oldukça solgun bir yüzü vardır. Denilen şeyi onayladıklarını ya da onayladıkları intibaını uyandırdıkları aralıksız kafa sallama hareketleri, bize kafalarında tuhaf bir şeyin olup bittiğini anlatır. Ne derseniz deyin, ayrım yapmadan onaylar.
Özel kalemlerin dağarcıkları, 'ama'lar, 'gelgelelim'ler, 'ne de olsa'lar, 'ben olsam'lar, 'sizin yerinizde olsam'larla doludur. Yani çelişkilere çıkan tüm ifadelerle.
Bunun gibi kurbanlar on ya da yirmi bin frank alır. Fakat bu genç adam bakanlık lojmanlarından, davetlerinden, arabalarından da faydalanır. Olağan görevlerinin yanı sıra, açıp okumak zorunda kaldıkları mektupların sadece sayısını düşününce diyebiliriz ki, bir monarşide böylesi bir iş çok daha pahalıya patlardı.
Netice olarak; Fransa'da bakanlar kadınlardan da krallardan da daha mutludur. Onları anlayan birine sahiptirler. Özel kalemlere, boş kalmış bir kağıda ve kadınlara acıdığım gibi bir acıma duymuşumdur her zaman. Tahayyül edilebilecek her türlü istismara uğruyorlar. İffetli kadınlar gibi sahip oldukları yetenekleri saklamak zorundalar ve bunları ancak bakanın çıkarına kullanabilirler. Eğer yeteneklerini kamuda gösterirlerse biterler.
********************************
"Stajyer yahut müdür muavini olmayan her çalışan kâtiptir." Honore de Balzac (5)
Kâtipler sadece iki tür yaşam bilirler: bekârlık ve evlilik. Bekâr kâtip ekseri işinde kötüdür ve evli meslektaşından rahatlıkla ayırt edilebilir. Bekârın borçları vardır ve ne evli kâtip kadar temiz ne de onun kadar iyi giyimlidir.
Evli olanlar nerdeyse her zaman bürokratik hiyerarşinin tepesine tırmanıp orada kalmaya azmeder ve çok nadir olarak istifa ederler. Evli kâtip sadece karısını dinler. Bekâr hazlarının peşinde koşar ve maaşının tümünü ayın ilk on gününde harcayıp aç kalır yahut borca girer.
Bekâr bencildir: ihtirasları orantısız derecede şişmiştir, beklentileri çok yüksektir ve idari merdivenin basamaklarını yavaş yavaş tırmanmak onun işine gelmez. Yine de ciddi irade ve istikrar sahibi genç adamlara rast gelmek mümkündür. Tutumlu ve muntazamdırlar. Biraz kurcalarsanız nişanlanmak üzere olduklarını keşfedersiniz.
********************************
"Artık bürokrasi diyarında her şeyin neden bu kadar yavaş işlediğini anlamış olmalısınız." Honore de Balzac (6)
Balzac eserinin IX.Bölüm: Katiplerin tasnifi'nde Parislilerin çalışanlar dediği insan cinsinin nüanslarına dair bazı anektodlar yazmış. Bunlardan bazıları: Zarif, Andaval, Kolleksiyoner, Ek iş yapan memur ve Tefeci gibi tipler. Aşağıda özetlediğim bazıları da aynı bölümden diğerleri. Bize oldukça tanıdıklar.
DALKAVUK:
Çoğunlukla epey vasat bir memur olan bu kişi, hizmet sunarak ve başkalarına korku salarak geçinir. Büro amiri ve daire başkanıyla konuşur; onları gözlemleyip güvenlerini kazanır, zevkleri ve isteklerini çözüp ihtiyaç duyabilecekleri herhangi bir hizmet için emirlerine hazır bulunur. Onları ofiste söylenen ve yapılanlardan haberdar da eder. İnsanların kendisini hor görmesine rağmen işini kaybetmemeyi becerir: öğrendiği sırlar sayesinde vazgeçilemez birisi haline gelmiştir. Sahtekarlığına azıcık beceri ve azim ekliyor olsa da, bazen başarılı olur. Bunun üzerine de sadakatini segiler; fiilen reddedilmesine müsaade eder, doğan dertlere sakince katlanır. Kimse de reddini ya da nasıl bu kadar güçlü bir hale geldiğini çözemez. İnsanlar ona haysiyetsiz derler ama elini de sıkarlar.
AKLI İŞİNDE MEMUR:
Bu kategori çok yaygındır. Bunlar tam da devlet memurluğunda sevilen türden insanlardır. Kaderleri ve maaşlarından memnundurlar. Bu memurlardan mükemmel birer katip ve koca olur, yuvaları mutludur. Bu memurlar, kocanın Pazar günleri ve resmi tatiller dışında katiyyen gözükmediği bir aile hayatına ulaşmıştır. Bu memurlar genellikle köklü ticaret şirketlerinde, nalburlarda, lüks şarküteri dükkanlarında ve kitapçılarda sessiz ortaktırlar. Ancak bu tip memurlar işleri gerçekten iyi gitmeye başladığında devlet memurluğunda bir kusur bulup işi bırakırlar. Aksi olduğunda ise mutsuz bir şekilde memurluğa devam etmek zorunda kalır. İki işi birden yapmaya kalkmanın yanlış olduğunu anlatmaya başlar.
AĞIR İŞ YAPAN:
Bu memur kariyerini çok ciddiye alır. Devlet memurluğunun dahili mekanizmalarına sızar; ülkesini sever ve iyi bir izlenim bırakır. Merdivenin son basamağına ulaşıp ulaşmayacağını henüz bilmeyen birisi gibi bazen ümitsiz ve endişeli olabilir. Fakat nihayetinde hep değeri bilinir. İnsanlar ona 'yük beygiri' der; eve iş götürür ve bakanlıkta koşuşturup durur. Resmi vazifelerinden başka bir işle uğraşmaz; dümenci çıraklığından başlayıp tuğamiralliğe yükselen ya da teğmenlikten başlayıp orgeneral olan adamlar gibi o da kendi kaderini çizmiştir. Onu engelleyecek, hevesini kıracak hiçbir şey yoktur. Tuhaftır ki, bu tür bir adam başkalarında kıskançlık doğurur ve bu da onun hayatını zorlaştırır. Ahırdaki en iyi atın genellikle en çok kırbaçlanan at olması gibi, bakan ve daire başkanı da ondan çok şey bekler. Bazen ayrılma tehdidi savurur ancak devlet memurluğu onu başarılı şekilde vazgeçirip terfi ettirir. Elli yaşına geldiğinde şûra üyesi ve hatta genel müdür olmuştur. Mecliste yasa tasarılarını savunması istenir. İyi bir evlilik yapar ve insanlar onu mali işlere kafası çalışan bir adam, bir bürokrat, vergi mükelleflerinin felaketi olarak görür.
YOKSUL MEMUR:
En sevecen memur kategorisi budur. Ne mutlu ne de çok girişkendir. İkinci bir işi olmayan, işinden başka hiçbir şeyi olmayan, sevdiği kadınla evlenmiş bir adamdır. İmparatoru memnun etmek için kendisini her şeyden mahrum bırakır. Dakiktir ve erdemli bir şekilde çaba sarf eder. Onu durduracak hiçbir engel yoktur. Temizlikçi tutmaya parası ucu ucuna yeten karısı, küçük çocuklarını emzirir, evlerini derli toplu tutar ve ek gelir için ıvır zıvır satar. Ayda 1800 ile geçinmeyi becerirler ve yirmi yıl boyunca kenara bir kuruş bile koymadan böyle idare ederler. Emekli olmadan ölürse karısıyla çocuğunun başına ne geleceğini kimseler bilmez. Bakanlar da bu zavallı kurbanların kaderiyle zerrece ilgilenmez.
********************************
Memur
"…Ancak bürokrasi makinesi bu şekilde monte edilmiştir. Ve onu yeniden düzenlemek için önce onu ortadan kaldırıp sonra en baştan yeniden kurmak gerekir." Honore de Balzac
Devlet çalışanlarına çok düşük bir ücret ödediği için çalışanlar ikili bir hayat yaşamak, iki işte çalışmak ve dikkatlerini idari kariyerleriyle ikinci işleri arasında bölmek zorunda kalıyorlar.
Böylece o kurumlar zarar görüyor ve işler yavaş yürüyor. Kaçınılmaz sonuç bu.
İnsan, ekonominin detaylarını Maliye Bakanı kadar iyi bilen ve onunki kadar sermayeyi hareket ettirebilen Rothschild Hanedanı yirmi katiple idare ederken, neden Fransız Maliye Bakanının bin çalışanı olduğunu merak ediyor. Üstelik onun yalnız Fransa'daki değil, İngiltere, İspanya, Belçika, Avusturya, Napoli, Papalık devletleri ve (ödemek zorunda olduğu borcun faizi Fransa'nınkine denk olan ve bütün büyük Avrupa şehirleriyle ilişkileri olan) Osmanlı Devletindeki gelişmelerden de haberdar olması gerekiyor.
Rothschild'in yirmi çalışanı, Hazinenin çalışanlarından on kat daha fazla çalışıyor. Fakat onların aksine Rothschild çalışanlarının gerçekten bir geleceği mevcut. Banker olmayı öğreniyorlar. Nasıl milyoner olabileceklerini öğrenmek ve emeklerinin karşılığını orantılı olarak almak istiyorlar.
Öte yandan devlet memurlarının önündeyse perişan bir gelecek var. Saygın kişiler olsalar da kariyerleri onlara pek bir saygı sunmuyor. Dahası sadece harcamayı öğreniyorlar, kazanmayı öğrenmiyorlar. Geçmişte Fransız devlet memurlarının çalışması ve çabaları layığıyla ödüllendiriliyor olabilirdi. O zamanlar bakanlıklar Colbert, Letellier ve Lyonne gibi isimlerin doğduğu anlardı. Bugünlerde yüksek düzeyde bir memur olmak için insanın vekil olması gerekir.
Maaşlar, işin zorlu tabiatıyla hiç orantılı değil. Ayda 12.000 kazanan yüz çalışan, 1.200 kazanan bin çalışandan daha iyi ve hızlı iş yapar. Ancak bürokrasi makinesi bu şekilde monte edilmiştir. Ve onu yeniden düzenlemek için önce onu ortadan kaldırıp sonra en baştan yeniden kurmak gerekir.
Ancak Meclise, Muhalefetin saçma beyanlarına ya da gazetelerdeki ateş soluyan şarlatanlara karşı çıkacak cesaret kimsede mevcut değildir. Bunun sonucu olarak da hükümet ile devlet memurları birbirlerinden hazzetmez. Bakanın biri bir şey yapmak ister ama yapamaz.
Bir fikrin doğmasıyla gerçekleşmesi arasında sonu gelmeyen bekleyişler bulunur. Açıkça yolsuzluk neredeyse imkansız olsa da, o iktidar çevrelerinde ne muvazaalar mevcuttur. İnsanlar ancak tabiatını keşfetmenin imkansız olduğu gizli pazarlıklar sonuca vardıktan sonra işlerini halledebilir.
Dolayısıyla en alt kademedeki çalışandan genel müdürlere kadar herkes görüşlerini kendine saklar. Tek bir beynin yönettiği eller ya da Hükümetin düşüncelerini icra edenler olmaktansa çok başlı bir canavarı oluştururlar. Sadece hükümete muhalefetle kalmaz, hükümete karşı oy verip, hükümete karşı da hüküm sürebilirler.
Parisli devlet memurları söz konusu olduğunda, hizmet diye bir şeyden bahsedemeyiz. Şık bir arabada yanında güzel bir kızla gezen idari katip, Champs-Elysees'de yürürken yakaladığı bir daire başkanını kolaylıkla küçük düşürebilir.
Üst düzey bir çalışan, başkanları batırıp çıkarabilecek, hükümet adına son derece ciddi kararlar verme görevini üstlenen bir kişi, Paris'te neredeyse hiç sayılır. Napoleon'un pek düşkün olduğu gelenekler ve üniformaları kaldırarak çok şey kaybettik.
Her bir çalışanın hükümete borçlu olduğu dokuz saatten en az dört buçuğu boş dedikodu, didişme, entrika ve kalem ucu sivriltmeyle harcanır. Dolayısıyla devlet yatırımının yüzde 50'sini kaybeder. On milyona yapılacak işin faturası yirmiye çıkar.
Büro amiri
"…Hiç kimse kırk ya da elli yaşından önce büro amiri olmayı başaramaz. Büro amirlerinin tamamı idare basamaklarını tırmanmıştır. Tabii ki böylesi kayda değer bir konuma ulaşmak için mevzubahis kişilere doğal kabiliyetler bahşedilmiş olması ve bu kabiliyetlerin başkaları tarafından fark edilmiş olması gerekmektedir." Honore de Balzac
Farklı katip tiplerinin yukarısında, ordudaki albayın vazifesini ofiste yerine getiren büro amirinin bir nebze tuhaf portresi dikkat çeker. Ancak, kendisi albaydan çok bir lise müdürünü anımsatmaktadır.
Doğal olarak büro amiri çalışkan olmalıdır ve o yaşta yorgun yüzü yine de oldukça kendinden memnun bir hava sergiler. Hemen hemen hepsinin göğsüne iliştirilmiş madalyaları, kafalarında kalmış bir kaç tel saçı vardır. Gösterişli veya titizlikle giyindiklerine pek rastlanmaz; ancak o nefret ifadesi yüzlerine ilelebet kazınmış gibidir. Zahmetlerinin hiçbir zaman sonucunu alamadıklarını düşünürler.
Bu büro amirleri arasında iyi, güvenilir, azametli adamlar da bulunur; ancak yüzlerinden belli belirsiz bir öfke ve despotluk okunması daha yaygın bir durumdur. Onları daima insanlar, eşyalar ya da bakanlıklardan şikayet eder halde bulabilirsiniz. Dört duvarın arasına da sıkışsalar, kuş uçmaz kervan geçmez bir yerde de olsalar, hiçbiri size şöyle demez: "Ah, devlet memurluğu ne tuhaf şeydir!"
Teoride faydalı bir çok iş yapılabilecek olsa da, bunları pratiğe dökmenin imkansız olduğunu görmüşlerdir. Umut veren başlangıçların zıt sonuçlar doğurduğuna şahit olmuşlardır. Aynı anda hem her şeye inanırlar hem de hiçbir şeye inanmazlar. Tamamıyla nihilist olan bu kişiler, Hz. İsa hakkında kendi sorumluluğundan kaçınarak hüküm veren Pontius Pilatus gibi, vazifelerini yerine getirmekten başka bir şey yapmazlar. Gülümsemeleri ve bakışları o kadar kendilerine hastır ki, Parislilerin yüzlerine iyice aşina olan insanlar onlardan birini atlı otobüste gördüğünde derhal "İşte bu bir Büro Amiri !" derler.
Büro amiri işyerinde affetmez, çok şey ister, bezdirir ve her işte bir kusur bulur. Genel olarak sağlık durumu iyi değildir. Başkalarının lütfundan yararlanmıştır ve çalışanlarını bir zamanlar kendisi maruz kaldığı bütün haksızlıklara maruz bırakır. Kibirlidir; vatandaşlarla muhatap olduğunda mağrurdur, kendi çalışanlarına karşıysa sert bir despottur. İnsanların ricalarını reddederken tatlı dil kullanmaz.
Kaygısız müdür sakin, hoşgörülü ve merhametlidir. Ancak kimsenin kendisini kandırmasına müsaade etmez. Bu kategoriye dahil olan müdürler başarılarını genel olarak cinsi latifin sevgisine nail olmalarına borçludur. Kadınlara karşı çekicidirler, görmüş geçirmiştirler. Kılık kıyafetlerinde stil sahibidirler, tatlı dil kullanmaya meylederler ve birisini azarlamak zorunda kaldıklarında onlara bunun kendisi için ne kadar zor bir şey olduğunu belli ederler.
Genel olarak bir müdürü diğer çalışanlardan ayıran çok açık bir sınır vardır. Albayların genellikle generalleriyle canciğer olmaları gibi, büro amirleri de çoğunlukla daire başkanları ile dostane bir ilişki içindedir. Bunun sebebi merdivenin basamaklarını çıktıkça formalitelerin gevşemeye başlaması, vesveselerin azalması ve ufukların genişlemesidir. Düğme deliklerinden madalyalar sökün eder. Karakterler daha ayırt edilebilir hale gelir. Adamlar heybetlenir ve aldıkları maaşlar Parist'e yaşamalarına müsaade eder.
Daire başkanı
"…Daire başkanı iki koltuk değneğiyle yürür: raporlar ve iç yazışmalar. Daire başkanı kolaylıkla antika bir moruk da olabilir, fark edilmemiş bir deha da." Honore de Balzac
Bir büro amiri sıradan bir insan olabilir, ama Daire başkanı her daim seçkin bir kimsedir. Çoğu zaman aralarındaki yegâne fark rütbe ve maaşlarıdır. Genel Müdürlerin tamamıysa kendilerini devlet adamı olarak düşler.
Daire başkanı çalışanlarına göz kulak olur. Cumartesileri biraz temiz hava teneffüs etsinler diye onların çıkmasına izin verir. Hafta içinde alacaklılar sadece o gün ofise girebilirler. Borçları için aracılık teklif eder. Bazen çok ağır bir borç varsa bakanın iznini isteyip birazını dahi ödeyebilir. Çalışanlarına baba olmaya çalışır.
Daire başkanları bakanlıkların tam kalbi ve ruhudurlar ve etkin bir şekilde o kurumları idare ederler. Daire başkanları rapor yazmak için yaşar, nefes alır. Onların gururu ve neşesi raporlardır. Krallar ve bakanlar çeşitli önemli konularda rapor talep eder. Aynı zamanda bakanlar kendilerini iki meclise karşı savunmakla o kadar meşguldür ki, çaresizce raporlara tutunurlar.
Bir bakanın portfolyosu için raporlar, kanun taslaklarının meclisin yasama süreci için önemi nispetinde önemlidir. Bir istişare özelliği taşır ve bakanın raporu okumadan önceki kadar konu hakkında kötü bilgilenmesini garanti eder.
Bakan olunca karar verme iktidarına haiz olunduğu var sayılır. Ayır, aksine, Fransa'da her şeye rapor hükmeder. Her yerde durum budur. Her şey hem karşılıklı hem de yazıda tartışılır, önemsiz detaylar üzerine münakaşalar edilir, ta ki artılar eksiler birbirlerini götürene kadar.
Fransa raporlarını sever, ondan tonlarca üretir, o kadar çok sever ki, kendini mahveder. Bu raporlar ne kadar cafcaflı ve güzel olursa olsun, zamanını israf eder ve yapmak yerine malumatfuruşluk yapar. Yılda bir milyon rapor üretilir Fransa'da. Bundan şu sonuç çıkar: Ülke bürokratlar tarafından yönetilmektedir.
Rapor bir ertelemedir, sadece arada sırada bir katkı olur. Neyse ne, karar verilmelidir. Fransa'daki en güzel şeyler, raporların varışından önce, kararların spontane alındığı bir devirde başarılmıştır.
Daire başkanı iki koltuk değneğiyle yürür: raporlar ve iç yazışmalar.
Nasıl yapılabilir ve hangi araçlar kullanılmalı? Bakan bir iç rapor taslağı yazmak için bir yıl harcar; muhtemeller belirtilir ve kullanılacak araçlar detaylandırılır. Rapor sonrasında bir klasöre atılır ve ebedi pineklemeye gömülür. Ya da mesele acilse birdenbire uygulamaya konur.
Daire başkanı işte budur: kolaylıkla antika bir moruk da olabilir, fark edilmemiş bir deha da.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder