Niye başarısız oluyoruz ?
Geçmişte kamu
bürokrasisinde görülen örgütsel fonksiyon bozuklukları üzerine çok yazıldı
çizildi. Çözümlerin önemli bir kısmı da genellikle fonksiyonel uzmanlaşma, açık
görev ve iş tanımları öneriyordu.
Ayrıca çalışanlar açısından personelin bilgi
ve yeteneğine göre seçilip terfi ettirilmesi de özellikle vurgulanırdı.
Bürokraside kurallar
hep önemli olmuştur zaten. Ama zaman değişince biraz makyaj yapıldı tabi bu
konulara. Örneğin kalite standartlarına, süreç yönetimine ya da iç kontrole
ilişkin yazılı kurallar öne çıktı. Ve tabi sihirli kelime; değişim ! O geçmişte
bekleniyordu, bugün hala umudumuz, gelecekte de konuşuluyor olacak.
Her ne ise.
Özellikle yirminci yüzyılın son çeyreğinde yoğunlaşan bu çabalar 30-40 yıldır
gündemde. Bir çok şeyin farklılaştığı açık, ancak bu değişimden kimse mutlu
değil. Nasıl bir şeyse beklenen değişimin bu olmadığı düşünülüyor. Ayrıca
yaşanan değişimlerin yararlı bir gelişme sağlayıp sağlamadığı da tartışılıyor.
Sorun bu önerilerde mi, yoksa "asya tipi üretim tarzı" gibi bize özgü
bir kamu yönetim sistemi midir, bilemiyoruz. Bilim adamları hala konu üzerinde
çalışıyorlar. Tabi öneriler genelde batılı ülkelerden bize yansıdığı için bizim
ezber bozan hallerimiz onları da çaresiz (!) bırakıyor anlaşılan.
Şaka bir yana acaba
gerçekten "açık görev ve iş tanımları ile fonksiyonel uzmanlaşma"
beklenen faydayı sağlayabilmiş midir ? Değilse neden ? Öyle olup olmadığı bir
tarafa "personelin bilgi ve yeteneğine göre seçilip terfi
ettirilmesi" mümkün müdür ? Olsa bile sürekli yukarıya doğru sıçrama
eğilimlerini engelleyebilir mi ? Mesela bugün bile hararetle savunulan
"kuralların önemi, standartlar ve süreç yönetimine ilişkin yazılı
presedürler" giderek bir bürokratik kirliliğe mi yol açtı ?
Bırakın karlılığı, prodüktiviteyi, rasyonelliği. Bütün çabalara, sürekli vurgulanmasına rağmen
kamu yönetiminde "Etkinlik, verimlilik ve etkililik" sağlanabildi mi
acaba ? Olmadıysa neden ? Değişimi engelleyip duran nedir ? Böyle bir ortamda
bürokrasi, bizzatihi kendi çalışanlarına da mı zarar veriyor ?
Yıllardır kamuda
uzmanlaşma sihirli bir formül gibi benimsendi. Neticede bütün kamu kurumları
çalışanlarını yüksek puanlı sınavlarla seçer oldular. Kariyer uzmanlığı beyaz
yakalı personel içinde giderek zamanımızın yükselen değeri oldu. Sonuç ? Yüksek
maaşlı, kibirli, taassup ehli, değişimi kendinden menkul bir zümre çıktı
ortaya. Bürokratik örgütü dönüştürmesi, kalitesini yükseltmesi beklenen bu yeni
nesil, aksine fonksiyonel uzmanlaşma zırhını giyip yağlandıkça yağlandı.
Açık
görev ve iş tanımları bu tip bir işbölümünde daha katı bir bürokrasiye yol
açtılar. Kendileri de bu bürokrasi içinde özgürlük ve özgünlüklerini yitirdiler
tabi. Geriye sürekli şikayet eden, kulis yapan, kurum kaynaklarını ve
kurallarını kendine yontan sıradan bir "memur" tipi kaldı. Yeni bir kısır döngü var olmuş, dev
çarklarını döndürüyordu. Kamunun yeni ve parlak prensleri ne yazık ki artık
"uydum kalabalığa" olmuştu.
Uzmanlık, yıllardır
önerilen örgüt personelinin teknik bilgi ve yetenek temeline göre seçilmesi ile bu alanda terfi
ettirilmesi konusuna da uygun bir örnektir.
Ancak, bu yöntem bile, uzmanların önündeki işle değil "örgütsel
hiyerarşide yukarıya doğru yükselmeyle" ilgilenmelerini engelleyemedi.Kaldı ki yöneticilik, doğası itibariyle uzmanlıktan çok farklı bir alandı.
Peter ilkesine göre böyle
hırslarla kendi "yetmezlik düzeylerine" koşan yöneticilerin de
akibeti bellidir. Ona göre, bu düzeye ulaşanların görevden uzaklaştırılmaları
gerekir. Ama böyle olmaz ise teknik bir alanda uzmanlıktan, farklı uzmanlıkları
yöneten çok daha farklı bir noktaya sıçrayan bu kişiler eninde sonunda
kendileriyle birlikte kurumlarını da işlevsizliğe sürükleyecektir.
Eski ya da yeni
bütün kurallar, bürokratik örgütlerde devamlılığın bir gereği olarak görülmüş.
Ama işin şekli özünü unutturduğu zaman bu kurallar bir mevzuat çöplüğüne
dönüşür. Bu yüzden kayıt kuyut, evrak ve haberleşme gibi şeylerin yazılı olarak yapılması abartılmamalı. Örneğin dosyalama sisteminin giderek
"araç" olmaktan çıkıp, "amaç" olması örgüt verimliliğini
yok edecektir.
Böyle bürokratik
çevre kirlenmelerini biliyoruz. Şunu da biliyoruz ki, kurallar ve dosyalar
genellikle statükonun devamı içindir. Değişimi için değil. Ayrıca, bürokratik
özellikli yapılarda hiçbir zaman etkin ve etkili denetim yapılamamaktadır. Bunun için
otokontrol mekanizması kadar dış denetim
yolu ile de işlevselliğin sağlanması gerekiyor. Ama, nasıl bir denetim ?
Hep düşünmüşümdür
mesela. Neden disiplin ya da soruşturma mevzuatı bu kadar ayrıntılıdır ? Niçin
o kurallar arasında teşvik ya da ödül sistemini büyüteçle bile bulamayız ?
Halbuki örgütte olumlu bir gelişme sağlanabilmesi, başarılı ve yetenekli
personelin maaş vs. dışında da gereğinde ödüllendirilmesiyle çok yakından
ilgilidir.
Bir teşekkürü bile esirgeyen devlete, yöneticiye nasıl sevgi duyulur ? Bilmezler mi ki "insan korktuğunu sevmez, sevdiğinden korkarmış." Elbette insan kaynağının geliştirilmesi, etkin bir hizmet içi eğitime bağlıdır, doğru. Ancak, bu eğitim hizmette kaliteden ziyade, yükselme fırsatı olarak algılanırsa çabalar da boşuna olur. Çünkü hırs genellikle gözleri kör eder. Daha doğru olan kurumuna, işine, birbirine gönülden bağlı çalışkan insanların yaşadığı bir örgüt iklimi oluşturabilmektir.
"İnsanı yaşat ki devlet yaşasın" inancına sahip siyasi iktidarın ustalık dönemini yaşıyoruz. Değişim süreci devam ediyor. Bu kaçınılmaz, ama "kabak gibi büyümeye" değil de insanını memnun eden bir "gelişmeye" ihtiyacımız var. "Klasik memur zihniyetinin" kırılması isteniyor. "Memnuniyetsiz, işi yokuşa süren, asık suratlı evrak memuru" dönemi artık bitmeli. Ancak görüyoruz ki "vatandaş odaklı" dönüşüm için yalnızca sözler, yazılar yetmiyor. İnsan merkezli olmanın lisan-ı hal ile ispatı, yaşanması lazım. Sözde değil özde dönüşüme, gelişime yol almalıyız.
Bir teşekkürü bile esirgeyen devlete, yöneticiye nasıl sevgi duyulur ? Bilmezler mi ki "insan korktuğunu sevmez, sevdiğinden korkarmış." Elbette insan kaynağının geliştirilmesi, etkin bir hizmet içi eğitime bağlıdır, doğru. Ancak, bu eğitim hizmette kaliteden ziyade, yükselme fırsatı olarak algılanırsa çabalar da boşuna olur. Çünkü hırs genellikle gözleri kör eder. Daha doğru olan kurumuna, işine, birbirine gönülden bağlı çalışkan insanların yaşadığı bir örgüt iklimi oluşturabilmektir.
"İnsanı yaşat ki devlet yaşasın" inancına sahip siyasi iktidarın ustalık dönemini yaşıyoruz. Değişim süreci devam ediyor. Bu kaçınılmaz, ama "kabak gibi büyümeye" değil de insanını memnun eden bir "gelişmeye" ihtiyacımız var. "Klasik memur zihniyetinin" kırılması isteniyor. "Memnuniyetsiz, işi yokuşa süren, asık suratlı evrak memuru" dönemi artık bitmeli. Ancak görüyoruz ki "vatandaş odaklı" dönüşüm için yalnızca sözler, yazılar yetmiyor. İnsan merkezli olmanın lisan-ı hal ile ispatı, yaşanması lazım. Sözde değil özde dönüşüme, gelişime yol almalıyız.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder