El-Cebbar/ Zilzâl
Bugün üç ayların 12.ncisi, Corona günlerinin de 349.ncusu.
İnşallah üç aylar boyunca her gün bir “esma”yı anarak ve
namazda okunan kısa zammı sure, dua ve zikirleri öğrenerek bu manevi süreci
değerlendirmeye devam ediyorum.
Sırada esma ül hüsna’nın onikincisı “El-Cebbar” var.
Yine namazda KIYAM halinde KIRAAT edilen, okunan zammı surelerden mushaf
sırasına göre 99.ncusu olan “Zilzâl" Sûresiyle ilerliyoruz.
El-Cebbâr: الجبّار Kur’ân-ı Kerîm’de, ikisi çoğul (cebbârîn) şeklinde olmak üzere on âyette geçiyormuş. Bir grup esmâ-i hüsnâyı ihtiva eden bir âyette (el-Haşr 59/23) cebbâr ismi azîz ve mütekebbir isimleri arasında yer almış, doksan dokuz ismi ihtiva eden hadiste de aynı tertip içinde zikredilmiş. [1]
“Bozuk olan bir şeyi ıslah edip düzeltmek, birine zor kullanarak iş yaptırmak” anlamındaki cebr kökünden mübalağa ifade eden bir sıfat. Sözlük anlamına göre cebbâr “kırık dökük ve bozuk olan şeyleri düzeltip onaran, her şeyi tasarrufu altına alan ve iradesini her durumda yürüten” demek. [2]
Cebir, “kırık kemiği sarıp bitiştirmek, eksiği bütünlemek” manasına geldiği gibi, “icbar etmek”, yani, “zorla iş gördürmek” manasına da geliyor. Bu mânaya göre Allah Teâlâ Cebbar’dır. Yani, kırılanları onarır, eksikleri tamamlar, her türlü perişanlıkları düzeltir, yoluna koyar. Cebbar’ın ikinci mânasına göre de; Allah Teâlâ kâinatın her noktasında ve her şey üzerinde dilediğini yaptırmağa muktedir olduğudur. Hüküm ve iradesine karşı gelinmek ihtimali olmaz. Bu nedenle:
'O' azamet ve kudret sahibi, istediğini mutlaka yapan, kırık kalpleri onaran, eksikleri tamamlayan, dilediği her durumda mutlak iradesini yürütendir' manasına geliyor.
Zilzâl Sûresi: Medine döneminde inmiş. 8 âyet. Zilzâl, sarsıntı, deprem demek.Mushaftaki sıralamada doksan dokuzuncu, iniş sırasına göre doksan üçüncü sûre oluyor. Nisâ sûresinden sonra, Hadîd sûresinden önce inmiş. Sûrede kıyamet kopması sırasındaki şiddetli yer sarsıntısının ardından kıyamet gününde yaşanacak olan sıkıntı ve dehşet verici haller anlatılmakta; ayrıca dünyada işlenen hayır veya şerrin karşılığının âhirette ödül veya ceza olarak alınacağı bildirilmekte.
"Yer o dehşetli sarsıntısıyla sarsıldığında; Ve yer ağırlıklarını dışarı attığında; Ve insan, "Ne oluyor buna!" dediğinde; O gün yer, bütün haberlerini rabbinin ona vahyettiği şekilde anlatır. İşte o gün insanlar yaptıkları kendilerine gösterilsin diye (bulundukları yerden) farklı gruplar halinde çıkarlar. Kim zerre miktarı hayır yapmışsa onu (karşılığını) görür. Kim de zerre miktarı şer işlemişse onu (karşılığını) görür." [3]
"Yeryüzü kendine has bir sarsıntıya
uğratıldığı, içindekileri dışarıya çıkarıp attığı ve insan, "Ona ne
oluyor?" dediği zaman, İşte o gün, yer, kendi haberlerini anlatır. Çünkü
Rabbin ona (öyle) vahyetmiştir. O gün insanlar amellerinin kendilerine
gösterilmesi için bölük bölük kabirlerinden çıkacaklardır. Artık kim zerre
ağırlığınca bir hayır işlerse onun mükafatını görecektir. Kim de zerre
ağırlığınca bir kötülük işlerse onun cezasını görecektir." [4]
--------------------------------
[1] (Tirmizî, “Daʿavât”, 82; İbn Mâce, “Duʿâʾ”, 10)
[4] Kaynak <https://kuran.diyanet.gov.tr/mushaf/kuran-meal-2/zilzal-suresi-99/ayet-1/diyanet-isleri-baskanligi-meali-1>
Bugün üç ayların 13.ncüsü, Corona günlerinin de
350.ncisi. İnşallah üç aylar boyunca her gün bir “esma”yı anarak
ve namazda okunan kısa zammı sure, dua ve zikirleri öğrenerek bu manevi süreci
değerlendirmeye devam ediyorum.
Sırada esma ül hüsna’nın onüçüncüsü “El-Mütekebbir” var.
Yine namazda KIYAM halinde KIRAAT edilen, okunan zammı surelerden mushaf
sırasına göre 100.ncüsü olan “Âdiyât" Sûresiyle ilerliyoruz.
El-Mütekebbir: المتكبّر Sözlükte “büyük ve cüsseli, ulu ve yüce olmak” mânasındaki kiber kökünün
“tefe‘‘ul” kalıbından türeyen mütekebbir “büyük, ulu” anlamına
geliyor. Mütekebbir dokuz ilâhî ismin sıralandığı âyette bunların sonuncusu olarak
yer almış (el-Haşr 59/23). Kiber kavramı ayrıca on sekiz âyette Allah’a nisbet
edilmekte. [1]
“Mütekebbir” sıfatı büyüklüğün bu olumlu ve
olumsuz anlamlarını içinde barındırıyor. İnsanlar için kullanıldığında olumsuz
olarak büyüklük taslamak; âlemlerin Rabbi’ne isim olduğunda ise olumlu anlamda
büyüklüğünü göstermek manasında. Hatırlanacağı gibi Cebbar ismi de böyleydi.
İnsanlar için kullanıldığında zorba; Allah’ın ismi olarak ise “sözünü herkese
geçiren” anlamındaydı.[2]
'Neticede El-Mütekebbir 'O' ululuk sahibi, yegane büyük olan, büyüklükte eşi ve benzeri olmayan, her şeyde ve her hadisede büyüklüğünü gösterendir' manasına geliyor.
Âdiyât Sûresi:11 âyet. Âdiyât, hızlı koşan atlar demek. Surenin 1. ayetinde
geçen ve "koşan atlar" anlamına gelen "Vel adiyati dabha"
yani "adiyat" kelimesi sureye adını vermiş. Müfessirler âdiyât
kelimesini genellikle, “soluk soluğa koşan savaş atları” olarak anlamışlar.
Resulullah (sa) bir keresinde bir seriyye
(atlılar) göndermiş ve göndermesinin üzerinden bir ay geçmesine rağmen bir haber gelmemişti. İşte onlar hakkında olmak üzere bu Sûre nazil olmuş. [3]
Âdiyât Mushaftaki sıralamada yüzüncü, iniş sırasına göre on dördüncü sûre. Asr sûresinden sonra, Kevser sûresinden önce inmiş. 30. cüzde yani son cüzde yer almakta. İnsanoğlunun nankörlüğü ve mala düşkünlüğü, ahiret hayatı için harcama yapmaması ve bu yüzden onu kötü bir sonucun beklediği söz konusu ediliyor.[4]
"Vel adiyati dabha. Fel muriyati kadha. Fel muğırati subha. Fe eserne bihı nak'a. Fe vesatne bihı cem'a. İnnelinsane li rabbihı le kenud. Ve innehu ala zalike le şehıd. Ve innehu li hubbil hayri le şedıd. E fe la ya'lemü iza bu'sira ma fil kubur. Ve hussıle ma fis sudur. İnne rabbehüm bihim yevmeizin le habir."
“Soluk soluğa
süratle koşan, (koşarken ayaklarını) vurarak ateş çıkaran, sabah erkenden
baskın yapan, orada tozu dumana katan ve düşman topluluğunun ortasına dalan
atlara andolsun ki, insan gerçekten Rabbine karşı pek nankördür. Hiç şüphesiz
buna kendisi de şahittir. Hiç şüphesiz o, mal sevgisi sebebiyle çok katıdır. Acaba
o bilmiyor mu ki, kabirlerde bulunanlar çıkarıldığı ve kalplerdeki ortaya
konulduğu zaman, işte o gün onların Rabbi kendilerinin her halinden mutlaka
haberdardır.”[5]
"Yemin
olsun nefes nefese koşanlara; Sonra çakarak kıvılcım saçanlara; Sabahleyin
ansızın baskın yapanlara; Derken o sırada tozu dumana katanlara; Peşinden orada
bir topluluğun ta ortasına dalanlara! İnsan, rabbine karşı pek nankördür.
Şüphesiz buna kendisi de şahittir; O, mal sevgisine aşırı derecede kapılmıştır.
O bilmez mi ki kabirlerde bulunanlar diriltilip dışarı atıldığı zaman; Ve
kalplerde gizlenenler ortaya konduğu zaman; İşte o gün (anlayacaklar ki),
rableri onlardan tam mânasıyla haberdardır!" [6]
Sûrenin ilk beş âyeti, kıyameti andıran bir
savaş sahnesini canlandırıyor. Bu beş âyet, “uğultulu sesler çıkararak
hızla koşan, kıvılcımlar, ateşler saçan, sabah erken baskınlar yapan, tozu
dumana katan, düşman birliklerini kuşatıp onlara cepheden saldıran” cesur
gazilerin Allah katındaki değerlerini ilân ve şanlarını yüceltir; müminleri de
böyle olmaya teşvik eder. Daha sonraki âyetler, genelde insanoğlunun nankör ve
menfaat düşkünü olduğuna dikkat çeker. İnsanın kendisinin de yakından şahit
olduğu bu özelliğinin ona bir değer kazandırmayacağını, aksine ilerde başına iş
açabileceğini ima eder.
Nihayet sûre, insanların bir gün yeniden dirilip Allah’ın huzuruna döneceklerini ve esasen Allah’ın hepsini bütün yönleriyle bildiğini hükme bağlayan âyetlerle son bulur. Böylece sûre, Allah yolunda canlarını bile feda etmekten çekinmeyen inanmış ve fedakâr insanlarla en küçük bir çıkarı için başkalarının hakkını çiğneyen, aç gözlü ve nankör insanlar arasındaki çelişkiyi, inançları ve mânevî değerleri uğruna mücadele edenlerle, hak hukuk ve mukaddesat tanımadan toplumu kemirenler arasındaki farkı gözler önüne serer.[7]
[3] (Suyûtî,
Lübâbu'n-Nukûl, 11,199-204) Kaynak <https://islam-tr.org/konu/adiyat-suresi-inis-sebebi.28454/>
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder