Sporu özledim
Bugün ülkemizdeki corona salgınının 308.nci günü. Birçok şeyi çok özledim. Meclise gidip dostlarımı, arkadaşlarımı görmeyi özledim. Kurumlarda üst görevlerde çalışan arkadaşlarımı ziyaret edip çaylarını içmeyi özledim.
Ulus’ta Hacı Bayramda namaz kılıp kalabalıklar arasında çarşı çarşı dolaşmayı özledim. Evimin hemen karşısındaki camiye beş vakit rahatça gidip maskesiz seccadesiz namaz kılmayı özledim. Dostlarımla musafahalaşmayı, kardeşlerimle kucaklaşmayı, çocuklarıma sarılıp öpmeyi özledim.
Sabahları ya da ikindiden sonra yakın
parkta yürüyüş yapmayı çok çok özledim. Abonesi olup da salgın yüzünden yarıda
kalan yaşam merkezi günlerimi özledim. Haftada üç gün bir birbuçuk saat kadar
süren koşu bantı ve aletli spordan sonra yarım saat kırkbeş dakika havuzda
yüzmeyi özledim. Her gün kolumdaki adım ölçer saatime bakıp 10.000’i tamamlayıp
tamamlamadığımı merak etmeyi özledim.
Mevsim kış, hasta olmak istemiyorum.
Sadece coronavirüsten değil, grip soğuk algınlığı farenjit gibi kış
hastalıklarından da çekiniyorum. Aslında henüz 65 yaşında değilim, bir yasağım
yok. Ancak böyle bir zamanda hasta olmamak için mümkün olduğu kadar evden
çıkmıyorum. Allaha hamd olsun bu güne kadar coronadan korunabildik. Galiba bu
konuda temizlik-maske-mesafe üçlüsü bizi böyle kış rahatsızlıklarından da
koruyor.
Teknoloji böyle izolasyonlu bir
zamanda yakın arkadaşımız oldu. Kuşkusuz eksileri de çok ama uzaktaki akraba,
dost ve arkadaşlarımızla iletişimimiz böylece hiç kesilmedi. Çocuklarımızla ve
torunlarımızla görüntülü görüşmeler günlük yaşamımızın vazgeçilmez bir parçası
oldu. Whatsapp’a bu yüzden bir teşekkür borçluyum. Facebook zaten hayatımızda günlük
gazetelerin yerini çoktan almış durumda. Kendisini bir yabancıymış gibi
hissettirmiyor.
Bu yüzden Whatsapp için son güne
kadar bekleyeceğim. Bu arada sonradan dayattığı o sözleşmeyi de imzalamaya
niyetim yok. Eğer bunun için beni bırakacaksa ben de onu bırakabilirim. Artık
bu işi öğrendik, o olmazsa alternatif yok değil. Ama ayrılmam benim kişisel
bilgilerimi ele geçirip başkalarına servis edeceği için değil, oyunun ortasında
kural değiştirdiği için olacak. Yok paylaştıklarımı kullanırsan yasal haklarımı
kullanırım, yok izin vermiyorum gibi saçmalıklar da düşünmüyorum.
Bakıyorum da bugünlerde böyle
paylaşımlar oldukça arttı. Nedense böyle şeyleri daha sık yapar oldu insanlar. “Bu
yazıyı okuyup paylaşmazsan….10 arkadaşına iletmeyen filanca kişinin evi yandı,
kendi hasta oldu…., facebook algoritmasında hep aynı kişileri görüyorum,
kopyalayıp sayfanda yayınlarsan……paylaşırsan bütün muratların gerçek olur…”, şöyle
olur böyle olur…" gibi benzeri safsatalara sadece gülüp geçiyorum.
Bu zamanda bile hala böyle şeylere inanıp,
bir görev gibi o saçma sapan paylaşım zincirlerinin halkası olmak isteyenler hiç
de az değil. Sadece günümüzün dijital fenomenleri de katıldı bu dünyaya. Böyle
şeyler tamamen modern hurafe, düpedüz saçmalık. Hele de “izin vermem,yasal
haklarım…” filan gibi sayıklamalar bana Donkişotvari hareketler gibi geliyor.
Devlet, yasama bunun için var.
Görevlerini yapsınlar. Beni
şaşırtan bu tip şeyleri kendilerini sözde çağdaş bilimci gösteren kişilerin de
yapıyor olması.
Newton çarkı
Hayat renkli bir çarkıfeleğe benziyor. Hızla döndürüldüğü zaman renkleri ayırd edilmez olur, durduğu zaman da kimin önünde duracağı belli olmaz. Dünya çarkıfeleği de çeşit çeşit renkle dönüyor. Mesela bir yandan bütün ülkelerde aşılama çalışmaları başladı, öbür yandan corona yeni yeni versiyonları ile ortada tam gaz. Bir yanda kuraklık var öbür yanda şiddetli yağış ve seller gövdeyi götürüyor.
Bir yanda coronavirüsten köşe bucak
kaçan insanlık, öbür yanda milyar dolarlarla oynayan ve ellerini ovuşturan
küresel aşı şirketleri var. Cahiliye araplarının kendi putlarını yapıp
yedikleri gibi ülkesinde Trump’ı da çiğ çiğ yemek üzereler. Bunlar dünyada ..”bilmemne
baharları” türünden ayaklanmaları alttan alta fiştekleyenler değil miydi?
Böyle kalkışmalara, rahatsız
oldukları gelişmelere karşı alelacele olağanüstü güvenlik yasalarına ya da
sıkılaştırılmış güvenlik önlemlerine savrulanlar, dünyanın geri kalanına hep “demokrasi
ve insan hakları demogogluğu” yapmıyorlar mıydı. Doğrusu şimdi biz de biraz “endişelenmekte”
haksız mıyız?
Bir taraftan “nerde bu hükümet?”
diye höykürenler şimdi bakıyorum da aşının “Alman-ABD patentli biontech” mi,
“İngiliz Oxford-AstraZeneca” mı, “Rus moderna”sı mı yoksa Çin merkezli Sinovac malı
“CoronaVac”aşısı mı olsun papatya falına başladılar. Milleti toptan cahil görüp aşı olmaları için adeta tehdit
edenler geçen yıl bilim kurulu ve hükümet üyeleri için şöyle demiyorlar mıydı: “Önce
kendileri olsunlar!”
İşte bugün istedikleri oldu. Sağlık
Bakanı, Bilim kurulu ve Cumhurbaşkanı örnek olup aşı oldular. Korkarım şimdi de
dönüp: “Bak görüyor musunuz önce kendilerine aşı yaptırdılar. Milleti filan
düşündükleri yok, varsa yoksa kendileri!” diye feryat figan edebilirler. “Yok
yok, bizden adam olmaz. Adamlar şöyle ileri, böyle gelişmiş…” diye sabah akşam Avrupa
ülkelerini övenler bugün onların corona karşısında düştükleri perişanlığı
görmüyorlar bile. Ülkemizin her şeye rağmen ayakta oluşu, güçlü duruşu ve
coronayla mücadeledeki başarısı karşısında hala gözünün üstünde kaşın var
derdindeler.
Nerden bakarsanız bakın bu dünya
da, ülkemiz de, insanlar da rengârenk bir karışım. Santrifüjlü bir kazan
düşünün içindeki karışımı hem karıştırıyor, hem dönüyor. Baktığınızda sade bir
renk görüyorsunuz: “Beyaz”. İçindeki zıt renkler, farklılıklar hepsi bu kazanın
içinde kayboluyor, bambaşka bir görünüm kazanıyor. Bilimde de lsaac Newton’un renk
çarkı böyle bir şey. Birbiri ile karışım yoluyla elde edilemeyen kırmızı, sarı
ve mavi renklerden oluşmuş bir çark kol yardımıyla hızla döndürülüyor.
Başlangıçta renkli parçalardan meydana gelen çark giderek tek bir renge, beyaza
dönüşüyor.
Bilim insanı lsaac Newton, hani bir
ağacın altında otururken başına elma düşen adam. Böylece yer çekimini ispatladığını
iddia etmiş ya. İşte o adam daha önce de karanlık bir odada ışığı üçgen biçimli
cam bir prizmadan geçirerek gök kuşağında olduğu gibi yedi renk olarak beyaz bir
perdeye yansıtmış.
Newton bu deneydeki; kırmızı, turuncu, sarı, yeşil, mavi, lacivert ve mor renklere ‘güneş tayfı’ (spektrum) adını vermiş. Bu bilimsel deneyle “beyaz” dediğimiz şeyin aslında gökkuşağındaki bütün renklerden oluştuğu anlaşılmış. Bitmedi; ara renkler dediklerimiz de aslında ana renklerin birbiriyle karışımından çıkmış. Kırmızı ve maviden mor, sarı ile maviden yeşil, kırmızı ile sarı karışımından turuncu elde etmek gibi.
Şimdi soru şu: Gerçek olan beyaz mı, yoksa ana renkler mi? Beyaz bir yanılsama ise kimbilir daha neleri biz böyle görüyoruz. Demek; kibirle ve büyüklenerek hiç bir konuda "Bu böyledir!" dememek lazım.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder