2 Nisan 2020 Perşembe

02 Nisan 2020 Perşembe 14:00 CORONA GÜNLERİ............................Virüs savaşları

Başka bir virüs

Dünyada vaka sayısı milyona doğru gidiyor. Önümüzdeki iki üç hafta çok daha vahim sonuçlara gebe. Bir taraftan en tepeler görülecek, daha fazla da zirveye doğru hala yükselmekte olanlar. Dünyanın belki bizim de olduğumuz az bir kısmı bel veren eğrilerinin düşmekte olduğunu görüp sevinecek, Avrupa ve Amerika kıtalarında ise tam anlamıyla çanlar çalınıyor olacak.

Düşünsenize ABD daha şimdiden 200 bin ölüm, yok hayır 1 milyon ölümü tartışmaya başladı. İş zorlaştıkça ve ağırlaştıkça her kafadan ses çıktığını, bu ülkeleri idare edenlerin eleştirildiğini, hatta yer yer baş kaldırıldığını da görebileceğiz. Salgın hastalık zaten görüp görebileceğimiz en büyük felaketlerden birisi, bir de o ülkelerde kaos, anarşi ve yağma çıkarsa sonuçlar katlamalı bir katliama dönüşebilir. Hiç bir ülke için böyle bir keder arzu etmeyiz. İnşallah bu noktaya gelmeden bir an önce salgınla mücadele başarılı olur.

İnsanoğlu tuhaftır. Nankörlüğü ise bizzat yaratıcısı tarafından önceden bildirilmiş. Bir sıkıntı gördüğünde siner, adeta pusuya yatar. Genellikle dua bile eder. Ama işler sarpa sardıkça musibete direnmek, aklı selim olmak ve sabretmek yerine isyan etmeyi seçer. Hayra katkısı olmadığı gibi, adeta kendinden başka herşeyi ve herkesi suçlamaya başlar. Ne yazık ki o noktadan sonra artık baş kaldırdığı musibetin bir parçası olmuştur. Allah böyle şaşkınlık ve taşkınlıklardan bizi güvende kılsın.

Yine o insan ki başa gelen dert hafif aralansa, nedense hamd etmek yerine övünmeyi seçer. Biraz önce sinip küçülen adam birdenbire ortalıkta çalımla büyüklenen birine dönüşmüştür. Dikkat ediniz çağrılara uymayan, ortalıkta dolaşan, üstüne üstlük hemen herşeyi ve herkesi diline dolayan kişiler ne yazık ki hep böyle tiplerdir. Kuşkusuz corona gibi virüsler saldırgan ve tehlikeliler. Ancak sınırlı bir zararları var. Neticede tedbirleri belli ve tedavi ihtimali olan bulaşlar. Ya toplumun içindeki azgın virüslere ne demeli? Onlar için ne tedbir ne de tedavi şansımız var. Sivri iğneleriyle ortalıkta gezinen birer mayın gibiler.

Dün sayın Cumhurbaşkanımız bir kampanya başlattı. "Biz bize yeteriz Türkiyem' kampanyasına başta kendisi olmak üzere devletin ve ekonominin zirvesindekiler ilk bağışları yaptılar. Çağrı çok açık: milletimizin ve ülkemizin böyle bir badireyi en az hasarla atlatabilmesi için güç birliği yapmamız gerekiyor. Ortada bir yangın varsa birliği beraberliği bozacak davranışlara ne gerek var? Devlet bir seferberlik başlatmış, afetten zarar görenlerle dayanışma amaçlı bir öncülük içine girmiş. Sen hangi akıl, izan ve vicdanla parazit yapıyorsun ki?

Salgından sadece sağlık açısından etkilenmedik. Yaşlıları evlerine hapsettik, muhtaç aileleri yalnız bıraktık, işyerlerini kapattık, ulaşımı kestik...Eee, belki böyle toplumu virüsten koruyabiliriz ancak yan tesirleri ne olacak? İnsanlar ne yiyip ne içecekler? Ekmek teknesi kapanan, işsiz kalanlar ne yapacak? Muhtaç insanların kapılarına varıp "Bir ihtiyacınız var mı?" diyen olmayacak mı? Evine ekmek alamayan, yevmiyesi, maaşı, kazancı kesilmiş insanlar evinde ailesiyle nasıl gün geçirecekler? Taş yiyin, evinizde kalarak doyarsınız mı denecek?

Tabi ki hayır! Hükümetin sağlık tedbirlerini alkışlıyorum. Avrupanın ve ABD'nin içine düştüğü durumu gördükçe halimize şükretmeyeyim de ne yapayım? Son 15 yıldır bu alanda sağlanan reform ve iyileşmelerin ne kadar haklı olduğunu, başarılı olduğunu görmeyeyim mi? Yine hükümetin aldığı güvenlik tedbirlerini takdir ediyorum. Toplum olarak en ufak bir boşluk bulduğumuzda işi nasıl sulandırdığımızı herkes görüyor. Alınan ekonomik tedbirler de zorunlu kararlardı. Tam zamanında ve gerektiği şekilde alındı. Dikkat ederseniz şimdilerde toplumsal yapımızı koruma amaçlı sosyal tedbirler alındı, alınıyor. Son adım olan milli kampanyayı da bu anlamda çok isabetli buluyor, destekliyor ve alkışlıyorum.

Cızırtılı seslere aldırmadan devlet olarak, toplum, aile ve fert olarak birlik içinde mücadeleye devam etmeliyiz. Bu mücadele sadece sağlık alanında değil topyekun her alanda sürüyor. İnşallah devletimizin öncülüğünde, bütün kurumlarımızla omuz omuza ve milletçe bu badireden çıkacağız. Ama bir kere daha içimizdeki virüsleri tanımış oluyoruz. Tanıdıkça da onlara karşı antikorlarımız oluşuyor ve gelişiyor. Böyle bir zamanda bile zehirli dillerine hakim olamayanları Allah ıslah eylesin.
------------
Bugün 1 Nisan ama şaka yapacak ve kaldıracak halim yoktu. Safiye bana "İstanbul’a geliyorum karşılayın beni" diye mesaj atmış. Şaka yapmaya çalışıyor garibim. "Bugün bir nisan diye beni şakalamaya çalışıyorsun ama boşuna" dedim karşılık olarak. Bugün Çarşamba ya Reis gazetesinde son yazım yayınlanmış. Yazının ismi '‘Bakir olmanın gücü. Susurlukla ilgili. Bu arada Hilal Tuna'nın fotoğrafını göndermiş. "Ooyy! Dedesinin delikanlısı. Canım benim, maşallah" dedim. Elifi aradım konuşmak için. 13:30 gibi bana döndü: "Baba aramışsın ama duymamışım. Görüntülü görüşmeleri mümkünse 23.00 gibi yapalım". "Yağız'ı yatırma seansım 21.00 23.00 arası" diye de ilave etmiş. Oğuzhan: "Baya uzunmuş" notu düşmüş, Elif de açıklama yapmış: "Kitap okuma+sohbet+uykuya geçme iknası." Oğuzhan: "18-19 sene önce de bir çocuk vardı böyle" diye kendi çocukluğunu hatırlamış. Gülümsedim. Evde tokur tokur olmak her çalışan anne gibi Elifimi de bir cendereye sokmuştu biliyorum. "Tamam kızım" dedim.

Doğrusu ben de artık sıkılmaya başlamıştım. İstanbul'da kendi kendime karantinadaydım ve küçücük iki odalı bir bekar evinden dışarı çıkamıyordum. Oğlum odasında evden şirkete çalışıyor. Ben tv, bilgisayarım ve Rakun kedi arasında vakit geçiriyorum. Bugün patates yemeği ve makarna yaptım. Akşam yiyeceğiz. Yarına da yeter. Evde elektrik süpürgesi yok. Üç gün önce internetten bir süpürge sipariş ettik. Bekliyoruz. Gelince daha pek İstanbul’da kalmayı düşünmüyoruz.

Saat 17:05 de Nafiye annemin bir fotoğrafını göndermiş: "Karpuz bulduk" demiş altında. Sevindim tabi, cevaben "Afiyet olsun, yarasın" dedim kısaca. Bana da kiraz istediğini söyledi ama zamanı değil. İnternetten arasam bulabilir miyim acaba? Akşama doğru saat 19:12'de sipariş ettiğimiz süpürge geldi. Fotoğrafını çekip çocuklarıma haber verdik. Elif: "Güle güle kullanın" diye yazmış. Oğuzhan: "Sağ olun, Hemen bir posta süpürdüm evi. 2 adam bir rakunn..Ev kıl yumağına dönmüştü." demiş ablasına. Saat 19:14'de Safiye ile annemin durumunu konuştuk. Ağlayınca Nafiye girdi araya, neyse sonunda karşılıklı "İyi akşamlar" diyerek telefonu kapatabildik. 

Haberler Nisan ayının ilk günü ABD'de vaka sayısının 200 bini, can kaybının ise 4 bin 300'ü geçtiğini bildirdi. Böylece ABD dünyada en çok vakanın görüldüğü ülke olmuş oldu. Bu arada Türkiye'de de Corona virüsünün 81 ile de yayıldığı açıklandı. Ölü sayımız 277'e çıkmıştı. Paylaşılan güncel verilere göre Türkiye'de vaka sayısı maalesef 15 bini geçmiş. Can kaybı 277'e çıkmış durumda. 1 Nisan itibariyle Türkiye'de; son 24 saatte 2100'ün üstünde (2148) kişiye yeni tip corona virüs (Covid-19) tanısı konulduğu, toplam vakanın 16 bine yaklaştığı (15679) ve can kaybının da 280'e yaklaştığı (277) açıklandı. Türkiye Günlük Korona virüs Tablosunun güncel verilerine göre bugün test sayısı 14 binin üzerinde (14396), toplam test sayısı da 107 bine yakın (106799) gerçekleşmiş bulunuyor. Öte yandan toplam yoğun bakım hasta sayısının 979, toplam entübe hasta sayısının 692, toplam iyileşen hasta sayısının da 333 olduğu açıklanmış.

Bir 'virüs'le savaş

Dünya bu gün topyekun bir 'virüs'le savaş halinde. Bazı haberciler corona pandemisi için 'dünyada bugüne kadar görülmüş en büyük salgın' ifadesi yerine 'En hızlı yayılan salgın' nitelemesini kullanıyorlar. Gerçekten de dünyada geçmişte görülen ve milyonlarca insanın ölümüne yola açan onlarca yıkıcı hastalığın lokalliğine ve ağır yayılmasına nazaran bu virüs üç ay içinde bütün dünyaya bulaştı. Günümüzün ulaşım kolaylıkları, kalabalık kentler, uluslararası ilişkiler, turizm ve ticaret faaliyetleri bu yayılmayı kolaylaştırdı. Şu anda 4 kıtada ve 182 ülkede at koşturuyor. Küresel salgın bile bu bela için yumuşak bir ifade.  Dünya adeta topyekun bir savaş içinde. Hem de sinsi, hızlı, bulaşık ve öldürücü bir virüsle.

Çinden çıktı, dalga dalga önce İran'a sıçradı, sonra Avrupa'ya. Ardından bütün diğer kıtalara yayıldı. Rusya da, Afrika ülkeleri de bu belayla uğraşıyor. Hiç kimse güvende değil, semptom göstermeyen bir taşıyıcı yüzlerce kişiye hastalık bulaştırabiliyor. İnsanları öldürüyor ama asıl zararı dünya uluslarının sağlık sistemlerine, ekonomik, idari ve sosyal düzenlerine. Görülen o ki böylesine bir düşmanı kimse beklemiyordu. Füzelerden daha korkutucu, terörden daha gizli ve savaştan daha namert. Nükleer güç filan hikaye kaldı, süper güçlerin, zengin ülkelerin gardları düştü karşısında. Görülmeyen bir katil kol geziyor şehirlerde, kalabalıkların arasında, insan bedenlerinde. Bir savaş ki şimdiye kadar hiç görülmemiş, hiç yaşanmamış.

Türkiye de kendi çapında bu savaşın içinde. Bakanımızın dün açıkladığı rakamlara göre günde 15000 teste çıkılmış durumda. Bu sayının önümüzdeki haftalarda 25000'e çıkarılması hedefleniyor. Dün itibariyle 14396 testten 2148'i pozitif çıkmış. Oran yaklaşık %15. Bugüne kadar gerçekleşen 106799, toplam vaka sayısı ise 15679. Buradaki oran da ortalama %14,7 ye tekabül ediyor. Dün 63 kişi vefat etmiş, toplam sayı 277. Sağlık bakanımızın açıklamasına göre hastanelerimizde 10000 hasta var, bunlardan 979'u yoğun bakımda (%9,7), 692'si ise solunum cihazına bağlı (%6,9) durumda. 333 kişi de iyileşip taburcu olmuş.

Böyle bir salgın önceden öngörülemediği için bütün dünya hazırlıksız yakalandı. Ancak Türkiye bu tehlikeyi erken görüp hemen vaziyet almış gibi görünüyor. Gerekli mekanizmalar oluşturuldu ve tedbirler gecikmeden, zamanında alındı. Halen de alınmakta. Ülkemizde paniksiz, kararlı ve mümkün olduğunca kontrollü bir mücadele yürütülüyor. Tedbirler peş peşe geliyor. İletişim kanallarıyla halkımız hem salgına karşı korunma hem de tedbirler hakkında yoğun biçimde bilgilendiriliyor. Bütün bunlara rağmen salgın 81 ilimize yayılmış durumda. 70 civarında yerleşim yerinde karantina uygulaması var. Öte yandan virüsün diğer sektörlere vereceği zararı en aza indirmek amacıyla birer birer hem ekonomik hem de sosyal yardım destek paketleri de harekete geçirilmiş durumda.

Kuşkusuz bu salgının her alanda az çok bir tahribatı olacak. Sebepleri, etkileri ve sonuçları üzerinde de düşünülecek. Muhtemelen bir çok şeyi değiştirecek ya da farklılaşmaya yol açacak. Ülkelerin siyasetine, uluslararası kurumlara, ekonomik düzene ve başta sağlık sistemi olmak üzere 'insan'la ilgili bir çok hizmete tesirleri olacak. Dünya belki de bu vesileyle bir başka virüs saldırısına karşı her alanda kendi antikorlarını üretmeye çalışacak. Gelecekte yine böyle bir salgınla karşı karşıya olma ihtimalini yok sayamayacak. Bu da bir kazanç.

Bize gelince iyi ki çok önceden sosyal güvenlik ve sağlık sistemimizi reforme etmişiz. İyi ki sağlık alt yapımızı geliştirip iyileştirmişiz. İyi ki siyasi reformlar yapıp Cumhurbaşkanlığı yönetim sistemine geçmişiz. İyi ki siyasi istikrarımız var. İyi ki ekonomimizi krizlere karşı tahkim ettik. İyi ki adalet alanında gerekli düzenlemeleri zamanında yapıp bitirdik. İyi ki sağlam bir güvenlik sistemine sahibiz. İyi ki savunma konusunda kendi kendimize yeter hale geldik. Şayet bütün bunlar başarılmasaydı terör illetiyle nasıl baş edebilirdik? Yapmasaydık etrafı ateş çemberine dönen, bir adım sonra ülkemizi de yakacak kumpaslarla nasıl mücadele edebilirdik? 4 milyon göçmeni nasıl barındırabilir, dünyanın dört bir yanındaki mazlumlara nasıl yardım edebilirdik? Güçlenmemizi istemeyen dış güçlerin entrika ve tuzaklarını her seferinde nasıl berhava edebilirdik?  Bugün başımızda dirayetli, şahsiyetli ve inançlı bir liderlik olmasaydı nasıl dik durabilirdik onca düşmana?  

Mükemmel hastanelerimiz var, yoğun bakım ünitelerine ve yeterli tıbbi malzemeye sahibiz. Dışa bağımlılığı azaltacak adımlar atarak bugün pek çok cihaz ve malzemeyi kendimiz üretebiliyoruz. Olmayan ilaç, kit ya da ihtiyaç olan diğer malzemeyi kimseye boyun bükmeden anında dışarıdan temin edebiliyoruz. Avrupa'nın anlı şanlı ülkelerinin sağlık alt yapısında, tıbbi cihaz ve malzeme konusunda düştükleri sıkıntıyı her gün duyuyor izliyoruz. Korku ve panik o kadar büyük ki  kendi yaptıkları uluslararası ticaret hukukunu çiğneyerek birbirlerine korsanlık yapma noktasına bile geldiklerine de şahit olduk. Bizimse göğsümüzü gere gere bazılarına yardım edebiliyor olmamız kıvancımızı arttırıyor. Göreceksiniz bakın bu kriz bittiğinde BM'de, Nato'da, AB'de, Rusya ve Çin nezdinde olağanüstü bir itibarımız olacak. İslam dünyasında, Asya, Afrika ve Güney amerika ülkelerinde saygınlığımız daha da artacak. Uluslararası para piyasaları gücümüz karşısında baş eğecekler.

Ama şu anda bir tür savaşın tam ortasındayız. Rehavete kapılmamalıyız. Tedbir, sabır ve dua ile Allahın izniyle bu bela en kısa zamanda ve en az zararla atlatılacak. Başımız yine dik, alnımız ak çıkacağız bu mücadeleden. Çok şeyler öğrenmiş, yaşamış ve aşılanmış olarak yürüyeceğiz geleceğe. Her alanda antikorlarımız daha da güçlenmiş, yenilenmiş olacak.

"Evde kal, Biz bize yeteriz, dayan Türkiyem!"
-----------

2 Nisan günü saat 15: 11 de Hilal Tuna’yla 'Serüvengiller' kitabını fotoğraflayıp göndermiş. "Çok komik" diye de yorum yapmış. Anlaşılan Tuna’ya okumuş kitabı baştan sona. Elif ve Cüneyt beğeni işareti göndermişler.

İzmir'den İstanbul'a geçtikten sonra zaten kendimi 14 gün süresince izole olma fikrine alıştırmıştım. Yaşım henüz 65 olmamasına rağmen bunu gönüllü olarak yapacak, dışarıya çıkmayacaktım. Ancak şehirlerarası seyahat yasağı beni de endişelendirmişti. Ramazan yaklaşıyordu. İstanbul'dan çıkamamak, ramazanı burada evimden ailemden uzakta geçirmek zor olabilirdi.

Hayat ne kadar ilginç. Bilinmezlerle ve sürprizlerle dolu. Sözde Nisan ayında yazlığa gidecek, sonra da ramazanı geçirmek üzere istanbul'a geçecektik. Geçen yıldan beri ramazanı oğlumuzla birlikte geçirmeye kendimizi şartlandırmıştık. Ama bak, neler neler oldu? Önce annemin hastalığı sonra da hiç hesapta olmayan bir salgın bütün planlarımızı alt üst etti. Üstelik hasta olan annem İzmir'de, ailem Ankara'da ben de İstanbul'daydım. Aile olarak parça parçaydık. 

Bir yolculuk güncesi

Ankara'ya evime dönmeliydim ama nasıl? Özel arabamızla gitmeye engel bulunmadığını anladığımızda oğlumun da iş durumunu ayarlayarak birlikte gitmeye karar vermiştik. Zaten iki haftadan beri internet üzerinden evde çalışıyordu. Özel araçların da izne tabi olabileceği, sokağa çıkma yasağının da 60'a çekileceği ihtimali ortaya çıkınca Perşembe akşam mesai bitiminde yola çıkmak üzere hazırlandık. Bilgisayarımla son yazılarımı yazıp çantasına koydum. Mesai bitimi yemek yedik. Sonra da eşyalarımızı toparlayıp evden çıktık.

İzmir'de ve İstanbul'da yaklaşık 15 gündür yolculuk hariç evden dışarı çıkmamıştım. Şehirlerarası seyahat yasağının özel araçlara da getirileceğinden kuşkulanıyordum. En son 23 Martta hastaneye gitmiştik. O günden bu yana 3 gün İzmir’de 8 gün de İstanbul’da olmak üzere 11 gündür evden çıkmamıştım. Yani çağrılara ve kurallara uyuyordum. Geri kalan 3-4 günü de Ankara'da tamamlayabilirdim. Saat 19:04'te şehitler köprüsüne girdiğimizde çocuklarıma ve kardeşlerime "Yola çıktık" diye bildirdim.Yine de besmeleyle yola çıkarken oldukça endişeliydim.

Beşiktaş'tan şehitler köprüsüne geldiğimizde henüz hava kararmamıştı ama yağmur şiddetlenmişti. Arabayı oğlum kullanıyordu. Ben de arka koltuktaydım ve maskem vardı. Yanımızda bir de bir kedi götürüyorduk. Şimdiye kadar hiç yolculuk yapmamıştı ve panik içinde sürekli miyavlıyordu. Hava kararırken otobana girdik. Yağmur daha da şiddetlenmişti. 

O gün face'de özellikle paylaştığım bir peygamber duasını sürekli tekrarlıyordum. Rivayet edildiğine göre Resûlullah (sav) yolculuğa çıkarken üç kere tekbir getirir sonra da şöyle dua edermiş: "Ey Allahım! Bu yolculuğumuzu kolay kıl ve uzağını yakın et! Ey Allahım! Seferde yardımcı, geride çoluk çocuğu koruyucu sensin. Ey Allahım! Yolculuğun zorluklarından, üzücü şeylerle karşılaşmaktan ve dönüşte malımızda, çoluk çocuğumuzda kötü haller görmekten sana sığınırım.” 

Orhanlı'daki kontrol noktasına yaklaştığımızda oğlum da ben de biraz gerilmiştik. Kontrol noktasına yaklaştığımızda polisleri ve kontrol edilen araçları görünce yavaşladık. Ancak yağmur çok fazlaydı ve polisler bizi durdurmadılar. Artık akşam olduğu için mi, yağmurdan mı, yoksa karşı tarafta meşgul oldukları için mi bilemiyorum. Bir an durup durmama konusunda tereddüt ettik ancak önümüzde de durdurulmuş bir araç yoktu. Biz de yola devam ettik. 

Haberleri dinlememiştim, ben bu durumu biraz da alınmış olması muhtemel bir yasağa bağladım. Herhalde yasak gece yarısı başlayacaktı. O sebeple şimdiden bir yoğunluk biriksin istemiyorlardı. Yolda özel araçla şehirlerarası yolculukların yasaklandığına dair henüz bir kararın alınmamış olduğunu öğrendim.

Arabada bizimle beraber Oğlumun kedisi Rakun da geliyordu.  Hiç alışık değilmiş, korktu her halde bayağı miyavladı yavrucak. Adapazarı'ndan sonra sakinleşti zaten.Yolda tır ve kamyonlar dışında bir yoğunluk yoktu. Hilal: "İyi yolculuklar kimseyle temas etmeden gelin" demiş. "Tamamdır" işareti yaptım. Saat 20:19'da "Rakun'la yolculuk" diye beraber bir fotoğrafımızı çekip gönderdim Kocaeli’ni geçerken. Elif ve Aydın görmüşler onlar da: "Hayırlı yolculuklar" dilemiş. [20:25]  da öyle. Elif "Rakun sakin görünüyor" diye de yorum yapmış. Cevaben:" Sürekli mavlıyor. Bazen kucağıma alıyorum. Şimdi daha iyi. Şu anda Adapazarı’ndan geçiyoruz" dedim. 20:48'de Sibel de: "iyi yolculuklar" dilemiş. 

Saat 21:24'de Bolu’dan geçmişiz. Yolda iki kez yakıt alma ve ihtiyaç için arabadan indik. Boludan sonra hava ıslak ama yağışlı değildi. Dört saatte otobanın Ankara giriş turnikelerine ulaştık. Saat 23 sularıydı. Burada da yoğun bir araç kontrolü yoktu. Bir polis elindeki aletle ateş ölçtü "kolay gelsin" dedik ve yolumuza devam ettik. Gerginliğin boşunaymış, çok güzel ve sorunsuz bir yolculuktu. Tam dört saat sonra gece 23 gibi Ankara'ya girmiştik, 23:23'te de Gölbaşı’na. Evimize girdiğimizde ise saat henüz 24 olmamıştı.

Cüneyt: "Hoş geldiniz" dedi. Ben de eve girerken "…Ve geldik. Hamd olsun" diye cevap verdim. Elif de "Çok şükür" diye haberimizi aldığını belirtmiş. Şimdi Ankara'dayız. Oğlum da bizimle beraber. Kızım ve beş buçuk aylık küçük torunum da evdeler. Yaklaşık 25 günlük bir ayrılıktan sonra yeniden birlikteyiz. Nasibe bakın, biz oğlumun yanına gidecekken o bizimle burada ramazan geçirecek. Corona günlerinin geri kalanını inşallah hep birlikte evimizde geçireceğiz. Evimi, ailemi, küçük torunlarımı özlemişim. 

Bu arada kulağım İzmir'de. Bereket görüntülü konuşma imkanlarımız var. Neredeyse gün aşırı konuşuyoruz. Bir gün iyiyse iki gün mecalsiz. Dünya böyle işte, dün başka bugün daha başka. Rabbim bütün hastalara şifasını ve hayırlısını versin. Sağ olanlar için bu günler de geçecek, yaşamaya ve başka başka sıkıntılarla yüzleşmeyi sürdüreceğiz.

Yolculuk sırasında şu ara dünyanın başına musallat olan salgını düşündüm. Dünyanın seyrini, gündemini ve işleyen düzenleri bir anda nasıl allak bullak ettiğini. Herkesi evlerimize nasıl hapsedebildiğini. Yaşamımızı ondan önce, ondan sonra diye hangi güçle ortadan ikiye bölüp yırtabildiğini. Sanki bir kaza ile hayatımızın nasıl birdenbire sonlanabileceği ya da değişebileceği ihtimali gibi. Ani bir hastalığın hem kendimizi hem ailemizi nasıl derinden sarsabileceği gibi. Kendimize hiç yakıştıramadığımız, sevdiklerimize konduramadığımız 'ölüm'ün nasıl olup ta bir anda hayatlarımızı parçalayabildiğini.

Hey Allahım, hikmetinden sual olunmaz. Sen her şeye kadirsin, sav bizim başımızdan bu belayı. Sağ selamet çıkar bu alacakaranlıktan. Yine güzel günlere kavuşalım. Acıları unutalım ama düşündürdüğü hakikatler hep hatırlansın. İnsan olduğumuzu, aileyi, sevgiyi, dayanışmayı, tedbiri, güzel düşünmeyi, iyiliği ve ortak düşmana karşı birlikte savaşmanın gücünü hep yaşatalım. "Her şerde bir hayır vardır" meseli bu sefer de gerçek olsun.

Geç vakit haberleri izledik. Bugün itibariyle Corona virüsünün dünya genelinde 1 milyondan fazla kişiye bulaştığı açıklanmış. Can kaybı sayısı ise 50 bini geçmiş. İspanya'da ölü sayısı bir günde 9 bin 53'ten 10 bin 3'e yükselmiş. Rusya'daki vaka sayısı bile bir günde 771 artarak 3 bin 548'e çıkmış.

Paylaşılan güncel verilere göre Türkiye'de vaka sayısı da 18 bini geçmiş. Can kaybı ise 79 artışla 356'ya çıkmış durumda. 2 Nisan itibariyle Türkiye'de; son 24 saatte 2400'ün üstünde (2456) kişiye yeni tip corona virüs (Covid-19) tanısı konulduğu, toplam vakanın 18 bini geçtiği (18135) ve can kaybının da 360'a yaklaştığı (356) açıklandı. Türkiye Günlük Korona virüs Tablosunun güncel verilerine göre bugün test sayısı 19 bine yakın (18757), toplam test sayısı da 125 bin 500'ün üstünde (125556) gerçekleşmiş bulunuyor. Öte yandan toplam yoğun bakım hasta sayısının 1101, toplam entübe hasta sayısının 783, toplam iyileşen hasta sayısının da 415 olduğu açıklanmış. 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder