17 Mayıs 2018 Perşembe

17 Mayıs 2018 Perşembe 15:30 ANKARA HASTALIKLARI............Ankara'nın röntgeni

Ankara'nın röntgeni

Sinoplu Diyojen bir öğle vakti elinde fenerle “Bir adam arıyorum !” diye bağırarak Atina sokaklarında dolaşmış, böylece Atina’da adam görmediğini anlatmak istemiş.

Benim elimde bir fener yok ama çok şükür görebiliyorum. Ankara'da vefa ve sadakat özde değil sözdedir. Zaten çoğu vefayı İstanbul'daki bir semtin adı olarak bilir. Sadakatse 'köprüyü geçene kadar ayıya dayı demek' ten ibarettir. 

Ne yazık ki, Cicero gibi 'Dostlarımdan hangisinin vefalı, hangisinin vefasız olduğunu, artık ne vefalılara, ne vefasızlarına karşılık veremeyeceğim bir zamanda öğrendim.' 

Halbuki Ashâb-ı Kehf"in köpeği Kıtmîr, sadıklarla beraber olup onlara sadakat gösterdiği için büyük bir şeref kazandı. Nûh ve Lût (a.s)'ın hanımları ise, yanlış tercihleri sebebiyle birer vefasızlık ve sadakatsizlik örneği oldular. Her iki misali de Kur"ân-ı Kerîm'den okuyup öğrenmişizdir

Zaten köpeklerin insana sadık olduğunu hepimiz çok iyi biliriz de vefa ve sadakate en yakışan insanoğlunun nankörlüğüne hala alışmış değiliz. Her defasında bizi incitir ve üzerler.

İki iyi arkadaş başlangıçta davaları için omuz omuza mücadele etmişler. Kazandıkları günün akşamında aralarında ahidleşmişler: Bundan sonra kim hangi göreve gelirse gelsin biri diğerini ziyarete gittiğinde 'Ben oyum' diye bir pusula yazıp gönderecek, diğeri de derhal mesajı ve en iyi arkadaşının geldiğini anlayacakmış. 

Aradan zaman geçmiş iki arkadaştan biri önemli bir göreve getirilmiş. Epey meşgulmüş. Arkadaşı hem başarılar dilemek hem de tavsiyelerde bulunmak üzere ziyaretine gitmiş. Kapıda sekreter " Şöyle buyrun oturun. Size bir çay söyleyeyim" demiş. "Peki" demiş adam, "Bu arada siz bu mesajı kendisine iletir misiniz, lütfen." 

Biraz dinlenip çayını bitirmeye çalışırken içerden sekreter çıkıp gelmiş. Elindeki pusulayı kendisine uzatırken; "Arkadaşınız çok meşgul, sizi şimdi içeriye alamam, sonra yine gelirsiniz" demiş nezaketle. 

Teşekkür etmiş adam. Çıkınca sekreterin verdiği kağıt parçasını açıp okumuş. Kendi yazdığı notun arka yüzünde 'O ben değilim' yazıyormuş ! 

Ankara görmek isteyenler için dev bir satranç tahtasıdır. Piyonu, atı bol, vezirleri kudretli bir güç alanı. Kendine özgü oyun stilleri, kurguları olan bir satranç bu. Ancak, gerçek şu ki, Ankara'da onca şatafatlı etkinlik ve verimlilik belgelerine, hamasi kalite söylemlerine rağmen halen el altından hakim olan şey şark kurnazlığıdır. 

Mesela liyakat ve ehliyet hemen herkesin söz ettiği, ama ölçüsünün ne olduğu pek belli olmayan muğlak bir konudur. Özellikle yönetici atamalarında bu konu önemlidir. Fakat her nedense tam tersi o atamalarda bu kriterlere pek riayet edilmez. 

Gözlemlerim, bu konuda al gülüm ver gülüm alış verişinin öne çıktığı yönünde. Bazen de bir yakinin referansı, aynı ekipte olma, etkili bir kulis grubu, hemşehrilik veya akrabalık çok daha belirleyici olabiliyor. 

En adi olanı üst yöneticilere yağcılık, elayak öpme vb. davranışlar. Belki başarılı da olabiliyorlar ama bu hal hiç şüphesiz diğerleri tarafından da açıkça görüldüğü için daha en başta itibarsız hale geliyorlar. Liyakat ve ehliyet söz konusu olmadığı için de yönetimlerine saygı duyulmuyor. 

Oysa yöneticilik büyük ölçüde bir saygı ve itibar işidir. Başarı için çevreye korku dalgaları salmaksa hiç işe yaramaz. Yöneticinin yüksek sesli olmayan içten sevgi haleleriyle çevrili olması en iyisidir.

15 yıl Mecliste danışman ve yönetici olarak görev yaptım. Herhangi bir ehliyet ve liyakatı olmadığı halde kendilerini devletin her makamında hayal edebilenlerle ilgili bazen komik bazen de hayret verici pek çok hikaye biliyorum. 

TBMM de bir Milletvekili odasında ziyaretteyim. İçeriye birisi girdi. Kendisini falan kişinin gönderdiğini söyleyerek Özelleştirme idaresine uzman olarak atanmak istediğini söyledi. Milletvekili halen ne iş yaptığını sordu, şahıs polis memuruydu. Milletvekili özelleştirme idaresinde uzmanın ne iş yaptığını sordu, buna da bilmediğini söyleyerek cevap verdi. 

Hayretle konuşmayı izliyordum. Milletvekili ise alışkındı, bana "bak işte gör, nelerle uğraşıyoruz" dercesine traji komik tiyatrosunu oynamaya devam etti: "Bilmediğin bir işe nasıl uzman olabilirsin ki?" 

Cevap tam bir cahil cesaretiydi: "Herkes anasının karnında öğrenmedi ya gider öğreniriz” dedi polis memuru. Vekil “tamam canım, bakarız” deyip kibarca görüşmeyi sonlandırdı ama hafif sinirlendiğini de gizlememişti doğrusu. 

Yine bir gün meclis kulisinde bir sayın bakanın etrafındaki vekillere nasıl dert yandığına şahit olmuştum. Yeni hükümetin taze bakanlarından biriydi ve daha ilk günlerde bunaldığı anlaşılıyordu. Stresini atmak için etrafındakilere komik bir fıkra anlatır gibi bir olay anlattı:

"Kıramıyacağım bir vekilden referanslı özgeçmiş gelmişti. Açtım okudum. Adam memur, ama Devlet Malzeme Ofisinde Genel Müdür olmak istiyormuş. Önce anlayamadım, herhalde Devlet Malzeme Ofisi Genel Müdürlüğünde şeflik filan bir görev istiyor zannettim. Söyledim özel kaleme çağırdılar. 

Adam gerekten memur ve gerçekten de Genel Müdür olmak istiyormuş. Şaşırdım: "Önce bir şef yapalım seni" dedim. Adam "hayır, hayır !" dedi, "Şeflik sınavla, yönetmeliğe göre görevde yükselme sınavına girmek gerekiyor." 

Sinirlendim tabi "Kardeşim, şeflik sınavla da, bunun daha Müdürlüğü, Daire başkanlığı, Genel Müdür yardımcılığı var. Sen nasıl hop diye Genel Müdür olmak istiyorsun." 

Verdiği cevap çok ilginçti:"Genel Müdür olmak için sınava ihtiyaç yok ki, siz direk atayabiliyorsunuz !"

Bakan ne yaptı bilmiyorum. Ama o gün etrafındakilerle birlikte bol kahkahalı saatler geçirdiği muhakkak. Bense “Güleriz, ağlanacak halimize” deyip lahavle çektim bol bol.

Evet, değişim kaçınılmazdır, ama ona direnç de en az onun kadar kadim bir davranıştır.

İster memur olsun ister sıradan bir insan; herhangi bir değişim söz konusu olduğunda üç tip standart tavır geliştirir.

İlkinde, değişime karşı ilgisiz ve duyarsızdır. Değişim onun dışındadır ve ilgilendirmemektedir. 

Ancak, değişim er geç ona da gelip çatacaktır. Bu sefer en ateşli muhaliftir bizimki. Mevcut statüsünü ve durumunu tehdit etmektedir çünkü. Belirsiz ve karanlık bir geleceğe götürecektir kendisini. Elinden gelen tüm çabasını karşı çıkmaya, hatta işin özünü şaşırtmaya harcar.

Ne var ki, değişim durmaz. Artık bütün duvarlarını yutmuş, onu da içine çekmiştir. Bu kez değişim içinde kendine bir yer açmaya çalışır tüm gücüyle. Bulduğu mevziyi siper haline getirir. O değişimin getirdiği yeni halin en önde gelen müdafii olmuştur.

Değişimin asıl olduğunu, değişim içinde değişmenin kaçınılmazlığını anlamak istemez. Halbuki uyum göstermekten başka şansı yoktur. Aslında bu davranışın daha akıllıca olacağını bir türlü kabullenmez. 

Çünkü habire yeni gelecek değişim dalgalarına direnmenin, durumunu müstahdem mevki haline getirmenin hazırlığı içindedir. Bu döngü böylece sürüp gider...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder