20 Mayıs 2018 Pazar

20 Mayıs 2018 Pazar 01:30 NE DÜŞÜNÜYORUM.................................Iğdırlı Hasan Onbaşı


Iğdırlı Hasan Onbaşı

Bin yıldır Anadolu topraklarındayız. Burası bizim ana vatanımız. Ama, Filistin de bizim, Kafkasya da. Balkanlar da bizim Mezopotamya da. 

Onlarla kader birliğimiz, yol arkadaşlığımız, kan ve iman kardeşliğimiz var. Hatta bizim ufkumuz o kadar geniş ki  dünyanın neresinde kardeşimiz varsa orası bizim de yüreğimizin bir parçası. Gönül coğrafyalarımız. 

Bu yüzden deriz ki; Mekke Medine ne kadar kutsalsa bizim için Kudüs de öyledir. Bosna'da, Buhara da Bağdat da Şam da İstanbul kadar sevgilidir bizim için. Oralardaki acılar da içimizi dağlar, en az Anadolu’da yaşadıklarımız kadar.

Geçtiğimiz günlerde İsrail Kudüs'te altmışın üstünde Filistin'li kardeşimizi katletti. Ü bin civarında yaralı var. Dünyanın gözünün önünde silahsız göstericilere kurşun sıkmak ancak bu zalimlere yakışıyor. O kadar insanlıktan uzaklar ki yaralıların bile ülkemize getirilmesine izin vermiyorlar. 

Evet, "Katil İsrail ! Ve onun suç ortağı ABD ! 61 Filistinli müslümanın şehadetinden ve üç bine yakın yaralıdan birlikte sorumlusunuz. Dünyanın gözünün içine baka baka eğlenerek Kudüste elçilik açılışı yaptınız. 70 km. ilerde topraklarını elinden aldığınız silahsız mağdur Filistinliler sizi protesto ediyordu. Onlara gerçek mermilerle ve orantısız bir güçle saldırdınız. Yaptığınız insanlık dışı katliam sebebiyle sizi şiddetle kınıyorum." 

Duy sesimi israil bu şiirim sanadır / Güç ile cana kıymak yoksa eş anlam mıdır / Gün olur devran döner ahı tutar mazlumun / İşte o gün aynalar vahşetini yansıtır. (Emrah Akkan)

"Filistin yalnız değildir. Siz eli kanlı ve zalim katiller oldunuz, onlar mazlum ve haklı. Dünya, insanlık ve tarih önünde böyle anılacaksınız."

"Yaşasın ezeli ve ebedi ulu önderimiz Hazreti Muhammed'e olan sarsılmaz bağlılığımız. Kalbimin bir yarısı Mekke, diğer yarısı Medine; üzerinde bir tül gibi Kudüs vardır." Nuri Pakdil

Siz tam 65 sene Mescid i Aksâ'da nöbet tutan Iğdırlı Hasan onbaşının adını duydunuz mu ? 

Ben de bilmiyordum. Ta ki gazeteci Murat Bardakçı’nın babası İlhan Bardakçı’nın Kudüs'te yaşadığı oldukça hüzünlü bir hatırayı okuyana kadar.

İlhan Bardakçı 1972 senesinde genç bir gazetecidir. Türkiye’den bazı siyasiler ve iş adamları ile birlikte resmi bir ziyaret için İsrail’e giderler. Bu günlerde olduğu gibi sıcak bir mayıs akşamıdır.

Ziyaretin dördüncü günü heyete tarihi ve turistik yerleri gezdirmeye başlarlar. Kafile olarak Mescid-i Aksa’ya gidilir. Genç gazeteci heyecanlıdır. Asırlık merdivenlerden yukarı, üstteki avluya çıkarlar. Yavuz Sultan Selim Han ve koca Osmanlı ordusu Kudüs’e gelince bu avluda on iki bin şamdan mum ışığında yatsı namazını kılmış. Bu yüzden adı ‘on iki bin şamdanlı avlu’ kalmış.

Avlunun kenarında biri dikkatini çekmiş İlhan Bardakçı’nın. Doksan yaşlarında, üzerinde kendinden daha yaşlı bir asker üniforması olan bir adam. Üniformasının her yanı yama içindeymiş. Hatta bazı yamaların tekrar tekrar yamalandığı görülüyormuş. Orada öyle ayakta bekliyormuş. Hafif kamburu olmasa dimdik duracakmış. Çok yaşlı olmasına rağmen iki metreye yakın boyu ile oldukça vakur görünüyormuş. Şaşırmış gazeteci; ‘Acaba bu adam bu sıcakta güneş altında neden dikilip duruyor ?’ demiş içinden.

Dayanamamış sormuş: "......Ben kendimi bildim bileli her gün buraya gelir. Akşama kadar bekler. Ne kimseyi dinler, ne de kimseyle konuşur. Sadece bekler, delinin teki herhalde......" demiş rehber. İkna olmamış, bu yaşta bu sıcakta sebepsiz beklenmez diye düşünmüş gazeteci.

Adama daha dikkatli bakmış. Bembeyaz sakalı hafiften titriyormuş. Ama rüzgardan mı, senelerin yüklediği ağır yükten mi bilememiş. 

Kafasında eski bir kalpak varmış. Bir süre konuşmakla konuşmamak arasında kararsız kalmış.

Yaşlı adam genç gazetecinin yanına yaklaştığını fark etmiş ama kımıldamamış bile. ‘Selamün aleyküm baba’ deyince başını biraz çevirip duraklamış ve çatallanmış titrek bir sesle “Aleyküm selam oğul” demiş yaşlı adam. Cesareti artmış gazetecinin: ‘Hayırdır baba sen kimsin, burada ne yapıyorsun?’ demiş. Dudakları kıpırdıyor ama sesi çıkmıyormuş. Nihayet “Ben...” diyebilmiş titreyen bir sesle.

Sonrası bir asker tekmili gibi dökülmüş ağzından. "Ben, Osmanlı Ordusu, Yirminci Kolordu, Otuz Altıncı Tabur, Sekizinci Bölük, On Birinci Ağır Makineli Tüfek Takımı Komutanı Onbaşı Hasan’ım.” Sesinde titreme kalmamış. Dimdik durup tekrarlamış: "Ben Iğdırlı Onbaşı Hasan’ım.”

“Bizim bölük Cihan Harbi’nde Kanal Cephesi’nde İngiliz’e yenildi. Geri çekilmek elzem oldu. Ecdat yadigârı topraklar bir bir elden gitti. İngiliz, Kudüs’e dayandı, şehri işgal etti. Biz de Kudüs’te artçı bölük olarak bırakıldık” demiş. Osmanlılar, İngiliz girinceye kadar geçen zaman içinde mübarek belde yağmalanmasın diye oraya bir artçı bölük bırakmışlar. Zaten İngilizler de Kudüs’ü işgal ettikleri zaman halk çok tepki göstermesin diye küçük bir Osmanlı birliğinin şehirde kalmasını istemişler.

Yaşlı adam yılların suskunluğu ile bir gayret anlatmayı sürdürüyormuş: "Bizim artçı bölük elli üç neferdi. Mütarekeden (Mondros Ateşkesi) sonra ordunun terhis edildiği haberi geldi. Başımızda kolağamız (yüzbaşı) vardı. ‘Aslanlarım, devletimiz müşkül vaziyettedir. Şanlı ordumuzu terhis ediyorlar, beni İstanbul’a çağırıyorlar. Gitmem gerek, gitmezsem mütareke emrini çiğnemiş, emre itaatsizlik etmiş olurum. İçinizden isteyen memleketine avdet edebilir, ama beni dinlerseniz sizden tek isteğim var: Kudüs bize Sultan Selim Han Hazretleri’nin yadigârıdır. Siz burada nöbeti sürdürün. Sonra halk ‘Osmanlı da gitti, bundan sonra bizim halimiz nice olur!’ demesin.

Fahri Kâinat Efendimiz’in ilk kıblesini Osmanlı da terk ederse gâvura bayramdır. Siz, İslam’ın şerefini, Osmanlı’nın şanını ayaklar altına aldırmayın.’ dedi. Bölüğümüz Kudüs’te kaldı. Sonra upuzun yıllar bir anda bitiverdi. Bölükteki kardeşler teker teker Cenab-ı Hakk’ın rahmetine kavuştu. Düşman değil de yıllar biçti geçti bizi. Bir ben kaldım buralarda. Bir ben, koca Kudüs’te bir Onbaşı Hasan !” demiş. Alnından akan ter, gözyaşına karışıyormuş. Konuşmaya devam etmiş: “Sana bir emanetim var oğul, nice yıldır saklarım. Emaneti yerine teslim eden mi?” demiş. ‘Elbette’ demiş gazeteci.

Sanki Türkiye’ye haber göndermek için birini bekliyormuş. “Anadolu’ya vardığında yolun Tokat sancağına düşerse Mescid-i Aksa’ya beni nöbetçi bırakıp burayı bana emanet eden kolağam Mustafa Kumandanımın yanına git. Ellerinden benim için öp ve de ki: ‘Kudüs’ü bekleyen 11. Makineli Takım Komutanı Iğdırlı Onbaşı Hasan o günden bu yana bıraktığın yerde nöbetinin başındadır. Nöbetini terk etmedi, tekmili tamamdır hayır dualarınızı beklemektedir kumandanım de.”

Genç gazeteci “Tamam” demiş ama gözyaşlarını gizleyemiyormuş. Dediklerini not aldıktan sonra yaşlı askerin nasırlı ellerine sarılıp öpmüş..öpmüş…”Allah’a emanet ol baba” demiş son kez. “Sağ olasın oğul” diye cevap vermiş Iğdırlı Hasan Onbaşı. “Bizim için dünya gözü ile o mübarek Anadolu’yu görmek mümkün değil. Var sen selam götür tanıdık tanımadık herkese” demiş.

Kafileye geri dönmüş gazeteci. Rehbere durumu anlatmış, inanamamış tabi. Adresini vermiş, bu askeri takip etmesini, lazım gelirse mutlaka haber etmesini istemiş. 

Türkiye’ye gelince de verdiği sözü yerine getirmek için Tokat’a gitmiş.  Askerî kayıtlardan Kolağası Mustafa Efendi’nin izini bulmuş, ama ne yazık ki o da vefat edeli yıllar olmuş. Yaşlı askerin tekmili yerine ulaşamamış.

On yıl sonra 1982’de bir gün ajansa geldiğinde bir telgrafı olduğunu söylemişler. Rehberden gelen tek cümlelik telgrafta: “Mescid-i Aksa’yı bekleyen son Osmanlı askeri bugün öldü.”

Evet, bir ömür boyu Mescidi Aksada nöbet tutan şu Muhteşem Osmanlı Askeri bize her şeyi anlatmıyor mu ? Rûhu şâd olsun...

ey filistin / yürekte çarpan / yaralı kuş / sensin. 
budanmış hurma ağacındaki / bu inilti senin sesin / adını unuttuğumuz / cümlerin köklerine / alfabesini veren / senin nefesin. 
ey filistin / söcüklerin yaprağındaki / özgürlük ağacı.. 
bir damla eksilmekle / kurumaz denizin, / kırılmasıyla teki kolunun / kanadı kırılmaz oğullarının. 
oğuların ey filistin, / budanmış bir ağacın / damarındaki sıcaklık / tekrar dirilten bedenleri. 
ey filistin! / oğuların / ekilmesiyle bir gözün / toprağa, / bütün ölüler / görmeye başlar. 
bir damla kanınla / yüzyılların azığını / alır direniş. 
bir kaç kelimenle / sözlükler ayaklanır / içimizde. 
namlusunda bakışlarının / bedenleri çürür / tankların. 
ey filistin! / yeryüzünün göğü, / vagonu baharın / menekşelerden. 
ey filistin! / yürekte çarpan / sensin. 
budanmış hurma ağacındaki / bu inilti / senin / ey filistin!  (Palo Keko)

Bizim ulu bir çınar gibi duruşumuz Bosna’ya da yetmektedir, Kudüs’e de. Bu coğrafyadaki nöbetimiz sade bize değil, bütün mazlumlara, tüm İslam ümmetine gölge olmaktadır. Bizim böyle bir kaderimiz var ve bu sancağın nöbeti ilelebet sürecektir. 


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder