29 Mart 2018 Perşembe

29 Mart 2018 Perşembe 18:44 İİTİAksaray'da........................................Yüreğimle

Yüreğimle

17 Mart 1974

Bugünlerde beni rahatsız eden bir duygunun baskısı altındayım. 

Bahar mı geldi ne, karşı cins beni fena etkiliyor. Etraf güzel, cıvıl cıvıl cins-i latifle dolu. Gözlerimi birinden çevirsem öbürüne, ondan kaçsam diğerine takılıyor. Böyle şeylere alışık değilim neler oluyor bana ?

Zaten yatılı okuldan çıkıp gelmişim. Susurluk'ta bir Allahın kuluna alıcı gözle bakmamışım. Okumak, başarmak için çalışmaktan öte ihtirasım olmamış. Lisede ön sıradaki kızların meliklerini birbirine bağlayarak şakalaşmanın dışında onlara yaklaşmamışım. Şimdi etraf güzel kız kaynıyor. Ne yapacağım ?

Çiftler halinde okula gelip giden öğrenciler var. Evli ya da nişanlı gibiler. Memleketteki kumru kuşlarına benziyorlar. Onları öyle görünce imreniyorum, içimde bir şeyler göçüyor. Yüreğim pirzola eti gibi cızz ediyor. Allah birbirlerine bağışlasın. Sözlü ya da nişanlı iseler tez zamanda muratlarına ersinler. Benim için çok çok uzak böyle şeyler.

Bir de birbirleriyle eğlenen, hoşça zaman geçirenler var. Çoğu vakit gruplar halindeler. Birbirlerine sahiden bağlı olduklarını sanmıyorum. Memlekette böyle kızlara 'manita', böyle ilişkilere de 'dalga geçme' diyorlar galiba. Ben bu tür bir şeyi asla yapmam, düşünmem bile. Bu işlerin başı hoş, gerisi boştur muhakkak. Şimdi gülüyor ama sonunda elin kızı niye ağlasın. O da bir ciğer pare, babasının gülü, annesinin güzeli. Niye solsun ki ? Zaten buna inancım da engel.

Hem ben kendimi bile daha taşıyamazken bir canı daha nasıl taşıyabilirim ? Sevgili olmak aynı zamanda sorumluluk üstlenmek demek değil mi ? Bir heves uğruna kime nasıl umut verebilirim ? Sevda o kadar kolay mı ? Elini verdiğin kişi, elini aldığın kişi de bir can.

Bir çay içmeye bile bazen param olmazken, kimi nereye götüreceğim. Daha bunun hediyesi var, kıyafeti var…Elin kızı seni yeni giysilerle, bakımlı görmek ister tabii ki. Yok, hayır !.. Oruç tutmaya devam. Yeni dertlerin sırası değil.

Hele şu deli oğlana bak ! Sanki bir kıza arkadaşlık teklif edebilmiş de ne hayaller kuruyor. Birine gönlün kayıp ta yanına yaklaştığında canın boğazına gelmiyor mu ? Yüreğin göğüs kafesinden çıkıverecekmiş gibi olmuyor mu ? Eee..öyleyse vur yüzüne soğuk suyu, söndür içindeki ateşi. Çünkü benim için en sağ salim yol sevginin, arzunun orucunu tutmak. Seveceğim kızı, tatlı muhabbet dolu yuvamı beklemek…beklemek…

Allahım ! bütün kalbimle ve temiz bir sevgiyle seveceğim kızla ne zaman karşılaşacağım. Onun özlemiyle yanıyorum. Acaba şu anda ne yapıyor ? Burada mı ? Onlardan biri mi ? O benden, ben ondan habersiz miyiz ? Acaba o tatlı, sakin, sevgili yuvayı ne zaman kuracağız?

19 Mart 1974

Üniversite gençliğine tahsis edilen gemiyle İstanbul'a dönüyoruz. 

1915 deniz zaferinin yıl dönümünde Çanakkale'deydik. Şehitlerimizi ziyaret ettik, şehir meydanında ve anıttaki törenlere katıldık. 

Duygulandık, dua ettik, göğsümüz kabardı ve yüreğimizi orada bırakarak dönüyoruz.

Yeni hükümetin genç İçişleri Bakanı Oğuzhan Asiltürk'ün tahsis ettiği gemi bir gün önceden Üniversite öğrencilerini 18 Mart törenlerine götürmek üzere İstanbul'dan hareket etmişti. Ben de aralarındaydım.

Yolculuğumuz bütün gece sürdü. Benim bulunduğum bölüm gazilere ayrılmıştı. Oturacak bir kıyıcık bulmuşken kaybetmek istemedim. Ayrıca sohbet, muhabbet de güzeldi doğrusu. O yüzden sabaha kadar oradan ayrılmadım. Zaten o kadar kalabalıktı ki geminin içinde dolaşmak da mümkün değildi. 

Sabahın ilk ışıklarıyla gemimiz Çanakkale'ye yanaştı. Sahilde verilen kumanyalarla kahvaltı ettik. Tören hemen iskeleye bitişik meydanda yapılacaktı. Sıra olduk, gösterişli bir yürüyüşle törene katıldık. 

İçişleri bakanı da gelmişti. Konuşmalar yapıldı. Akabinde yakında bulunan Nusret gemisi ve civarı dolaşıldı. Ardından Hasan Mevsuf şehitliğine gidildi.

Bu şehitlik aslında bir batarya. Çanakkale Boğazı’nın Anadolu yakasında, Dardanos mevkiinde. Gösterdikleri yararlılık sebebiyle Gümüş liyakat madalyasıyla taltif edilmişler ve bataryaya adları verilmiş. 

18 Mart 1915 Günü düşman donanmasına karşı burada görev yapan Topçu Bataryasının Kahraman Subay ve erleri büyük bir cesaret ve ateş gücü ile Vatan toprağını savunurken İngiliz gemilerinin açtığı ateşle şehit düşmüşler.

Batarya Komutanı Kale-i Sultaniyeli(Çanakkale ) Üsteğmen İsmail Oğlu Hasan Hulusi, Takım Zabiti Teğmen Trablusgarplı Mehmet Mevsuf Efendi, subay namzeti Halim ve erler İsmail, Mustafa, Mehmet şehit düştükleri yerde birlikte yatıyorlar.

Genç içişleri bakanı resmi saygı duruşundan sonra 'bir fatiha okuyalım' deyince beraberinde bulunan vali, garnizon komutanı ve diğer erkan kısa bir şaşkınlık yaşadı. Gençler olarak biz hep birlikte bu davete icabet ettik tabi. Sessiz, göz yaşartıcı bir kaç dakikaydı yaşadığımız.

Daha sonra Eceabat'a geçildi. Anıta gidene kadar bir kaç şehitliğe daha gittik. İngiliz ve Fransızlarınkine nazaran pek bakımlı sayılmazlardı. Ama toprağın altında yatanlar neredeyse bizi parmak uçlarımızla yürütüyordu. Adeta her adımda bir fatiha okuyorduk. 

Beni en çok etkileyen yerlerden birisi Havran'lı Seyit onbaşının bataryası, diğeri de Ezineli Yahya Çavuş'un bir avuç arkadaşıyla koca bir orduyu durdurduğu Ertuğrul koyu oldu.

25 Nisan 1915 sabahı düşman savaş gemileri Ertuğrul Koyu'na tonlarca bomba yağdırmış ve bir çıkarma başlatmış. Tabur Komutanlarının şehadeti üzerine Ezineli Yahya Çavuş sağ kalan 67 arkadaşı ile siperlerde mevzilenmişler. 

Şafakla beraber karaya çıkmaya başlayan 3000 düşman askerini Ertuğrul Koyu'nun sularına gömmüşler. Deniz düşman kanıyla kızıla boyanmış. 48 saat boyunca düşmanın binlerce top mermisi ve askerine karşı kıyı ve siperleri koruyan bu bir avuç kahraman düşman tarafından bir tümen sanılmış.

Akşama doğru siperlerde 62 kahraman şehidin cesedi ile karşılaşınca da hayretler içinde kalmışlar.

Yahya Çavuş ise kopan diğer bacağını, tüfeğinin kayışı ile bağlamış olarak diğer beş arkadaşı ile birlikte Alçı Tepesi eteklerinde 27 Nisan günü şehadet mertebesine ermiş.

Rivayet odur ki bir vali yardımcısı seneler sonra orada bir ağacın altında oturup bu kahramanlık karşısında şu satırları yazmış:

Bir kahraman takım ve de Yahya Çavuş'tular / Tam üç alayla burada gönülden vuruştular
Düşman tümen sanırdı bu şahane erleri / Allah'ı arzu ettiler, akşama kavuştular

Anıtın bulunduğu yerde de törene benzer bir şey oldu. Dönerken bir köyün küçük bir camisinde mola verdik. Uykusuz, yorgun ve acıkmıştık. Orada köylünün ikramı pilav ayran çok makbule geçti. Gönlümüz de karnımız da doydu. 

Akşam olmadan yine gemide toplandık. Uykusuz bir gece yolculuğu daha...

Aklımda; Seyit Onbaşının 275 kiloluk mermiyi kemikleri çatırdayarak kaldırdığı an, havada çarpışıp birbirine kaynayan mermiler, dünyanın dört bir yanından gelmiş yarım milyon insanın birbirini boğazladığı sahneler, bir metrekarelik toprağa onlarca bombanın düştüğü kıyamet, nihayet koyun koyuna yatan Diyarıbekirli, Bursalı, Bağdatlı, Trablusgarplı, Kastamonulu, Karesili, İstanbullu, Çanakkaleli, Halepli, Edirneli Mehmetler, Hasanlar, Aliler...

Çanakkale'yi görmüş biri olarak bu milleti ve bu ülkeyi çok daha iyi anlıyorum. Çok daha seviyorum...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder