Bir zamanlar okuldaydık...Orada yaşananlar zaman gibi
artık çok gerilerde kaldı. Okul bile bitti gitti...
Yine de gençliğimizin o yıllarını hatırlamadan
edemiyoruz. Arkadaşlarımızı, okulumuzu, anfi haline getirilmiş sınıflarımızı,
sokağımızı, platini, karşımızdaki küçük kahveyi, ders çalıştığımız çay
bahçesini...
Artık nesli tükenmiş ordinaryus profesör
hocalarımızı, derslerdeki tartışmalarımızı, kavgalı itişmeli günlerimizi hepsini...
Üniversiteyi kazandım diye bavulumu alıp
İstanbula gelişimi, radyodaki 22.45 haberlerini, okula kayıt oluşumu, ilk
arkadaşlarımı, ilk anılarımı...
Şimdi bir bir gözümün önünden
geçiyorlar.
21 Aralık 1973
Bugün Aksaray İktisadi Ticari İlimler Yüksek Okuluna
kayıt yaptırdım.
Temmuzun 6'sında girdiğimiz ÜG imtihanı sorular
çalındığı için Eylülün 19'unda tekrarlandı. 20 Ekimde elime geçen puan kartına
göre Fen 332, Sosyal 373, Y.Dil 337, Toplam 353 puan almışım. Geçen senelere
göre bir başarıymış. Ama bu sene puanlar yükseldiği için normal muamelesi
gördü.
Bunu okullar puana göre öğrenci almaya
başlayınca gördük. Üniversiteyi kazandım diye sevinçle bavulumu kapıp İstanbula
gelmiştim ama, önkayıt için bir oraya bir buraya koşturduğum halde bir türlü
istediğim sonuca ulaşamamıştım.
Her gün TRT radyosunun saat 22.45
haberlerinden puanları takip ediyor ertesi günü bir o yana bir buyana seyirtip
duruyorduk.
Tam bir aylık bekleyişten sonra
tecrübeli bir abinin 'Ne duruyorsunuz gidip İTİA ne kayıt yaptırsanız ya ?'
ikazı üzerine o zamana kadar adını bile duymadığım, hiç de düşünmediğim bir
okula kayıt yaptırmış oldum.
Son trenin son vagonuna atlamak gibi
birşeydi bu.
Şimdi ben bu okula niye girdim ? Bunun iki sebebi var. Birincisi 1
aylık bekleyiş bana kayıt yaptırdığım diğer okullara girmemin imkansız olduğunu
gösterdi. Peki hiçbir okula girmeyip memlekete dönsem ve sonbaharda tekrar
imtihana girsem olmaz mı ? İşte bu hiç olamazdı. Memlekette 'gittim ama hiçbir
okula giremedim' diye ortalıkta dolaşamazdım. Hadi bunu yaptım diyelim
unutulmuş bilgilerle o imtihandan daha iyi bir
sonuç almanın garantisi yoktu ki.
Şimdiye kadar meslek konusunda çok az
kafa yormuştum. 'Ben pilot olacam' ya da 'Makina mühendisi olacam' der
geçerdim. Ama bu puanlardan ve bekleyişten sonra kesin bir seçim yapmak
gerekiyordu. 'Hayallerim' mi, 'gerçekler' mi daha önemliydi ? İşte neticede
gerçekler karşısında hayallerim buhar olup uçmuştular.
Son trenin son vagonuna atlamak daha
gerçekçiydi.
Şimdi sıra bu gerçeğe uyum sağlamaya
gelmişti. Bu konuda ortaokuldan beri arkadaşım olan Temel bana oldukça yardımcı
oldu. Bir dizi tartışmadan sonra 'hangi meslekte daha faydalı olabilirim ?'
konusuna bir nokta koymuş olduk.
O insanları tanımak, tahlil etmek gibi
bir meraka sahip olduğundan çoğunluk benim özelliklerim, göze çarpan
kabiliyetlerim tartışma konusu oluyordu. Şikayetçi değilim, ben de bu vesile
ile kendimi tanıma fırsatı buluyordum.
O bana fırsat buldukça sende 'Ticaret
kafası var' diyordu. Kendimi makina mühendisliğine öyle şartlandırmıştım ki
başka meslekleri düşünmek bile hayallerime ihanetmiş gibi geliyordu. Oysa
makina mühendisliği hakkında ufacık bir bilgim dahi yoktu. Neyse, tartışmalarımız
bazı şeyleri netleştirmiş oldu.
Ben bir şeyi tümüyle ele alıyordum.
Temele bir parçası yetiyordu. Sanayi, fabrika, şirket gibi iş yerlerine ilgim
vardı. Oralarda yönetici olmak istiyordum. Oysa Temel birinin arkasında kalıp
ona danışmanlık yapmayı tercih ediyordu. Hatta insanların dertleriyle ilgilenip
onlara moral vermek suretiyle daha fazla verim alma hususunda özel yeteneklere
sahipti.
Aksaray İTİYO'nun sonunda işletmelere
genel müdürlük, müfettişlik, müdürlük gibi kariyer imkanları olabilirdi. Neden
olmasın ? O zaman burası tam bana göre bir okuldu. İnşallah yanlış bir tercih
yapmamışımdır. Göreceğiz.
Misafir kaldığım Koca Mustafa Paşa
şehreminiden Fındıkzadeye oradan okula inen dar sokağa gidip gelmeye başladım.
Hava soğuk, okul apartman gibi, sınıfımız kalabalıktı. İlk bir kaç gün bu
hayhuy içinde geçti.
Ama gittikçe gözlerimdeki karambol
aralanıyor, etrafımı, insanları daha iyi görebiliyordum.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder