5 Eylül 2021 Pazar

05 Eylül 2021 Pazar 23:30 GEZİ REHBERİ...............................................Memlekete doğru

Susurluk yolunda

Bugün 25 günlük kısa tatilimizi yazmaya başlıyorum. Hem corona salgını hem de küçük torunlarımız nedeniyle ancak Eylül ayına kalmıştı. Doğal olarak kısa zamanda pek çok şeyi bir arada yapmaya çalıştık. Bu yüzden az ama renkli ve yoğun bir tatil oldu.

 

Otobüsümüz 2 Eylül Perşembe sabahı Ankara Aşti terminalinden hareket ettiğinde saat 10:36'yı gösteriyordu . Bu defa Uludağ firmasını tercih etmiştik çünkü yıllardır gidip geldiğimiz Kamil Koç firması iyiden kalitesini bozmuş, bizim için artık tercih edilebilirliğini kaybetmişti.

 

Eşimle ön koltuklarda memleketimiz Susurluğa doğru yol alırken ilk yaptığımız şey her yolculuk başlangıcında olduğu gibi sessizce dua etmekti. Rabbimizden kazasız belasız bir yolculuk ve selametle menzilimize ulaşmayı diledik. Telefonuma bir göz attığımda küçük kızımın 11:31'de "Hadi bakalım tatil başlasın" diye yazdığını okudum. Evet, sürekli ötelenen tatilimiz nihayet başlıyordu.

 

Eşim zaruret olmadıkça gece yolculuk yapmayı sevmez. Gündüz vakti mümkünse ön koltuklarda ve etrafı seyrede seyrede gitmeyi ister. Yolculuk esnasında ben de iki yandan akan manzaraları seyretmeyi severim. Ayrıca bu hal bana pek çok şeyi düşündürür ve yazacaklarıma da ilham verir. Bazı şiirlerimi ve yazılabilecek bazı ilginç temaları böyle yolculuklarda zihnime yerleştirmişimdir.


Ankara-Susurluk yolu Eskişehir Bursa üzerinden yaklaşık 500 kilometre. Otobüsle 7 saat civarında sürüyor. Yol üzerinde Polatlı, Bozüyük, İnegöl, Karacabey ve M.K.Paşa ilçeleri var. Otobüs Eskişehir ve Bursa otogarlarında yolcu indirip yenilerini alıyor. Bozüyükte de yarım saat mola veriyor.  Yollar neredeyse otoban kalitesinde. Gayet güzel ve rahat.

 

Bozüyük, İnegöl, Bursa arasında ormanlık bir bölge var. Mezit dereleri sürekli olarak sağımızda solumuzda belirip bize eşlik ediyor. Mezit 1, Mezit 2,…diye belki 10 köprüden geçiyoruz.  Bazı yerlerde kayın ağaçları oldukça yüksek. İnegölden itibaren her yer şeftali ve meyve bahçeleriyle dolu.

 

Bursa çevre yoluna girildiğinde sağ taraftaki dağ eteklerinde gerçekten çok hoş köyler var. Sırtını dağa vermiş, önünde meyve ormanı, karşısında Uludağ eteklerinden ovaya inmiş yeşil Bursa manzarası.  Her seferinde buradan geçerken "işte tam da yerleşilebilecek yerler" diye bakıyorum.  Ve nihayet kestane şekeri, çeşit çeşit havlu, döner kebap işletmeleriyle dolu Bursa otogarı.

 

Bursa'dan çıkıp ulubat gölüne doğru ilerlerken sol tarafta çocukluğumun 4 yılını geçirdiğim Başköy'ü görüyorum. Köyün başındaki Tarım Kredi Kooperatifi binası hala duruyor. Başköy biraz çukurda kalmış. Akçalar kasabası gölün kenarında daha açık görülebiliyor. Yine sol tarafta biraz ilerde Gölyazı var. Aslı gölün içinde bir küçük adacık. Karadan köprüyle geçilebiliyor. Ağlayan çınarı ve öğle saati yapılan balık mezatlarıyla ünlü. 

 

Ulubat köyünün başındaki köprü bana tarihi bir sözü hatırlatıyor. Bizansa verdikleri sözü çiğnemeyerek tam 600 yıl boyunca hiçbir Osmanlı padişahı bu köprünün üzerinden geçmemiş. Köyün küçük meydanında ise Ulubatlı Hasan'ın sembolik anıtı var. İstanbul'un fethini çağrıştırıyor bütün görkemiyle.

 

Sağ tarafta sütaş fabrikasını görüyorum. Bizim ilçemizdeki Yörsan iflas edince bu bölgedeki en önemli süt işleme merkezi oldu. Nitekim bütün marketlerde de en çok onun ürünlerini görüyoruz. Karacabey'den sonra sağ tarafta eski "Hara" yeni "TİGEM işletmesi" var ama artık yıllanmış meşe ormanının arkasında kalmış, yoldan görülmüyor.

 

M.K.Paşa ilçesi de yeni yollar nedeniyle epey içerde kalmış. Meşhur tat fabrikası bile büyüyen çam ağaçları arasına gizlenmiş gibi. Artık Susurluğa az kaldı. Yolda gelirken sol yanda Karacabey M.K.Paşa arasında jokey kulübünün uçsuz bucaksız at tavlaları rahatça görülebiliyor. Atlar kendilerine ayrılan çitlerle ayrılmış bölümlerde serbestçe otlayıp geziniyorlar.

 

Taşköprü'den itibaren aşağıya doğru Susurluk nehrinin aktığı vadi gözler önünde. Sol tarafta her eylül rahvan at yarışlarının yapıldığı Karapürçek çayırları ile Hastavuk tesisini geçiyoruz. Susurluğun ilk mola yeri Karagöl tesisleri de burada. Köprüye kadar yapıldığı zamana göre oldukça geniş bir yol uzanıyor. Halk arasında savaş zamanı uçaklar inebilsin diye böyle yapıldığına inanılırdı.

 

Köprüden hemen sonra Bandırma kavşağı geliyor. Eskiden düz bir kavşaktı, şimdi alt, yan ve üst geçitle durmadan geçilebiliyor. Ardından Şeker fabrikası görünüyor. Susurluğun 85 yıllık alameti farikası. Onun pancar kokusu olmadan, şeker tadını almadan Susurluk anlaşılmazdı. Ve tabi ki tarihi ayran evi. Şimdilerde sadece sembolik bir anlamı var, ancak eskiden yoldan geçenler buranın manda yoğurdundan yapılmış meşhur ayranını içmeden geçmezlerdi.

 

Saat 18:30 artık Susurluk'tayız. Çok şükür molalarla beraber 8 saat süren gayet güzel ve rahat bir yolculuk yaptık. Burası benim de, eşimin de memleketi. Şimdi aile büyüklerimiz hayatta olmasa da buraya her gelişimiz başlı başına bir vuslat hali oluşturuyor bizim için. Bu seferki gelişimiz biraz kısa sürecek. Ama iki hafta sonra yine burada olacağız.


Birkaç iyi gün

Geçen hafta 25 günlük kısa tatilimizin Ankara-Susurluk yolculuğunu yazmıştım. Bugün Susurlukta geçen ilk günleri yazarak devam ediyorum. Bu üç gün içinde hızlı ve yoğun bir programımız oldu. Bursa'daki bir kına gecesine gittik. Akrabalarla bir kahvaltıda buluştuk. Muhabbetimiz akşamüstü bahçemizde çardak keyfi ile devam etti. Ertesi gün Susurluğun 5 Eylül Kurtuluş etkinliğini de görüp öyle yazlığımıza geçtik.

 

Saat 18:30 gibi Susurluğa gelmiştik. Kız kardeşlerim İstanbul'dan bizden evvel gelip evi açmışlar. Onları evin önüne oturmuş bizi beklerken bulduk. Bir an için rahmetli annem sağmış gibi hissettim. Önce babamız, sonra da annemiz... Onlardan sonra bu ev hakikaten "garip" kalmıştı. Yalnız ve sessiz, senede belki böyle birkaç gün gelip onu şenlendirmemizi bekliyor, bekleyecek. 

 

O akşam bir yere çıkmadık. Yemek yendi, o evin olmazsa olmazı çaylar içildi ve yolculuk yorgunluğu çökünce erkenden uyuduk. Sabah saat on buçuk gibi bir taksiyle Karşıyaka'daki akrabamızın evindeydik. Önceden kahvaltı için sözleşmiştik. Epey büyük bir masa hazırlanıyordu. Kalabalık olacağımızı biliyordum ama gelecek olanların bazılarıyla daha önce hiç tanışmamıştık.

 

Tahmin ettiğim gibi kahvaltıda 15 kişiydik. Eşimin hem abla tarafı hem de amca ve hala çocukları gelmişler. İçlerinde Yıldız köyünden, Göbelden, Balıklıdere'den hatta Avusturya'dan gelen var. Sağolsun hafız yeğenimiz sofraya pek özenmiş, kahvaltı boyunca neredeyse oturmadı bile. Hamdolsun, sofrada yok yok. Börekler, reçeller, Allah ne verdiyse var. Benim pek sevdiğim domates, salatalık da taze taze bahçelerinden.

 

Saat 16.30 gibi Sultaniye mahallesine gittik. Bu kez daha dar bir kadro söz konusuydu. Abisi,eşi, ablası, kızı, damadı, oğlu, gelini ve iki torun; toplam 9 kişi. Önce yapılmakta olan evimizin inşaatına baktık. Dördüncü kata başlamışlar. Bizimkisi üçüncü katta. Bürokratik işler uzun sürdü ama inşaat hızlı gidiyor. İnşallah gelecek yaz bitmiş olur diye ümit ediyoruz.

 

Yanımızda bir şeyler getirmiştik. Marketten eksikleri aldık ve inşaatın arkasındaki bahçemize geçtik. İbrahim sağolsun, bahçeyi temizlemiş. Üstünde 1 tonluk su tankı olan tuvalet, lavabo yapmış. Kamelya/çardak karışımı bir de oturma yeri var. Bahçeye yıllar var dokunulmamıştı. Belki 15 yıl olmuştur. Hacı babam ve hacı annem vefat edince bakımsızlıktan iyice gürlük olmuş.

 

Temizlenince içindeki meyve ağaçları meydana çıkmış. Dut, nar, elma, armut, badem, erik, incir, ıhlamur ağaçları var. Ayrıca 5-6 tane asma üzümü metrelerce uzamış. Çoğu mis gibi siyah üzüm, bazıları da sarı güzeli. Uzayıp ağaçlara tırmanmışlar. Geçen sene lezzetli üzümlerini yiyince aklım bu bahçede kalmıştı. Hamdolsun İbrahim'in sayesinde bir hayli mesafe alınmış.

 

Tabi ki seneye kadar budama, ilaçlama ve aşılama işleri var yapılacak. Ama ben burada değilim. Bu yüzden işten anlayan güvenilir birini bulmalıyım. Bahçe ona emanet ama İbrahime daha fazla yüklenemem. Ben Ankara'dan destek olurum, onlar da gerekeni yapar. İşte bahçe fikri iyi de, bakım ve emek olmadan olmaz. Ne demişler "bakarsan bağ olur, bakmazsan dağ".

 

Dut mevsimi geçmiş, armut da öyle. Elmanın aşılanması gerekiyor, ekşi ve küçük. Narlar güzel ama biraz daha olgunlaşması lazım. Siyah incir de çok güzeldi ama o üzümler, ah o üzümler var ya! Onları dalından koparıp yerken, misafirlere ikram ederken hiç bir olumsuzluk aklıma gelmedi.

 

O sevinçle yedik içtik, muhabbet ettik. Yıldızdan gelen abla ve çocukları gitmeye yekinince aklım başıma geldi. Akşam olmak üzereydi. Misafirleri geçirdik, çöplerimizi attık, etrafı toparlayıp "onbeş gün sonra yine görüşmek üzere" deyip biz de eve döndük.

 

Sabah kahvaltıdan sonra saat 10'da Bursa yolculuğumuz başladı. Akşam teyzemin torununun kına gecesi var. Düğün İstanbul'da olacağı için hiç olmazsa kınasına katılalım diye düşünmüştük. Ama önce kapalı çarşıyı gezmek ve ulu camide namaz kılmak istiyoruz. Bu niyetle Bursa otogarından bir belediye otobüsü ile şehir merkezine gittik. Tophanede indik ve kapalı çarşıya girdik. Hava açık ve güzel.

 

Kapalı çarşı gerçekten gezmeye değer ve muhteşem. Hele de havlu vb. türü alışverişler için "yok yok" türünden bir bolluk. Biz de bol bol havlu hediyeler aldık tabi. Boydan boya çarşıyı geçip karnımızı doyurmaya tarihi iskender dükkanına gittik. 1992'den beri burayı biliyorum. Daha eskiden haberim yoktu. Küçük bir esnaf lokantası görünümünde. Mavi renk hakim. Biraz sıra bekledik, sonra da iskenderimizi yedik.

 

Ulu camiye doğru yürürken Koza hanın önünde dayanamadık ve daldık içeri. Hanım ipek başörtü, şal ve giysilerin satıldığı dükkanları dolaştı bir süre. Biraz da alışveriş yaptık. Aşağıya inip bir çay bahçesinde oturduk. Baktım dondurmalı irmik helvası veriyorlar, çok da severim, kaçırır mıyım.

 

Şimdi de sıra gönlümüzü doyurma ya gelmişti. Ulu cami, neredeyse 700 yıllık bu ulu mabet her seferinde heyecanlandırır beni. Abdest alıp içeri girdik. Namazımızı kılıp, huşu içinde duamızı ettik. Çok sevdiğim havuzun yanı başında bir müddet durup insanları ve camiyi seyrettim. Çıktığımızda kendimi daha iyi hissediyordum. Bir taksi çevirip düğün evine gittik.

 

Teyzem rahmetli annemden dört-beş yaş küçük. Bir de en küçükleri dayım var. Birbirlerine çok yakın oturuyorlar. Her ikisi de çocukları için evlerini dört katlı yapıp birlikte olmayı başarmışlar. Şimdi teyzemin ikinci kızının kızı evleniyor. Kına için yakın bir mesafede düğün salonunu tutmuşlar. Kız kardeşlerim de Susurluk'tan geldiler. Bütün akrabalar hep birlikte olduk.

 

Gece karanlığında vedalaşıp ayrıldık. Bir daha ne zaman geliriz bilemem. Ama Bursa'yı çocukluğumdan beri seviyorum. Sabah Susurluğun kurtuluş günü. Salgın sebebiyle törenlerin yapılmayacağına dair bir şeyler duymuştuk ama öyle olmadı. Tören yapıldı ama gayet kısaydı. Öyle şaşaalı, alıştığımız, bildiğimiz türden renkli bir geçit de olmadı.

 

Neticede bir 5 Eylül kurtuluş günü de böyle geçti.  Bizim görmediğimiz bir hafta önceden başlayan etkinliklerle de kutlanmış oldu. Benim için bu günün kayda değer tarafı bazı ilkokul arkadaşlarımla görüşmüş olmaktı. Saat 15.30'da otobüsümüz olduğu için hazırlanıp evden çıktık. Büyük oğlum da Orjan'a gelmek üzere yola çıkmıştı. Onlardan evvel yazlığa varıp evi açmamız gerekiyordu.


Öyle de oldu. Biz saat 18'de Burhaniye'deydik. Eve varışımız, kapıyı açıp havalandırmamız ve hazırlanmamız saat 19'u buldu. Oğlum, gelinim, Ece torunum, ikizler ve bakıcımız da o arada geldiler. İki haftalık yazlık tatilimiz şimdi başlıyordu.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder