22 Temmuz 2021 Perşembe

22 Temmuz 2021 12:30 Perşembe CORONA GÜNLERİ........................Bayramı bayram gibi yaşamak

Bayramı yitirmek

Coronavirüs salgını ülkemizde 496.ncı gününde. Dünyada Virüsün ortaya çıkmasının üzerinden de 575 gün geçti.  Kurban bayramının ikinci günündeyiz. Bu iki kelimenin biri "kurban" kavramı ise diğeri de "bayram". Kurbanla ilgili düşüncelerimi geçen iki gün sizlerle paylaşmış, onun sadece bildiğimiz "kurban kesme" ibadeti olmadığını açıklamıştım. Bugün yarın daha ziyade "bayram" kavramı üzerinde duracağım.

Bayram kelimesi hemen herkesin bildiği gibi ‘neşe ve sevinç günü’ demek. Ülkemizde millî günler gibi, iki büyük dinî bayramımız da neşe ve sevinçle kutlanıyor. İşte iki ay önce Ramazan ayının sonunda olduğu gibi, Müslümanların hac görevini ifa ettiği bu günlerde de bütün dünya müslümanları ile birlikte aynı neşe ve sevinci yaşıyoruz.(mu?)

Ama gerçekte o bayramları “ceketimizin astarı içinde kaybetmiş” olabilir miyiz?

Bayram kelimesinin kökeni Farsça ‘bazrâm’ veya ‘bezrem kelimesine dayanıyormuş. Farsçada çiçekler ve ışıklarla süslenen yere ‘bazrâmgir yani gönül açan yer’ denirmiş. Aynı kavram en eski Türkçe örneklerde ise ‘badram’ şeklinde geçiyormuş. Anlamı; zenginlik, yücelik ve kutluluk demek. Yani iki dilde de bayram, ‘bir neşe ve sevinç günü’ anlamında kullanılıyor.

Arapçada bayram kelimesinin karşılığı ise; ‘iyd’ yani dönmek manâsına gelen ‘avdet’ kelimesinden geliyormuş. Peş peşe tekrar etmek, her sene gelmek manâsında. ‘İyd’in çoğulu ise ‘a'yâd’ imiş. Bu yüzden bayram tebriklerine ‘ta'yîd’, bayramlaşmaya da ‘muayede’ deniyor.

Geleneksel olarak Ramazan bayramı üç, Kurban bayramı ise dört gün. Bu günler her sene tekrar ettiği için de iyd yâni bayram denilmiş. Ramazanda oruç, Kur’an ve sabırla, Kurbanda infak ve haccetme suretiyle rabbine yaklaşan mü’minlere sevinç ve neşeli günler ikram edilmiş varsayarak bayram ediyoruz.  Esasen Allah ü Teâlâ’nın emirlerine uyup, yasaklarından sakınarak, günah işlemeden, haram lokma yemeden geçirilen günler de, meselâ her hafta yeniden gelen Cuma günleri de bu yüzden bayram sayılıyor.

Bayram ister istemez coşku içindeki kalabalıkları akla getiriyor. Meselâ kutsal topraklarda milyonlarca insanın “Lebbeyk ! Allahümme Lebbeyk, La şerike leke lebbeyk ! İnne’l-hamde ve’n-ni’mete leke ve’l-mülke lâ şerike lek ” sedalarıyla Beytullaha doğru yürümeleri çok etkileyici. “Geldim Allah'ım, buyur! Buyur ki senin ortağın yok. Emrine amadeyim buyur! Hamd sana, nimet senden ve mülk senin. Ortağın da yoktur senin” diyerek Rabbinin davetine koşan bu insanların yakarışı insanı iliklerine kadar sarsıyor.

Bu hal, say yürüyüşleri ve Kabenin etrafındaki tavaflar adeta mahşeri hatırlatıyor, huzurda diriliş ve toplanışa benziyor. Bir an için aynı anda dünyanın her yerinde ve her an okunan ezanlara kulak verelim. Kur'an seslerini, dua ve yakarışları duyalım. 24 saat her dakika namaz halindeki milyar sayıda müminin rükû ve secdesini bir arada düşünelim. Allahım! Bu manzara aklı zorlayan ne müthiş bir olay. Asıl bayram bu tabloda, birliktelik ve coşkuda. Tabi ki bu hadise de ancak gönül gözü açıklara, iman edip hakikati görmek isteyenlere ayan. Ne mutlu o müminlere.

Bayramın sevinç, barış, neşe, birlik ve beraberlik tarafını hepimiz biliriz. Bayramlar geldiğinde genellikle tekrar ettiğimiz dünyevi şeylerdir bunlar. Akrabayı unutmamak, büyükleri ziyaret, küskünlerin barışması, fakir ve yetimlerin sevindirilmesi şüphesiz bu duygulara uhrevi bir boyut katar. Böylece bayramın farklı bir derinlik, renk ve lezzet kazanması sağlanır. Biraz daha gayret edilirse yolun asıl maksada yani "Allah yaklaşmaya" uzandığı görülecektir.

Bayramı tatil vesilesi sayan bir çağda yaşıyoruz. Bırakın infakı, bırakın dua ve ibadeti işin özündeki neşe, sevinç ve birlikteliği unutmuş durumdayız. Dini günleri ve bayramları sosyal medyada kutlama mesajları yayınlayarak yaşayamayız. Bir büyüğümüzü ziyaret etmeden, elini öpmeden, bir fakiri ya da çocuğu sevindirmeden, yüzlerdeki mutluluğu görmeden o bayram bayram olmaz ki! Sık sık tekrarlanan "Nerde o bayramlar!" arayışı belki de işin o tarafını yitirmiş olmamızdan kaynaklanıyor olabilir, ne dersiniz?

Eski bayramlar

Coronavirüs salgını ülkemizde 497.nci gününde. Dünyada Virüsün ortaya çıkmasının üzerinden de 576 gün geçti.  Bugün Kurban bayramının üçüncü günü. Vaka sayıları yine 8 binin üzerine çıkarken hepimiz bu kurban bayramının pandemideki son bayram olmasını umut ve temenni ediyoruz.

"Nerde o eski bayramlar?" lafı artık klasikleşti. Kime sorsanız; "Bayramları bayram gibi yaşamak mı? O eskidendi" der. Bayramlar gerçekten eskiden çok daha güzel miydi, yoksa yitip giden çocukluğumuza olan özlemimiz nedeniyle mi öyle denir bilmiyorum. Sanki geçmişte bayramlar daha güzel, daha masum yaşanırdı. Aynı çocukluğumuz, gençliğimiz ya da evliliğimizin ilk yılları gibi. Onlar da asla geri gelmeyecek güzel günlerimizdi.

 

Şu nostalji denilen şey de zamanında kıymetini bilmediğimiz, elimizden yitip gittiğinde ah vah ettiğimiz şeyler değil mi? Üstelik bu duygular sadece bizim neslimize has değil. "Nerde o eski bayramlar?" lafını büyüklerimizden duyduk, muhtemelen onlar da büyüklerinden aynen böyle işitmişlerdi. Şimdi biz de öyle diyoruz, herhalde bizden sonraki nesiller de yaşlanınca öyle konuşuyor olacak.

 

Bugün de 40 yaşın üstündeki hemen herkes geçmiş bayramları nostaljik duygularla özlüyor. Ninelerimizin, annelerimizin günler öncesinden başlayan hazırlıkları vardı. Açılan börekler, baklavalar, sarılan dolmaları izlerdik bayram arefesinde. Genç yaşlı herkeste bir bayramlık seçme telaşı olurdu. Şimdi çukulatanın bile yüzüne bakılmıyor ama o günlerde toplanacak şekerlerin hayalini kurardı çocuklar. Torbalarla ev ev dolaşmak, "benimki fazla seninki az" atışmaları, hele de nadiren verilen harçlıkların sevinci..

 

Bayramlar eskiden daha heyecanlı ve coşkulu geçerdi sanki. Arife günü yapılan ama bayramdan önce yenmeyecek olan tatlıların kokusu hala burnumdadır. Ve bayram sabahları… O sabah heyecanla uyanıp bayramlıklarımızı giymek, aile büyüklerimizin ellerini öpmek, komşularımızı ve akrabaları ziyaret etmek de unuttamadıklarımdan. Oralarda yediğimiz birbirinden lezzetli ikramlar, aldığımız hediye ve harçlıklar hala aklımda. Örneğin aileye yeni gelmiş gelinlerin verdiği mendillerin şimdi şimdi ne kadar manalı ve güzel bir adet olduğunu anlıyorum.

 

O mendillerin gizemi o kadar hoştu ki, en çok alt sokaktaki Fatma yengeyi görmek isterdik. O kadar çekiciydi ki komşumuz Ayşe teyze önceden hazırladığı içi bozuk para, renkli şeker ve minik oyuncakla dolu mendiller verirdi bize. O yüzden biz de merak içinde ilk olarak onun kapısını çalardık.

 

Bayram; namaz, camide bayramlaşma ve akabinde kabristan ziyaretiyle başlardı.  Bayram sabahı büyüklerimizle birlikte namaza gider, çıkışta kabristana uğrar, aile büyüklerimizi ziyaret eder öyle eve dönerdik. Şayet kurban kesilecekse onun telaşı olurdu bir süre. Ardından bayram sabahlarının değişmez ritüeli kahvaltı bütün aileyi bir araya toplardı. Buradaki lezzet ve muhabbetin her zaman ayrı bir yeri olmuştur yaşayanlarda.

 

Bu yüzden bayram deyince ilk aklıma gelen bayram kahvaltıları. Bana göre bayram kahvaltıları ve sofraları önemini bu gün de koruyor. Aile büyükleriyle oturulan sofralar, yapılan bayram kahvaltıları unutulmazlar arasında.  Her zamankinden farklı olurlardı. Masada rengarenk bir çeşitlilik, tadı damaklarımızda kalan lezzetler.

 

Bayram namazı sonrası eve dönerken alınan sıcak simitler de böyle günlere özeldi. Şölene dönüşen bu sofraları tabi ki annelerimiz hazırlardı.  Çeşit çeşit peynirler, reçeller, yeşil ve siyah zeytin olurdu mutlaka. Melemen yapılırdı büyük boy ortaya. Mevsimine göre salatalık domates söğüş olmazsa olmazımızdı.

 

Kahvaltı sonrası yeni elbiseler giyilir aile içi el öpme törenine geçilirdi. Ev ahalisinin bayramlaşması renkli bir törendi adeta. Bilhassa çocuklar için yeni kıyafetlerin, bayramlıkların giyilmesi, verilecek harçlık ve hediyeler de o sabahın unutulmazları arasında.  Sanırım pek çok ailede az ya da çok bu gelenek sürüyor. Bayramlardan geriye kalan belki de en güzel hatıralar; her bayramda alınan yeni kıyafetler ve tabii ki büyüklerin elini öptüğümüzde verilen bayram harçlıklarıydı.

 

Bayram sabahı bayramlıklarımızı giyip anne ve babamızın elini öpmek ve o harçlıkları beklemek ne yazık ki artık çocukluğumuzun anılarında kaldı. Çocuklarımıza hemen her gün yeni şeyler alıyoruz. Bu yüzden onlar "bayramlık" nedir bilmiyorlar. Hatta şeker bile onlar için özel bir şey değil. Bizim zamanımızda mahallede kapı kapı gezip, el  öpüp şeker toplamak adettendi. Daha 5-6 yaşında o kadar çok şeker toplamanın neye yaradığını bilmezdik. Pırıltılı, cicili bicili şeylerdi işte. Daha çukulata nedir haberimiz yoktu.

 

Fırsat buldukça atıştırdığımız leblebi, lokum ve şekerler nedeniyle cırcır olur sık sık eve koşardık. Yaşadığımız şeyin mide fesatı olduğunu da çok sonraları öğrenmiştik. Ama çare olarak içirilen sade gazozlar gençliğimizde her evde yediğimiz baklavalardan sonra da epey işe yaramıştı.

 

Yalnız olmazdık o dolaşmalarda. Arkadaşlarla toplu gezmek hepimize cesaret verirdi sanki. Para veren kapılara daha çok gidilirdi. Çünkü hemen çocuklar birbirini haberdar ederdi.  Cebimize dolan bozuk paraların şakırtısı hoşumuza giderdi. Çok olmazdı zaten verilenler. Harçlık veren evler de az olurdu. Ama nihayetinde onların para olduğunu, bakkala gidip harcamaya yaradığını çocuk aklımızla anlamıştık.

 

Bayramlık alışverişi, şeker ve harçlık toplamak çocukluğumun en güzel bayram hatıraları arasında. Utanarak ama heyecanla aldığımız bayram harçlıkları, tüm çocukların bir araya gelip aldığı harçlıkları ve şekerleri karşılaştırması gülümsemeyle hatırladığım bayram anılarından. Bakkala gidip o paraları bir güzel harcamak ya da bugünün lunaparkının çok daha ilkeli olan gezici oyun alanına koştura koştura gitmek bayram coşkumuzun bir parçasıydı.

 

Bayramlar, uzun zamandır görmediğimiz arkadaşlarımızla, uzakta oturan akrabalarımızı, aile büyüklerimizi görmek için heyecanla beklediğimiz günlerdi. Evdeki bayramlaşmadan sonra abla ve ağabeylerle birlikte ilkin komşularımızın kapısı çalınırdı. Sonrasında da en yaşlısından itibaren akrabalarımızın ziyareti başlardı.

 

Bayramlar benim için hala önemli. Bayramları bayram gibi ve coşkuyla yaşamak istiyorum. Çocuklarıma bu duyguları vermeye çalıştım. Biliyorum ki pek çok insan da geçmişten gelen bayram geleneklerini yaşatmaya çabalıyor. Ama gidişata bakılırsa bu çabalar sanki rüzgara karşı yürümeye benziyor. Sırf bu yüzden inadına bayram günleri radyodan türkü ve oyun havaları dinlemek çok hoşuma gidiyor.

 

Bayrama tatil gözüyle bakanlardan hiç değilim. Halen kendi ailemde olabildiğince ailemden gördüğüm öğrendiğim bayram havasını yaşatmaya çalışıyorum. Torunlarım da bu bayram geleneği içinde büyüsün istiyorum. Çok özel bir şey değil, Rabbimden ahir ömrümde bayram heyecanı ve coşkusunu sağlıkla, onlarla birlikte yaşamayı diliyorum.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder