El-Hamîd/Nahl suresi 90.ncı ayet
Bugün üç ayların 59.ncusu, yarın ramazan. Corona günlerinin
de 396.ncısındayız. Şaban ayı da bitti inşallah Ramazan boyunca da her gün
bir “esma”yı
anarak ve namazda okunan sure, dua ve zikirleri öğrenerek
bu manevi süreci
değerlendirmeye devam ediyorum.
Sırada Esma ül Hüsna’nın ellidokuzuncusu “El-Hamîd’'
var. Yine Cuma vakti minberde II.nci Hutbe sonunda minberden inmeden önce
okunan "Nahl suresinin 90.ncı ayeti" ile ilerliyoruz.
EL-HAMÎD: الحميد Hamîd kelimesi “iyilik, güzellik ve erdemlilikle
niteleyip övmek” anlamındaki hamd masdarından sıfat olup “övülen, övgüye lâyık
bulunan”, ayrıca “öven” mânalarına geliyormuş.
Âlimlerin çoğu, esmâ-i
hüsnâdan biri olarak hamîdin ilk anlamına öncelik vermiş. Ebû Mansûr
el-Mâtürîdî, Teʾvîlâtü’l-Ḳurʾân’ının bir yerinde hamîdi “kendisine hiçbir yerginin yönelmediği varlık”, bir başka yerinde
de “dıştan bir sebep olmaksızın zâtıyla
övgüye lâyık bulunan” diye tanımlamış; O’nun dışındaki herkes yine
kendisinin lutfu ile övülmeye hak kazanır. Mâtürîdî kelimenin “öven” mânasına
da gelebileceğini söylemiş. Şöyle ki: Allah insanların güzel fiil ve
davranışlarını över ve kendilerini mükâfatlandırır. Aslında kulları bu fiillere
muvaffak kılan yine kendisidir. [1]
Ebü’l-Hasan el-Eş‘arî ise
hamîde “sıfatlarında ve fiillerinde övülen” (mahmûd) anlamını vermiş.[2] Hamîd
ismine “öven” mânası verildiği takdirde Allah’ın bizzat kendisini övmesi de
kelimenin muhtevası içinde düşünülebilir. Nitekim birçok âyette hamd Allah’ın
zâtına izâfe edilmiş. Bunun insanlara hamdetmeyi öğretme amacını taşıdığı kabul
ediliyor.
Kur’ân-ı Kerîm’de hamd kavramı altmış bir yerde Allah’a nisbet edilmekte olup
bunların on yedisini hamîd ismi oluşturmakta.[3] Hamd
bir âyette lafza-i celâl yerine tek başına ve “övgüye lâyık olanın (Allah’ın)
yolu” (sırâtü’l-hamîd) şeklinde yer almış (el-Hac 22/24). On âyette “her şeyden
müstağni ve her şey kendisine muhtaç” anlamındaki ganî, üç âyette “yenilmeyen
yegâne galip” mânasındaki azîz, bir âyette “şanlı, şerefli” mânasındaki mecîd,
bir âyette “bütün emirleri ve işleri yerli yerinde olan” anlamındaki hakîm, bir
âyette de “yardımcı ve dost” anlamındaki velî ismiyle birlikte kullanılmış.
Doksan dokuz esmâ-i hüsnâ
içinde yer alan bu isimler, zât-ı ilâhiyyenin övülmeye lâyık olduğunu belirten
hamîdin içerdiği övgü yönlerinden bazılarını ifade etmekte ve onu
pekiştirmekte.
Hamîd, doksan dokuz ismi ihtiva eden Tirmizî hadisinde yer almakla birlikte
(“Daʿavât”, 82) İbn Mâce’de yok. Namazda selâm vermeden önce okunan Salli ve
Bârik dualarının her biri “hamîdün mecîd” isimleriyle sona ermekte. Bu salâtüselâm
metinleri Kütüb-i Sitte’den başka Ahmed b. Hanbel’in el-Müsned’i, Dârimî’nin
Sünen’i ve İmam Mâlik’in el-Muvaṭṭaʾı gibi ana hadis kitaplarında da yer
almakta. [4] [5]
'O' her bakımdan övgüye layık, bütün hamdler gerçekte
yalnız kendisine ait olan, bütün varlığın diliyle övülen, minnete, övülmeye,
eksiksiz övgülere, hamde tek lâyık olan, gerçek dost ve yardımcı, her an ancak
O’na hamd edilen tek yüce varlık" demek.
NAHL SURESİ 90.NCI AYETİ: بِالْعَدْلِ يَأْمُرُ اللّٰهَ اِنَّ Hatip II.Hutbe sonundaki dua bittikten sonra tekrar 7. basamağa çıkar, içinden euzü-besmele çekerek sesli olarak ve makamla Nahl Sûresinin 90. ayetini okur:
عِبَادَ اللَّهِ
إِتَّقُوا اللَّهَ وَ اَطِيعُوهُ
اَعُوذُ بِاللَّهِ مِـنَ الشَّيْطَانِ الرَّجِيــمِ* بِسْــــمِ اللَّهِ الرَّحْمَـنِ الرَّحِيـمِ*
"İnnâllahe ye'mürü bi'l - ‘adli ve'l - ihsâni ve itâi zil-kurba ve yenhâ ‘anil - fahşai ve'l - münkeri ve'l - bağy. Ye‘ızuküm le‘alleküm tezekkerûn"(Nahl/90)
"Şüphesiz Allah, adaleti, iyilik yapmayı, yakınlara
yardım etmeyi emreder; hayasızlığı, fenalık ve azgınlığı da yasaklar. O,
düşünüp tutasınız diye size öğüt veriyor."[6]
“Muhakkak ki Allah
adaleti, ihsanı, akrabaya karşı cömert olmayı emreder; hayâsızlığı, kötülüğü ve
zorbalığı yasaklar. İşte Allah, aklınızı başınıza alasınız diye size böyle öğüt
veriyor."[7]
"Muhakkak
ki Allah, adaleti, iyiliği ve yakınları görüp gözetmeyi emreder; aşırılığı,
kötülüğü ve azgınlığı da yasaklar; düşünesiniz diye size öğüt veriri." [8]
Böylece hutbeyi tamamlayan hatip, minberden inerken bu
defa ayeti gizli olarak
okur. “Şüphesiz
Allah, adaleti, iyiliği ve akrabaya bakmayı emreder. Çirkin işleri, fenalık ve
azgınlığı yasaklar. O, düşünüp tutasınız diye size öğüt verir.” Aşağıya inmeye başladığı anda
da müezzin kamet etmeye başlar.
Kameti takiben farz olan cuma namazına başlanır.
[1] (Teʾvîlâtü’l-Ḳurʾân,
vr. 789a)
[2] (İbn
Fûrek, s. 54)
[3] (bk. M.
F. Abdülbâkī, el-Muʿcem, “ḥmd” md.)
[4] (bk.
Wensinck, el-Muʿcem, “ḥamd” md.).
[5] Kaynak
<https://islamansiklopedisi.org.tr/hamid>
[6]
Kaynak <https://kuran.diyanet.gov.tr/mushaf/kuran-meal-2/nahl-suresi-16/ayet-90/diyanet-isleri-baskanligi-meali-1>
[8] Beyânu’l-Hak, Prof.Dr.Zeki Duman, 2.cilt sayfa 384
El-Muhsî/Namazda dua
Bugün üç ayların 60.ncısı, artık ramazana girdik. Yine bir Kur'an ayı, oruç ayı, arınma ve yenilenme ayı ramazana ulaştık.
İyiliklerin çoğaldığı, kötülüklerin bağlandığı gufran ve rahmet ayı hoş geldin.
Daralan, kuruyan gönüllerimize can suyu olmak için bahar coşkusu gibi doldun dünyamıza. Çürüyen, paslanan ruhumuza yeniden dirilme fırsatı vermek için doğuverdin şafağımıza.
Ne mutlu özleyenlere, gözü aydın yolunu gözleyenlere.
Kadrini, kıymetini bileceklere ne mutlu. Elhamdülillah.
Aynı zamanda Corona günlerinin de 397.ncisindeyiz. Yükselen
salgın ateşinin tam ortasındayız. Onca dalgayı göğüsledik, ne çok kabarmayı
geride bıraktık şu son bir yılda. Ama artık tedbirlerimize ilave olarak bir de
aşı silahımız var çok şükür. Sabretmek direnmek demektir. Rehavet yok direnmeye
devam. Artık çoğu gitti azı kaldı. Ramazan ayı bu açıdan da ilaç gibi gelecek. Bugün yeni tedbirler açıklanacak. İnşallah hayırlı olur; "bu da geldi geçti yahu!" diyeceğiz güzel yarınlarda.
Önce tedbir, sebebe tevessül sonra da dua! Bu yüzden
son bölümde kalan ramazan boyunca her gün bir “esma”yı
anarak ve namazda okuduğumuz, söylediğimiz dua ve niyazları öğrenerek
bu manevi süreci
değerlendirmeye devam edeceğim.
Sırada Esma ül Hüsna’nın altmışıncısı “El-Muhsî’'
var. Yine her namazın sonunda ellerimizi kaldırıp yaradanımıza yöneldiğimiz "Namazda
dua" bahsi ile ilerliyoruz.
EL-MUHSÎ: المحسي Sözlükte “saymak, miktarını bilmek; ezberleyip kavramak” anlamındaki ihsâ
masdarından sıfat olan muhsî kelimesi “sayıp ayrıntılarıyla tesbit eden” demekmiş.
Allah’a nisbet edildiğinde “gizli âşikâr her şeyi tek tek ve bütün ayrıntılarıyla
bilen” mânasına geliyor. [1] İbnü’l-Cevzî,
ihsâ kavramının yer aldığı metinlerin bağlamından hareketle kelimenin Kur’an’da
şu beş anlamda kullanıldığını söylemiş: “Zaptedip belirlemek, yazıp kaydetmek,
güç yetirmek, saymak, bilmek”. [2]
İhsâ kavramı on bir
âyette yer almakta, bunların beşinde mâzi sîgasıyla zât-ı ilâhiyyeye izâfe
edilmekte. Bu âyetlerde geçen ihsâ kavramının ilgi alanının var olan her
yaratık (kâinat), insanlar ve onların iyi yahut kötü davranışlarından ibaret
olduğu anlaşılmakta.[3]
Mâtürîdî, insanların ortaya
koyduğu bütün amelleri Allah’ın tek tek tesbit ettiğini bildiren âyette
(el-Mücâdile 58/6) ihsanın bir tehdit ve uyarı içerdiğini söylemiş. [4] İhsâ
kavramı “bilmek” (ilim) mânasına alındığı takdirde Kur’ân-ı Kerîm’in birçok âyetinde
geçen ilim sıfatıyla birleşmiş olur (ALÎM; İLİM). “Saymak” anlamındaki ad (add)
kavramı bir âyette tek başına, bir âyette de ihsâ ile birlikte Allah’a izâfe
edilmiş (Meryem 19/84, 94).
Muhsî sadece Tirmizî’nin esmâ-i hüsnâ listesinde yer almakta.[5] Hz.
Peygamber’in baldızı Esmâ’dan rivayet edildiğine göre kendisi malî imkânlara
sahip bulunduğunu söyleyerek Allah yolunda harcama yapıp yapmayacağını
Resûlullah’a sormuş, Resûlullah da şu cevabı vermiş: “Allah rızâsı için başkalarına
yardımda bulun, hem de verirken inceden inceye hesapçı olma (ihsâ), aksi
takdirde Allah da sana hesaplı bir şekilde lutufta bulunur”. [6] [7]
'O' yarattığı her şeyin sayısını, Varlığı kâinattaki
her şeyi bütün ayrıntılarıyla ve noksansız bilen, sonsuz da olsa
tek tek her şeyin sayısını bilen, her şeyin hesabı katında olan, iyilik eden,
ihsan eden, hayırsever" demek.
NAMAZDA
DUA: الدعاء Dua
kelimesi, “çağırmak,
seslenmek, istemek; yardım talep etmek” mânasındaki da‘vet ve da‘vâ kelimeleri
gibi masdar olup, “küçükten büyüğe, aşağıdan yukarıya vâki olan talep ve niyaz”
anlamında isim olarak da kullanılıyor.
Ayrıca Allah’a sunulacak
talepleri sözlü veya yazılı olarak dile getiren metinlere de dua denilmiş.
İslâm literatüründe ise Allah’ın yüceliği karşısında kulun aczini itiraf
etmesini, sevgi ve tâzim duyguları içinde lûtuf ve yardımını dilemesini ifade
ediyor. Arapça’da kullanıldığı edatlara göre bir kimse için hayır duada veya
bedduada bulunmak mânalarını da taşıyor.
Buna göre DUA: “Kulun
bütün benliğiyle yüce yaratana yönelerek ondan istek ve dilekte bulunması”, NİYAZ: “Allah’a yalvarıp yakarma, dua
etme anlamında bir tasavvuf terimi”, MÜNÂCÂT:
“Klasik Şark edebiyatlarında konusu Allah’a yakarış olan manzumelerle bunların
bestelenmiş şekillerine verilen ad” ve BEDDUA:
“Bir kimsenin başına kötü şeyler gelmesi için yapılan dua” demek oluyor.
Duanın ana hedefi insanın Allah’a halini arzetmesi ve
O’na niyazda bulunması olduğuna göre burada duanın kul ile Allah arasında bir diyalog anlamı taşıdığı açık.
Bunun gerçekleşmesi için önce Allah insanı kendi varlığından haberdar etmiş,
insan da varlığını benimsediği bu yüce kudret karşısında duyduğu saygı ve ümit
hisleri sebebiyle kendisinden daha üstün olanla irtibat ihtiyacını duymuş.
Dua böyle bir irtibat
neticesinde insanın bir taraftan kendi ihtiyaç ve eksiklerinin telâfisini,
diğer taraftan daha mükemmele ulaşmasını hedefleyen bir diyalog vasıtası. Bir
başka söyleyişle dua sınırlı, sonlu ve âciz olan varlığın sınırsız ve sonsuz
kudret sahibi ile kurduğu bir köprü oluyor. [8]
Asıl ve en yaygın olanı yalvarıp yakarma. Bu tür duada insan bir kötülükten
kurtulmayı veya bir iyiliğe kavuşmayı diler. Diğer bir tür de şükür ve hamdetme.
Bu ise kabul ettiği bir dilek ve istekten dolayı rabbinin üstün vasıflarını
sayarak yüceltmekle oluyor. Bu yüzden şükür ve hamd genelde yalvarış duasının
başında yer alıyor.
Kur’ân-ı Kerîm’de yirmi yerde
geçen dua kelimesiyle birlikte bazı âyetlerde da‘vâ ve da‘vet kelimeleri de
aynı anlamda kullanılmış; ayrıca pek çok âyette dua kökünden fiiller yer almış.
Bu âyetlerde dua ve türevleri Allah’a yakarma, istek ve ihtiyaçlarını arzederek
O’nun lutfunu dileme, çağırma, seslenme, davet etme, ibadet etme, yardıma
çağırma, bir durumu arzetme, Allah’ın birliğini tanıma, isnat ve iddia etme
anlamlarında kullanılmış. [9]
Dua ve türevleri bu anlamlarıyla hadislerde de sık sık tekrar edilmiş. [10] İbn Manzûr, dua etmenin başlıca üç şeklinin bulunduğunu belirterek bunları şöyle sıralamış: 1. Allah’ın birliğini dile getirme ve O’nu övgüyle anma. 2. Allah’tan af, merhamet gibi mânevî isteklerde bulunma. 3. Allah’tan dünyevî nimetler isteme. [11]
Aynı
müellif, genellikle “Yâ Rabbi, Allahım” gibi hitap ve çağrı ifadeleriyle
başlayan veya Allah’ı övgüyle anan her sözün -içinde bir dilek ve istek
bulunmasa da- dua olduğuna işaret ederek buna Hz. Peygamber’in arefe günüyle
ilgili bir hadisinde geçen, “Arefede benim duam ve benden öncekilerin duası ‘Lâ
ilâhe illallāhü vahdehû lâ şerîke leh lehü’l-mülkü ve lehü’l-hamdü ve hüve alâ
külli şey’in kadîr’ sözüdür” şeklindeki açıklamasını delil göstermiş. Bundan
dolayı tehlîl (lâ ilâhe illallah), tahmîd (elhamdülillâh) gibi dinî ifadelere de
İslâmî gelenekte dua denildiğini hatırlatıyor.
Nitekim Kur’ân-ı Kerîm’de de
(Yûnus 10/10) müminlerin cennetteki dualarının Allah’ı tâzim ve tenzih
sözleriyle (sübhânekellāhümme) başlayacağı, yine onların dualarının övgü
sözleriyle (el-hamdü lillâhi rabbi’l-âlemîn) biteceği bildirilmiş.
Râgıb el-İsfahânî, sözlük anlamıyla dua kelimesinin nidâ ile anlam yakınlığı
olmakla birlikte ıstılahî mânadaki duada daima tâzim ve tâzimle birlikte
istekte bulunma anlamının mevcut olduğuna dikkat çekmiş. [12]
Meselâ namaz sonrası eller kaldırılıp dua ediliyor. Hanefi
mezhebine göre, diğer
mezheplere göre de farz ile sünnet, sünnet ile farz arasında dünya kelamı
konuşmak mekruh. Ancak dua yapmak, Allah’ı zikretmek, Peygamberimize (sav)
salâvat getirmek mekruh değil.
Bu yüzden duaya, Allah’a hamdu
senalar ederek, peygamber efendimize salat-u selam getirerek başlanıyor:
“Elhamdülillahi Rabbil’âlemîn. Vessalâtû vesselâmü alâ
resûlinâ Muhammedin ve Âlihî ve Sahbihî Ecmain”
“Alemlerin rabi olan Allah'a hamd olsun. Resulullah
Efendimize ve O'nun âline ve ashabına salât ve selâm olsun.”
Özellikle farz namazdan sonra
yapılan dua, Peygamber Efendimiz (asm) tarafından müstecâp (makbûle şâyân)
duâlar arasında sayılmış. Hadis-i şerifte, “Beş vakit farz namazdan sonra yapılan dua
kabul olur” buyurulmuş. Nitekim bir
gün Resûl-i Ekrem Efendimiz’e (asm) soruldu ki: “Ya Resûlallah! Hangi dua
makbuldür?” Peygamber Efendimiz (asm): “Gecenin
son kısmında ve beş vakit namazların arkalarında yapılan dualar makbuldür” buyurmuş.
Duayı, içten, dünya
meselelerinden uzak ve yarı hüzünlü şekilde yapmak önemli.
Dua en nihayetinde Saffat suresi son üç ayeti ile
bitiriliyor:
“Sübhâne rabbike rabbil’izzeti ammâ yesıfûn. Ve selâmün alel’murselîn. Vel’hamdülillâhi rabbil’âlemîn” (Saffat/180,181,182).
“Senin
Rabbin; kudret ve şeref sahibi olan Rab, onların nitelendirdiği şeylerden
uzaktır, yücedir. (180) Peygamberlere selam olsun. (181) Hamd, âlemlerin Rabbi olan Allah'a mahsustur. (182)”[13]
“(180) Mutlak izzet sahibi olan rabbin, onların
yakıştırdığı nitelemelerden münezzehtir. (181) Bütün peygamberlere selâm olsun!
(182) Ve âlemlerin rabbi olan Allah’a hamdolsun.” [14]
“İzzet sahibi Rabb’in onların nitelendirdikleri
şeylerden yücedir. Selam olsun elçilerimize! Hamd ve şükür âlemlerin Rabb’i
Allah’adır.” [15]
Ve “El-Fâtiha” deniyor.
Böylece son olarak euzü-besmele ile Fatiha suresi okunuyor, bittiğinde de “Âmin!” (Duamı kabul et. Duamın kabul olacağına inanıyor, güveniyorum) diyerek eller yüze sürülüyor.
[1] (İbnü’l-Esîr, en-Nihâye, “ḥṣy”
md.; Lisânü’l-ʿArab, “ḥṣy” md.)
[2] (Nüzhetü’l-aʿyün,
s. 118-119)
[3] (M. F.
Abdülbâkī, el-Muʿcem, “ḥaṣy” md.)
[4] (Teʾvîlâtü’l-Ḳurʾân,
vr. 768b)
[5] (“Daʿavât”,
82)
[6] (Buhârî,
“Hibe”, 15; Müslim, “Zekât”, 88)
[9] (bk. M.
F. Abdülbâkī, el-Muʿcem, “dʿav” md.)
[10] (bk.
Wensinck, el-Muʿcem, “dʿav” md.)
[11] (Lisânü’l-ʿArab,
“dʿav” md.)
[12] Kaynak
<https://islamansiklopedisi.org.tr/dua#2-islamda-dua>
[13] Kaynak <https://kuran.diyanet.gov.tr/mushaf/kuran-meal-2/saffat-suresi-37/ayet-182/diyanet-isleri-baskanligi-meali-1>
[15] Beyânu’l-Hak,
Prof.Dr.Zeki Duman, 2.cilt sayfa 156
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder