25 Mart 2019 Pazartesi

25 Mart 2019 Pazartesi 15:00 İİTİAksaray'da..........................................Boşluk içinde

Boşluk içinde
24 Temmuz 1975, Gerede

İmtihanlarım bittikten sonra Susurluğa döndüm. Geçirdiğim beş gün çok tatlı geçti. Gerek ailemle olan iyi ilişkilerim gerekse yeni aldığımız mobilet iyi vakit geçirmemi sağladı.

1 Temmuzda İstanbul'a döndüm. Son imtihanı da verdikten sonra Gima işini takibe başladım. Fakat olmadı. On gün sonra Ankara'dan Koca Mustafa Paşa şubesinin tamamen dolduğu, kadro kalmadığı haberi geldi. Fakat Eylülde açılacak Selamiçeşme şubesine ilk tayinler biz olacakmışız.

Dert etmedim. Böylelikle Gerede'deki kampın ilk devresine gidebilecektim. Kamp Ağustosa kadar sürecek. Kamptan sonra tekrar memlekete gidip yirmi gün sonra tekrar döneceğim. İnşallah bu sefer bir aksilikle karşılaşmam. Çünkü çalışmam gerekiyor. Tek endişem Selamiçeşme karşıda olduğu için okula uzak kalması. Bakalım, inşallah hayırlısı.

Şimdi Gerede'nin kuzeyinde köknar ağaçlarının içinde nispeten kuytu bir düzlükte ona yakın çadır ve 40 civarında arkadaşla beraber kamp yapıyoruz. Bugün kampın 14. günü.

Kampta genel olarak spor, yürüyüş, kültür faaliyetleri, dini sohbetler, mutfak ve temizlik işleri ile beş vakit namazla vakit geçiyor. İlmihal ve siyer-i nebi konusunda epey şey öğrenmiş oldum. Yemeklerimizi gruplar halinde sırayla kendimiz yapıyoruz. Arada bir oralı insanlardan taze süt, yoğurt, peynir, yumurta gibi şeyler geliyor. Hemen aşağıda buz gibi bir pınar var. İçtiğimiz su oradan. Sabah serininde o soğuk suda abdest almak adamı çivi gibi yapıyor.

Cuma günleri namaz için daha yukarımızdaki tepede bulunan B kampı ile birlikte Gerede'ye iniyoruz. Gerede halkı genelde dindar, mazbut insanlar. Kadınlar kendilerine özgü bir örtü kullanıyorlar. Geçenlerde buraya gelen Ecevit pek hoş karşılanmamış. Basında Gerede hadiseleri denilen şeyler olmuş. 

Kamp Temmuz sonu bitecek. Bir haftamız kaldı. İstanbula vardıktan ve işlerimi hale yola koyduktan sonra hemen memlekete gideceğim. 20 gün kadar orada ailemle kalmak hem onlara hem de bana çok iyi gelecek. Önümüzdeki dönem artık üçüncü sınıf oluyorum. Yarıyı geçtim sayılır. Bu gidişle okul yaralı bereli de olsa nasıl olsa bitecek gibi görünüyor.

23.8.1975, Boşluk içinde

İstanbul'a döndüm. Bir boşluk içindeyim. Derslerim berbat. Hatta bir tanesi var ki bir kere daha kalırsam okuldan atılabilirim.

Saatin kaç olduğunu bilmiyorum. Ama gecenin hayli ilerlemiş bir yarısı olduğu muhakkak. Uyuyamadım.

Aslında bu halime şaşmıyor değilim. Uykuyu çok seven ben serin yaz akşamlarında uyumak istemiyorum. Canım sıkılmasa bütün gece yurt avlusunda oturup düşünmek geliyor içimden.

Düşünmek !..Evet ama neyi ? Ve neden ? Her zaman olduğu gibi kendimi hayatın içinde bulmak ve hemen bir saniye sonra değişebilecek kadar isabetsiz istikametler hayal etmek için mi ? Büyük hayaller, güzel rüyalar, tatlı düşler !..Aç tavuk kendini darı ambarında sanırmış, o hesap. Düşündüğüm şeylerin hiç de hakikatlerle ilgisi yok. Bazen bunlara kendimi o kadar kaptırıyorum ki davranışlarımda bu havayı gören arkadaşlarım da gerçekten bir şey (!) olacağımı zannediyor.

Her neyse…Neler oldu ? Şu andaki halim nedir ve neler olacak ? Meşhur muhasebemizi yapalım.

Eylül imtihanlarım yaklaşıyor. İstatistik imtihanıma bir ay kaldı. Şimdiye kadar -ona da çalışmak denirse- sadece iki dersime çalıştım. Gerçi 6 ders içinde sadece önemli olan birinci sınıftan dersim 'Medeni hukuk' ama ona da halen yeterince çalıştım diyemem. Korkuyorum. Bu hakkımı da veremeyip okuldan atılmak; ne korkunç ! Yok, bu ihtimali aklıma getirmek istemiyorum ama soğuk nefesini de ensemde hissetmiyor değilim.

Gima meselesini bıraktım. Çok ayıp oldu belki ama Ali Rıza beyin yanına gidip 'Ben bu işi bıraktım, çalışmak istemiyorum' demek ağır geliyor. Bir vesileyle karşılaştığımız zaman nasıl olursa bir yol bulur izah ederim. Şimdilik o cesaretim yok. Bu akşam Rüştü abinin benimle görüşmek istediğini haber aldım. Beni kolay kolay bırakmayacakları belliydi. Beklemeliydim. Mümkün olursa yarın görüşeceğim. 

Ziya geçen gün İstanbul'a geldi. Yıldız Devlet Mühendislik ve Mimarlık akademisi İnşaat Mühendisliğini kazanmış. Kaydını beraber yaptırdık. Bir de Temel gelirse Vakıflar yurdunda üç kafadar oluruz. Bu arada benim de işlerim yoluna girer inşallah.

18.9.1975, Vakıflar yurdu, Fatih

Mali durumum şimdilik iyi fakat yakında aynı şeyi söyleme imkanım olmayacak. Çünkü imtihan harçları var. O zaman elimde para kalmayacak. Üstelik kasım ayına daha bir buçuk ay var. O zamana kadar herhalde boğazıma kadar borç içinde olurum. Şimdilik birkaç arkadaşa toplam 370 lira borcum var. 

Bu konuya girmişken başıma çok sık gelen ama son defasında oldukça enteresan bir hadiseyi anlatmalıyım:

Temelle Vakıflar yurdunda kalıyoruz. İkimizin de parası suyunu çekmek üzere. Sadece birbirimize bakıp yutkunuyoruz. Akşamdan beri bir şey yememişiz. Karnımız aç. Şimdiye kadar ortak harcadığımız birazcık para da bitti. Temel'de büyük bir tevekkül. Ben de sahte bir pişkinlik. Birini yakalasam borç alacağım. Fakat kesesi dolgun birini gözüme kestiremiyorum bir türlü. Zaten birkaç kişiden istediğim borç yüzünden yeterince yüzüm kızarmış durumda. 

Açlığımızı unutalım diye geziyoruz, oturuyoruz. Bir ara Fatih itfaiyesinin önündeki parkta otururken simitçinin camekanına takıldı gözlerimiz. Gayri ihtiyari birbirimize bakınca halimizin verdiği komiklik acı acı güldürdü ikimizi de. Hem de gözlerimizden yaş gelinceye kadar.

Tekrar yurda döndüğümüzde midemizdeki kıvranma son haddini bulmuştu. Fatih büstünün altında düşünceli düşünceli otururken çok samimi bir arkadaşımı, YİE'den yeni mezun oda arkadaşım Abdullah'ı gördüm. Gözlerim umutla parladı. Ona işaret ettim ve kendimin de hayretler içinde kaldığım müthiş bir soğukkanlılıkla borç para istedim. O da tam bir olgunlukla ve hemen istediğim parayı verdi. 

Temel 'le bayram ediyorduk. O Allah'ın bize yardım edeceğini önceden bildiğini, nasıl olsa böyle olacağını söyleyerek inancının doğru çıktığını söylüyordu. Ben de aynı fikirdeydim doğrusu.

O gün o parayla yediğimiz peynir ekmeği unutamam. Bize o kadar tatlı geldi ki bunu ancak aç olanlar anlayabilir. Aslında bu hadise bizim için iyi bir dersti. Paramızı bolken ihtiyatlı kullanmak böyle komik hallere düşmekten kurtarırdı elbet. Ama ne gezer, aynı tas aynı hamam. Müsrifliğim aynen berdevam. Eylülün başında aldığım 1500 lira onbeş gün içinde sır olup gitmişti. Ağustosun 25'inde İstanbul'a 1000 lira ile geldiğimi hesaba katarsak 20 günde 2500 lira para harcamak müsriflik değil de neydi ? Allah akıl fikir, sağlam irade versin insana.

Bir de karşı cinse alakam cidden tehlikeli şekilde artmaya başladı. Temel'le birlikte olduğumuz zamanlar vaktimizin çoğu benim bu zaafım üzerine tartışmakla geçiyor. Yanımızdan geçen her güzel kıza kim bilir nasıl bakıyorum ki bu Temel'i çok kızdırıyor. Doğrusu göründüğü gibiyse ona gıpta etmemek elde değil. Ona bakınca benim bu zayıflığım, diğer bütün arkadaşlarım içinde çok küçük düşürücü. Beni bu denli etkileyen şey seyrettiğim filmler olmalı. Başkaca sebep olarak artık belli bir yaşa gelmiş olmam da sayılabilir. Her erkeğin bir dişiye olan ihtiyacı duygusal hallerle karışınca ortaya böyle kuvvetli bir psikoloji çıkıyor işte. 

Muhakkak ki bir gün Allah izin verirse benim de bir eşim olacak. Ama kim olacak, ne zaman olacak ? Gördüğüm her kıza acaba nazarıyla bakmaktan kendimi alamıyorum. Bütün bu sorular da kafamı tırmalayıp duruyorlar. Temel'e sorarsan vakti gelinceye kadar bu işlerle ilgilenmemeye çalışmamalıyım. Vakit dediği evlenmeye her bakımdan hazır olduğum ve bunun çevremde gayet normal sayılacağı zaman. Yani şimdi değil, yarın da değil.

Şu anda kim bilir nerede, nasıl yaşayan bir kız. Ona bir mektup yazsam nasıl olurdu acaba ?..

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder