İmtihanlarım bittikten sonra Susurluğa döndüm.
Geçirdiğim beş gün çok tatlı geçti. Gerek ailemle olan iyi ilişkilerim gerekse
yeni aldığımız mobilet iyi vakit geçirmemi sağladı.
1 Temmuzda İstanbul'a döndüm. Son imtihanı da
verdikten sonra Gima işini takibe başladım. Fakat olmadı. On gün sonra
Ankara'dan Koca Mustafa Paşa şubesinin tamamen dolduğu, kadro kalmadığı haberi
geldi. Fakat Eylülde açılacak Selamiçeşme şubesine ilk tayinler biz
olacakmışız.
Dert etmedim. Böylelikle Gerede'deki kampın ilk
devresine gidebilecektim. Kamp Ağustosa kadar sürecek. Kamptan sonra tekrar
memlekete gidip yirmi gün sonra tekrar döneceğim. İnşallah bu sefer bir
aksilikle karşılaşmam. Çünkü çalışmam gerekiyor. Tek endişem Selamiçeşme
karşıda olduğu için okula uzak kalması. Bakalım, inşallah hayırlısı.
Şimdi Gerede'nin kuzeyinde köknar ağaçlarının içinde
nispeten kuytu bir düzlükte ona yakın çadır ve 40 civarında arkadaşla beraber
kamp yapıyoruz. Bugün kampın 14. günü.
Kampta genel olarak spor, yürüyüş, kültür
faaliyetleri, dini sohbetler, mutfak ve temizlik işleri ile beş vakit namazla
vakit geçiyor. İlmihal ve siyer-i nebi konusunda epey şey öğrenmiş oldum.
Yemeklerimizi gruplar halinde sırayla kendimiz yapıyoruz. Arada bir oralı
insanlardan taze süt, yoğurt, peynir, yumurta gibi şeyler geliyor. Hemen
aşağıda buz gibi bir pınar var. İçtiğimiz su oradan. Sabah serininde o soğuk
suda abdest almak adamı çivi gibi yapıyor.
Cuma günleri namaz için daha yukarımızdaki tepede
bulunan B kampı ile birlikte Gerede'ye iniyoruz. Gerede halkı genelde dindar,
mazbut insanlar. Kadınlar kendilerine özgü bir örtü kullanıyorlar. Geçenlerde
buraya gelen Ecevit pek hoş karşılanmamış. Basında Gerede hadiseleri denilen
şeyler olmuş.
Kamp Temmuz sonu bitecek. Bir haftamız kaldı.
İstanbula vardıktan ve işlerimi hale yola koyduktan sonra hemen memlekete
gideceğim. 20 gün kadar orada ailemle kalmak hem onlara hem de bana çok iyi
gelecek. Önümüzdeki dönem artık üçüncü sınıf oluyorum. Yarıyı geçtim sayılır.
Bu gidişle okul yaralı bereli de olsa nasıl olsa bitecek gibi görünüyor.
İstanbul'a döndüm. Bir boşluk içindeyim. Derslerim
berbat. Hatta bir tanesi var ki bir kere daha kalırsam okuldan atılabilirim.
Saatin kaç olduğunu bilmiyorum. Ama gecenin hayli
ilerlemiş bir yarısı olduğu muhakkak. Uyuyamadım.
Aslında bu halime şaşmıyor değilim. Uykuyu çok seven
ben serin yaz akşamlarında uyumak istemiyorum. Canım sıkılmasa bütün gece yurt
avlusunda oturup düşünmek geliyor içimden.
Düşünmek !..Evet ama neyi ? Ve neden ? Her zaman
olduğu gibi kendimi hayatın içinde bulmak ve hemen bir saniye sonra
değişebilecek kadar isabetsiz istikametler hayal etmek için mi ? Büyük
hayaller, güzel rüyalar, tatlı düşler !..Aç tavuk kendini darı ambarında
sanırmış, o hesap. Düşündüğüm şeylerin hiç de hakikatlerle ilgisi yok. Bazen
bunlara kendimi o kadar kaptırıyorum ki davranışlarımda bu havayı gören
arkadaşlarım da gerçekten bir şey (!) olacağımı zannediyor.
Her neyse…Neler oldu ? Şu andaki halim nedir ve neler
olacak ? Meşhur muhasebemizi yapalım.
Eylül imtihanlarım yaklaşıyor. İstatistik imtihanıma
bir ay kaldı. Şimdiye kadar -ona da çalışmak denirse- sadece iki dersime
çalıştım. Gerçi 6 ders içinde sadece önemli olan birinci sınıftan dersim
'Medeni hukuk' ama ona da halen yeterince çalıştım diyemem. Korkuyorum. Bu
hakkımı da veremeyip okuldan atılmak; ne korkunç ! Yok, bu ihtimali aklıma
getirmek istemiyorum ama soğuk nefesini de ensemde hissetmiyor değilim.
Gima meselesini bıraktım. Çok ayıp oldu belki ama Ali
Rıza beyin yanına gidip 'Ben bu işi bıraktım, çalışmak istemiyorum' demek ağır
geliyor. Bir vesileyle karşılaştığımız zaman nasıl olursa bir yol bulur izah
ederim. Şimdilik o cesaretim yok. Bu akşam Rüştü abinin benimle görüşmek
istediğini haber aldım. Beni kolay kolay bırakmayacakları belliydi.
Beklemeliydim. Mümkün olursa yarın görüşeceğim.
Ziya geçen gün İstanbul'a geldi. Yıldız Devlet
Mühendislik ve Mimarlık akademisi İnşaat Mühendisliğini kazanmış. Kaydını
beraber yaptırdık. Bir de Temel gelirse Vakıflar yurdunda üç kafadar oluruz. Bu
arada benim de işlerim yoluna girer inşallah.
Mali
durumum şimdilik iyi fakat yakında aynı şeyi söyleme imkanım olmayacak. Çünkü imtihan harçları var. O zaman elimde para kalmayacak. Üstelik kasım ayına daha bir buçuk ay var. O zamana kadar herhalde boğazıma
kadar borç içinde olurum. Şimdilik birkaç arkadaşa toplam 370 lira borcum var.
Bu konuya girmişken başıma çok sık gelen ama son defasında oldukça enteresan bir hadiseyi anlatmalıyım:
Temelle Vakıflar yurdunda kalıyoruz. İkimizin de
parası suyunu çekmek üzere. Sadece birbirimize bakıp yutkunuyoruz. Akşamdan
beri bir şey yememişiz. Karnımız aç. Şimdiye kadar ortak harcadığımız birazcık
para da bitti. Temel'de büyük bir tevekkül. Ben de sahte bir pişkinlik. Birini
yakalasam borç alacağım. Fakat kesesi dolgun birini gözüme kestiremiyorum bir
türlü. Zaten birkaç kişiden istediğim borç yüzünden yeterince yüzüm kızarmış
durumda.
Açlığımızı unutalım diye geziyoruz, oturuyoruz. Bir
ara Fatih itfaiyesinin önündeki parkta otururken simitçinin camekanına takıldı
gözlerimiz. Gayri ihtiyari birbirimize bakınca halimizin verdiği komiklik acı
acı güldürdü ikimizi de. Hem de gözlerimizden yaş gelinceye kadar.
Tekrar yurda döndüğümüzde midemizdeki kıvranma son
haddini bulmuştu. Fatih büstünün altında düşünceli düşünceli otururken çok
samimi bir arkadaşımı, YİE'den yeni mezun oda arkadaşım Abdullah'ı gördüm.
Gözlerim umutla parladı. Ona işaret ettim ve kendimin de hayretler içinde
kaldığım müthiş bir soğukkanlılıkla borç para istedim. O da tam bir olgunlukla
ve hemen istediğim parayı verdi.
Temel 'le bayram ediyorduk. O Allah'ın bize yardım
edeceğini önceden bildiğini, nasıl olsa böyle olacağını söyleyerek inancının
doğru çıktığını söylüyordu. Ben de aynı fikirdeydim doğrusu.
O gün o parayla yediğimiz peynir ekmeği unutamam. Bize
o kadar tatlı geldi ki bunu ancak aç olanlar anlayabilir. Aslında bu hadise
bizim için iyi bir dersti. Paramızı bolken ihtiyatlı kullanmak böyle komik
hallere düşmekten kurtarırdı elbet. Ama ne gezer, aynı tas aynı hamam.
Müsrifliğim aynen berdevam. Eylülün başında aldığım 1500 lira onbeş gün içinde
sır olup gitmişti. Ağustosun 25'inde İstanbul'a 1000 lira ile geldiğimi hesaba
katarsak 20 günde 2500 lira para harcamak müsriflik değil de neydi ? Allah akıl
fikir, sağlam irade versin insana.
Bir de karşı cinse alakam cidden tehlikeli şekilde
artmaya başladı. Temel'le birlikte olduğumuz zamanlar vaktimizin çoğu benim bu
zaafım üzerine tartışmakla geçiyor. Yanımızdan geçen her güzel kıza kim bilir
nasıl bakıyorum ki bu Temel'i çok kızdırıyor. Doğrusu göründüğü gibiyse ona
gıpta etmemek elde değil. Ona bakınca benim bu zayıflığım, diğer bütün
arkadaşlarım içinde çok küçük düşürücü. Beni bu denli etkileyen şey seyrettiğim
filmler olmalı. Başkaca sebep olarak artık belli bir yaşa gelmiş olmam da
sayılabilir. Her erkeğin bir dişiye olan ihtiyacı duygusal hallerle karışınca
ortaya böyle kuvvetli bir psikoloji çıkıyor işte.
Muhakkak ki bir gün Allah izin verirse benim de bir
eşim olacak. Ama kim olacak, ne zaman olacak ? Gördüğüm her kıza acaba
nazarıyla bakmaktan kendimi alamıyorum. Bütün bu sorular da kafamı tırmalayıp
duruyorlar. Temel'e sorarsan vakti gelinceye kadar bu işlerle ilgilenmemeye
çalışmamalıyım. Vakit dediği evlenmeye her bakımdan hazır olduğum ve bunun
çevremde gayet normal sayılacağı zaman. Yani şimdi değil, yarın da değil.
Şu anda kim bilir nerede, nasıl yaşayan bir kız. Ona
bir mektup yazsam nasıl olurdu acaba ?..
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder