9 Mart 2018 Cuma

09 Mart 2018 Salı 00:30 LİSE HATIRALARI...............................Lise bir yokuşu

Lise bir yokuşu

Lise I.sınıfa Balıkesir Lisesinde 25 Eylül 1970'te kayıt oldum. Şubemiz I-G idi. Spor salonu tarafında kantine yakın koridorun en dibinde arka bahçeye bakıyordu. 

O yıl bende iz bırakan iki hoca ve çoğu yatılılıkla ilgili bir çok anımı hatırlıyorum.

Mesela Edebiyat hocamla aram çok iyiydi. Öztürkçe kullanmamızı teşvik eder, sınıfa TDK'nun yeni kelimelerini asardı. Nazmi Alp hocayla da bu yüzden çok ters düşerler, biz de arada kalırdık. 

Edebiyat hocam, bir kompozisyon sınavında yazdığım "İstanbula boğaz köprüsü yapılırken…" başlıklı yazıma tam 10 puan vermişti. Konusu, ülkede bir taraftan boğaz köprüsü yapılırken, diğer yanda Anadolunun bir köyünden sırtında hasta ninesini şehre götüren bir gencin hikayesiydi. Hem konu, hem içerdiği çelişki ve de kullandığım öztürkçe kelimeler demek ki tam da onun istediği şeydi. Bu yüzden beğenmişti yazımı.


Yeni genç kimya hocamız Meral Kurudere'yi ise ilgiyle dinlerdik. Ders anlatırkenki ona özgü zarif hareketleri, al al kırmızı yanakları bize ve dersine düşkünlüğünü unutamam. 

Lise bir, belki 20-30 kişinin ahşap ranzalı odalarda kaldığı binanın üst katındaki yatakhanede geçti. Nazmi hoca gibi, bekar hocalar da aynı yatakhanede kalıyorlardı. 

Onun akşamları yatma saati geldiğinde "kaybol !" sesi duyulunca koridorda kimse kalmaz, ışıklar söner, herkes yatağına gömülürdü. 

Sabahları da ahşap ranzalara vurulan "Tak, tak, tak…" sesleriyle uyandırılırdık. Hemen kalkar, havlusunu kapan tuvaletlere koşardı. Çünkü sabah mütalaası için sadece yarım saatimiz olurdu. 

Asker usulü yatağımızı düzeltir, giyinip hazırlanır, kitabımızı defterimizi alır aşağı sınıflara inerdik. Arkamızdan da yatakhane koridoru kapıları kilitlenirdi hemen.

Sabah mütalaası bir saat sürerdi. Sonra, saat 7 de kahvaltı için aşağıya, bodrum kattaki yemekhane kapısına yığılırdık hepimiz. Kahvaltıda tatsız tuzsuz kazan çayını içmek, yeşillenmiş yumurtaları, kötü zeytin ve tabağa konulan sıvı tahinleri yemek zorundaydık.  Aksi halde aç kalırdık. Çünkü, kendi tayınıyla doymayıp, artanları bile masa masa dolaşarak toplayıp yiyen iştahlı arkadaşlarımız ve abilerimiz vardı.

Dersler bitip, okul bize kalınca birkaç kafadar arkadaş akşam mütalaasına kadar kendi icadımız olan bir oyunla vakit geçiriyorduk. Dışarda bir kenarda pinpon masası vardı. Tabi ne file var ne de raket, top. Nerden bulduysak yumruk büyüklüğünde plastik bir topla  iki tahta parçası bize o masa üzerinde garip bir eğlence fırsatı veriyordu. Tahtaların çıkardığı "Tak, tuk" sesleri ile bizim çocukça şamatamız birbirine karışıyordu. O kadar dalıyorduk ki oyuna baş mümessiller bizi sopayla mütalaa salonuna götürüyorlardı.

Hafta sonları en büyük eğlencemiz 4 film birden sinemaya gitmekti. Sabah 10'da girdiğimiz  sinemadan akşama doğru saat 6'da çıkıyor, karanlığa alışmış gözlerimiz ve sarhoş kafamızla dilimiz çıka çıka yokuşu tırmanıyorduk. 

Mütalaaya yetişemezsek nöbetçi hocadan dayak yemek üstüne kaymak oluyordu çünkü.

Akşam mütalaaları arada yemek olmak üzere iki taneydi. 

Minderlerimizi alıp, şıpıdık terliklerimizle mütalaaya inerdik. Her küçük sınıfın öğretmen masasına bir 6. sınıf abisi otururdu. Biz ödevlerimizi yaparken o da kendi dersini çalışırdı bizimle beraber. O bize susun, çalışın dese de biz en ufak fırsatı kaçırmaz ders kaynatır gibi hemen bin türlü yaramazlığı yapardık. Nöbetçi hocalar elinde sopayla dolaşırlardı. Tabi anında ses soluk kesilirdi. Özellikle Kaymak Hasan'dan çok korkardık.

O sene böyle şeyler ve bunalımlar içinde geçti. Eskiden iftiharlar getiren yılmaz şimdi bir dönemde 2 zayıf birden getirmişti. Ders başına çöktüğümde aklımı tam manasıyla veremiyor, nefsime yenilerek eğlenceye dalıyordum. Yine de ikinci dönem iki zayıfı da kurtararak bitirebilmiştim.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder