31 Ocak 2018 Çarşamba

31 Ocak 2018 Çarşamba 08:59 IŞIK DURAKLARI.........................Mescid-i Haram

Işık durakları

Mescid-i Haram


‘Kabe’ nin arapçada kelime anlamı "dört köşeli ve küp şeklinde bir nesne" demekmiş. 

Zaten batı dillerindeki "Cube" (Küp ) kelimesinin kökeni de Arapça'daki "Kabe" kelimesine dayanmaktaymış. 

Küp şekli geometrik olarak her yüzeyinde 4 eşit kenarlı yüzey (kare) olan ve toplam 6 yüzeyden oluşan üç boyutlu geometrik şekil olarak tanımlanıyor.

Zaten Kâbe`nin kendisi de penceresiz, üstü kapalı, tek kapılı bir bina. Kur`ân`ın verdiği bilgiye göre Kâbe ‘Beytullah’tır, yani Allah`ın evidir.

Ayrıca "kâbe" arapça bir kelime olarak, kalb ile aynı kökten geliyormuş. Şekli hem yuvarlak hem de köşeli olabilen gibi bir anlamı varmış. Bazı Etimolohjik araştırmalar “Kabe, kıble ve Kybele’ kelimelerinin birbiriyle ilişkisi olduğunu iddia etmekteymiş. Belki ‘Habil’ ile ‘Hubal’ın, ‘Kabil’ ile ‘Kybele’ nin de birbirleriyle alakası vardır. Bunda şaşılacak bir şey yok. Nesilden nesile aktarılan bazı kutsal değerlerin nasıl olup da asıl manasından saptığını ‘kulaktan kulağa’ oyunu bile açıklar.

Kabe ile birlikte sözü geçen önemli bir isim de ‘Mescidi haram’dır. Mekke'de Kâbe'nin de içinde bulunduğu alanı çevreleyen büyük mescit demek oluyor. Halk arasında Harem-i Şerif de deniyor. "Harem" denilmesi bu ibadet yerine saygının zorunlu olması sebebiyle. Hürmetli Mescid anlamına gelen bu ifade Kur'an'da tam 16 ayette yer alıyormuş. [1]

Mescid-i Haram, Peygamberimiz (sav) 'in devrinden itibaren zaman zaman tamir edilmiş veya yeniden yapılmış. Kâ'be'nin çevresindeki revaklı, kubbeli kısım Osmanlı Padişahı II. Selim zamanında, mescidin son genişletilmeleri ise Suudlular tarafından yapılmış.

Safta birlikte oturduğum birileri konuşurken kulak misafiri olmuştum: Aralarında daha bilgili, tecrübeli olduğu anlaşılan  zata sordular: 'Hocam eskiye nazaran kabenin bu halini nasıl görüyorsunuz ?' Dedi ki: 'Haremi mahzun, hapsolmuş, esir görüyorum. Etrafındaki yüksek yapılar yokken burayı, minarelerini görürdük. Heybetliydi. Şimdi öyle değil.'

Düşündüm de haklı galiba. Ama bu kadar fazla sayıda insanı burada misafir edebilmek te zor iş doğrusu. Herhalde ihtiyaçlar da zorluyor ki harem bölgesi bu kadar betonlaştı. Şu anda umrenin en tenha zamanıymış. Ancak yine de belki bir milyon insan var. Hem kabenin hem  de çevresindeki dört katta 7/24 durmadan tavaf yapılıyor. Her yer insan seli.

Zaten zemzem kuyusundaki inşaat nedeniyle kabe çevresi daraltılmış durumda. Birkaç gündür ihramlı olmayan erkekleri tavafa almıyorlar. Sadece ihramlı erkekler ve kadınlar kontrollü olarak tavaf yapabiliyor.

Mescid-i Haram'da kılınan namazın diğer mescidlerde kılınan namazlara göre daha sevap [2] olduğu nakledilmiş. Haremde namaz kılacak yer bulmak bile zor. Bu nedenle genişletme, kapasiteyi arttırma, ihtiyaçları ve güvenliği sağlama amaçlı yapılaşmalar haklı gibi duruyor. Yine de aslı muhafaza ve estetik açıdan yapılan eleştiriler de haklı olabilirler.

Anlatıldığına göre kabenin gökte melekut aleminde bir aslı varmış. Adem yeryüzüne indirildiğinde bir benzerini istemiş. Melekler de Allahın izniyle yapıvermişler. Böylece gökte melekler yeryüzünde insanlar sürekli aynı izdüşümde tavaf edip duruyorlar beytullahı.

Sonraları bu bölgeden başta Nuh tufanı olmak üzere bir çok sel suyu kabe’den iz bırakmamış. Ne zaman ki İbrahim cariyesi  Hacer ile oğlu İsmaili buraya yerleştirmiş. Zemzem suyu nedeniyle insanlar artık yollarını buradan geçirir olmuşlar. İlk Yemen tarafından bir kabile gelip yerleşmiş bu ıssız mekana. İsmail de onlardan bir kızla evlenmiş. Böylece araplar bölgede çoğalmışlar.

İbrahim’in Urfa'dan Filistin'e oradan Mısıra geldiği anlaşılıyor. Karısı Sare ile ilgili bir alıkonma olayı sonrasında olağanüstü bazı olaylar cereyan etmiş. Allahın onu bu şekilde yine koruması sonucu, firavun sarayından kendisine Hacer validemiz cariye olarak verilip Mısırdan çıkarılmış.

İsmail işte habeş ya da kıptı olması muhtemel saray cariyesi Hacer annemizden olmuş. Bunun üzerine Sare kıskançlık göstermiş ve Hacer'le oğlunu istememiş. Hz. İbrahim bunun üzerine Allah'ın yönlendirmesi ile daha önce bilmediği bir vadiye, kabenin olduğu yere getirmiş onları.

Mekke'nin bulunduğu yer o zamanlar ıpıssız bir yer. Kadını ve küçük çocuğunu orada bırakmış ve dua etmiş onlara. Bir müddet sonra erzakları tükenmiş tabi. Hacer annemiz su bulmak ya da herhangi bir yardım olur mu diye iki tepe arasında bir süre koşturmuş. Bu sırada İsmail'in topuğunun bulunduğu yerde bir su çıkmış. Hacer annemiz suyun akmasını önlemek için kendi diliyle "Zam zam, zam zam !" (akma ! akma !) diyerek çabalıyormuş. Elleriyle küçük bir gölcük yapmış suyun önüne.

Artık hayatları için en elzem su ve hurmaları varmış. Suyun olduğu yerde kuşlar da olur. Nitekim Yemen tarafından gelen bir kervan kuşları görmüş. Birisini göndermişler. Kuş varsa su da vardır diye. Gerçekten de bakmışlar ki; bir su başında yalnız bir anne ve oğlu. "Biz de burada kalabilir miyiz ?" demişler. Hacer de "Suya sahip çıkmamak şartıyla olur" demiş.

İşte bu yemenli kabilenin kızıyla evlenen İsmail arapların atası olmuş. Bu arada İbrahim de arada onları ziyarete geliyormuş. Bir gelişinde kurban hadisesi yaşanmış. Büyüyüp delikanlı olan İsmail'le bir başka seferinde yıkılıp kaybolmuş kabeyi yeniden yapmışlar. Böylece kabe arapların ve gelip giden kervanların uğrak yeri, ticaret pazarı ve yerleşim alanı olmuş.

İbrahim'in ikinci oğlu, Kur'an da Sare'ye müjdelendiği anlatılan İshak ise belki 40-50 sene sonra doğmuş olmalı. Ondan da Yakup ve İsrail oğulları türemiş. Bu nedenle kurban hadisesinin İshak'la ilgili olmadığı anlaşılıyor.

Hacerül Esvedin Hz.İbrahim ile oğlu İsmail tarafından Allahın emriyle kabenin temellerini bularak onu yeniden inşa ettikleri surada Ebu Kubeys dağından getirilip yerleştirildiği rivayet edilmiş. 

Muhtemelen volkanik bir taş ya da gök taşı parçası. [3]Cennet taşı olduğuna inanılıyor.  Peygamberimiz de ona selam vermiş, öpmüş ve saygı göstermiş. Biz de onun sünnetine uyuyoruz.

Kabenin tavaf başlangıç yönünde Rüknü Yemani köşesi var. Onun da selamlanması gerekiyor. Nedeni şu: Peygamberimiz burada Cebrail’i ve melekleri görmüş, onları selamlamış.  

İnsanlar tavafa başladığında melekler buna şahit olup dua ediyorlarmış. Bu yüzden bizler de 'BismillahiAllahüekber !' diyerek orayı selamlıyoruz. 'Allahım senin isminle başlıyorum. Sen birsin ve teksin' anlamında.

Rüknü yemaniden sonra kabe kapısı var. Biraz yüksekçe yapılmış. Herkes giremiyor. İnsanlar bu bölgeden itibaren hatim bölgesine kadar yoğunlaşıyor. Kabeye yaklaşmak, tutmak, el sürmek, öpmek ve elleriyle yaslanıp öyle dua etmek istiyorlar.

Hemen ilerde makamı İbrahim var. Hz. İbrahimin taş üzerine çıkmış ayak izi burada muhafaza ediliyor. Rivayet şu ki: Hz. İbrahim kabeyi onarırken bu taşı iskele olarak kullanmış. Hz. İbrahim bir taşı nereye koymak isterse bu taş havalanır onu oraya eriştirirmiş. İşte bu sırada ayak izleri taş üzerine çıkmış. Bu bir mucize. Mucizeler ancak Allah resulleri tarafından yapılabilir. Bu yüzden onun hatırasına Allah için iki rekat namaz kılmanın faziletine inanılıyor.

İbrahim makamından sonraki köşede hilal şeklinde bir duvar var. Buraya da 'hatim' deniyor. Tavaf sırasında buraya girilmiyor ama namaz sonrası burada namaz kılmak için büyük bir rağbet var. Çünkü burası kabeden sayılıyor. 

İlk kabe dikdörtgen şeklindeymiş. Sonraki zamanlarda seller nedeniyle yıkılan kabe onarılırken malzeme yetersiz kalmış. O yüzden şimdiki kare şeklinde küçülmüş. Kalan kısım böyle çevrilerek muhafaza edilmiş. Kabeden sayıldığı için içinden geçerek tavaf olmuyor. Ama yine kabeden sayıldığı için içinde namaz kılmaya çalışıyor insanlar.

Bir ara kabeyi seyrederken hacerül esvedin orada kalabalıkta ihramlı bir adamı top gibi 5-6 adam kadar arkaya fırlattıklarını görmüştüm. Adam eller, başlar üzerinden geriye kalabalık arasına düştü. Muhtemelen taşa yapışıp diğerlerini kızdırmış olmalı. Bizim baktığımız yerden oradaki itiş kakış görülebiliyor.

Ben de imkan olsa buralara dokunur, öper, ellerimi dayayıp tövbe istiğfar eder, namaz kılmak isterdim. 

Bu nedenle adeta böyle bir aşkla davranıp yoğunlaşan insanları kınayamam. İnşallah dokundukları, öptükleri, dayandıkları, secde ettikleri binanın sadece ve sadece beytullah yani Allahın evi olduğunun, taşa toprağa secde etmediklerinin bilincindedirler. 

Burada aslolan Allahtır ve onun kutlu davetine icabet edilmiştir. Yani bizzat Allah'tır beytullaha anlam katan. Özünde ‘kıble’ ve ‘secde’ de Allaha dönmek ve yalvarmaktan ibaret değil midir ?

Yazmaya devam ediyorum…

Şimdi Kabe tam karşımda. Burası rüknü yemani köşesinin hizası. Osmanlı revaklarında yeşil avizenin altında Ümmü Hani'nin [4] evinin olduğu yer. Kabeyi ve etrafı seyretmeye çok uygun. Burada vakit geçirmek, seyretmek, dua etmek ve namaz kılmaktan hoşlanıyorum. Klima ve pervane de yok. Yalnızca karşımda kabe, üstümde sonsuz gökyüzü. Bir taraftan defterimi yazıp, bir yandan da etrafımı seyrediyorum…

Kabenin misafiri iken etrafta seyretmeye değer o kadar çok renkli ve değişik manzara var ki. Mesela kabenin etrafında bir gencin sırtında yaşlı babasıyla tavaf ettiğini görebiliyorsun. Farklı ülkelerden rengarenk giysiler ve örtülerle kadınlar oldukça fazla. Bebekleriyle bile gelenler var.

İhramlı küçük oğlan çocukları, uzun giysili başörtülü kız çocukları görülüyor. Aynı ailenin boy boy birkaç çocuğuyla tavaf ettikleri fark edilebiliyor. Engelli ve yaşlılar tekerlekli koltuklarda ya yakınları, ya da görevlilerce dolaştırılıyorlar. 

Mekke'nin kedileri bile buraya uymuş. Bu kadar kalabalık arasında onlar da nasiplerinin peşinde. Ve etrafta kur'an okuyan, dua eden, dinlenen, sohbet eden insanlar... Sade seyretmesi bile insanı irkiltmeye yetiyor.

Yüzlerce farklı takke, fes, başlık. Yüzlerce farklı giysi. Yüzlerce farklı beden. İbretlik muhteşem bir manzara bu. Biraz önümde akan bir nehir gibi insanlar tavafta. Yanımda yöremde kur'an okuyan, namaz kılan, dua eden, sohpet eden, kabeyi seyreden onca insan…

Kur’an okumak isteyenler için etraftaki dolaplarda bol miktarda kur'an var. Küçüğü, orta boyu, büyük boyu. Ancak bu Kur'anlarda cezim ve şedde kullanımı bizden biraz farklı. Yasin okumaya alışkın olunca insan zorlanmıyor. 

Kabe’de en çok da bol bol dua ediliyor. O an akla ve dile ne geldiyse onları: Kendine, ailene, çocuklarına, memleketime, müslümanlara dua..Selam gönderenlerin selamları, dua isteyenlerin duaları iletiliyor. Bazen de bu dualara ıslak gözler eşlik edebiliyor. 

Rabbim yapılan tüm duaları kabul etsin. Zira yalnızca ona güveniyor, ona inanıyor ve ona dayanıyoruz.

Genci yaşlısı, erkeği kadını, çocuğu bebeği, sakatı engellisi hepsi bir arada. Hepsi Allah'ın davetine uyup gelmiş. Burada bir ve bütün olmuşlar. Hepsi rabbin daveti üzerine burada, beytullahın misafirleri. Yüce mevlam parça parça olmuş islam dünyasını esirgesin. Zulüm payidar olmasın. Kan ve gözyaşı dursun. İslam memleketleri selamete çıksın. 

Üzerlerindeki tuzaklar, hesaplar onu kuranların ellerine, ayaklarına dolaşsın. Kazdıkları kuyulara kendileri düşsünler. Müslümanlar izzetlerini yeniden kazansınlar. Yolunda yürüyen idarecilerine de rabbim yar ve yardımcı olsun.

Kaamet ezanı okununca tavaf edenler Kabe’nin etrafında çabucak halkalar hainde saf tutuyorlar. Binlerce kişi birden kalkıp kabe imamının güzel okuyuşu eşliğinde namaz kılıyorlar. Hem de büyük bir lezzet alarak. Muhteşem bir hal bu.

Burada fatiha suresinden sonra daha uzun ve sesli bir 'Amiiinnn !' çekiliyor. Medine'de daha musikili bir 'Aaamiiinnn!' dinlemiştik. Sanırım güney asyalı müslümanların geleneği böyle. Biz de 'Aminn !' deriz ama çok yüksek sesle değil. Kısa ve öz. Kabede sanki biraz orta yol bulunmuş gibi.

Burada namaz kılmak gerçekten de bir başka. Sanırım bir sayfadan az değil imamın okudukları. Çok da etkili okuyorlar. 

Ruku'da, secdede, aralarda oldukça uzun duruyorlar. İster istemez insanın zihninden bir sürü dua geçiyor. Allahın huzurunda, beytullahın karşısında binlerce müslümanla aynı anda yüzbinlerce dua. Müthiş bir şey bu.

Artık gideceğiz. Bu namaz bir bakıma veda demek oluyor. İçimden bütün samimiyetimle "İnşallah yine geliriz, inşallah rabbim haccı da nasip eder" diye düşünüyorum. Mevlama çok şükürler olsun ki bize buralara gelip görmeyi nasip etti. 

Tavaf ettik, say yaptık, namaz kıldık, dua ettik. Bol bol kabeyi ve etrafımızı seyredip tefekkür ettik. Bunlar güzel anlardı. Ama her şey gibi buradaki zamanımız da bitti işte. İnşallah ziyaretimiz makbul, ibadetlerimiz ve dualarımız kabul olur.

Namaz sonrası elveda hatırası birkaç fotoğraf çektim, çektirdim. 

Bu sırada, kabe’yi son bir daha doya doya seyretmeye çalıştım. Tavaf eden insanları, binlerce müslümanın manevi buluşmasını zihnime sabitlemeye uğraştım. 

Kabeyle vedalaştım ve İsmail kapısındaki rampaya yöneldim. Çıkışta ve meydanda etrafıma hep "elveda" nazarıyla baktım. Ejyad yolu ve A.Aziz kapıları önündeki meydan adeta bir insan seli halindeydi. 

Baktığım her şeyde ve yerde sanki başka bir hal varmış gibi dikkatle hep "onu" aradım. Sevdiğim bir şeyi içer gibi, yer gibi, temiz havayı ciğerlerime çeker gibi baktım.

Sadece bir şey aklımda kalmıştı: 'Biz İbrahimin dilinden yapılan ilahi daveti duyup, Allahın beytini ziyarete gelmiştik. Lebbeyk ! sedası onun içindi. Geldik, gördük ve işte dönüyoruz. İnşallah sırtımızdaki kamburları atmışızdır. İnşallah dönüş heybemiz boş değildir.'



[1] Mescid-i Haram, emniyet ve güven yeridir, oraya giren güvendedir (Âl-i İmrân, 3/97) namazda Mescid-i Haram cihetine yönelinmesi (Bakara, 2/144-150), müşriklerin Mescid-i Haram'a sokulmaması (Tevbe, 9/28) emredilmiştir. Mü'minlerin burada savaş, Allâh yoluna engel olmak, Allah'a ve Mescid-i Harâm'a karşı nankörlük etmek ve Fitne'dan men edilmesi (Bakara, 2/217) ve burada savaşılması yasaklanmıştır (Bakara, 2/191). Mü'minlerin Mescid-i Haram'a gelmelerine engel olunmasının zulüm olduğu bildirilmiştir (Hac, 22/25).
[2] ‘Mescid-i Haram'da kılınan namaz diğer mescidlerde kılınan namazlardan yüz bin kat daha fazla sevaptır’ (İbn Mâce, Salat, 195).
[3] Bu konuda şöyle ilginç bir rivayet var. Hz. Ömer şöyle diyor: 'Ey hacerül esved ! Sen bir taşsın, biliyorum. Eğer Allah rasulünün seni öptüğünü, selam verdiğini ve hürmet gösterdiğini görmeseydim vallahi seni kırar parçalardım.'
[4] Ümmü Hâni: Kadın Sahâbîlerden. Ebû Tâlib’in kızı ve Hazreti Ali’nin kızkardeşi.  Peygamber efendimiz ( aleyhisselâm ) sekiz yaşından itibâren amcası Ebû Tâlib’in yanında büyüdüğünden O’nu çok iyi tanır ve öz kızkardeşi gibi severmiş. Onun istek ve arzusunu hiç geri çevirmezmiş. Hazreti Ümmü Hâni de, Peygamber efendimizi ( aleyhisselâm ) aynı şekilde sever ve ona hürmette kusur etmezmiş.
Peygamberimiz ( aleyhisselâm ) Hicretten bir yıl önce Taif dönüşü çok üzgün imiş. Her taraf düşman dolu olduğundan bir gece Ümmü Hânî’nin Ebû Tâlib Mahallesindeki evine gelmiş. “Amcan oğlu Muhammed’im, kabûl edersen, misâfir geldim” buyurmuş. Ümmü Hânî ( radıyallahü anha ): Senin gibi doğru sözlü, emîn, asil, şerefli misâfire can feda olsun. Yalnız teşrîf edeceğinizi önceden bildirseydiniz birşeyler hazırlardım. Şimdi yedirecek bir şeyim yok demiş. Peygamberimiz de( aleyhisselâm ) yiyecek içecek istemem. Rabbime ibâdet etmek, yalvarmak için bir yer bana yetişir, buyurmuşlar.Resûlullah ( aleyhisselâm ) o gün Taifte çok incinmişti. Abdest alıp yalvarmaya, af dilemeğe, kulların imâna gelmesi, se’âdete kavuşmaları için duâya başlamış. Çok yorgun ve üzüntülü imiş. Hasır üzerinde uzanıp uyuyuvermiş. Ümmü Hânî ( radıyallahü anha ) misafirine yer gösterip babasının kılıcını almış ve evin etrâfında dolaşmaya başlamış. İşte o anda Allahü teâlâ Cebrâil aleyhisselâmı gönderip resulünü davet etmiş. Resûlullahın ( aleyhisselâm ) mi’râcı bu gece bu evde olmuş.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder