28 Eylül 2014 Pazar

186 28 Eylül 2014 Pazar 20:15 İŞ DOKTORU......................................Şirket ayak oyunları

Şirket ayak oyunları


Sıkıntıları olan tepkili gençlere "İş hayatı böyledir, üzülme. Acımasızdır, vefası adaleti yoktur" derim. İnsanın köşelerini kırar, farklılıklarını eğeler. Uymazsanız kırılır, ufalanırsınız.  

İş ortamının genelliğinde, bireyin -varsa- üretkenliği kontrol edilmek istenir. Belki de fark üretebilecek kişi enerjileri böylece törpülenir, biter. Bireyin eleman/personel olması istenir. Bu da kurallar adına, şirket/kurum adına yapılır. Logo ya da marka yüceltilir.

Böyle ortamlarda çalışanın "insan" olarak bir önemi yoktur. İster işçi, ister memur, isterse yönetici olsun insan sadece çalışandır. Kendisinden bekleneni verdiği, sorun çıkarmadığı sürece de her şey mükemmel (!) görülür. Havaya aşılanan slogan şöyledir: "Her şey hizmet, her şey üretim için !" 
 
Bu doğru mudur ? Olup bitenlerin acaba başka bir açıklaması var mıdır ? Gerçekten böyle midir bütün iş hayatı ? Bu mahalle baskısının perde arkasında başka şeyler olabilir mi ?

İşin garip tarafı böyle bir yaklaşımın, bu ortamların doğru olmadığı da bilinir. Herkes şikayetçidir. Yine de "benim oğlum bina okur, döner döner yine okur" hesabı bu düzen kolay kolay değiştirilemez. Neden ?

Bütün bunların sonucunda aslında iyi bir ekip değil, aynı formayı giymiş mekanik piyonlar eğitilmiş olur. Köşeler yuvarlaklaşmış, dikkatini sadece hizaya girmek için harcayan kemiksiz yığınlar ortaya çıkmıştır. Verimsizliğin kaynağı da, insan kaynağının nitelik zaafiyeti de buradan gelir. 

Gelir de, kimsenin işine ta başından, "insan" dan başlamak gelmez. Çünkü, bu kararı verecek olanların, güç ve yetki sahiplerinin filldişi kuleleri mevcut sistemden beslenmektedir. Bu şekilde statükoları tehlikeye girecektir. Kaldı ki isteseler bile çalışan bir makinayı kimse üretim sırasında sil yeni baştan değiştiremez.

Bu yüzden "çevir kazı yanmasın" yöntemi uygulanır işte. Bir taraftan da verimlilik için, karlılık için ya da kalite için yeni yeni modeller denenir habire. Ancak, bütün pırıltılı sunumlara, yoğun çalışmalara rağmen "esas oğlan" ların özenle kenarda durdukları gözlenir. Maça girmezler, çözüme inanmazlar ve doğal olarak da onun için terlemezler.

En kolayı emir verince modelin uygulanabileceğini, verimlilik, karlılık ya da kalite hedeflerinin aşağıdakilerin işi olduğunu düşünmektir. Ya da şark kurnazlığıyla "bekle ve gör" politikası uygulamak. Deneme başarılı olursa sahiplenilecek, olmazsa birileri suçlanacaktır. Bu arada fildişi kulelerinde, koltuklarında statükolarının keyfini çıkarmaya devam ederler. 

Halbuki hangi çağdaş yönetim tekniğini, kalite sistemini, hatta mükemmellik modelini de uygulasanız boştur. Çünkü farkı oluşturacak olan şey; para, teknoloji ve sistemler değil, onları kullanıp üreten bizzat "insan"ın kendisidir. Şu an için daha iyisi olmayan sistem yaklaşımı ve ekip anlayışı  bile ancak insan kaynağındaki cevhere bağlıdır. İnsan ise bir makine değildir. Fizik varlığı kadar psikolojik, sosyolojik olguları, manevi ve moral değerleri de vardır. Bunları esas almayan, bunları dikkate almayan hiç bir başarının sürdürülebilirliği olmaz.

Peki, insan olarak değer verilmeyen, birey olmasına izin verilmeyen, üretken bir ekip üyesi bile olamayan çalışan ne yapar ? Doğal olarak geriye kalan şeyi yapmaya çalışır. Hizada kalmaya, ne ileri ne de geri olmamaya sarfeder enerjisini. Ayakta kalmaya, suyun altında kalıp boğulmamaya çalışır. Duraklayanı ezen, arkadan gelip öndekini iten, yerleşmek için yanındakini kakan bir kalabalıktır içinde olduğu. Uyar kalabalığa, gördüğü ayak oyunlarına katılır o da. 

Şimdi düşünün. Dürüst, çalışkan, iyi, kimseye zarar vermemeye çalışan bir "insan" bu ayak oyunlarına uyamazsa ne olur ? Mesela böyle ahlaki değerleri olan bir genç, etrafındaki/altındaki/üstündeki türlü numara karşısında ne yapar ? Herkes bilir ki hareketli, kendi içinde kaynayan bir kalabalıkta ayakta kalmak demek; iteni itmek, omuz atanı tekmelemek, çelmeleyeni düşürmek demektir. Yapmaz, yapamazsa ?..İncinir, üzülür, ezilir.

Dayatılan bu mobing karşısında sığındığı liman sabırdır. Ama sabretmek de kolay değildir. Acıya katlanmak gerekir. Bu arada çevresine uyumunu, insanlara olan inancını, saygısını da muhafaza etmesi gerekir, ama bu nasıl olacaktır ? 

Şayet sabretmeyi direnmek olarak uyguluyorsa o zaman işi çok daha zordur. Böyle bir durumda bana sorulsa yine de "Sabrın sonu selamettir" derim. Ama "bekleyen derviş çorbayı içer" diyemem. 

Zira bana göre; herşeye rağmen ahlaki değerlerini bozmayan bir çalışan, o ortamda kaybettiklerine karşılık kendisini kazanmıştır. Ona haksızlık yapılmış olsa bile o istikametini bozmamış, düşse bile düşürmemiştir. Yalan, dedikodu, sinsi numaralar, küçük hesaplar onun işi değildir. Adam gibi adam olmayı daima, mevkiye, menfaate tercih etmiştir. 

İnanıyorsa "Herkesin bir hesabı var, Allahın da..." der geçer kötülüklere. Çekiştirenlere rağmen Yunus Emre gibi dergaha düzgün odun getirebilmek, "her" kişinin değil ancak "er" kişinin yapabileceği bir şeydir çünkü.

Kızmaz kimseye. İçinde olduğu iş ortamının bu kültürü beslediğini bilir. Bütün bu acıların sorumluluğunun, eğilmiş bükülmüş insanların kabahatinin de, o fildişi kulelerde oturanlara ait olduğunu. 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder