3 Ocak 2021 Pazar

03 Ocak 2021 Pazar 22:30 CORONA GÜNLERİ.................................... Bindik bir alamete

Yeni yılın ilk günü

Her yeni yılın ilk günlerinde tarih konusunda sıkıntım olur. Mesleğim muhasebe ve mali konular olduğu için bu sık sık başıma gelmişti. Tarih bölümüne eski yılın tarihini attığımı bir süre sonra ancak fark ederim. Düzeltirim ama bu hata canımı da sıkar. 

Bugün de başıma geldi. 01.01.2021 yerine yine 01.01.2020 yazdım alışkanlıkla. Biliyorum ki birkaç gün içinde bu yeni tarihe de alışacağım. İnşallah 2021 yılına bilinç altında bir ayak direme değildir. Öyle ya da böyle o kayığa bindik bile.

Kayık dedim de çocukluğumda koca dere üzerinde bir sal olurdu. Çelik bir halat üzerinde hareket eden makaralı ahşap bir geçiş aracıydı. İnsanları, hayvanları ve eşyaları geçirirdi karşı kıyıya. Köprü yoktu o zamanlar. Bu işi yapan adam da birkaç nesildir babadan oğula geçmiş bir mesleği icra ediyordu. Elinde koca bir sırık salın hareketini kontrol eden o adam hala gözümün önünde. Şöyle bağırırdı kıyıdan hareket ettiğinde: “Eyy! Çıktık yola/Bakmayın sakın suya/Bindik bir alamete/Gidiyoruz kıyamete/Haydii! Ya Allah.”

İşte 2020 kıyısından 2021 salına bindik, gidiyoruz gari. Allahım kazadan beladan korusun. Çıkalım sahili selamete. Haydii! Ya Allah.

Dünya telaşı

Dün “İşte 2020 kıyısından 2021 salına bindik, gidiyoruz gari” diye bitirmişim. Bir de dua etmişim:“Allahım kazadan beladan korusun. Çıkalım sahili selamete. Haydii! Ya Allah” diyerek. Gerçekten öyleydi böyleydi derken 2021’in ikinci gününü de tamamlamak üzereyiz. Perşembeden bu güne ne değişti dünyamızda?

Dünyada corona tam gaz devam. Ülkemizde tedbirler işe yaradı, sayılar inişte. Ama galiba İngiltere kaynaklı mutasyonlu virüs bize de uğramış! Vaka sayısı 15. Bir yıldır bütün dünyayı saran virüsün bir kişiden çıkıp yayıldığını düşününce...Brrr! Gerisini düşünmek bile istemiyorum. Biz ondan kurtulmak istedikçe o habire şekil/kılık değiştirip üstümüze üstümüze geliyor galiba.

İnşallah yetkililer gereğini yapıyorlardır. Biz dünya meşgalesi ile uğraşa duralım. Çocuklar, torunlar, hastalıklar, güzel haberler, sürpriz olaylar. Ne derler? 32 kısım tekmili birden hepsi eve hapsolmuş küçük dünyalarımıza sığıyor. Bir devrile devrile kaynama hali, bir curcuna ki sormayın. İnsan şöyle bir kendine dışardan baksa bunca şeyin bir eve nasıl sığabildiğine şaşırır kalır. Bir de şöyle düşünün: bulunduğunuz şehirde, ülkede kaç ev varsa o kadar hikaye var. Bunu dünya ile çarpın…Akla ziyan bir hesap bu.

Ülke olarak Corona günlerinin 296.ncısındayız. Dünyada 380 gün geride kaldı. Bugün yani 2 Ocak itibariyle tüm dünyada 84,1 milyon vakaya ulaşıldı. Ölenlerin sayısı 1,83 milyonu (%2,2) bulurken 47,4 milyon (%56,4) kişi iyileşmiş. Ülkemizde ise bu güne kadar 2,23 milyon vaka kaydedildi. 21.295 kişi (%0,95) vefat etmiş durumda. İyileşenler ise 2,13 milyon (%95,5) olmuş.

Son üç günlük trende bakarsak günlük vaka sayıları: 14.380, 12.203,11.180 olmuş, azalma çok bariz. Aktif hasta sayıları 2.219,1.908,1.713 görünüyor, düşüş belirgin. Ölümler 239, 212 ve 202 olmuş. Burada da azalma var. Ağır hasta sayıları 3.918, 3.891, 3.764 olarak kayda geçmiş, çok şükür ki onlar da giderek küçülüyor.

Aşı çalışmalarının bu ayın ortalarında başlayacağı açıklanmış. Yerli aşı da Nisanda olabilirmiş. İnşallah diyelim. Umarım başarılı bir sonuç alınır. Bu arada başka başka belalar sarmaz başımızı. Öyle görünüyor ki en azından bahara kadar “TMM” tedbirlerine kesintisiz devam edilecek. Ama 2021’i bırakalım 2022’ye böyle girmek için mecal kalmadı. 

Yazma savaşım

Bu corona günlerinin bana bir faydası oldu. 298 gündür artan bir yoğunlukta yazabiliyorum. “Corona günleri” başlıklı günlüklerim orta boy bir kitap çapında oldu bile. Haftada bir Susurluk Reis gazetesine yazıyorum. Neredeyse 4 yıl oluyor. Gazete çıkmadığı birkaç hafta hariç her hafta yayınlandı. O da 185 yazı oldu. 

Üçüncü kitabım “Küçük/Büyük şeyler”ilk ikibuçuk yılın yazılarından ortaya çıkmıştı. Son bir yıldır tam 55 haftadır Susurluk için bir stratejik plan önerisi üzerine yazıyorum. Allah nasip ederse o da hacimli bir kitap olacak.

Onun dışında bazen şiir oluyor, bazen türküler üstüne yazılıyor bazen de farklı konularda denemeler. Corona günlerinden önce başlayıp ta yarım bıraktığım; “70’li yıllar” ve “Sürgün” isminde iki serim daha var. Biri belgesel tadında derleme, diğeri ise bir tür roman. İnşallah onlar daha iyi günleri bekliyor, tamamlanacak. Bugün “yzyorum.blogspot.com” adlı bloğuma baktım, oradaki yazılarımın sayısı da 822 olmuş.   

Facebook benim için vitrin görevi yapıyor. Zaten orası gençler terk edeli beri bizim gibi eski tüfeklere kaldı galiba. İnsanlar yazdıklarımı okusunlar istiyorum tabi ki. Ancak bakıyorum da insanlar bir iki paragrafı ancak okuyorlar. Söz gelimi face’i 10 kişi okumuşsa, oradaki linki tıklayıp Blogumdaki asıl yazımı okuyanlar sadece bir iki kişi. 

Bu sözde akıllı cep telefonlarından ancak bu kadar okunabiliyor herhalde. Çocuklarım bile uzun yazdığımdan şikayet ediyorlar. Kötü yazdığımı şimdiye kadar kimse söylemedi. Bu iş face gibi Bloglar gibi sanal dünyalarda böyleymiş deyip yine de klavyemi tıkırdatmaya devam ediyorum.

Yazmaya olan tutkumu başkalarının anlamasına ihtiyacım yok. Ben 30-40 yıldır içimde kalan bir hevesi gideriyorum. Devlette çalışırken işime o kadar bağlıydım ve o kadar çalışırdım ki kendime bile zaman ayırmazdım. Değil ki şiir yazmak, ya da bir konu üzerinde çalışarak yazı haline getirmek. Ama bakın şuna da inanırım; insan ne yaparsa yapsın içindeki yetenek ya da tutku işine yansır. İnşaatta çalışan biri gönlünün sarayını yapar gibi tuğlaları dizebilir, bir çöpçü Rembrandt’ın resim yapışı gibi çalışabilir, bir memur yazdığı raporu bir müzik eseri gibi tamamlayabilir…

Ben de çalışırken, toplantı yaparken, rapor çıkarırken, resmi yazılara cevap verirken ya da o yazıları bizzat yazarken alttan alta “yazma” tutkumun yansıdığının farkındaydım. Ama bu kendi başıma hür olmadığım işlerdi. Belli kurallara, şablonlara riayet etmeliydim. Mutlaka okuyan farkı hissediyordu, ama “Bu ne böyle, adam roman yazmış basbaya” da dedirtmemem lazımdı.

Emekli olunca o zincirlerden de kurtuldum. 2013’te başladım, 7 yıl oldu yazıyorum. Severek, isteyerek ve tutkuyla. Yöneticiyiz ya; yönetim biliminde “Kendini gerçekleştirme” diye bir şey var. Muhtemelen yaptığım şey de o. Her gün yazıyorum, okunmasa da anlaşılmasam da yazıyorum. Şöyle kendime dışardan bakınca, afedersiniz sümüklüböcek gibi gittiğim yolun izi arkamdan belli oluyor. Ben yapabildiğim için mutluyum, keyif alarak yazıyorum, neticede ortaya bir şeyler de çıkıyor ya gerisi hikaye…

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder