Bütçe görüşmeleri
Aralık ayı
mecliste yapılan Bütçe görüşmeleriyle öne çıkar. Aslında Haziran-Temmuz aylarından itibaren devlet kurumlarında başlayan bütçe
sürecinin galası gibidir bu görüşmeler. Çok stresli ve yoğun saatler yaşanmasına
rağmen daha çok hafızalarda ilginç atışmalar, kavgalar ve sahneler kalır. Geçmiş yıllarda meclis kürsüsünde ilginç bütçe konuşmalarıyla Demirel-Erbakan
düelloları hala hatırlanıyor.
Meclis genel kurulundaki bu mesai
bütçe maratonunun sadece çok küçük bir kısmı. Ondan önce yine mecliste Bütçe
Plan Komisyonu aşaması var. Orada da Kasım ayı hareketli geçer. Başta
Cumhurbaşkanlığı ve TBMM olmak üzere bütün bakanlıklar sırayla bütçelerini sunar
ve savunurlar. Arka planda bekleşen kurum yöneticilerinin gözleri önünde hararetli
görüşmeler yapılır. Bu görüşmeler de oldukça yoğun ama renkli geçer.
Bu süreçte pek çok kurum memur ve yöneticisi meclisin misafiri olur. Bakanlar olur da kendilerine ters bir soru gelir, cevaplandırabilsin diye getirtmiştir onları. Komisyona önerge verilmesine yardımcı olurlar. Bazı kurumlar, iktidar, hatta bazen muhalefet önerge vererek değişiklik yapılmasını isterler. Çünkü komisyon ödenek artışı konusunda genel kuruldan önce son şanstır. Genel kurulda ödenek arttırıcı önerge verilemez.
Bütçe önerisi meclise gelmeden önce aşağı
yukarı 3-4 ay süren kurumlar aşamasından geçer. Eskiden yatırımlar için DPT’den,
cari harcamalar ve transfer ödenekleri için de Maliye’den geçmek zorundaydılar.
Şimdi ikisi de Cumhurbaşkanlığı bünyesinde. Eskiye göre işler daha kolay ve
etkili. Bütçe nihayetinde bir hükümet tasarısı şeklinde değil de
Cumhurbaşkanlığı teklifi olarak meclise geliyor. Biri bir tarafa diğeri başka
yana çekiştirmiyor.
1980 yılından emekli olduğum 2012‘ye
kadar kesintili de olsa 30 yıl boyunca bu bütçe süreçlerinin her aşamasında
bulundum. Muhasebe şefi, Muhasebe Müdürü, Muhasebe ve Mali işler Daire başkanı,
İdari Mali İşler Daire Başkanı, APK uzmanı ve Mali Hizmetler Müdürü olarak hep
bu döngünün içinde oldum. 2003’ten sonra Bütçe sürecinde de önemli değişikler
oldu. Mesela 1 yıllık program bütçe yaklaşımından 3 yıllık performans bütçelemeye
geçiş çok şeyi değiştirip kolaylaştırdı.
Eskiden taşradaki kurumlar bütçe taslağını
Ağustosta Ankara’ya getirir bir ay boyunca o kurumdan bu kuruma döner dururlardı.
Ankara’daki bazı uzmanlardan geçebilmek için yine devletin etkili ve
yetkililerinden torpil istendiği zamanlardı. Kurumlar mahsus 5 ister, Ankara 2’den
dem vurur, belki 3’te anlaşırlardı.
Dünya dönüyor, hayat da devam ediyor!
Corona salgını var diye dünya stop etmiyor, hayat akışı kesilmiyor. Bu arada
her şey de değişmekte, farklı şeylere dönüşmekte. Bırakın 30 sene önceyi 3-5 sene
önceki işler bile artık aynı değil. Çok bildik bir laf ama çok da doğru: “Değişmeyen
tek şey değişim!”.
Siyaset de çalışmak zorunda, kurumlar
da, memurlar da. Bu sadece devletle alakalı değil. Özel sektörün çarkı
döndürebilmesi lazım. Tarlaların ekilmesi, hayvanların bakılması, sütlerin sağılıp
işlenebilmesi lazım. İnsanların para harcaması, paranın malla yer değiştirmesi,
insanların geçiminin sağlanması ve yaşam döngüsünün böylece devam edebilmesi
lazım.
Hayat sarmalı
Hayat bir sarmala benziyor. İyiyle kötü, hayalle gerçek, hastalıkla sağlık, güzelle çirkin iç içe. İşle özel yaşamlar, krizlerle sakin günler, mutlu zamanlarla felaketler sarmaş dolaş. Sadece birbirine zıt şeyler değil alakalı alakasız sayamayacağım bir sürü farklı şey birbirine dolana dolana uzayıp gidiyor.
Uyandığımızda ne
olacağımızı bilmediğimiz, iki dakika sonrası için emin olamadığımız ama uzun
uzun plan yaptığımız ömürler yaşıyoruz.
Bu corana
salgını da birdenbire girdi hayatımıza. Oysa geçen yıl bu zaman bambaşka gündemlerimiz
vardı dünya olarak. Bir harala gürele yaşıyorduk işte. Adına sarmal mı
dersiniz, burgu mu, yoksa helezonik mi? Neyse ne, işte o çok boyutlu şekil; bir minare merdiveni gibi ya da güçlü bir sarmaşık
gibi göğe yükseliyordu. DNA molekülleri gibi birbirine sarılıp dizilmiş hayat sarmalına
birdenbire bir virüs karıştı. Bir yıldır neredeyse bir çay kaşığını
doldurmayacak kadar virüs dünyayı sallıyor.
Coronadan dolayı ölenlerimiz var. Bu arada kanserden ölen, yüksek tansiyon böbrek yetmezliğinden giden, trafik kazasından, yangından ya da terörden vefat edenler de var. Can kıymetli, acının çeşidi çok ama yakışı aynı. Hastalık mı dediniz? Onun da envai çeşidi var, hepsi de zor, hepsi de sıkıntılı. Hayat bu işte; bir tarafta kıymetini bilmediğimiz sağlık ve onun türleri, öbür yanda hastalık ve onun çeşitleri.
Sarmalın bugün için dolanıp boğazımızı sıkan bir yanı hiç şüphesiz coronavirüs. Ama hayatın daha yüzlerce binlerce başka sarmaşık dalları var. Her şeye rağmen siyaset konuşmaya devam ediyor, öbür yanda da geçim derdi hiç bitmedi ki. Kötü günler geçiriyor olabiliriz ama umutlarımız da her daim çiçek açmayı sürdürüyor. Misal; ölenlere inat doğan her çocuk bir güneş gibi doğuyor ufkumuzda. Hastalanan onca insana karşılık bebek bekleyen her aile bu günleri bir müjde gibi yaşamıyor mu?
Corona günlerinin 283.ncüsündeyiz. Umudu ve sevinmeyi özledik. Vefat sayısının dün 246 iken bu gün 241'e düşmüş olması bizi sevindirebiliyor. 18 Aralıkta vaka sayısı 26.410 iken bugün 19 Aralıkta 22.195'e düşmüş olması da öyle. Hatta aradaki fark bir kişi bile olsa yeni hasta sayısının 4.103'ten 4.102'ye inmesi bile kafamızda bir lambanın daha ışıması gibi etki yaptı.
Bir yandan kuraklığa üzülüyoruz, öbür yanda karadenizden ya da doğu Akdenizden yeni doğal gaz müjdeleri bekliyoruz. Bir taraftan ABD ile, AB ile ne olacak böyle diye endişeleniyoruz, bir taraftan Azerbaycan için, Ukrayna için seviniyoruz. Corona kısıtlamalarından muzdaribiz ama Ankara Niğde otoyolunun açılması bize bir nefeslik ara verdirebiliyor. İstanbuldan kalkıp Azerbaycan üzerinden Çine giden tren vardı bile. Bu otoyol da İstanbuldan Şanlıurfaya kesintisiz götürebilecek. Bunlar tarihi olaylar. Hüznümüzü aralayan gelişmeler.
Ve hayatın sarmalı dolanarak, karışarak ve ömrümüzü renklendirerek uzayıp gidiyor işte. Ömür dediğin bu sarmalın sadece bir kısmı. Biz de o sarmalın sadece bir damarıyız. Tomurcuk verip yeşilleniyoruz, dalımız yaprağımız oluyor. Sonra da gün geliyor sararıp kuruyoruz. Bizden çıkan dallar yapraklar sarmalın içinde yola devam ediyorlar. Dünya dönüyor, hayat sürüyor. Böyle işte...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder