Sorun denizi
Bu Yunanlılar oldukça garip. Hem haksızlar, hem bizimle boy ölçüşecek durumda değiller hem de boylarından büyük işlere kalkışıyorlar. Tarihten de ders almış değiller. Kendilerini gaza getiren Fransa gibi bazı ülkelerin daha önce de onları maşa olarak kullandıklarını sonra da cımcıslak ortada bıraktıklarını unutmuş gibiler. Hatta kaç haçlı ordusunun defalarca girdiği bu topraklarda per perişan ülkelerine döndüğünü, gelirken de dönerken de kendileri de dahil geçtikleri her yeri soyup harabeye çevirdiğinden de ders almamışlar.
Sismik araştırma gemilerimizden, sondaj gemilerimizden rahatsız olmaları anlaşılır bir şey? Uluslararası hukuk ve anlaşmalara dayalı olarak bu faaliyetler yapılıyor. Bunun karşı hamlesi hiç alakası olmayan Mısırla, İsraille, Fransayla Doğu akdenizde bize karşı hasmane bir ittifak içinde yer almak mıdır? Gırtlağına kadar borçlu iken Fransadan 18 tane savaş uçağı almak da neyin nesi oluyor? 6 millik karasularını tek taraflı 12 mile çıkarma işgüzarlığı akıl mantık işi mi? Üstelik bu hareketin bizim tarafımızdan savaş sebebi sayıldığını bile bile. Şimdi de bizim Kaş ilçemizin burnunun dibindeki Meis adasında bir "tiyatora" sahneye koydular. Bu iddiaya kargalar bile gülerken, onlar kendilerine nasıl bir "sufle" verildiğini anlayamayacak kadar panik içinde olmalılar.
Aklın yolu bir; ege denizinde bir çatışma herkesiz zararına olur ama Yunanistan böyle bir çılgınlıktan çok daha zararlı çıkar. O çok güvendikleri ülkeler yine onların felaketleri üzerinden silah satıp para kazanırlar. Muhtemel enerji kaynaklarına da kırk harami gibi çökerler. Doğru olan egede, doğu akdenizde, kıbrısta hakkaniyetli bir çözüm için çalışmak. Bak Türkiye görüşmeye konuşmaya hazırım diyor, sana neler oluyor ki çıkarını ve ülkenin geleceğini düşünemiyorsun. Biz tarihten bu yana buradayız, komşuyuz. Başkaları işi bitince çekip gider ama biz yine karşı karşıya, iç içe kalırız.
Zaten corona virüs bulutu dünyanın üzerine bütün dehşetiyle çökmüş durumda. Böyle bir zamanda savaş tamtamları çalmanın kime ne faydası var? Hatta salgına karşı küresel işbirliği çağrısı yapılmışken eski defterleri karıştırıp sorun üretmenin yeri de değil zamanı da. Egede halının altına süpürülmüş sorunların düz mantıkla halledilemeyeceğini anlamak için haritaya bakmak yeter. Pandoranın kutusunu açmak, sonuçlarına da katlanmak anlamına gelir. Yunanistan boş yere adaları silahlandırmaya kalkacağına, halkının sağlığını ve refahını düşünse ya. İşin ilginç tarafı dünya gırtlağına kadar corona batağına saplanmışken nasıl oluyor da silahlanma ve savaş dansına iştah bulabiliyor hayret doğrusu! Belki de hepimizi içine alan koronavirüs bulutu akıl sağlığımızı etkiledi.
Toz bulutu dedim de geçen gün Polatlı tarafında çıkan bir fırtına Ankara üzerine sarı kahverengi bir sis olarak çöktü. Böyle toz ve kum fırtınaları genellikle çöl memleketlerinde olur sık sık. Yüksek sıcaklık havayı ısıtır, hareketlenen hava fırtınaya dönüşür ve tozu toprağı da kaldırır yukarılara. Çöl kumu rüzgara karışır ve uzak mesafelere kadar taşınır. Zaman zaman bizim ülkemize kadar ulaşır. Havaya karışan toz zerreleri ani yaz yağmurlarıyla çamur gibi iner toprağa.
Tabiatıyla bizim gibi yeşil bitki örtüsüne sahip ülkelerde bu tür bir şey sıradan değil. Nitekim Afrika tozu her üstümüze çöktüğünde bize de ilginç gelmiştir bu tabiat olayı. Fakat bu kez Polatlı'dan kalkan toz bulutuydu gelen.
Habercinin biri bu enteresan haberi işin uzmanına soruyor: "Efendim bu yaşadığımız şey iklim değişikliği sebebiyle mi gerçekleşiyor?" Meteoroloji uzmanı cevap veriyor: "Hayır demek de doğru olmaz evet demek de. Küresel sıcaklık artışının elbette yaşadığımız tüm meteorolojik olaylara etkisi var. Kuraklıklar, fırtınalar, kasırgalar, şiddetli yağmurlar, sel taşkınları, toprak kaymaları, orman yangınları vs. hepsinde geçmişe göre artış var. Böyle kum fırtınaları yeni bir şey değil. Evvel de oluyordu, yine olacak. Duymuyor, görmüyorduk hatta haberimiz bile olmuyordu. Ancak, Polatlı'dan kalkıp Ankara gibi bir büyük kentimizi etkisi altına alan toz bulutu hepimize yakın ve gözlerimiz önündeydi. Kameralarla görüntülendi, fotoğraflar sosyal medyada paylaşıldı ve bütün kanalların haberlerinde de yer aldı. Bu yüzden şimdi bunu konuşuyoruz."
Şimdi egedeki sorun, coranavirüs pandemisi ve Polatlıda oluşan toz fırtınasının ne alakası var diyebilirsiniz. Diyeceğim o ki müslümana "feraset" denilen bir meziyet verilmiş. Bir meseleye baktığı zaman arka planını da görebilir. "Basiret" diye bir yetenek verilmiş geleceği görür ve en isabetli olanı yapar. "Dirayet" diye bir hal tarzı verilmiş hakta kararlı ve dirençlidir. "Şecaat" diye de bir güç verilmiş, yanlış yapana haddi bildirilsin diye. Anlayan anlamıştır onu.
Taşlar oynadı
Bir virüs bütün dünyayı avucuna aldı. Neredeyse 30 Milyon insana bulaştı, 1 milyona yakın can kaybı var. Adı süpere çıkmış koca koca devletler çaresiz. Aşısı yok, ilacı yok, görünmüyor ama hep aramızda dolaşmakta.
Sadece küçücük bir bez parçası hayatımızın hem güvencesi hem de değişmez aksesuarı oldu. Sağlık sistemleri allak bullak, ekonomiler geri viteste. Küçücük bir virüs dünyanın kibrini, cakasını yerle yeksan etti.
Belirsizlik had safhada, bir hafta ötesini göremiyoruz. Hiçbir şey eskisi gibi değil, kadrini bilmediğimiz her şey şimdi gözümüzde çok kıymetli oldu. Dünyada da, ülkelerde de, ruhlarımızda da daha önce yaşamadığımız sarsıntılar devam ediyor. Taşlar yerinden oynadı, mutlaka yeni yerlerine oturacak. Ama nasıl bir dünya, nasıl bir insanlık olacak, orası belli değil.
Afganistan, Irak, Mısır, Suriye, Yemen, Libya, sonrasında belki İran belki Türkiye. Dünyada egemen üst akıllar bu coğrafyada adeta satranç oynuyor. Ama bu oyun petrole bulaşmış silahla, kanla, ateşle, acı ve gözyaşıyla dönüyor. El attıkları her ülke sonu gelmez gailelerin içine batıyor. Sözde kurtarmaya geldikleri insanlar sinekler gibi ölüyor.
Mamur şehirler harabe oluyor, kadim kültürler yok ediliyor, insanlar kitleler halinde evlerinden yurtlarından oluyorlar. Yetmiyor uluslararası anlaşmalara rağmen sınırlarda vebalı muamelesi görüyorlar. "Düzensiz göçmen" olarak itilip kakılıyorlar. Konteynerlarda, şişme botlarda, akdenizin serin sularında ya da derme çatma kamplarda özgürlük yolunda ölüyorlar. Taşlar yerinden oynadı bir defa. Elbet yeni bir düzen alacak. Ama nasıl bir dünya, nasıl bir insanlık bu, orası belli değil.
Eskiden terör, terörist ve terörizm lanetle anılırdı. Şimdilerde kim devlet, kim vatansever, kim terörist iyice bir birine karıştı. Önceleri başka ülkelerde beşinci kol faaliyetleriyle çalışanlar günümüzde açık açık bunu konuşur oldular. Bugüne kadar kendi çıkarı için hep gizli gizli terörü kullananlar, şimdi aşikare bunu yapmaktalar. Terör bir virüs gibi dünyanın içini oyuyordu. Göya hep birlikte terörle mücadele ediliyordu. Nasıl oldu bilmem "benim teröristim iyidir" devri başladı sanki dünyada. Aynı "benim vatandaşım insan, diğerleri değil" noktasına gelindiği gibi. Yabancı düşmanlığı sözde uygar ülkelerde "yeni ırkçılık" rüzgarları estiriyor. Bu öyle bir virüs ki o devletlerin içini kemiriyor durmadan. Taşlar yerinden oynadı bir defa. Elbet bir yere varacak. Ama nasıl bir dünya, nasıl bir insanlık oluşacak, orası belli değil.
Akdeniz düne kadar sakin bir iç denizdi. Hele de ege "iki yakanın komşusu" durumundaydı. Ne oldu da birden bire sanki dünyanın nabzının, ilgili ilgisiz bir sürü ülkenin cirit attığı bir alana dönüştü. Sanki bir "yağmaya hücum" durumu var. Ne Nato, ne AB bu çılgınlığı durduramıyor. Nasıl bir Petrol ve doğalgaz kokusu bu ki; İsraille Mısırı, Yunanistanla Fransayı, BAE ile İsraili, Fransa ile Bahreyni, Mısırla Yunanistanı bir araya getirebiliyor.
Uluslararası Hukuk, Deniz Hukuku ve Batılı ülkelerin dünyaya dayattıkları bütün normlar orada bir bir çiğneniyor. Kendi putlarını yiyen cahiliye arapları gibi kendi kurdukları düzeni kendileri bozuyor. Bulanan sular nasıl durulacak? Durulması için kimler hangi bedelleri ödemek zorunda kalacaklar? Kimler kapışacak, kimler paylaşacak? Yani bu kaostan kimler yine kazançlı çıkacak? Akdenizde taşlar yerinden oynadı bir defa. Elbet sular durulacak. Ama nasıl bir dünya, nasıl bir düzen kurulacak, orası belli değil.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder