6 Temmuz 2020 Pazartesi

06 Temmuz 2020 Pazartesi 16:30 CORONA GÜNLERİ..........................Körfezde zaman

Körfezin incileri

Bir aydır körfezdeyiz. Corona açısından Ankara ile tek fark ara sıra evden çıkıp çevrede kısa gezintiler yapmamız. Onun dışında yine evdeyiz, yine tedbirli davranmaya çalışıyoruz ve yine "ne zaman bitecek bu corona?" merakı içindeyiz. Çok şükür ki burada sabah yürüyüşü yapabiliyorum. Sitenin etrafı yaklaşık 4100 adım, aşağı yukarı 2,3 km. İki tur bir saate yakın tutuyor. Saat 9.30 gibi de iskeleden denize giriyorum. O da yarım saat. Bazen eşim, kızlarım ve küçük torunum geliyorlar. Ben 8 aylık Tuna ile ilgileniyorum, onlar denize giriyor. Hava ve deniz uygun olduğunda Tunayı da ördek simidiyle suya bırakıyoruz. Sudan korkmuyor, bilakis çok hoşuna gidiyor. Ayaklarını bir çırpışı var ki, görmeye değer. Sanki ezelden yüzmeyi biliyormuş da neredeyse yüzüverecek.

Buranın oksijeni bol güzel havası, tatlı suyu ve bol yeşilinden sonra sabah kahvaltısı gelir bana göre. İlk elektrikli çaycı tıkırdamaya başlar mutfakta. Sonra da arka balkon yıkanır gerekirse. Masa hazırlanır özene bezene. Allah soframızın bereketini arttırsın zeytininden peynirine, domatesinden salatalığına, yeşil biberinden zeytinyağına, tatlı lorundan ekşi maya ekmeğine kadar donatırız sabahları. Gün aşırı bazen menemen yaparız, bazen de tavada sade domates biber karıştırırız. Adam başı yumurta haşlarız genellikle. Nadiren sucuk pişiririz; bazen sade, bazen yumurtalı. Kahvaltımız saat 12'ye kadar devam eder. Bütün aile akşam yemeğinden daha fazla muhabbet ederiz kahvaltı sofrasında. Genellikle o gün ya da o hafta neler yapacağımızı, nereleri gezmek istediğimizi de konuşuruz hep birlikte.

1991-92'den beri geliyoruz yazlığımıza. O yıllarda üç çocuğumuz vardı; 11,10 ve 7 yaşlarında. 1995 yılında biri daha katıldı aramıza. Daha üç aylık bebekti onu orjan'a getirdiğimizde. Şimdi o 25 yaşında, ODTÜ'yü bitirdi İstanbulda bir denetim firmasında çalışıyor. Henüz bekar. Büyük kızımız ve damadımız sınıf öğretmeni, iki de torunumuz var onlardan. Biri 17, diğeri 9 yaşında.  Büyük torununumuz Nazlı 2 gün sonra 18 yaşına ayak basacak. Önümüzdeki yıl da inşallah üniversite sınavına girecek. İki numaralı torunum Yağız da seneye inşallah ilkokulu bitirmiş olacak. Onlar da bebekliklerinden beri yazları buraya gelirler. Meyve ağaçlarımız adeta onlarla birlikte büyüdüler. Bazen ben bile şaşırıyorum, Nazlı nasıl oldu de birden genç kız oluverdi diye. Yağız torunum ele avuca gelmez bir oğlan. Neredeyse benden daha iyi yüzüyor. Denizi ve oyun oynamayı seviyor. Ben ne kadar çekiniyorsam, o da o kadar gözükara.

Geçen yıl yazar-şehir plancısı büyük oğlumun ve sevgili gelinimiz Sibel'in kızları Ece Mercan'da Nisan ayında 2 yaşını doldurdu. Maşallah çok güzel, akıllı ve tatlı bir kız. O da geçen yıl orjan'a geldi. Birlikte bir hafta geçirdik. Corona olmasaydı bu yıl da gelirlerdi ama gelinimiz Prof.Dr.Sibel Ertek Yalçın bir sağlık personeli. Oğlumuz Bahadır Cüneyt Yalçın da Şehircilik ve çevre bakanlığında çalışıyor. Hem iş yoğunluğu hem de kreşler kapalı olduğundan Ece'nin bakımı bu yıl onların üstünde. İstemelerine rağmen bu yıl gelebilirler mi bilemiyoruz. Belki kurban bayramında, o da birkaç gün. En küçük torunumuz Tuna kızımız Hilal'in ilk  çocuğu. Doğumundan bu yana bizimle birlikteler. Annesi Amerikan Kültür derneğinin Ankara kreş ve ana okulunda çalışıyor. Bu yıl önce doğum izni, sonra da coronadan dolayı ücretsiz izinli olarak çocuğuna bakıyor. Sanırım kreşleri yeni bir yere taşınıyormuş. Açılış hazırlıklarını bitirdikten sonra Hilal'i çağıracaklar. Bu yüzden hepimiz Hilal'e çocuğunu bu en önemli aylarında kendisi bakabildiği için çok şanslısın diyoruz.

Selma ve Yılmaz Yalçın ailesi şimdilik toplam 13 kişi oluyoruz. Bereket kimi gidiyor kimi geliyor yoksa soframız bu kadar kalabalığı almayacak. Şu anda Tunayla birlikte 7 kişi ancak sığıyoruz. Akşama Yağızla babası Aydın gelecekler. Bir sonraki gün de Tuna'nın babası Ümit. On kişiye ulaşacağız. Kahvaltı ve akşam yemeklerinde belki sıkışarak idare edebiliriz ama Nazlı'nın doğum gününde dışarda bir yeri tercih etmemiz gerek. Muhtemelen bu tercih Altınoluk köyü Çınaraltı'dan yana kullanılacak gibi duruyor.

Körfezin en sevdiğim taraflarından birisi de gez gez bitmeyen çeşitliliği. Bir de her yıl defalarca gitsek de bıkmadığımız güzellikleri. Kazdağları başlı başına gezilecek-görülecek-yenilecek yerlerle dolu. Her tarafı ayrı bir güzel. Akçay, Altınoluk her yıl birkaç kere gittiğimiz yerler. Ören, İskele, Güre ve Küçükkuyu da öyle. Küçükkuyu'nun Nusratlı, Narlı ve Adatepe köylerine defalarca gitmişizdir. Bilhassa Adatepe köyü görülmeye değer bir zenginlik. Zeus altarı denilen yere arabayla gidilmiyor. Ancak oradaki manzara biraz zahmetli bir yürüyüşün tadına doyum olmaz bir ikramiyesi gibi.

Altınoluk köyü başlı başına otantik bir eski yerleşim yeri. Çınar altında canınız ne isterse yiyip içebilirsiniz. Ama bana sorarsanız isteğinize göre koruk suyu ya da karadut suyu içmeden oradan dönmemeli. Bir de son yıllarda keşfettiğimiz keçi sütü dondurması var ki mis gibi keçi sütü kokuyor.

İki yıl önce Gürede Kazdağları adıyla açılmış özel bir Etnoğrafya müzesi keşfetmiştik. Daha önce de yıllarca Tahtakuşlar köyüne gittik müzesini ziyaret etmek için. Küçükkuyu'da Assos'a dönmeden yol üzerindeki Zeytinyağı müzesini de öyle. Çanakkale yönüne doğru sağda Yeşilyurt, sağda da Nusratlı adında çok güzel iki köy daha var. Nusratlı köyünde eski bir ilkokul binası hanımların ürülerini sergileyip sattıkları bir mekan haline getirilmiş. İsterseniz kahvaltı yada gözleme vb. şeyler yiyip içebiliyorsunuz. Hele de dönerken bir 'seyir tepesi' var ki orada manzara eşliğinde çay içmek başlı başına bir keyif.

Körfez gezmeleri

Dedim ya Kazdağları gez gez bitmez. Güre'nin hemen birkaç km. yukarısında asıl Güre köyü var. Oraya birkaç yıldır gidiyoruz. Özgün mimarili Camisinde namaz kılıyor, havuzlu parkında dinleniyor, gözleme yiyor çay içiyoruz. Güre zaten termal tesisleri ile ünlü. Biz günübirlik gezdiğimiz için bir iki kez gidebildik. Ama biliyorum ki her keseye, her beğeniye hitap eden tesisleri var. Güre köyüne çıkmadan sola saparsanız Pınarbaşı diye bir piknik yerine ulaşırsınız. Tertemiz ve soğuk akan derede bol gölgeli çınar ağaçları var. İnsanlar bu dere boyunca mangal yapıp ailecek iyi vakit geçiriyorlar. Şayet ay ağustossa yola çıkarılmış dağ incirlerinden mutlaka alırız. Kim ne derse desin mevsiminde kazdağının kara incirini başka hiçbir incire değişmem. 

Altınoluk Avcılar köyünün biraz yukarısında Dedepınarı denilen bir yer biliyoruz. Oradaki tesisin manzarası da çok güzel ama, havası, suyu ve yemekleri de bir o kadar güzel. Hizmet eden gençlerin güler yüz ve sıcaklığı da eklenince oradan mutlu ayrılmamak mümkün değil. Yine aynı köyün Güre tarafında Manastırhan denilen mevkisine her yıl olmasa da iki yılda bir gideriz. Ulu çınarların gölgelediği, küçük bir dereciğin şenlendirdiği tarihi bir nokta burası. Şimdilerde hem konaklama hem de günübirlik amaçlı gelenlere hizmet veren bir tesise dönüşmüş. Kahvaltı da var, yemek de yenebiliyor, çay içip dinlenmek de mümkün. Edremit yönünde Akçayı geçtikten sonra sola saparsanız Kızılkeçili köyüne ulaşabiliyorsunuz. Bu köyün içinden de dağdan inen bir dere akıyor. Ulu çınarlar altında yeme içme yerleri düzenlenmiş. Biz birkaç yıldır köyün içinde kahvaltı veren küçük bir mekana alıştık. Sakinliği, lezzeti ve uygun oluşu bizi buraya bağladı. Dışarda kahvaltı deyince aklımıza geliveren öncelikli mekanlardan.

Kızılkeçiliden az uzakta Zeytinli köyü var. Bu köyün sahil kesimi Altınkum olarak adlandırılıyor. Orada da düzenlenmiş bol ışıklı yeme içme yerleri, çay bahçeleri, alış veriş sergileri ve gezinti yolu var. Zeytinli'den sola yukarı çıkılırsa Sütüven şelalesi ve Hasan boğuldu'ya ulaşılıyor. Yine kayaların arasından akan temiz ve serin bir dere. Yine koyu gölgeli çınar ağaçları ve yine bol bol mangal dumanı. Hasan boğulduyu görmek için 15-20 dakika yukarıya doğru çıkmak gerekiyor. Sabahaddin Ali'nin kaleminden tanıdığımız türkmen kızı ile ovalı bostancı hasanın acıklı hikayesi eşliğinde görüyorsunuz o muhteşem mekanı. Aşağıda sergilerden oluşmuş küçük bir pazarcık kurulmuş suyun kenarında. İstediğiniz doğal organik yaş ve kurutulmuş mahsulü buradan alabiliyorsunuz. Daha aşağıda girişte Milli park bekçi kapısı var. Birkaç da yeme içme tesisi. Hasan boğuldu her yıl en az bir defa sürekli gittiğimiz yerlerden.

Edremit Yenice Kalkım istikametinde Hanlar ismiyle bilinen bir mevki var. Orada da birkaç yeme içme tesisi ve çay bahçesi şeklinde hizmet veren işletmeler bulabilirsiniz. Biz genellikle caminin sağ tarafında geniş piknik alanında vakit geçirmeyi tercih ediyoruz. Bol suyu olan bir köy çeşmesi de var.  Soğuk suyu görünce yanınızda getirdiğiniz karpuzu çeşme yalağına bırakmadan edemiyorsunuz. Bu yol dağı aşarak Kazdağlarının kuzey doğu arkasına Kalkım ve Yeniceye ulaşıyor. Sağa dönülünce de adeta bir daire çizerek önce Balya'ya, sonra da İvrindi'ye varılıyor. Bu noktadan sonra istenirse Balıkesir yönüne, istenirse yeniden Havran, Edremit ve Burhaniye'ye dönmek mümkün. Ama bu dağ yolunun daha önce hiçbir yerde görmediğim bir özelliği daha var. Her taraf sağlı sollu çeşmeler, çeşmelerle dolu. Hem de bir musluklu değil, üç, dört, beş oluklu çeşmeler. Eskiler bu yolda yolculuk ederken hiç susuzluk çekmemiş olmalı. 

Hanlar mevkiine gelmeden üç dört km. önce 'Gülsüm ana' diye bir aile işletmesi var. Burayı yaklaşık 5 yıl önce keşfetmiştik. O kadar beğendik ki her yıl ya kahvaltı ya da akşam yemeği için mutlaka gidiyoruz. Ulu çam ağaçlarının altında ahşap kerevetler yapılmış. Aileler birbirlerinin mahremine girmeden huzur içinde yiyip içebiliyorlar. Kahvaltıları da güzel ama son iki senedir yaptıkları oğlak eti yemeğine abone olduk adeta. Tesiste akan su kendilerinin, çok da tatlı ve soğuk. Elektriği de pervane ile yine kendileri üretiyorlarmış. Arkada besledikleri keçi, tavuk ve inekleri var. Kullandıkları sebzeler kendi bahçelerinin ürünü. Gülsüm ana ve eşi artık yaşlılar ve oturuyorlar. Gelen misafirlerle hal hatır ediyorlar. Oğlu ve torunları hizmet ediyor müşterilere. Yan tarafta organik ürünler satan bir barakaları var. Baldan erişteye, zeytinden reçele kadar pekçok ürün var raflarda. İki yıldır biz üç kiloluk peynir alıyoruz bidonla. Bir yaşlı köylü yapıyormuş. Biz beğendik, yine Ankara'ya götüreceğiz. 

Edremit'e doğru Hacıarslanlar ve Camcı köyleri var. Yol kenarına çıkarılmış ürünler satıyorlar gelip geçenlere. Bu yıl da kahvaltıda yemelik yeşil ve siyah zeytin aldık köylülerden. Daha uygun ve lezzetli ürünler. Edremit'e kadar kah orman, kah zeytinlik yemyeşil bir araziden aşağıya doğru kıvrıla kıvrıla iniliyor. Yol boyu zeytinlik, bağlık, bahçelik yerler var görebildiğimiz. Ağustosta geçsek belki üzüm ya da incir alabilirdik, şimdi yaz armudu ve çilek zamanı. Domatesi, biberi, salatalığı zaten hiç eksik olmaz yaz boyu buralardaki sergilerden. Edremit'e bitişik Kadıköy'den yukarıya doğru, Orta oba denilen bir köye çıkılıyor. Kartal yuvası gibi bir yerde kurulu. Üç sene önce gittiğimizde muhtar bir cami yaptırdıklarını söylemişti. Nasip oldu Ankara'da bir Cuma Türkiye genelinde toplanan yardıma ben de katılmış oldum. Şimdi çifte minaresi ile köyün camisi aşağıdan adeta göz alıyor. İnşallah en kısa sürede çıkıp orada bir vakit namazı kılmak isterim. İşte o köyün Kadıköy'den çıkış tarafında 'Şıp şıp dede' diye bilinen yatırdan adını alan bir mevki var.  Son iki yıldır orada 'seyir terası' ismiyle bir işletme açıldı. Manzara da güzel, yemekler de. Gidip de pişman olmadığımız yerlerden.

Ayvalığa doğru; Gömeç, Karaağaç, Kozak yolu, Mutlu köy ve Küçük köy de gitmeyi sevdiğimiz yerlerden. Sarımsaklı, Alibey adası (cunda) ve Ayvalık merkez de her sene gezilip görülecek yerler. Karaağaç'ta yeni keşfettiğimiz et lokantası Madradan, üç yıldır gidip boşnak böreği yemeden yapamadığımız Küçükköy'den bahsetmeden olmaz. Ayvalığa her gidişte uğradığımız Paşa limanı ve Çamlık tesislerini anmazsam haksızlık etmiş olurum. Çiğ böreğini yemeden, sakızlı kurabiyelerini almadan, koyu gölgesinde koruk suyunu içmeden dönmediğimiz Macaron kahvelerini unutabilir miyim? Hele de perşembe pazarını dolaşmadan yapamadığımız, dar sokaklarını her yıl yeniden keşfettiğimiz Ayvalık'tan nasıl söz etmem. Ya sahilinde papalina yemeden, Taş kahve'sinde sakızlı kahve içmeden, arka sokaktaki bir pastanenin üzeri dondurmalı sakızlı muhallebisini tatmadan dönmediğimiz Cunda'ya ne demeli?

Burhaniye'den Ayvalığa gelirken solda dev bir rüzgar gülü vardır. İşte tam o noktadan sola dönen yol Bergama'ya kadar gider. Kozak yolu diye bilinen bu güzergah tabiat harikası bir doğa içinde kıvrıla kıvrıla, adeta bir fıstık çamı denizinin içinden geçer. Zaman zaman küçük bir dereciğin yola eşlik ettiğini görebilirsiniz. Birkaç yerde çay bahçesi piknik yeri gibi tesisler de var. Ama benim zihnimde Kozak yolunun en güzel zamanı kozak üzümünün olgunlaştığı Ağustosun son günleri. Yol boyu görülebilen bir çok bağın herhangi birinin önünde durup ücretiyle dalından üzüm koparmak kadar güzel bir şey olamaz. 

Bu yıl Küçükkuyu'dan Adatepe istikametine dönünce 'Antik Sabunhane' diye yeni bir yer keşfettik. Benzerlerinde olduğu gibi bu da eski bir yağ fabrikasıymış. Sahibi olan aile birkaç kuşaktır burada zeytinyağlı sabun üretirken son iki yıldır burayı bir turistik işletmeye dönüştürmüşler. Sabunun da envai cinsini üretmişler doğal olarak.  Ayrıca geniş bahçesinin bir bölümünü de kahvaltı, yemek ve çay kahve için oturma mekanı haline getirmişler. Gerek ürünler, gerekse ailenin sıcak misafirperver tavrı bizi çok etkiledi. Kısaca orayı yine geleceğiz dediğimiz yerler listesine ekledik. İnşallah nasip olur.

Kazdağlarının daha arkası; Bayramiç, Kalkım, Yenice tarafları var. Çanakkale'ye doğru Geyikli, Bozca ada ve Truva antik kenti var. Daha Ayvalık Mutluköy'den bahsedemedim. Cunda'nın sokaklarını, taş evlerini anlatamadım. Tekneyle çıkılan günübirlik deniz turlarından söz edemedim. Mehmet Alan köyü'nü tarif edemedim merak edenlere. Çamlı'bel köyünü, onun başta Şarlak olmak üzere pek çok işletmesini tavsiye edemedim. Akçay'ın, Altınoluk'un ve Güre'nin akşam vakti hareketlenen sahillerini bu corona musibeti süresince gönül rahatlığıyla yazamam. Hemen her yeşil noktada müşteri bekleyen köy kahvaltısı yerlerini sıralayamam.

Sözün özü körfezin mücevherleri ışıl ışıl parlıyor. Kazdağının her noktası saçılmış inciler gibi davetkar bekliyor. Biz Körfezi seviyoruz, Kazdağlarını özlüyoruz. İşte Corona günlerinde dahi kaçak göçek gitmeden yapamadık. Ama gidemezsek de, göremediğimiz yerleri unutmuş ya da unutacak değiliz. Bu özlem ve hayranlığı hiç değilse şimdilik satırlara dökerek ifade etmeye, özetlemeye çalıştım. Salgın olmadan, sağlıkla ve özgürce yine yine gidebilmek dileğiyle…

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder