
Bugün
'coronadan sonra' ya odaklanmak istedim. Bundan elli yıl önce, dünyanın en önde gelen fütüristlerinden Alvin ve
Heidi Toffler, hayatın giderek artan hızını ele aldıkları "Future
Shock" (Gelecek Şoku) adlı bir kitap yayımlamışlar. Tofflerlar bu kitapta;
"giderek artan bu hızla birçok insanın başa çıkamayacağını ve bu yüzden toplumsal ve bireysel bir şok
yaşayacaklarını" savunmuş. Toffler Associates
CEO'su Bothwell ise; "söz konusu şoku nasıl atlatacağımızın, adaptasyon
yeteneğimize bağlı olduğunu ve yaşananları hafif karşılamaya çalışmanın yeterli
olmayacağını" söylemiş. Daha da ilginci; "corona öncesi ve sonrası
toplumun asla aynı olmayacağı ve o toplumu oluşturan birey, aile, kavim,
hükümet ve şirketlerin birbirlerinden çok farklı olacağı" nı ileri sürmüş
olması.
Bothwell, "Tüm bu oluşumlar yeniliklere farklı hızlarda adapte
olabilir ve senkronizasyon eksikliği uyuşmazlıklara yol açmaya devam eder"
diyor. Bu da toplumları gelecekte 'şok' hissine kadar götürür demek. Bothwell
ayrıca; "bugün yaşanan değişimlerin ne kadarının kalıcı olduğunu ve ne
kadarının geçmişteki haline geri döneceğini bilmenin imkansıza yakın
olduğunu" söylerken bir yandan da "yalnızca üç haftadır karantinada
olmamıza rağmen değişikliklere uyum sağlamayı başardığımızı" da
hatırlatıyor.
Anlaşılan bu kriz sonrasında kendimizi 'yeni bir
normal' içinde bulacağız. Ancak belki bu bazılarının öngördüğü üzere devasa bir
boyutta olmayabilir. Ancak görünen şey şu: "insanlar ortaya çıkacak
farklılıklara hazırlıklı olmalı!"
Meselâ, Corona virüs krizinde öğrendiğimiz şeylerden
birisi de evden çalışmak oldu. İşe gitmeyip evden çalışmak ingilizce tabiriyle
"home office" yapmak oluyor. Gelişen iletişim araçları, internet ve
bilgisayar üzerinden artık bulunduğumuz noktadan mesai verilebiliyor.
Diğerleriyle birlikte çalışılabiliyor. Bilim-kurgunun sosyokültürel ve
teknolojik etkisi üzerine çalışan Isabella Hermann; bazı kuruluşların
çalışanlarını evden çalışmak zorunda olmaktan "korumaya"
çalışabileceğini söylüyor. Bunun altında yatan kafa yapısı ise çok ilginç.
"İşiniz hayatınızın bir parçası veya yapmaktan hoşlandığınız bir şey
değildir. Aksine her gün sekiz saat yapmak zorunda olduğunuz bir şeydir!"
Bu görüşe göre hayat ancak bu noktadan sonra başlıyormuş. Ancak Hermann, bu
kuruluşların bile yeni teknolojilere uyum sağlamak zorunda kalacağını
öngörüyor.
Diyelim ki kucakta bilgisayarlar, elde akıllı
telefonlar ve internetle evde çalışma işi halledildi. Peki ya şimdi boş kalan
ofis alanı temizlenmeyecek mi? Yaşamını o alanı temizleyerek kazanan düşük
ücretli işçileri ne yapacağız? İşten mi çıkarılmalılar? Bu işten kim daha fazla
yararlanacak? Her gün işle ev arasında saatler harcayan memur ve işçiler mi
yoksa omuzlarındaki aşırı yükten kurtulan işverenlerimiz mi? Meselâ eğer WiFi
bozulmuşsa çalışılamayacak mı? Ya da tam da eş ve çocuklarımızla yemek yemeyi
umarken, o saatte çalışmak zorunda mı kalınacak?
Bu sorulara karşılık Connecticut Üniversitesi'nde
Yapay Zeka, Zihin ve Toplum Grubu'nun direktörü olan Susan Schneider,
"Pandeminin, online çalışabilmemizin mümkün olması için gerekli olan
altyapının geliştirilme sürecini hızlandıracağını düşünüyorum" demiş. Yani
salgın dijitalleşmeyi hızlandıracak. Hızlı ağlar bugün, 5G teknolojisi
sayesinde mümkün. Peki ama teknoloji her şeyin çözümü mü?
Bu salgın vesilesiyle toplantıların, zirvelerin video
konferans yöntemiyle yapıldığına şahit olduk. Şu anda kullanımı rahat ve kolay
iletişim sağlıyor. İş ve siyaset insanlarının bir araya gelmeden de
konuşmalarını sağlıyor. Ancak, insanlar arası iletişim sadece görüntülü
konuşmaktan ibaret değil ki. İnsanlar aynı atmosferi hissetmeden, vücut
dillerini kullanamadan nasıl tam olarak "konuşmuş" olacaklar? Tüm
seslerin normal geldiği, gerektiğinde mikrofonların açılıp kapatılıdığı,
endişeli ve kızgın el jestleri göremediğiniz bir toplantı; dokunduğunuz,
hissettiğiniz ve gördüğünüz bir ortamın yerini alabilir mi?
Bu yüzden Susan Schneider, iletişimin insani boyutunu
kaybedebileceğimiz endişesine sahip. "Pandemi sonrası dünyada şirketlerin
insan emeğini daha az kullanması ve insan işçilerin yerini otomasyon ve yapay
zekanın almasından korkuyorum" diyor. Yaygın teknolojik işsizlik bu
salgından sonra çok daha erken mi gerçekleşecek acaba? Önde gelen
kriptograflardan David Chaum; "koronavirüs ivme kazandıkça, enfeksiyon
korkusunun "insani" etkileşimleri sınırlandırdığına ve bu şekilde
bizleri elektronik iletişim sistemlerini daha sık kullanmaya ittiğine"
vurgu yapmış. Bothwell ise; "Hiçbir toplum değişimden kaçamaz" diye
ısrar ediyor. Bothwell, nasıl değişeceğimiz birey ve gruplar olarak kendimizi
nasıl gördüğümüze bağlıymış. Ama "Eski usuller" dediği bildiğimiz
şeylere dönmemiz de elbette mümkünmüş.
Foresight Canada'nın Genel Müdürü Ruben Nelson,
insanların "daha az hürmetkar, benmerkezci ve nefsine düşkün" hale
geldiği görüşünde. Ona göre bu özellikler kısa vadeli kâr odaklı kurumsal dünya
tarafından pekiştiriliyormuş. Daha da ileri giderek şunları söylüyor: "Bu
şirketler bunu trilyon dolarlık reklam endüstrisi ve ekonomik büyümeyi
fetişleştirmiş suç ortağı hükümetlerin desteğiyle yapıyorlar!" Değişim
meselesine ilgi duyan Nelson, yaşadığımız dönemin "insanlık tarihine kazınacağı"
görüşünde. Bu süreçten "beklenmedik" bir fayda görmemizin de mümkün
olabileceğini belirtiyor. Nelson, "Bazılarımız, bilgi ve örgütlenmenin
bazı dominant yollarının yaşamla ve karmaşık insani ve gayri insani sistemlerle
başa çıkamadığının farkına varabilir" diyor. Bu durum bizleri,
kültürlerimizin kavramsal temellerini güncellemeye götürebilirmiş.
Peki ya sıfırdan başlamak mümkün mü? Şu anda dünkü
alışveriş alışkanlıklarımızı bile özlerken, kültürlerin tamamını değiştirmek
nasıl mümkün olacak? Isabella Hermann bu konuda; "İklim aktivistlerinin
umduğu üzere tüketim alışkanlıklarımızda köklü bir değişim olacağını
düşünmüyorum" diyor. Bu ancak mevcut 'sistem' değiştiği takdirde mümkün
olabilir kanısında. Oysa corona günlerinde şu an herkesin yaptığı şey; o
sistemi bedeli her ne olursa olsun ayakta tutmaya çalışmak. Hermann'a göre;
"Hiçbir şey, geleceği öngörmekten daha zor değil. Her türlü trend ve
veriyi analiz edip türlü türlü senaryolar inşa edebilirsiniz ancak gelecek
çizgisel değil" diye konuşuyor.
Yani tehdit, belirsizlik ve karmaşa devam etmekte.
---------------------
Bugün de biraz ortada
dönen corona teorilerinden bahsetmek istiyorum. 2019
Aralık ayına kadar hiçbirimiz corona virüs nedir ya da
COVID-19 nedir bilmiyorduk. Bir yanda tüm dünyaya yayılmış
bir salgın, 3 milyondan 4 milyona giden vaka sayısı ve neredeyse 500 bin olacak
bir ölüm listesi. Diğer yanda corona virüs ile ilgili bir sürü akla ziyan komplo teorisi. Bunların arasında corona virüsün Çin, ABD
ve Kanada tarafından üretildiğinden tutun da, bir laboratuvarda
oluşturulduğundan, uzaylıların bu salgını yaydığından hatta işin içinde Bill Gates'in parmağı olduğuna kadar pek çok
şey var. Tabi ki hepsi birden gerçek olamaz, ama peki ya birisi gerçekse? Dikkat ediniz, sadece virüsten korkmuyoruz, böyle paranoyak vehimlerle de kuşatılmış
durumdayız.
Meselâ,
'Corona virüs Wuhan'daki laboratuvardan mı çıktı?' Bu
soru ABD tarafından sık sık çıkışlarla gündemde tutuluyor. ABD Başkanı Trump, en başından beri virüs ile
ilgili "Çin virüsü" gibi tanımlamalarla virüsün Çin yapımı olduğu
algısı yaratmaya çalıştı. Başkan Trump da Dışişleri bakanı Pompeo da
"sorumlu olanlardan hesap soracağız" ifadesini kullanıyorlar.
Geçtiğimiz günlerde ABD İç Güvenlik Bakanlığı Çin yönetiminin, Wuhan'da ortaya
çıkan yeni tip corona virüs (covid-19) salgınını ve bulaşıcılık derecesini
tıbbi stok yapabilmek için kasten sakladığını ileri sürdü.
ABD Dışişleri Bakanı Mike Pompeo da dün yeni tip corona
virüs (covid-19) virüsünün Çin'in Wuhan kentinde bulunan laboratuvardan
çıktığını yineledi. Pompeo: "İstihbarat
kuruluşları bu konuda çalışmalarına devam etmelidir ancak size bunun (Kovid-19)
Wuhan'daki laboratuvardan çıktığına dair çok sayıda delil olduğunu
söyleyebilirim" dedi. İddiaya göre Çin yönetimi uluslararası
ajanslarda çalışan gazetecileri ülkeden atıp, uyarılarda bulunan Çinli
doktorları susturmak suretiyle Wuhan'da ortaya çıkan virüsün gizli kalması için
uğraşıyormuş. Öyle görünüyor ki corona günleri dünyada yeni bir iddialaşmanın
fitilini de ateşlemiş durumda.
Çünkü
mukabil bir iddia korona virüsün ilk kaynağının ABD
hükümeti olduğu ve bilerek dünyaya yayıldığı şeklinde. Japon ve Tayvanlı
epidemiyoloji ve farmakoloji uzmanları yeni korona virüsün de orijin olarak
ABD'de üretildiğini iddia ediyorlarmış. Komplolara göre, virüs başka bir ülkede
üretilmiş ve Çin'e getirilmiş. Bu virüsün orijinali ABD Maryland'daki
Fort Detrick askeri biyo-savaş laboratuvarında imiş. Bu iddiayı ilk olarak, Rus
haber ağı Channel One canlı bir haber yayını sırasında ortaya atmış. Yayındaki
spiker, ABD hükümetinin Çin ekonomisini yok etmek için virüsü bilerek yaydığını
söylemiş. Spiker, bu iddiasını
'korona' kelimesinin bazı dillerde taç anlamına geldiğine dayandırmış. Meğerse ABD Başkanı Donald Trump 1996 yılında
üç güzellik yarışma organizasyonu satın almış ve kazananlara taçlarını kendi
elleriyle takmış mış. Rus spikere göre bu yüzden virüse korona adı verilmiş miş.
Corona
virüsü Çin mi yoksa Amerika mı yaptı? Komplo teorileri
akıl alır gibi değil! Bir başka iddia Dünya Ekonomik Forumu ile "Bill ve Melinda Gates Vakfı" ile
ilgili. Bunlar Çin'in Wuhan
şehrinde korona virüs çıkmadan iki ay önce, Johns Hopkins Üniversitesi'nde
"Event 201" adlı ortak bir tatbikat yapmışlar. Bu bilgisayar
simülasyonunda kurulan senaryo,
alınacak tedbirler üzerineymiş ama
virüsün adı oldukça ilginç; 'CAPS yani Corona virus Akciğer Sendromu'. Buna
göre, Brezilya'da bir domuz çiftliğinden yola çıkan koronavirüs önce havayolu
ile Portekiz'e, sonra ABD ve Çin'e ulaşıyor. Gene senaryoya göre "18 hafta içinde 65 milyon insan ölecek sonra belli bir hızda devam edecek ve küresel
nüfusun yüzde 80-90'ı öldüğünde etkili bir ilaç bulunabilecek".
Son derece ürkünç bir senaryoymuş değil mi?
Özellikle
de Baltimore'da yapılan bu bilgisayar simülasyonundan
iki hafta sonra Wuhan'da ilk COVID-19'un görüldüğü hatırlanırsa.
Bu
komploya en önemli malzeme de bizzat Bill Gates'in kendi konuşmaları
olmuş. Zira Bill Gates, 18 Ekim 2015'te Vancouver'da
yaptığı konuşmada, Batı Afrika'da ortaya çıkan
Ebola'nın 10 binden fazla kişinin canını aldığını, bir sonrakinin daha kötü
olacağını hatta 10 milyon kişiyi öldürebileceğini söylemiş. 2019'un Ekim ayında Bill & Melinda Gates
Vakfı, Dünya Ekonomik Forumu ve John Hopkins Sağlık Güvenliği Merkezi ile iş
birliği yaparak bir salgınla nasıl mücadele edilebileceğine dair çalışmalar
yürütmüşler.
Ancak söz konusu çalışmadan yalnızca 2 ay sonra
koronavirüs salgınının ortaya çıkması, komplo teorisyenlerinin Bill Gates'i
hedef göstermesine neden olmuş durumda.
Bazı insanlar da, yukarıda
"bahsettiğimiz 3 farklı kuruluşun koronavirüsü başından beri planladığını
söylüyorlar" iyi mi? Tepkilerin büyümesinden sonra bir açıklama
yapman zorunda kalan John Hopkins Sağlık Güvenliği Merkezi, koronavirüsle bir
bağlantılarının olmadığını açıklamış. Komplo teorisyenleri, ayrıca Bill &
Melinda Gates Vakfı'nın daha önce bir koronavirüs aşısı patenti alan İngiltere
merkezli Pirbright Institute şirketine de fon sağladığını söylüyorlar. Bunlara göre Gates vakfı, geliştirdikleri aşıyı satabilmek için virüsü
bilerek yaymış! Konuyla ilgili açıklama
yapmak zorunda kalan Pirbright Institute, yalnızca kuşları etkileyen
koronavirüsler hakkında aşı geliştirdiklerini ve Çin'de ortaya çıkan
koronavirüsle ilgili daha önce bir çalışmalarının olmadığını belirtmiş.
Birçok
ünlü ismin desteklediği bir komplo teorisi 5G hatlarının corona virüsüne sebep
olduğu ile ilgili: "Virüs 5G internet bağlantısından yayılıyor?"
Vuhan kenti aynı zamanda 5G'nin
kullanılmaya başlandığı ilk Çin şehirlerinden bir tanesiydi. Bu yüzden bazı
komplo teorisyenleri, korona virüsün 5G internet tarafından salınan radyasyon
dalgalarından kaynaklandığına inanıyor. Aralarında
Hollywood yıldızı Woody Harrelson da dahil olmak üzere
birçok insanın “mantıklı” bulduğu iddiaya göre 5G hatları corona virüsünün
sebebi ve bu hastalığı yayan en önemli unsur.
Komplo
teorileri bununla da kalmıyor ve bazıları akıl alır
gibi değil! Galiba Rockefeller ve Rothschılds ailesi de bu
koronavirüs işinin içinde. Bir
komploya göre Dünya Sağlık Örgütü'nün de (WHO) içinde
bulunduğu küresel karar vericiler Bill Gates, Aşı Geliştiren Eczacılar Birliği
(GAVI), Rockefellers, Rothschilds ve diğerleri, yıllardır on yılda on milyon
insanı öldürecek bir virüsün duyurusunu sözde insanlığı uyarmak adına yıllardır
yapıyormuş. Tüm amaç insan nüfusunu azaltmakmış! WHO'nun kararından sonra diğer adıma geçilecek, polis ve/veya asker
gözetiminde aşı üretimi için baskı yapılacak, bunu
reddedenler cezalandırılacakmış. Bu zorlama aşı, büyük bir ilaç oyunun aracı imiş. Kaldı ki bu aşı
belki gelecek nesilleri de vuracak, beyinlere zarar verecek, kadınların
doğurganlığını önleyecek ve dünya nüfusunu azaltacakmış. Bir
yandan da gelsin paralar.
Komploculara
göre belki birkaç yılda daha bu virüsün nerden geldiğini bilemeyeceğiz ama bu
virüsü üretebilecek seviyede teknolojiye sahip biyo-savaş laboratuvarları
sadece ABD, İngiltere, İsrail, Kanada ve Avustralya'da var.Bu komploda karşımızda farklı ülkelerdeki
laboratuvarlar var. Kanada-Winnipeg'deki Mikrobiyoloji Laboratuvarı. Bu
laboratuvarda çalışan Çinli ajanların geçen yıl koronavirüs örneğini gizli bir
şekilde kaçırdığı basına yansımış. Virüsün adresi yaygın hastalığın faili
Wuhan'daki BSL-4 laboratuvarı. Virüs önce 4 Mayıs 2013'te ve hayvan türleri
üzerinde etkisi üzerinde çalışmak için Hollanda'daki laboratuvardan Kanada'ya
getirilmiş. Winnipeg'deki laboratuvar, koronavirüsün çeşitli tiplerini
tanımlamış. İddiaya göre Mart 2019'da Kanada'dan Çin'e biyo-terör vasıtası
olabilecek virüsün gittiğinin anlaşılması üzerine başlarında bayan Xiangguo
Qiu'nun olduğu Çin ekibi laboratuvardan uzaklaştırılmış.
Başka
bir laboratuvar da Wuhan Enstitüsü. Daha önce de
koronavirüs, SARS, HN51 grip virüsü, Rusların geliştirdiği antharax gibi
biyolojik taşıyıcılar üzerinde çalışmış. Çin'in böyle bir biyolojik saldırı
geçmişi yok. Genetik çalışmalar Çin'de çıkan COVID-19'un korona virüsün C
Grubu'na ait olduğunu gösterdi. C Grubu ise aile olarak sadece ABD'de bulunuyor. Ancak ABD'de meydana gelen son casusluk olayları Çin'in uzun süredir bu işlerle alakalı olduğuna delil sayılıyor.
Nitekim Ocak ayında Harvard Üniversitesi Kimya ve Kimyasal Biyoloji Başkanı
Charles Lieber, Savunma Bakanlığı'na Çin hükümeti ile bağları ve yabancı bilim
insanı ve araştırmacılar ile ilgili yalan söylemekten tutuklanmış. Bu arada Lieber'in Wuhan'daki araştırma
laboratuvarı ile bol paralı bir sözleşme yaptığı da ortaya çıkmış. Lieber,
2012-2017 yılları arasında Çinlilerden ayda 50 bin dolar ayrıca yaşam ve şahsi
giderleri için de yıllık 150 bin dolar almış. Belgelere göre Wuhan'daki
laboratuvarın kurulmasına katkılarından dolayı kendisine 1,5 milyon dolar ödül
verilmiş. İşin daha ilginç yanı
Lieber'in aynı zamanda ABD Savunma Bakanlığı'nın altı araştırma hibe yardımını
teftiş eden kişi olması. Yaklaşık 10 milyon dolarlık bir hibeden sorumlu kişi
yani.
Bu
arada bir başka ilginç bağlantı, Wuhan'daki biyo-güvenlik
laboratuvarını (BSL-4) ABD'den Pitbright Enstitüsü destekliyormuş. Bu enstitüye yardım yapan adresler ise
Gates Vakfı, WHO ve Avrupa Komisyonu. BSL-4 en yüksek biyo-tehlike seviyesinde
yani en tehlikeli patojenler ile çalışma standardına sahip. Ve koronavirüsün
çıktığı yere uzaklığı yaklaşık sadece 32 km. Gerçekten ilginç bağlantılar. Bazı komplo teorisyenleri ciddi ciddi Çin'in
biyolojik silah programının bir parçası olarak koronavirüsü ürettiğine ve daha sonra bu virüsün
laboratuvardan sızarak salgına neden olduğuna inanıyor. Sızma gerçekleşen bu
laboratuvar aynı Ulusal Biyogüvenlik Laboratuvarı imiş. Çin'in gizli biyolojik
silah programının bir parçası olduğu ve Vuhan Viroloji Enstitüsü'nden dışarı
sızarak yayıldığı iddiasını destekleyenler Washington Times'ın sıkça paylaşılan
iki makalesine atıfta bulunuyorlar. Her ne hikmetse bu iki makalede de eski bir
İsrailli istihbaratçının ifadeleri yer alıyormuş.
Çin Halk
Cumhuriyeti başkanı Xi Jinping; salgının başlamasından hemen sonra yaptığı
açıklamada, Ulusal Biyogüvenlik Laboratuvarı'nın güvenliğinin ulusal bir sorun
olduğunu açıklamıştı. Ayrıca bir gün sonra Çin Bilim ve Teknoloji Bakanlığı,
laboratuvarların virüs sızmasına karşı nasıl güvenli hale getirilebileceğine
dair çeşitli talimatlar yayınlamıştı.
Corona
virüsü Çin mi yoksa Amerika mı yaptı? Komplo teorileri
akıl alır gibi değil! Bazı teorisyenler korona virüsün bir göktaşı patlaması nedeniyle uzaydan dünyaya indiğini bile
savunuyorlar. Ancak bilim insanları, Ekim ayında dünyaya doğru gelen gök
taşının yere inmeden yanıp parçalandığı için bunun mümkün olamayacağını söylemiş durumda. Kaldı ki gök taşının inişi sırasında oluşan dev sıcaklıklar nedeniyle virüsün
canlı kalamayacağı, kalsa bile yere şiddetli çarpma esnasında hepsinin öleceği
açıkça ortada.
Çin'in
Wuhan kentinde bir canlı hayvan pazarında ortaya çıkan ve çok kısa bir süre
içerisinde dünya haritasında hızla yayılan korona virüs ile ilgili şimdilerde
dünyanın dört bir yanından son dakika haberleri geliyor. Dünyada vaka sayısı 3
milyonu aştı. Ölenlerin sayısı yarım milyona doğru gidiyor. Kovid-19 ne yazık
ki Mart 2020'da Türkiye'ye de sıçradı. Bizde de vaka
sayısı 125 bin, vefat sayısı da 3 bin beşyüz civarında. 3-4 ay öncesine kadar ne olduğunu bilmediğimiz bir korona virüs hem
Türkiye'de hem dünyada can almaya devam ediyor. Hastaların
tedavisi ve aşı bulma konusunda bilim insanları
olağanüstüı bir gayret içinde. Ama işte görüyorsunuz, tam
da "kasap et derdinde, koyun can derdinde" misali bir kazan var
ortada: adı da 'koronavirüs teorileri'.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder